Bu yazıda Arap toplumları arasında güçlü bir yeri olan Mısır’ın; 25 Ocak 2011 devriminden, 3 Temmuz 2013 darbesine kadar olan süreçte ordunun sürece müdahalesi anlatılmaktadır. Mısır ordusunun aslında Hüsnü Mübarek’ten, seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye kadar iki taraflı oynayışı, Arap Baharı gösterileri ile 3 Temmuz Darbesi sonrasındaki gösteriler arasındaki davranış farkları gösterilmeye çalışılmıştır. Okumaya başladığınızda Arap Baharı’nın Mısır’a yansımalarına ve Mısır’da ki devrimlere karşı bilgi sahibi olabilirsiniz.
Mısır’da Arap Baharı: 30 yıllık Mübarek İktidarına Ordunun Yaklaşımı
Mübarek’in otuz yıllık iktidarının sonunu getiren
25 Ocak devrimi, Tunus devriminden sonra
gerçekleşmesine rağmen Mısır’ın gücü ve bölgesel
etkisi dolayısıyla hem bölgesel hem de küresel
bağlamda çok daha dikkat çekici bir gelişme
oldu. Bu yüzdendir ki, protestolar Mısır’da başlayıp belli bir evreye geldikten sonra devrim sürecinin “domino etkisi” ile bölgeye yayılıp yayılmayacağı
tartışıldı. 1952’den beri asker kökenli
cumhurbaşkanları tarafından yönetilen ve hem
siyasal hem de ekonomik anlamda çok güçlü bir
konumda olan Mısır ordusunun ülke genelindeki
bu protestoların akıbeti üzerinde belirleyici
olduğunu düşünmek abartılı bir yaklaşım değil.
Nitekim ordu hem 25 Ocak devrimi sırasında
takındığı tavırla hem de 3 Temmuz darbesi ile
bölgesel düzeyde de etkileri görülen Mısır iç siyasetini
şekillendiren başat aktör oldu.
Göstericiler Mübarek iktidarına karşı harekete
geçtiğinde Mısır ordusu da sokaklarda konuşlandırıldı.
Ordu ilk günlerde nasıl bir tepki
vermesi gerektiği konusunda tereddüte düştüyse
de ordudan gelen ilk açıklama “Mısır halkının
isteklerinin meşru olduğu ve halka karşı şiddet
kullanılmaması gerektiğine” yönelik ifadeler oldu. Ancak üst düzey subaylar da bir yandan
Mübarek’le görüşmeye devam ediyordu. Dahası
gösteriler başladıktan bir hafta sonra Mübarek
taraftarları develerle göstericilere saldırırken ordu
birlikleri alanda bulunmasına rağmen müdahale
etmedi ve göstericilere eve dönmeleri çağrısında bulundu.
Üst düzey bir ordu yetkilisinin ifadesine
göre ordu, Mübarek’e gelişmeleri yönetmesi
için fırsat verdi ve eğer başarılı olsaydı hiçbir müdahalede bulunmayarak kışlasına geri çekilecekti. Protestoların devam etmesi üzerine Mübarek
sırasıyla, Cumhurbaşkanı yardımcısı atayacağını,
kendisinin ve ailesinden herhangi bir kimsenin
bir sonraki seçimde aday olmayacağını duyurdu;
ancak halk ikna olmadı. Bunun üzerine Silahlı
Kuvvetler Yüksek Konseyi 10 Şubat’ta “Communique
No. 1” başlığıyla, Mısır halkının kazanımlarını
ve ana vatanlarını koruma amacıyla
alınacak tedbirleri belirleyen prosedürleri ucu
açık bir zaman diliminde oluşturma girişimlerine
başladığını duyurdu. Bu ifadelerde Cumhurbaşkanı
ya da yardımcısının yer almaması daha
önceki tecrübelerden hareketle darbenin ilk işareti
olarak görülebilir. Böylece ordunun olayların
başladığı günlerde takındığı ikircikli tavır yerini
Mübarek karşıtlığına bırakıyordu. Bu arada sokağa
çıkan askerlerin protestocular tarafından alkışlarla
karşılanması ve onlarla kaynaşması, hatta
üst düzey subayların da meydanlara inmesi ordunun
rejimi korumak için şiddet kullanmayacağı
ve muhaliflerin yanında yer aldığına dair bir
algı oluşturdu.
Konseyin yayınladığı ikinci bildiride ise, bir
yandan gösterilerin meşru olduğu ve yolsuzluğa karşı ayaklanan ve reform talep eden halkın
üzerine ateş açılmaması gerektiği vurgulanırken,
öte yandan da ülkenin bir an önce normalleşmesi
gerektiği ve herkesin evine ve işine dönmesi gerektiği
ifade ediliyordu. Bu bildiri ise birçok yorumcu
tarafından ordunun Mübarek iktidarına
sahip çıktığı şeklinde yorumlanmıştı.
Mısır ordusunun asker ihtiyacının büyük bir
kısmının zorunlu askerlik uygulamasıyla halktan
sağlanıyor olması nedeniyle halkın her kesimi ile
irtibatı vardı. Bu irtibat sokaklarda karşı karşıya
kalan göstericiler ve askerlerin birbirine yabancı
olmadığı gerçeğini ortaya çıkardı. Protestocuların
dile getirdiği talepler aynı zamanda ordu
mensuplarının büyük bir kısmının talepleriyle
de çakışıyordu. Bu durumda emir verilse dahi
askerlerin göstericiler üzerine ateş açıp açmayacağı
şüpheliydi. Üst düzey bir generalin ifadesi
ile “Generaller de yerine getirilmesinden emin
olmadıkları emirleri vermek istemezler.” Öte yandan bu emir doğrultusunda askerlerin
göstericilere ateş açmasından sonra olayları
kontrol etmek zor olabilirdi. Bunun sebebi başta
Tahrir Meydanı olmak üzere bütün şehirlerdeki
göstericilerin hem çok kalabalık hem de sosyoekonomik
ve ideolojik açıdan heterojen bir yapıda olmasıydı.
Mısır ordusu, Tunus’taki gibi Mübarek’e iktidarı
terk etmesi için açıkça bir çağrı yapmadı,
fakat kendisini desteklediğine dair bir algı da
oluşturmadı ve 10 Şubat’tan itibaren yayınladığı
bildirilerle Mübarek’i koltuğunda tutmak için bir
tavır takınmayacağını belli etti. Bu tavır birçok
yorumcu tarafından Mübarek’e karşı darbe olarak
nitelendirildi. Nitekim Mübarek iktidarı
terk ettiğinde yönetimi Silahlı Kuvvetler Yüksek
Konseyi’ne bıraktığını açıkladı. Bunun üzerine
Konsey, siyasi liderliği geçici bir süreliğine devraldığını
ve geçiş sürecinden sonra bütün yetkileri
seçilmiş demokratik bir hükümete bırakacağını açıkladı.
Konseyin yetkileri sivil hükümete
devretmesi beklendiğinden daha uzun oldu ve bu süre yaklaşık 17 ay sürdü. Bu zaman zarfında
Mısır’da Konseye karşı birçok protesto gösterileri
düzenlendi ve can kayıpları yaşandı.
Tunus’la karşılaştırıldığında Mısır’da ordunun
ikircikli bir tavır takınmasının çeşitli sebepleri
var: Her ne kadar mevcut statüko ordunun temel
ayrıcalıklarına dokundurmuyorsa da, Mübarek’in muhaberat, polis gibi diğer güvenlik kuvvetlerine
yaptığı yatırımlar orduyu rahatsız ediyordu.
Daha da önemlisi ise ordunun Mübarek sonrası
döneme dair taşıdığı endişeydi. Mübarek’in, oğlu
Cemal’e resmi bir şekilde deklare edilmese bile
kendisinin halefi olarak algılanmasına sebep olacak
misyonlar yüklemesi bu sürtüşme alanlarının
başında geliyordu. Cemal Mübarek’i kabullenemeyen
ordunun sahip olduğu ekonomik ayrıcalıkları
ve siyasal dokunulmazlıkları, devrim sonrası
kontrol edemeyeceği demokratik bir yönetim sonucunda
kaybetmekten endişe ettiği açıktır.
Mısır’daki değişim sürecini belirleyen temel
etmen olarak ordunun pozisyonunu merkeze almak, ordunun uluslararası angajmanını da analiz
etmeyi gerektirir.
1978 yılında gerçekleşen Camp
David Anlaşması’yla ABD ile Mısır arasında yakın
ilişkiler kuruldu ve ABD’nin Mısır’a yardımları
başladı. Bu çerçevede Mısır, ABD’nin en fazla
yardımını alan ülke oldu. ABD yardımlarının
Mısır ekonomisine önemli bir katkı yaptığı algısını oluşturduysa da bu yardımlara göz atıldığında
aslan payının askeri yardımlar başlığı altında
gerçekleştiği görülür.
ABD’de askeri darbe ile yönetilen ülkelere
yardım edilmemesine dair kanuna rağmen, Mısır’a sağlanan ABD yardımları hala devam ediyor.
ABD’nin Mısır’a yardımları kendi kanunlarına aykırı olmasına rağmen devam ediyor |
Tablodan da anlaşıldığı üzere askeri ve uluslararası
askeri eğitim ve formasyon yardımlarının
miktarı ekonomik yardımın iki katından fazladır.
Dolayısıyla ABD-Mısır ilişkilerinin güvenlik ekseni
üzerinden seyrettiği ve ordunun bu noktada
büyük önem taşıdığı rahatlıkla ifade edilebilir.
ABD Başkanı Obama’nın 28 Mayıs 2014’te yaptığı
konuşmada “Mısır’la ilişkilerimizin İsrail’le
barış anlaşmasından radikalizme karşı mücadeleye
kadar güvenlik çıkarları üzerine kurulu
olduğunu kabul etmeliyiz. Bu yüzden yeni hükümetle işbirliğini kesmeyeceğiz…” şeklindeki
cümleleri bu açıdan önemlidir. Kısacası ABD,
darbeyi sorunsallaştırmayarak askeri yönetime
dolaylı destek sağlayan ve askeri ve güvenlik unsurlarını
ilişkilerin merkezine alan bir yaklaşım
sergilemektedir. Bu yaklaşım ülke rejiminin niteliğini
dert etmeyerek ordunun siyasal arenayı
domine etmesine katkı sağlamaktadır. ABD Dış
İşleri Bakanı John Kerry’nin Mursi’ye yapılan darbeden hemen
sonra ordunun Mısır demokrasisini kurtardığına
yönelik sözleri bu bağlamda değerlendirilebilir.
Sonuç olarak Mısır’da 30 yıllık Mübarek iktidarının
sonunu getiren devrimci harekete müdahale etmeyen ve geç de olsa Mübarek’in karşısında yer alan ordunun bu süreçte önemli bir rol
oynadığı ifade edilebilir. Ordunun bu davranışını
şekillendiren birkaç faktörden bahsedilebilir. Öncelikle
protestocuların niceliği ve niteliği önemlidir.
Tahrir meydanına toplanan protestocuların
sayısı kısa sürede milyonlarla ifade edilmeye başlandı ve protestolar diğer şehirlere de yayıldı. 25
Ocak’ta Tahrir’de toplanan protestocular Mısır
halkını hem sosyo-ekonomik hem de ideolojik
anlamda temsil eden bir özelliğe sahipti. Dolayısıyla
bu hareket belirli bir grubun kalkışması
değildi. Pankartlar ve sloganlar da bu durumun
temel göstergesiydi. Kullanılan dil ideolojik içerikten
ziyade halkın ve belirli ideolojik grupların
genel taleplerini ifade eden ortak bir içeriğe sahipti.
“Ekmek, özgürlük, onur”, “Mübarek git”,
“Halk sistemin değişmesini istiyor” gibi slogan ve ifadeler bu anlamda çarpıcı örneklerdir. Başta
Tahrir olmak üzere diğer şehirlerdeki meydanlar
küçük birer Mısır’dı. Sonuç olarak sayıları milyonları
bulan halka ateş açmak ordu için rasyonel
bir seçenek olamazdı.
3 Temmuz Darbesi: Mursi’ye Yapılan Darbe
Mübarek’in iktidarı terk ettiği 11 Şubat 2011 gününden itibaren 30 Haziran 2012’ye kadar Mısır’da yönetimi Yüksek Askeri Konsey üstlendi.
Konseyin yönetimi sivillere bırakması yaklaşık 17
ay sürdü. Haziran 2012’de yapılan seçimde cumhurbaşkanlığına
gelen Muhammed Mursi’nin bir
yıllık iktidarına ordu 3 Temmuz 2013’te askeri
darbeyle son verdi. Bu askeri darbenin birçok
açıdan incelenmesi mümkündür.
Ancak bu çalışmanın üzerinde duracağı soru, devrim sürecinde
göstericilere müdahale etmeyen ordunun Rabia
ve Nahda meydanlarına neden müdahale ettiği
sorusu olacaktır.
Devrim sürecine de katılmış bazı grupları
da içeren, Mursi’ye karşı başlayan protestoların
arkasındaki oluşum ve “ayaklanma”, “isyan” ya
da “direniş” anlamına gelen Temerrüd hareketi
Mursi’nin istifası için 22 milyon imza topladığını iddia etti (Müslüman Kardeşler’e göreyse
topladıkları imza sayısı sadece 170 bindi), sonrasında
ise 30 Haziran günü Tahrir Meydanı’nı
doldurarak Mursi’nin cumhurbaşkanlığından
istifa etmesini istedi. Ancak Mursi yönetimi
bu çağrıya olumsuz cevap verdi. Olayların çatışmaya dönüşmesi ve 16 kişinin öldürülmesinin
de etkisi ile ordu tarafların anlaşması için 48
saat süre tanıdığını, aksi halde kendi yol haritasını
sunacağını açıkladı. Ordunun bir yandan
“olaylara karışmayacağını” ilan edip öte yandan
“halkın taleplerinin karşılanması yönünde bir
çağrı yaparak” Mursi’nin istifa etmesini istediği
bu açıklama, onun bu sürece müdahil olduğunu
göstermiştir. Cumhurbaşkanı Mursi ise seçimle iş başına geldiğini ve ancak seçimle iktidarı bırakacağını deklare ederek istifa etmeyi reddetti.
Ordu 48 saatlik sürenin ardından 3 Temmuz
günü iktidara el koyduğunu açıkladı. Darbe karşıtı gösterilere de çeşitli aralıklarla gerçek mermi
kullanılarak müdahale edildi. Burada en baştaki
soruya geri dönülecek olursa, ordu göstericilere
neden ateş açtı?
Mısır’ın seçilmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi hapiste |
Ordunun demokratik bir Mısır içinde sahip
olduğu imtiyazları koruyamayacak olması önemli
bir noktadır. Bu durum devrim sürecinde de
söz konusuydu; ancak devrim sürecinden farklı
olarak darbe sürecinde ordu çok geniş bir tabana
sahip kitlelerle değil, belirli bir ideolojiye sahip
bir kesimle karşı karşıya kaldı. Bir nevi “ordu vs.
İhvan” tablosu ordunun elini rahatlattı. Bunun
yanında ordu, darbe öncesinde ve sonrasında
Mursi yönetimine karşı gerçekleşen kitlesel gösterileri
meşruiyet kaynağı olarak kullandı. Ayrıca darbenin Mısır’a önemli yaptırımlar uygulayabilecek
ülkeler için bir maliyet taşımaması da
ordunun elini rahatlatan bir başka faktördü. Bu
gerekçelere rağmen darbenin dayandığı rasyonel
bir zeminden bahsetmek mümkün değildir.
Darbeden
sonra yapılan katliamlarda yaklaşık 2 bin
kişi hayatını kaybetti (devrim sürecinde hayatını
kaybedenlerin sayısı yaklaşık 900 kişiydi), 15-22
bin kişi ise tutuklandı.(Temmuz 2014 verileri) Bu çerçevede 3 Temmuz darbesi 25 Ocak
Devrimi ile başlayan değişim dalgasını tersine çevirmekle,
yalnızca Mısır’ı değil, bölgesel değişim potansiyelini
de etkiledi. Böylece “Arap Baharı” olarak
adlandırılan süreç durma noktasına geldi. Ayrıca bu
darbe, iktidar değişimi gerçekleşse bile sürecin ordu
tarafından geri çevrilebileceğini gösterdi.
Yazı SETA İstanbul Güvenlik Araştırmacısı Veysel Kurt‘un ”Orduların ‘Arap Baharı’na Etkisi” adlı makalesinden alıntıdır.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.