Yaşadığım yöre olan Çukurova bana çok büyük bir avantaj veriyor. Bu coğrafya tıpkı Türkiye’nin bir yansıması olarak tıpkı Türkiye gibi kültürel çeşitliliğin küçük bir örneği.
Hatay-Adana-Mersin hattı etnik olarak Arap, Kürt, Zaza, Türk, Çingene vatandaşlarımızı mezhebi olarak’ta Sünnisiyle, Alevisiyle, Hristiyanıyla veya inançsızıyla adeta insanın dünyaya bakış açısını genişletiyor ve farklı görüşleri anlayıp beyin fırtınası yapabilmenize imkan sağlıyor. İşte bu yüzden seviyorum bu bölgeyi. Elbette fazla kültürel çeşitlilik bazen olumsuz etkiye sebep olup kültür çarpışmasına dönüşebiliyor ama yinede ben buna tuzu biberi diyorum ve geçiştiriyorum.
Bu bölgede ki yaşayan Arapları ise aynı zamanda başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz şekilde yan yana görebiliyorsunuz. Bir tarafta halk dilinde ki adıyla fellah diye tabir edilen Doğu Akdeniz’in yerlisi Arap Alevileri(Nusayriler), diğer tarafta ise Güneydoğu Anadolu’dan gurbete gelmiş olan Ehli-sünnet Arap vatandaşlar.
Türkiye Nusayri toplumu Mersin-Adana-Hatay hattında ve diğer bazı sanayi şehirlerimizde olmak üzre 2 milyon nüfusa sahipler diye söyleniyor. Hem doğudan gelen gurbetçi dostlarım hemde buranın yerlisi Araplar sayesinde iki farklı mezhepten ama aynı kökenden pek çok insan tanıdım ve tanışıyorum. Her halde azınlık olmanın verdiği psikolojiden yada gündeme ilgisizlikten olsa gerek mezhepsel farklılıklarına rağmen Türkiyeli Araplar, Suriyeliler gibi birbirleriyle kavga etmiyor aksine birbirlerine sahip çıkıyorlar. Sonradan anladım ki dünya gündemiyle pek meşgul olmayanlar birbirleriyle daha güven içerisinde.
Ben çevremde ki bu geniş kitlenin Orta Doğu da ki soydaşları hakkında ne düşündüklerini ve tarafgirlik konusunda ne yönde olduklarını merak ettim ve bunu bulduğum her fırsatta uzun bir süreç zarfında doğaçlama bir şekilde konuştum. Genel olarak bu sohbetlerimden bazı sonuçlar çıkardım.
Öncelikle Arap arkadaşlarım kusura bakmasınlar ama Türkiyeli Arapların genelinin soydaşlarının yaşadığı savaşlarla konusunda ne ilgileri nede bilgileri var. Dünya umurlarında değil demek istemiyorum ama sanki bu işleri pek kafaya takmıyorlar gibi. Bu sanırsam benim neslimin tümünde yaygın olan bir problem olsa gerek. Öyle ki bana “Aaa Yemen’de, Libya’da savaş mı var?” diye soranlar oldu kaç defa. Ben bunu Türkiyeli Arapların hem günlük yaşantı hemde dünya görüşü olarak Orta Doğu da yaşayan Araplardan oldukça ayrışmasına bağlıyorum. Bu yüzden fiilen olmasa da farkında olmadan zihinlerinde ayrı bir millet olmuşlar.
Zor olsa da ara sıra uluslararası ilişkilere meraklı olan kişiler çıkıyor. Bu ilgili olanların içinde Sünni olanlarda var, Alevi olanlarda. Fakat her iki grup arasında derin bir uçurum var. Toplum arasında bu pek görülmüyor ama teke tek olunca insanların içinden akla hayale sığmayan düşünceler fışkırıyor. Ben sürekli içimden “İyi ki çoğu politikaya ilgili değilmiş” dedim. Çünkü kabul etmek istemesem de Dünya ve Orta Doğu gündemiyle ilgilendikçe insanın görüşleri aşırıcılığa kayıyor. Çünkü takip edilen şeyler aşırıcılık içeriyor.
Genelde yorumlar Suriye ile alakalı çünkü Irak, Yemen, Libya gibi ülkeler bizim gündemimize pek ışık tutmadığından olsa gerek pek konuşulmuyor ama Suriye hem etnik hemde mezhebi demografi açısından bizi yansıttığı için çok daha ilgi konusu.
Önce Alevilerden başlamak gerekirse; Alevi Arap toplumu bence Aleviliği milli bir davaya çevirmişler. Bu konularla ilgili olanlara göre(hepsi değil tabi ki) Suriye de ki yönetim ülkeyi nasıl yönetirse yönetsin dünya da ki tek Alevi yönetimi olarak sadece Suriye’nin değil bütün dünya Alevileri için önemli.
Almanya’dan Suriye’ye, Türkiye’den ABD’ye, Bulgaristan’dan Fransa’ya, Arnavutluk’tan Lübnan’a Alevi toplumunun yer aldığı bütün ülkelerde ki diaspora bu davayı sahiplenmeli çünkü Suriye tek ülke. Bunu Hatay/Samandağlı bir arkadaşım şöyle özetledi, “Sizin zaten yönettiğiniz 50 tane ülke var bizimse tek, bırakın bari o kalsın”. Yani Araplıktan ziyade Aleviliğin yok olması onun için çok daha ön planda. Hak vermedim de değil. Aleviler için tek yönettikleri ülkenin Suriye olması ve burada başarısız olmak bir varlık yokluk mücadelesi, yani oldukça hayati bir mesele.
Mersin/Tarsuslu bir başka Alevi dostum ise Suriye de Alevi toplumunun büyük kamu ayrıcalıkları elde ettiklerini ve istihdam anlamında devlet sayesinde daha şanslı hale geldiklerini kabul ediyor. Ancak ona göre yüzlerce yıldır toplumun dip katmanında yaşayan bir halkın şimdi görece daha refah olması toplumsal olarak hak edilen bir şey. Bunu şöyle anlatmaya çalışıyor, “Bizler bin yıldır ezildik ve halen çoğumuz eziliyor ama bu halk bir kere kaderini düzeltmişken bunu bırakmaz” diyor ve kardeşi de ekliyor, “Bizler bahsettiğin ayrıcalıkları Türkiye de göremedik bari Suriye de ki kardeşlerimiz görsün”.
Arap olmayan ancak bir alevi olarak Suriye de ki iktidar mücadelesini destekleyen Tuncelili bir dostum ise bana zaman zaman Suriye’ye gidip Şebbihalara katılmayı düşündüğünü söylüyor. Zaten bir işsiz olarak ekonomik anlamda hayattan bir beklentisi yok ve lise mezunu da değil. Bu yüzden “Ölürsem kaybedeceğim bir şey yok” diyor. Ona göre Suriye de Esad düşerse yerine gelecekler alevi toplumdan misliyle intikam alacak. “Zaten Sivas’ta, Çorum’da, Malatya’da, Maraş’ta, Dersim’de biz hep öldürüldük. Suriyeli Alevilerinde aynı şeyleri yaşamasını istemem” diyor.
Hatay/İskenderunlu bir arkadaşım ise bana “Hatay’dan bazen Suriye’ye gidenler oluyor” diyor. Fakat sebebinin mezhepçilik olmadığını işsizlikten dolayı olduğunu iddia ediyor. Suriye’den gelen pek çok mülteci yüzünden işsizliğin tavan yaptığını ve gençlerin bu işsizlik yüzünden radikalleştiğini ve biraz hiddetlendiğini söylüyor.
Yine Mersin/Tarsuslu bir Alevi dostum farklı bir görüş içinde. O “Esad yüzünden insanlar Alevilerden soğuyor ve Aleviler azınlık olduğu için kendilerini sevdirmeye çalışmalı soğutmaya değil” diyerek, Suriye de yaşananların Türkiye’ye de psikolojik etkisi olduğu için kendi geleceği konusunda da korktuğunu söylüyor. Çünkü Suriye savaşı yüzünden Türkiye de Aleviler hakkında söylemlerin daha da kötüleştiğini iddia ediyor.
Bunlar bazı örnekler. Yani anlayacağınız pek çok kişi bunu bir hayati mesele olarak görüyor. Zaten Hatay da Mihraç Ural önderliğinde ki pek çok grubun bu duyguyu kullanarak Suriye de ki milis güçlere adam topladığı hepimizin malumu. Tabi bunlar medyada pek yer almıyor. Çünkü Arap Alevi’si gençlerin bunu duyarak gitmeyi düşünmesi istenmiyor ama yinede sadece savaşın ilk 2 yılında 5000’den fazla Alevinin Suriye’ye gittiği küçük medya kuruluşlarınca söyleniyordu. Hatta bu rakamı günümüze kadar olan süreçte 50 bine çıkartanlar bile var. Bölgede ki kaçak çalışmayla artan işsizlik ve ekonomik sıkıntılar bunda önemli etkenlerden imiş. Şunu da hatırlatmakta fayda var. Özellikle Hatay da yaşayan pek çok vatandaşımızın Suriye de ki başta Lazkiye olmak üzere Nusayri toplumuyla yakın akrabalıkları bulunuyor. Bu yüzden Hatay da bu çok teşvik edici bir faktör.
Gelelim Sünni Arap vatandaşlarımıza. Onlar genelde bu civarın yerlisi değil. Urfa’dan, Mardin’den, Siirt’ten, Antep’ten gelen göçmenler. Yani daha farklı bir kültürden geliyorlar. Dikkat ettiğim bir şey var ki oda şu, bazıları sanki Arap olduğunu söylese de değilmiş gibi davranıyor. Sanki Arap değil de Türk veya Kürt gibi. Hatta Kobani olaylarında eylemlere katılmış veya milliyetçi Kürtleri müttefik görenlerde az değil. Bu görüşte olanları es geçtim tabi ki. Çünkü onlara göre Suriye de ne Esad nede muhalifler önemli, tek doğru PYD.
Kendisinin laik olduğunu söyleyen ve Siirt’ten PKK yüzünden buraya geldiğini ifade eden bir yurttaş, Suriye de azınlığın iktidarda olmasına değil yönetenlerin halkla ilişkisine önem verdiğini söylüyor ve “Eğer halk birini istemiyorsa o kişi istifa edip gitmeli” diyor. Bu çok ılımlı bir demokratik yaklaşım olsa da herkes böyle düşünmüyor.
Urfa/Harranlı bir arkadaşım ise azınlıktan birinin çoğunluğa hükmetmesinin tahammül edilebilir bir şey olmadığını söylüyor. Ona göre iktidarda olan insan azınlıktansa sadece o topluluğun kafa yapısını anlayabilir ve az kişiyi mutlu eder. Çoğunluğun kafa yapısıyla düşünemeyeceği için onlara hitap eden işler yapamaz ve çoğu insan mutsuz olur kanaatinde.
Yine Urfalı bir başka Arap arkadaş Esad için “Tam bir din düşmanı ve kukla” diyor ve “Böyle insanlardan İslam alemi kurtulmalı” diyor. Özellikle Rusya’nın müdahalesi sebebiyle “Esad’ın vatan sevgisinin olmadığının kanıtı ülkeye Rusya’yı sokmasıdır” diyor.
Sünni olmasına rağmen Esad’ı destekleyenlerde var. Örneğin Mardin/Midyatlı bir dostum Suriye de ki muhaliflerin çoğunun yabancı savaşçılar olduğunu düşünüyor ve çoğunun Antep, Kilis ve Hatay üzerinden Suriye’ye gönderilerek savaştırıldığı belirtiyor. Bu yüzden “Muhalifler Suriye halkını temsil etmiyorlar, onlar yabancı cihatçılar ve mezhepçiler’den oluşuyor” diyor. Esad’ın emperyalizme karşı olduğu için batının bu yüzden hedefinde olduğunu ve bu yüzden ona hayran olduğunu söylüyor. Hatta “Esad gidecek diyenler gitti Esad hala duruyor” diyerek kahkahalar bile atmıştık. Burada kastettikleri geçen yıl ölen Suudi kralı ve Ahmet Davutoğlu’ydu.
Olaya ekonomik bir bakış açısı sokan Hatay/Yayladağlı Sünni ve iktisat okuyan bir arkadaş ise “Bir grup insanın ülke yönetmesi zengin-fakir uçurumuna sebep olur. Bu uçurum yüzünden zaten insanlar Alevilere düşman oldu. Mezhepçilik Sünnilerin değil, onları mezhepçi hale getiren iktidarın suçu” diyerek suçu devlette buluyor.
Sünni Arap bir başka Mardinli Dostum ise laiklik ilkesine vurgu yapıyor. “Esad en azından laik ama cihatçılar ülkeye şeriatı getirecek” diyor ve hepimizin sık sık duyduğu laikliğin önemi cümlelerini tekrarlıyor.
Daha başka düşüncelerde var tabi ki ama genel özet bu şekilde. Ben bu tür sohbetleri yaptıkça, insanların bu konularla ilgilenerek birbirine daha güvensiz hale geldiklerini düşünmeye başladım. Tabi ki hem Alevi hemde Sünni Türk halkları içinde benzer demografik yapı gereği aynı şeyler geçerlidir diye tahmin ediyorum. Sanki okumak araştırmak ilgilenmek insanları radikalliğe yaklaştırıyor ve birbirleriyle iletişim kurabilmelerini zorlaştırıyor. Ancak dünya umurunda değil dediklerim birbirleriyle böyle şeyler konuşmadıkları için birbirlerinin kimliğini zamanla önemsiz hale getiriyor ve bu sayede çok daha iyi geçinebiliyorlar. Yani mesele enternasyonal olmakta yatıyor aslında. Bu sayede mezhepleri ve ırkları bir kenara atarak birbirimize güvenebilir ve daha kolay geçinebiliriz. Aksi halde şizofren gibi birbirinden devamlı şüphe duyan ve yalnız kalan insanlar veya dostsuz toplumlar oluruz.
Muhammed Ali Çalışkan
StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
esadla anlaşma yapalım zamanında yunanistanla yaptığımız gibi nufus mübadelesi yapalım
Türkiye’deki arapların alevi olanlarını ona verelim o da bize türkmenleri versin.
biz türkmenleri araplardan boşalan topraklara yerleştirirken esedde halkının demografik zayıflığını düzeltmiş olur biraz
işte bizim sorunumuz bu, alevilerin içinden hain çıkmazken bizden bissürü çıkıyor. yazıda bir tane alevi var ama oda korkusundan böyle yapıyor. bizimkilerse yok laiklik yok emperyalizm falan diyip sapıtıyorlar. neyseki aleviler sadece %15 kadarlar.
Ak türk, sizin kendi içinizden çıkan hainler aslında vatansever insanlardır. Asıl sen ve senin gibiler vatan hainidir bunun farkında değilsiniz. Alevilerden hain çıkmamasının sebebi alevilerin tamamının vatansever olmasından kaynaklıdır. İnsanları mezhebi üzerinden değerlendirerek zaten Türkiyeyi bölmüş oluyorsun buda seni direk olarak hain yapıyor. Yani anlıyacağın bir hain arıyorsan aynada kendine bakmanı öneririm.