Türkiye 7 yıl aradan sonra tekrar bir referanduma gitmenin stresi ve heyecanı içinde. Dünya da Başkanlık sistemi genel olarak Kuzey Amerika, Güney Amerika, Afrika ve Orta Asya ülkelerinde olmak üzere çok yaygın bir sistem (Yarı Başkanlık Sistemi hariç).
Tabi ki Türkiye de bu sisteme dahil olunca burada ki ülkeler gibi olacak diye bir kaide yok ama yinede burada ki ülkelerin sorunları belki ilgi çekici olabilir.
Bu sistemin ne olduğu hakkında o kadar çok makale, röportaj, münazara, panel, konferans, haber var ki artık bir de ben sıkmayayım sizi.
Başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerin geçmişleriyle ilgili dikkatimi çeken bir nokta ise hepsinin eskiden her hangi bir ülkenin sömürgesi veya uydusu olması oldu. Afganistan ise bir istisna ama Afganistan’da ki bu düzen ABD’nin Taliban’ı devirmesine mukabil gerçekleşti. Yani eğer Türkiye bu düzene iştirak ederse geçmişinde mandacılık ve kolonizasyon görmemiş tek ülke olacak.
Asya da ki başkanlık devletlerinin çoğu yeni ve genç ülkeler olsa da, onlar da diğer Amerika ve Afrika ülkelerine benzer özellikler göstermeye başladılar. Kırgızistan ise bir istisna çünkü 2005 yılında ki demokrasiden şikayetçi kesimler tarafından yapılan devrim sonucu Başkanlık sisteminden çıkarak parlamenter demokrasiye geçiş yaptılar.
Bu benzemeye başladıkları özellikleri ise diktatörlük, zengin fakir uçurumunda ki artış, yolsuzluk ve rüşvet skandalları, buna bağlı olarak ta gelişen suç şebekeleri.
Örneğin yarı veya tam olarak başkanlık sistemine en çok mensup ülkenin yer aldığı Afrika’da şöyle eleştiriler yer alıyor, bu ülkelerde denetim ve kontrol mekanizmasının zayıf olmasına veya hiç olmamasına bağlı olarak yönetici sınıfında ciddi yolsuzluk suçlamaları yer alırken aynı zamanda kamu ihalelerinde rüşvetin araya girmesiyle elde edilen bir takım özel haklar, hem rüşveti veren şirketlerin hem de rüşveti alan yöneticilerin inanılmaz gelir ve kar elde etmesine olanak sağlıyor. Bu ihaleler özellikle maden şirketlerine peşkeş çekilince ortaya inanılmaz bir zengin fakir uçurumu dalgası meydana getiriyor. Zengin fakir uçurumunun olduğu ve insanların kolay yoldan para kazandığı bir ortamda haliyle genç nesillerin umudunu yitirip suça bulaşması kaçınılmaz hale geliyor. Afrika, yolsuzluk ve rüşvet konusunda dünyanın en acımasızı ve lider kıtası.
Benzer bir durumu Latin Amerika ülkeleri içinde görmek mümkün. Zaten dünyada suç oranlarının en yüksek olduğu bölgede burası. Latin Amerika da ki zengin fakir uçurumu ve yoksulluğun, uyuşturucu kartellerini ve Marksist-Leninist örgütleri çare olarak gösteren bir yanı da var. Çünkü insanlarda yeni arayışlar meydana getiriyor.
Burada top koşturan çok uluslu şirketlerin tıpkı Afrika da olduğu gibi belli sınıfları zengin etmesi toplumun içinden bazı kahramanların çıkmaya çalışmasını sağlasa da pek çoğu askeri darbeler yoluyla yok ediliyor.
Örneğin dünya bakır rezervinin üçte birini bulunduran Şili’de Salvador Allande, ülkede ki kaynaklar için millileştirmeden bahsediyordu ve bu durum ABD merkezli çok uluslu şirketler için bir felaket olacağı için General Pinochet önderliğinde 1973 darbesi gerçekleşti. Bu tür darbeler o dönem Condor Planı adı verilen büyük bir projenin sadece biriydi. Bu projede Latin Amerika’da ki kaynakları millileştirme vaadinde ki liderleri hedef alıyordu. Hugo Chavez de Venezuela petrolü için aynı vaatte bulunmuştu ve 2002 yılında da ona karşı darbe girişimi olsa da tıpkı Türkiye’de olduğu gibi halkın direnişi sayesinde darbe başarısız olmuştu.
Şimdi ise “2. Condor Planı Gerçekleşiyor” isimli yazımda da anlattığım gibi yeni bir darbe dalgası var. Afrika ve Latin Amerika dünya da en çok darbe gören bölgeler. Afrika’da ki darbeler genelde koltuk/güç sevdasında ki başkan ve generallerin eseri olsa da Latin Amerika da kiler çok uluslu şirketlerin rüşvetlerinden kaynaklanıyor.
Yani söylenenin aksine parlamenter sistem darbe çekmiyor. Başkanlık sisteminin egemen olduğu coğrafyalar şu veya bu sebepten askeri darbelerin gündelik yaşamın bir parçası olduğu coğrafyalar. Zaten parlamenter sistemin, temsili monarşili veya monarşisiz egemen olduğu Avrupa da, Hindistan’da, Japonya’da, Okyanusya’da, Malezya da darbe görülmüyor. Demokrasiden en muzdarip kıtada yine Amerika ile beraber Afrika.
Avrupa’da OECD ülkeleri arasında zengin fakir uçurumunun en yüksek olduğu ülke Türkiye ama OECD üyesi olmayan Belarus (Tam başkanlı), Rusya(Yarı Başkanlı), Ukrayna(Yarı Başkanlı) gibi ülkeleri de eklerseniz durum değişiyor. Bu ülkelerde Sovyetler Birliğinin dağılışından bu yana oligarşilerin hüküm sürdüğü malum. Avrupa’da Tam başkanlık sistemine sahip tek ülke olan Belarus(Avrupa’da idam cezasının olduğu tek ülke) ise Avrupa’da ki kalan tek diktatörlük olarak ambargoya tabi olmuş durumda.
Afrika ve Latin Amerika örneklerinden görülen gelir adaletsizliği, suç oranları, diktatörler, askeri darbeler, yolsuzluk ve rüşvet sorunlarını bölgesel faktörler olarak algılamakta yanlış. Çünkü Endonezya ve Filipinler gibi başkanlık sistemli ülkelerde bu tür sorunlardan muzdarip ülkeler. Yolsuzluk ve rüşvetin egemen olduğu, buna mukabil olarak gelir adaletsizliğinin hissedildiği ve buna bağlı olarak suç oranlarının tavan yapmış olduğu ülkeler bunlar. Orta Asya’da yine bu şekilde.
Başkanlık sistemini artık pek çok kişi az veya çok biliyor. Tabi ki başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerin büyük sorunları var diye Türkiye’de böyle olacak değil. Nede olsa her şeyin bir ilki vardır.
Bu sistemi isteyenler en çokta istikrar ve yetki için bunu istiyor ve bu yüzden pek çok kişi liderlerine güvenerek onun sorun çıkarmayacağını düşünüyor ama her kim olursa olsun elinde sonunda o da gidecek ve yerine başkaları gelecek. Güvenmeye dayalı olarak gücü teslim edersek ileride makamına takiyye yaparak gelebilecek kişilere de bu yetkileri vermiş oluruz.
Yarın bir gün iş başı yapacak liderler bu yetkileri kötüye kullanabilir. Nasıl ki Çin’de Mao Zedong’tan sonra devlet başkanlığına gelen Deng Şiaoping ülkenin politikalarını tersine çevirdi. Aynı şekilde Konstantin Çernenko’dan sonra iktidara gelen Mihail Gorbaçov ülkeyi bölünmeye götürecek süreçleri nasıl başlattıysa mevcut liderlerden sonra koltuğuna oturacak kişilerin genişlemiş yetkilerini nasıl kullanacağını bilemeyiz. Bu yüzden gücü mümkün olduğunca dağınık tutmakta fayda var.
O yüzden kişilere duygusal açıdan yaklaşıp güvenmekten ziyade mantıkla hareket etmekte ve şu anı değil ileride ki tüm ihtimalleri düşünmekte yarar var.
Not: Ben bu makaleyi klavyeye alırken Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçeceklerini açıkladı. Kırgızistan’daki gibi devrimle değilde siyasi irade yoluyla bu değişimin gerçekleşmesi dahada şaşırtıcı oldu benim için. Bu ayrıntıyı da buraya not düşmüş olalım.
Muhammed Ali Çalışkan
StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
“Türkiye bu düzene iştirak ederse geçmişinde mandacılık ve kolonizasyon görmemiş tek ülke olacak.” diyerek Türkiye’nin öyle bir ülke olmadığını mı düşünüyor sunuz?
benim kastettiğim resmiyette tabi ki.
yoksa gayri resmi olarak düşünsen dünyada sömürülmemiş ülkemi var?
Her ülkenin kuruluşundan gelen bir yönetim biçimi vardır. Eğer bu yönetim biçimlerini değiştirirseniz ülkeyi bir arada tutan dinamikler de yok olur. O nedenle başkanlığın Türkiye’ye gelmesinin ne gibi sonuçlar doğuracağını sadece zaman gösterir. Eğer olumlu sonuçlar getirirse sorun yok. Ama sonuçları Türkiye’nin çıkarları için kötü olursa pandoranın kutusu açılmış olacağından herşey için çok geç olacaktır.
Zamanında ”Sayın Bakanim ” adlı bir dizi vardı. Bugüne kadar kurulan hükumetlerin hepsi kanserli bir bedene girdiler ve hapis oldular.Bu sebeple kanserin olan bölümün atılması gerekmekte( 15 Temmuz girşimi vesile oldu).
Düz mantık çerçevesinde düşünüldüğünde : Bir fabrika yada kurumun başına geçen biri orada yıllarca sistemin tozunu yutmuş birine söz geçirmesi zordur ” çaycısına bile ”. Bu durumda yönetime aday olanın kadrosu ile geçmesi gerek yoksa başarı şansınız kadronuz kadar olur ( buda sizi çalışanın kuklası kölesi yapar ) .
Türkiyede ki memurların durumu belli ve kurum yönetimlerinin bürokratik işlem kirliliğinde aşikar.
Pandoranın kutusu zaten Türkiye açmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Kapatmak için gereken yapılmalı. Bunun içinde siyasi ve politik bir güce ihtiyaç var. Başkanlık bugün için evet ama yarın için şüpehesi ise belirsizliğini koruyor.