Avrupa tarihi boyunca, kıtayı oluşturan güçlerin birbirleri ile rekabet ettikleri ve bu rekabetlerin kıtaya yeni bir güç dengesi kazandırdığı görülmektedir. Bu rekabetler ve sonucundaki savaşlar ile zaman zaman kıtada yeni ittifaklar ve bloklar oluşmuş, zaman zaman da Avrupa Birliği örneğinde oluğu gibi rekabeti ve ayrışma alanlarını önceliyici kurumlar meydana getirilmiştir. Avrupa kıtasına tarih boyunca yeni bir denge kazandıran güçlerin başında ise Almanya ve Fransa gelmektedir. Kıtada yer alan devletler, kıtanın tarihi analiz edildiğinde çoğunlukla bu iki güç tarafından tehdit algılamış ve bu devletlere karşı dengeleyici bloklaşmaya gitmişlerdir. Avrupa Birliği özelinde bakıldığında “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu” olarak kurulduğu yirminci yüzyılın ortalarında, ortaya çıkma amacı Fransa ve Almanya arasında ikinci dünya savaşından miras kalan rekabeti sonlandırmak ve işbirliği zemini üzerinde ilişkileri geliştirmek olmuştur.
Almanya ve Fransa, içinde bulunduğumuz son yıllarda özellikle Brexit süreci ile Birleşik Krallık’ın birlikten ayrılma kararı alması sonrası birliğin liderliğine talip olan iki ülke olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu iki ülkenin liderlerinin zaman zaman çarpıcı söylemler ile liderlik rolüne hazırlandığı analiz edilse de zaman zaman da eşitlik ve işbirliği odaklı söylemleri ile karşılaşılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Avrupa Birliği’nin bu iki kurucu üyesinin aralarındaki derin fikir ayrılıklarına rağmen işbirliğine son derece önem verdikleri ve ortak bir politika çerçevesinde anlaşmaları gerektiğine inandıkları analiz edilmektedir. Brexit süreci boyunca Almanya ve Fransa’nın fikir birliğinde olduğu ve özellikle Brexit sonrası ticari konularda yürütülecek olan müzakerelerde Birleşik Krallık tarafına baskı uyguladıkları görülmektedir. Bunun yanı sıra Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçtiğimiz yıl içerisinde yaptığı bir söyleminde Birleşik Krallık tarafından boş bırakılan Avrupa Birliği içindeki üçüncü liderlik pozisyonunu Polonya’nın doldurabileceğini vurgulamıştır.
Böyle bir vurgu yapmasına rağmen son dönemlerdeki aktif ve saldırgan politikaları göz önüne alındığında Birleşik Krallık’tan boşalan koltuğa yine kendisinin talip olduğu ve mevcut söz sahipliğini arttırmaya çalıştığı görülmektedir. Bu gelişmenin dışında iki ülke arasında işbirliği temelinde gelişen başlıklardan biri son yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa’nın çıkarlarını yok sayması, birliğe karşı sert söylemleri, ek gümrük vergileri getirmesi ve yaptırım tehditleri neticesinde Avrupa’da Amerika’dan bağımsız bir siyasal güç oluşturma politikası öne çıkmıştır. Bu politika neticesinde birlik ülkeleri arasında entegrasyon fikri ön plana çıkmış ve işbirliği söylemleri hız kazanmıştır. Almanya ve Fransa özelinde ise ilişkiler analiz edildiğinde özellikle Almanya’nın geçtiğimiz yıl Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi seçilmesi ile bir üst seviyeye taşınacağı düşünülmüştür. Ancak iki ülke arasındaki politik ayrılıklar özellikle Fransa’nın son zamanlarda bölgesel ve küresel hedeflerinde sert politikalar takip etmesi ile zaman zaman gerginleşmiş ve ilişkilerin çatlak noktaları iyice görünür hale gelmiştir.
İki ülke arası ilişkilerin bozulması analiz edildiğinde bozulma sebebi olarak karşımıza çıkan en önemli unsur Fransa’nın son yıllarda agresifleşen dış politika uygulamalarıdır. Bu sert politikaların Fransa’yı birlik içinde bir liderden çok gittikçe yalnızlaşan bir ülke konumuna getirdiğini söylemek yanlış olmaz. Bölgesel ve küresel problemli politik başlıklara Almanya’nın yumuşak güç ile karşılık verme ya da müdahil olma uygulamaları karşımıza çıkarken, Fransa’nın bu problemlere daha çok askeri ve sert güç unsurlar ile yaklaşmak istediği söylenebilir. Fransa’nın bu tutumu uluslararası arenada hegemon güçler arasında yer alma isteği olarak görülmektedir. Buna karşın bu politik davranışlar neticesinde, Fransa uluslararası arenada hegemon güç olarak okunmamak ile birlikte bu davranışlar Napolyon vari siyasi hareketler olarak görülmektedir. Öte yandan Fransa son yıllarda Rusya ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Cumhurbaşkanı Macron’un Nato’nun artık işlevsiz bir örgüt olduğuna yönelik sözleri, birliğin Kuzey Makedonya ve Balkanlar’a yönelik genişlemesini vetosu ve Doğu Akdeniz mevzusu gibi siyasi meseleler birlik içinde güncelliğini koruyan sorunlu mevzular olarak karşımıza çıkmaktadır [1].
Rusya ile ilişkiler bağlamında Fransa’nın soğuk savaş döneminde dahi Rusya’ya karşı çok sert söylemler ile yaklaştığını söylemek doğru olmayacaktır. Bu dönemlerde bile Fransa, diğer Avrupalı devletlere ve ABD’ye kıyasla Rusya’ya karşı daha yumuşak politikalar gütmüştür. Son dönemlerde bu yumuşak politikaların günümüzdeki karşılığı olarak Fransa’nın Rusya politikalarında ılımlı yaklaşımlar dikkat çekmiştir. Rusya özellikle son yıllarda Kırım ilhakı sebebiyle uluslararası kamuoyunda bir nevi dışlanmış bir ülke pozisyonunda olmaktadır. Bu dışlanmışlığa örnek olarak Fransa’da yapılan G-7 zirvesine Rusyalı bürokratların davet edilmeyişi gösterilebilmektedir. Bu sert yaklaşıma Fransa, Vladimir Putin’i Biarritz kentinde G-7 zirvesinden hemen önce özel olarak ağırlayarak karşılık vermiştir. Bu tutumu ile Ukrayna mevzusunda Avrupa Birliği’nin tavrına katılmayan bir pozisyonda yer aldığı şekilnde eleştirilere konu olmuştur.
Rusya ve Fransa arasındaki olumlu havayı sekteye uğratan bir gelişme Eylül 2020’de gerçekleşmiş ve Rusya muhalefet kesiminde yer aldığı bilinen Alexej Nawalny Rusya’da zehirlenmiş ve Putin yönetimi bundan sorumlu tutulmuştur. Fransa bu mevzuda Avrupa Birliği ve ABD ile aynı tepkiyi vermiş ve bu tepkisi birlik tarafından olumlu karşılanmıştır. Son yıllarda Almanya ve Fransa arasında yaşanan politik çift kutupluluğun bir başka tezahürü NATO düzleminde ortaya çıkmıştır. Bu tartışmanın fitili 2019 yılında ateşlenmiş ve Macron verdiği bir söylemde NATO’nun artık işlevsiz bir örgüt olduğunu dile getirmiştir. Macron’un bu söylemine karşılık ifadeleri Alman medyası tarafından eleştiri ile karşılanmış ve Merkel Transatlantik ittifakların önemine ve vazgeçilmezliğine vurgu yapma mecburiyeti hissetmiştir. Almanya Fransa’nın son yıllardaki politik ayrışma alanlarına bir örnekte Türkiye ile olan ilişkiler olmaktadır.
Birliğin Türkiye ile olan ilişkileri kimi zaman mesafeli kimi zaman ise olumlu olarak yorumlanmakta olup kendine has incelenmesi zor bir atmosferde gerçekleşmektedir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikaları, bu bağlamda birliğin eleştirdiği ve sıkça çeşitli çağrılarda bulunduğu bir alan olmaktadır. Bu noktada Fransa kendisini Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yanında konumlandırmakta ve uzlaşı çağırıları yapmamak ile birlikte uzlaşıdan uzak çözüm önerileri sunmaktadır. Bunun yanında Almanya ise Türkiye olmadan bir çözüm önerisi olmayacağının farkında ve iki tarafa kalıcı çözüm için masaya oturma teklifini her fırsatta yinelemektedir. Bunun yanında her iki ülke de Doğu Akdeniz politikaları bağlamında Türkiye’yi eleştirmekte ve yaptırım kararı alma taraftarı olmaktadır [2]. Birlik içerisinde ve uluslararası alanda Fransa’ya yöneltilen bir başka eleştiri oku, Fransa’nın darbeci Hafter yönetimine olan desteği olmaktadır.
Fransa bu konuda uluslararası hukuku ve insan haklarını hiçe sayan eylemlerde bulunan Hafter güçlerine destek vermekte ve Birleşmiş Milletler ile hareket etmekten çok uzak bir konumda bulunmaktadır. Almanya ise yine Hafter’e üstü kapalı bir destek verse de Birleşmiş Milletler ile uyumlu görünmeye dikkat etmektedir. Sonuç olarak Fransa özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin Barack Obama döneminde başlayan Ortadoğu ve Afrika gibi bölgelerden çekilmesi ile oluşan güç boşluğunu değerlendirmek isteyen ülkelerden biri olmaktadır. Bu anlamda özellikle Afrika sömürgelerindeki varlığını yumuşak güç unsurları üzerinden devam ettirmekte ve ekonomisini bu ülkeler üzerinden ayakta tutmaktadır. Uluslararası alanda hegemon bir güç olarak tek başına hareket etmek istemekte ve Avrupa Birliği ve Transatlantik ittifaklardan bağımsız politikalar üretmektedir. Fransa’nın devletlerarası ilişkilerdeki bu tavrının Macron liderliği boyunca devam ettiği varsayıldığında özellikle Almanya ve Avrupa Birliği ile ilişkilerin gittikçe ayrılacağı öngörülmektedir.
Ayşe Zümra Mert
Stratejik Ortak Misafir Yazarı
[irp posts=”24178″ name=”Avrupa Birliği Enerji Politikalarında Türkiye’nin Yeri ve Önemi”]
KAYNAK
[1] Zafer Meşe ve Erkut Ayvaz, “Almanya ve Fransa Arasında Artan Ayrışma Alanlar”, Seta Analiz, Sayı 338, s.10, 2020
[2] https://www.dw.com/tr/fransadan-natoya-t%C3%BCrkiye-tepkisi/a-54019785 , (Erişim Tarihi: 05.01.2021)
Meşe, Zafer ve Erkut Ayvaz, “Almanya ve Fransa Arasında Artan Ayrışma Alanlar”, Seta Analiz, Sayı 338, s.10, 2020
https://www.star.com.tr/acik-gorus/almanya-fransa-arasindaki-5-temel-ayrisma-haber-1593930/ , (Erişim Tarihi: 05.01.2021)
https://www.dw.com/tr/fransadan-natoya-t%C3%BCrkiye-tepkisi/a-54019785 , (Erişim Tarihi: 05.01.2021)
https://www.amerikaninsesi.com/a/fransa-neden-rusya-ile-yakinlasiyor/5080471.html , (Erişim Tarihi: 05.01.2021)
https://www.aa.com.tr/tr/analiz/brexit-sonrasi-avrupa-nin-diplomatik-psikanalizi/1982792 , (Erişim Tarihi: 05.01.2021)
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.