Rusya, Türkiye İçin Doğru Ortak Mı?

728
Yazarlık Başvurusu

Türkiye’nin Batı ittifakı ile yaşadığı sorunlar ve Rusya ile işbirliği arayışı, kamuoyunda Batı ittifakının alternatifinin Rusya olduğu algısını pekiştiriyor. Peki Rusya küresel/bölgesel bir aktör olarak ne kadar güçlü?

Rus yazar Grigory Petrov “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı eserinde, her türlü olumsuz koşula, ekonomik ve askeri yetersizliklere rağmen Finlilerin, yaşadıkları toprakların geleceği ve refahı için olağanüstü bir gayret gösterdiklerini anlatır. Bu kitap, Atatürk’ün önerisi ile 1928’de askeri ve sivil okul müfredatına alınmıştı. Amaç, büyük ihtimalle Kurtuluş Savaşı’ndan henüz çıkmış, ekonomisi yetersiz genç cumhuriyetin yeni nesillerine, muasır medeniyetlerin üzerine çıkmak için çok çalışmak arzusunu aşılamaktı.

Cumhuriyetin ilk 15 yılına damga vuran ve İbn-i Haldun’un “asabiyye” dediği bu ortak duygu ve mefkure birliği, iki dünya savaşının arasında görece meydana gelen fırsat penceresinden, Türkiye’ye kısmen özerk bir ekonomi ve doğal olarak özerk bir dış politik manevra alanı sağladı. Atatürk ve arkadaşları, genç cumhuriyetin asabiyyesine, Osmanlı’nın devlet geleneğini eklemleyerek yeniçağın rekabetçi ortamı ile baş edebilecek güçlü bir devlet ve ordu var etmeyi hedeflemişlerdi.

Ancak bu hedefe ulaşamadan dünya yeni bir savaş dalgası ile sarsıldı. II. Dünya Savaşı’na diplomatik manevralar ile dahil olmamayı başaran Türkiye, savaşın hemen sonrasında Stalin’in yayılmacı politikalarıyla baş başa kaldı. Bu tehdit karşısında direnç gösteremeyeceği aşikâr olan yetersiz askeri ve ekonomik gücü Türkiye’yi, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği Batı ittifakına dahil olmak zorunda bıraktı.

1945’te İnönü Hükümeti’nin açtığı kapıdan, 1952’de Menderes Hükümeti’nin NATO’ya üyelik imzasıyla tamamen geçen Türkiye ABD-NATO kampına dahil oldu. Ancak bu ittifakın dayattığı siyasi, askeri ve ekonomik sınırlar, Türkiye’nin hem ulusal güvenliğini hem de refahını, ittifakın merkez ülkelerinin çıkarlarının izin verdiği sınırlar içine hapsetti. Bu sınırlardan ne zaman ayrılmak istese, Türkiye — kur manipülasyonu veya sistemik yıkım gibi— finansal, — uluslararası örgütler üzerinden baskı uygulanarak— siyasi ve —doğrudan olmasa da ambargo mekanizmasının kullanılması veya askeri ittifakın gereklerinin yerine getirilmemesi gibi — askeri zorlayıcı güç araçlarıyla karşı karşıya kaldı. Türkiye her defasında bu müdahalelere Batı ile kurduğu siyasi ve askeri ilişkileri koparmadan direnmeye özen gösterdi. Bu statükoculuğun en önemli nedeni, yüzyıllara matuf Rus tehdidinin, Batı ittifakının yarattığı tehdit algısına kıyasla daha yönetilemez kabul edilmesiydi.

Batı ittifakı ile kritik eşik

Soğuk Savaş sonrasında Rusya’yı Türkiye gözünde bir tehditten çok iyi bir ticari ortağa dönüştüren küresel gelişmeler, Türk Amerikan ilişkilerini de görece biçimlendirdi. Karşılıklı ve yönetilebilir güvensizliğe rağmen süren Batı ittifakının merkezini teşkil eden Türk-Amerikan İlişkileri, 2013’ten bu yana açığa çıkan olaylar zinciri ve nihayet başarısız bir terör kalkışmasının yaşandığı 15 Temmuz sonrasında, tarihinin en kritik eşiğine taşındı.

Obama yönetimi ile sınırlı gibi görünen Amerikan Yönetimi’ne duyulan bu aşırı güvensizliğin beslediği tavır değişikliği, ABD merkezli Anglo-Amerikan ittifakının kısıtlarına geçmişe kıyasla daha cesurca ve ağır yara alarak direnen Türkiye’nin açık manifestosu olarak da kabul edilmeli. Bu manifesto aynı zamanda küresel dengelerde meydana gelen siyasi ve ekonomik değişimin açtığı fırsat penceresinden Türkiye’nin bağımsızlık arayışının da habercisi.

Ancak Türkiye, Batı ittifakından bağımsız girişeceği bölgesel ve küresel aktör olma girişimini destekleyecek ekonomik, siyasi ve askeri güce sahip değil. Eğer Batı ile 1945’den bu yana sürdürdüğü ortaklık bağları tamamen koparsa, Türkiye’nin yeni bir stratejik ortak arayışı içinde olması beklenebilir. Rasyonel devlet aklı, küresel dengelerin alacağı seyirde Türkiye’nin birden fazla aktör ile yol alabileceğinin tecrübesine sahip.

Son yıllarda yaşanan gelişmelerle eş zamanlı olarak Rusya’nın sınır ötesi beka tasarruflarında Türkiye’nin yanında yer alması, Türk kamuoyunda Batı ittifakının alternatifinin Rusya olduğu algısını da pekiştiriyor. Peki bu algı doğru ve sürdürülebilir parametrelere dayanıyor mu? Türkiye, Anglo-Amerikan politikaları ile Rusya arasında neredeyse iki yüz yıllık çelişkili ilişkilerin kısır döngüsünden çıkıp, yeni ve taze bir dış politik akıl inşa edebilir mi? Daha da önemlisi, Rusya, bölgesel ve küresel sorunlarda Türkiye ile birlikte hareket edecek güce sahip mi? Tüm bu sorular bizi Rusya’nın bir küresel aktör olarak kapasitesinin ve gücünün sınırı ve sürdürülebilirliği konusunda düşünceye sevk etmeli.

Rusya küresel/bölgesel bir aktör olarak ne kadar güçlü?

Bir devletin olaylara yön verme, uluslararası ticaretin ve siyasi ilişkilerin kural ve normlarını belirleme kapasitesi güç dengesinde o devletin çıkarlarının maksimize edilmesinde büyük oranda belirleyicidir. Uluslararası ekonomi politiğin kurucusu kabul edilen Susan Strange, “yapısal güç” adını verdiği bu olgunun dört yapıtaşı olduğunu söyler: güvenlik, bilgi ve teknoloji, üretim – ticaret, para ve finans. Strange’e göre, bu yapıtaşlarının küresel olaylara yön veren bir aktörde bütünleşik biçimde bulunması gerekir; zira herhangi birindeki kırılganlık veya zafiyet diğerlerini de etkileyerek küresel aktör olma bütünlüğüne zarar verecektir. Bu açıdan incelendiğinde, Rusya, Türkiye’nin Batı ittifakından bağımsızlaşmasına destek verecek çapta “küresel aktör” vasfına sahip olmaktan epey uzak.

Birinci yapıtaşı “güvenlik”… Rusya’nın ‘yakın çevre’ olarak tanımladığı Kuzey Kafkasya, Ukrayna ve Suriye’de son sekiz yıldır gösterdiği saldırgan politika, Moskova’nın bölgesel ve küresel güvenlik sorunlarını yönlendirme ve sonucunu doğrudan belirleyebilme kapasitesi olarak tanımlanamaz. Rusya, karşısında Irak ve Afganistan örneklerinden yara almış, 2008 küresel mali krizinin yarattığı şok etkisinden bir türlü sıyrılamamış ve 2009’dan itibaren liberal dış politika önceliklerin dayattığı pasif dış politikanın hâkim olduğu bir ABD bulmasaydı, bölgesel güvenlik ilişkilerini bu kadar kolay kontrol sahibi olabilir miydi? Bu sorunun cevabı tartışmalı olabilir. Ama şurası muhakkak ki Obama yönetimi, 2009-2016 arası Rusya’nın “yakın çevre”sinde topraksal ve siyasi nüfuz hedeflerinde mevzi kazanmasına fırsat yaratacak politikalar izledi. Peki, Rusya bu durumunu sürdürülebilir kılabilecek mi?

Diğer yandan Rusya ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ordusuna sahip. Ancak bu özelliği Rusya’ya yüksek bir askeri güç kapasitesini garanti etmiyor. Soğuk Savaş sonrası yaşadığı mali krizler nedeni ile savunma sanayi yatırımları erozyona uğrayan Rusya, 2007’den itibaren savunma sanayini yabancı sermayeye açmıştı. Büyük bir oranda ve ironik olarak Amerikan savunma devleri ile girişilen ortaklıklar, teknolojinin sahipliği ve üretimi konusunda Rusya’yı yabancı yatırımcılara mecbur bıraktı. Rusya hassas teknolojileri geliştirmek için yeterli yerel kaynağa sahip değil.

Rusya’nın yapısal gücü, ikinci yapı taşı olan “bilgi ve teknoloji”yi yönetme ve üretebilme kabiliyeti açısından da hayli sorunlu. Ülkenin fosil yakıttan sonra en önemli gelir kaynağı olan savunma sanayi, kendi kendine yeterli teknolojik birikim oluşturacak ve bunu somutlaştıracak yetenek havuzundan yoksun. Sınırlı yetkin insan kaynağı, bu büyük savaş makinesini harekete geçirecek ve ayakta tutacak bilgi üretme kapasitesini önemli ölçüde sınırlandırıyor.

Rusya, üçüncü yapıtaşı olan “üretim ve ticaret” üzerinde de neredeyse hiç kontrol gücüne sahip değil. Petrol ve doğal gaz gelirlerine aşırı bağımlı bir ekonomiye sahip olmasına rağmen petrol fiyatlarını belirleme konusunda dahi etkinliği sınırlı. Sınırlı etkinliği aynı anda, küresel piyasalarda Amerikan dolarının belirlediği petrol fiyatının speküle edilmesi halinde büyük bir zafiyet de yaratıyor. Öte yandan Rus ekonomisinin yüksek katma değerli ve ticarileştirilmiş teknoloji üretimi de hayli sınırlı.Uzay teknolojilerine sahip bir ülkenin bölgesel ve küresel üretim süreçlerine teknolojik rekabet ile müdahil olamaması, Rusya’nın yapısal gücündeki en önemli kırılganlıklardan biri. Petrole bağımlılığını, katma değerli teknoloji üretimine yönlendiremezse, petrol ve doğal gazın ekonominin itici enerjisi olamayacağı yakın gelecekte, Rusya’nın coğrafi büyüklüğü ve yetkinliği sınırlı askeri teknolojilerinin pek bir anlam ifade etmeyeceği öngörülebilir.

“Para ve finans” yapıtaşı açısından Rusya tam anlamıyla sınıfta kalmış denebilir. Küresel bir aktörün kısmi veya tamamen finansal sisteme hâkim olması beklenir. Kurduğu ittifak ilişkilerinin bağlayıcı olması, askeri gücün sürdürülebilmesi, kontrol edilen bilgiyi üretim süreçlerinde uygulanabilir hale getiren teknolojinin ortaya çıkması, vs., bu aktörden beklenen en önemli güç belirtileridir. Hasılı, küresel aktör, güvenlik, bilgi ve üretim eksenindeki tüm küresel ve bölgesel faaliyetleri elindeki parasal güç nispetinde kontrol edebilir. Zira parasal güç, kredi arzını ve dağılımını kontrol edebilen güçtür. Oysa Rusya’nın ulusal parası ruble, uluslararası rezerv para olmadığı gibi, Rus ekonomisinin ana gelir kapısı Amerikan dolarının salınımlılarına önemli ölçüde hassasiyete sahiptir. Değil küresel veya bölgesel bir parasal güce sahip olması, kendi yerel ekonomisini dahi dolarda veya petrol fiyatlarında yaşanan dengesizliklere karşı henüz bağışıklık kazandıramamıştır. Hal böyle olunca, örneğin Türkiye ile Rusya arasında yapılan Ruble/TL ticaretinin bölgesel bir işbirliğini sembolleştirmekten öte bir yapısal karşılığı da yoktur.

Tek alternatif Rusya mı?

Rusya, Kuzey Kafkasya, Ukrayna ve Suriye’de askeri açıdan etkili olsa da, bilgi-teknoloji, üretim-ticaret, para-finans açılarından bakıldığında yapısal bir güç olmaktan uzak. Bu durumda Türkiye, akılcı denge siyasetini sürdürmek ve geleceğin belirsiz ikliminde ayakta durabilecek alternatif senaryoları süratle çalışmak zorunda.

Bu senaryo çalışmaları şu sorulara da cevap aramalı: Türkiye’nin nihai ortağı Trump’ın Amerika’sı mı olacak? Putin Rusya’sı ile dengeli bir dış politika, barış ve işbirliği ortamını yaratabilecek mi? Türkiye için uzun vadeli ve Türkistan coğrafyasındaki barış ve işbirliği ortamının da garantisi olacağına inanılan Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin sahibi Çin ile girişilen bir stratejik ortaklık ve savunma işbirliği daha kalıcı bir perspektif olabilir mi?

Türkiye’nin geleceğe dair hedeflerini rasyonel analizle oluşturulmuş gerçekçi politikalarla bina etmek zorunda. Batı ittifakı bağlarının zayıfladığı malum. Batının kurumsal dejenerasyonunun da küresel belirsizliği tetiklediği aşikâr. Ancak her iki durum da Rusya’nın bu sürecin ikame edileceği nihai adres olmasını gerektirmiyor.

Kaynak: Al jazeera

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

1 Yorum Var

  1. Bu yazıda bazı sorulması gerekli sorular var? Yukarıda sayılan bu 4 ana başlıktan Rusya çok iyi olmayabilir. Fakat bu 4 maddede Türkiye’nin durumu nedir? Bir de bu şekilde düşünün. Rusya bu sayılan maddeler içinde Türkiye’ den daha güçlüdür. Yani başka ülkeleri değerlendirirken kendinizede bakmanız lazım. Bir diğeri Türkiye niye kendi ayakları üzerinde duramıyormu ki alternatif devlet arıyor? O nedenle Batı nın alternatiifi Rusya mı gibi sorular bana saçma geliyor. Aslında bu yazı bir geçeği itiraf etmiş: Türkiye ne yazık ki kendi ayakları üzerinde duramıyor. İlla başka devletlere muhtaç. Denize düşen yılana sarılır misali Stanin in tehditleri karşısında Türkiye Batıyı seçti. Fakat şunu unuttu: Batı emperyalisttir ve kurtuluş savaşı bu emperyalistlere karşı yapılmıştır. Bunu bile bile batıyı seçmek taktik hatasından başka birşey değildir. Türkiye ne ABD ne de Rusya’ya bağımlı olmamalı kendi ayakları üzerinde durmasını bilmelidir.

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz