“Türk polisi törenlerde göklere çıkarılmaya, törenlerden sonra unutulmaya alışkındır.”
Bugün 10 Nisan polis günü ve bu sözlerin sahibi eski bir emniyet müdürü. Bir dizide şöyle bir söz duymuştum: “Senin duygu radarına girmem için illaki ölmem mi lazım!” diye. Peki, kahraman Türk polisinin bizlerin duygu radarına girmesi için illaki şehit olması mı lazım? Maalesef evet. Maalesef onlar şehit olmadan biz onların değerini anlayamıyoruz. Sorunlarını umursamıyoruz. Ne şartlarda görev yapıyorlar aklımıza bile gelmiyor. Bugün gündemin sıcaklığını bir kenara bırakalım ve biraz dertleşelim istedim. Bu yazıda bir polis çocuğu olarak hem teşkilatın sorunlarından bazılarını dile getirmeye çalışacağım, hem de aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmetle anacağım. Baştan belirtmem gerekirse, diğer yazılarımda olduğu gibi bu yazıda da analizi ben yapmayacağım. Herhangi bir politik amaç gütmeden çocukluğu polis karakollarında geçmiş biri olarak olaylara polis paradigması ile yaklaşamaya, bazı meşhur ve maruf vakaları irdeleyip başka yönlerinden bakmaya çalışacağım. Hatırlatacağım. Sorgulayacağım. Tabii ki yine aktarması benden analizi sizden…
- Siz bu yazıyı okurken birden bulunduğunuz mekâna ellerinde telsizlerle 6-7 polis girse ne hissedersiniz? Cevabı ben vereyim. Tedirgin olursunuz. Evet, bir suçunuz yok, GBT’niz yok, cebinizde bir suç unsuru eşya da yok ama eminim tedirgin olursunuz. Kuvvetle muhtemel 10 insandan 9’u sebebini bilmediği bir tedirginlik yaşar. Çok saçma değil mi bu durum? Türk polisi asayişi temin için görev başında değil mi? Aksine kendinizi güvende hissetmeniz gerekir. O zaman bu anlamsız tedirginliğin de bir gereği yoktur. Yaşanılan bu tedirginlik hali ise aslında çok derin bir toplumsal problemin yansıması. Ve inanın toplumun bu refleksinden polis de rahatsız.
- Polisin en yakın dostu biber gazıdır. Evet, yanlış duymadınız, bir polis çocuğu olarak bunu söyledim. Ama inanın bunu söylerken hiçbir siyasi amacım yok. Bahsetmek istediğim husus çok farklı. Neden en yakın dostu biber gazıdır biliyor musunuz? Çünkü polis, silahına davranmaya çekinir ve geriye de biber gazı kalır da ondan. Çünkü devletin beline koymuş olduğu silahı çektiği an soruşturma geçirme tehlikesiyle karşı karşıyadır. O yüzden canlı bomba olduğundan şüphelendiği kişiye silah çekmeyip üzerine atlar kahraman Türk polisi ve şehit olur. Açığa alınmak demek zaten çok az olan polis maaşının 2/3’e düşmesi demektir. Hele bir de ihraç edilirse hayatı bitti demektir o polisin. 90’lı yıllarda terörün çok azgın olduğu zamanlarda polis aracına saldıran, arkadaşlarını şehit eden teröristi arkasından ateş ederek kafasından vuran ve bu yüzden soruşturma geçirmiş, “neden bacaklarına sıkmadın” sorularına maruz kalmış polislerimiz var bu ülkede. Fail polis olunca nedense birden “hukuk” diye bir şeyin varlığı aklına geliyor herkesin. Diyeceksiniz ki ne yani şimdi, devlet beline silah koydu diye hukuk yok mu bu ülkede, polis silahını kafasına göre kullanacak mı? Tabii ki hayır. Ancak eski bir başsavcı olan, sizlerin de muhtemelen tanıdığı İlhan Cihaner, bir hukukçu olarak polisle alakalı şu vahim sözü söyleyebilmiştir bu ülkede: “Eğer polis biber gazı sıkıyorsa, plastik mermi atıyorsa eylemcinin de molotof atması meşru müdafaadır.” Buyurun buradan pay biçin.
- Bu güne kadar bir vatandaşın bir astsubaya yahut başka rütbede bir askere, jandarmaya “Senin maaşını bizim vergilerimizden ödüyorlar!” diye diklendiğine şahit oldunuz mu? 15 Temmuz gecesini göz ardı edersek eminim olmadınız. Ama inanın bir polisin meslek hayatında vatandaştan en çok duyduğu cümlelerin başında gelir bu ifade. Askerle polisin ne farkı var? Dağda, ovada teröristle savaşan polis özel harekât değil mi? Hendeklerde askerle omuz omuza çarpışan, aynı kumanyayı paylaşan polis değil mi? 15 Temmuz hain kalkışmasında bombalara hedef olan onlar değil mi? O zaman vatandaşın bu algısı neyden kaynaklanıyor kendimize sormalıyız. Şehit polislerimizin arkasından ağıt yakmak, tweet atmak değil mesele. Mesela hala yaşıyor olanın yanında olmak. Hem madden hem manen.
- 28 Şubat sürecinde EGM personelinin elindeki ağır silahlar toplatıldı. Özel harekât polisi sahadan çekildi. Hatta size çok ilginç bir bilgi vereyim. O dönemde, resmi belgelerine ulaşamasam da kişisel arşivimde 1997 yılında Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığı’nca yapılan bir çalışmanın evrakında rastladığım çok ilginç bir bilgi var. Evraktan anlaşıldığına göre teşkilat personeline çift şarjör bantlamak yasaklanmış. Gerekçe ise şarjör yayının bozulup merminin yuvasına oturmasını engellemesiymiş. Çift şarjör bantlamak çatışma sırasında zaman kazanmak için yapılan bir uygulamadır. Şarjörler fotoğrafta olduğu gibi birbirlerine ters bantlanır ve biten şarjör hızlıca değiştirilir. Bu durumun teknik boyutunu eski özel harpçi bir güvenlik uzmanına sordum. (Kendisinden izin almadığım için ismini yazamayacağım.) Aldığım cevapta şarjör bantlamanın tercih meselesi olduğunu, kendinin de bir dönem bu yöntemi denediğini, tek dezavantajının silahı ağırlaştırmak ve denge problemi olduğunu, bunun dışında şarjör yayı ile alakalı bir problem yaşamadığını ve böyle bir durumla alakalı bir bilgisi olmadığını, hiç de duymadığını söyledi. Ben de yaptığım araştırmalarda böyle bir durumla alakalı bir bilgiye rastlamadım. Aktarması benden analizi sizden…
- Hatırlarsanız Umut Kitabevi davasında dönemin Genelkurmay Başkanı, davada yargılanan astsubaylar hakkında “Tanırım, iyi çocuklardır.” demişti. Derdim yine siyaset değil. Dikkat çekmek istediğim husus, bir kurumun zirvesinde olan bir insanın alt rütbeli bir subayına sahip çıkması. Bu çok güzel bir şey. Ancak hangi polise sorarsanız sorun emniyet müdürleri ile alakalı söyleyeceği şey şudur: “Bir emniyet amiri müdür olduktan sonra tek amacı 1.sınıf emniyet müdürü olmaktır.” Maalesef polis teşkilatında alt rütbeli personel ile müdürler arasında büyük bir iletişim kopukluğu vardır. Polisler amirlerinin kendilerine sahip çıkmadığından çokça yakınırlar. Tabii masa başında oturmak, rütbe peşinde koşmak yerine Mustafa Tokyay gibi polisiyle sahaya inen kahraman müdürlerimiz de var.
- Bir sabah evin salonunda ailece uyurken babamın telefonu çaldı. Sabah 7 civarıydı. Babam besmele çekerek açtı telefonu. Kötü haber gelmesinden korkmuştu. Ama maalesef korktuğu şey başına gelmişti. Sivas’tan görev arkadaşı polis memuru Hüseyin KOÇ şehit olmuştu. Hatırlarsanız yıllar önce Samsun’da Ahmet Türk’e provakasyon amaçlı yumruk atılmıştı ve PKK da bunu bahane ederek polis aracı taramıştı Samsun’da. İşte o saldırıda şehit oldu Hüseyin amca. Polisti o ve ilerleyen yaşına rağmen çalışmak zorundaydı. Bir polis memurunun mesleğinin ilk yıllarında devamlı söylediği şeydir: “Emekliliği bi hak edeyim aynı gün vereceğim emeklilik dilekçesini.” Benim babam da çok dedi bunu ama emekliliği hak ettikten sonra 9 yıl daha çalışmak zorunda kaldı. Ama Hüseyin amca emekli olamadı. Allah gani gani rahmet eylesin. Çünkü bir polisin emekli olması ekonomik gücünün yerle bir olması demektir. 30 yıllık fiili hizmet süresi üzerinden emekli olan 3 polis memuru birleşse aldıkları ikramiye ile ancak bir ev satın alabilirler. Ruhun şad olsun Hüseyin amca…
Daha anlatacak, bahsedecek o kadar sorunu var ki polislerin. Ben sadece göz ardı edildiğini düşündüğüm yahut vatandaş tarafından farklı olarak algılanan birkaç probleme dikkat çekmeye çalıştım. Onları kahraman yapan sadece bu vatan için ölmeleri değil. Onlar ölünce kahraman olanlardan değil. Onlar bu şerefli kurumun her türlü zorluğuna rağmen helal ekmek peşinde olan, halkın huzurunu düşünen ve icap ettiğinde canını veren kahramanlar. Onları kahraman yapan tüm bu zorluklara rağmen gösterdikleri hamiyettir. Şehadet de rabbin lütfu. Biraz da kahraman şehitlerimizden birkaçını analım.
2012 baharı, güneşli bir gün. Yukarıdaki kahramanlar Cudi şehitlerimiz. Kahraman derken hakiki kahraman. Cudi dağlarında operasyondayken kahpe bir pusuda şehit düştüler. Özel harekât polisinin karşısına çıkmaya yüreği yetmeyen hainler geçiş güzergâhlarını bombalarla döşemişti kahramanlarımızın. İlk bomba infilak etti ve hemen o anda 4’ü şehit düştü. 7’si yaralıydı. Bir anda ağır ateş altında kaldılar ama PÖH tecrübeliydi. Yerde yaralı yatan arkadaşlarına ulaşamıyorlardı. Zaten hainler bilerek onları yaralı bırakmıştı. Çünkü biliyorlardı Türk polisi canı pahasına silah arkadaşını çeker alırdı oradan. Etraflarının tamamen bombalarla çevrili olduğunu anlamışlardı polislerimiz. Yaralıydılar ama telsizlerden “ölmek var dönmek yok” sesleri yükseliyordu. Çatışma akşama kadar sürdü. Polislerimiz kendi canını hiçe sayarak yerdeki yaralı arkadaşlarını alandan çekmeye gayret ediyorlardı. Ama iki polisimiz daha kan kaybından şehit oldu. Ulaşamadılar o kahramanlara. 7 teröristin öldürüldüğü çatışmada ise hiç şehit vermedik. 6 polisimiz de bombalı pusuda şehit oldu… Operasyona çıkmadan önce annesini arayıp “Anne ben şehit olmaya gidiyorum, hakkını helal et” diyen Mustafa Erdoğan daha 24 yaşındaydı… Ruhları şad olsun…
3310 şehit oldu. Zırhlı araca binmeyi reddeden, Diyarbakır halkının Gaffar babası, tedbili kıyafetle sokaklarda gezen, telsizlerden doğrudan polis memurlarına seslenecek kadar alçak gönüllü ve polislerin araçların içinde durmasını yasaklayan, halkla iç içe olmasını emreden büyük kahraman. O da hain bir pusuya kurban gitti. Failleri hala belli değil. Fail olarak gösterilen örgütler ise bu suikastı yapamayacak kadar tecrübesiz. Gaffar Okkan suikastı ile hatırladığım en ilginç bilgi şudur: iddiaya göre zamanında CIA, Amerikan başkanına düzenlenecek suikastlar için bir tatbikat yapar. Senaryoya göre aralarında iki gruba ayrılırlar. Bir grup CIA ajanı saldırgan, diğer grup ise koruma rolündedir. Ve resmen bir gövde gösterisi yaparak başkana yapılan suikastı engellerler. O tatbikatın ayrıntıları ise çok önemli. Çünkü Gaffar Okkan’a yapılan suikast da o tatbikattaki taktiğin birebir aynısı şeklinde yapılmıştı. Bu suikastı çözmek devletimizin namus borcudur. Unutmadan şunu da belirteyim, bu hain suikasttan sonra Erbil valisi de öldürüldü. İddiaya göre MİT, Gaffar müdürün intikamını almıştı. Arabasında kafasına sıktılar Erbil valisinin.(Bir sonraki yazımda biraz daha ayrıntılı olarak bundan bahsedeceğim) Ruhun şad olsun Gaffar müdürüm…
Yazının başlığını bana seçtiren kahraman, Fethi Sekin. İzmir’deki hain saldırıda yurdu yaşatmak için, vatandaşı yaşatmak için hiç düşünmeden canını veren kahraman. Türk milletinin ve Emniyet Teşkilatının gurur kaynağı. Öyle bir iman ve hamiyet ki şehadete koşarak götürdü Fethi Sekin’i. Kaleşnikof’lu teröristin karşısına 14’lü ile çıkan mangal yürekli şehidimiz gibi niceleri var Teşkilatımızda. Bir düşünsenize, acaba Fethi Sekin meslek hayatında kaç kere “senin maaşını bizim vergilerimizden ödüyorlar” lafına maruz kalmıştır? Eminim çoktur. Ama dediğim gibi milletimizin duygu radarına girmesi için şehit olması gerekti. Bu millet sizi asla unutmayacak Emniyet’in kahraman şehitleri… Ruhun şad olsun Elazığ’ın kahraman evladı Fethi Sekin…
Bugün 10 Nisan polis günü. Sözde medeni Avrupa toplumları 1960 sonrası dönemde ancak “meslek etiği” kavramı ile tanışabilmiş iken bizim polis teşkilatımızda 1800’lü yılların sonunda polis okullarında “meslek etiği” dersleri vardı. Türk Polis Teşkilatı köklü ve nice şehitlerin verildiği onurlu bir kurumdur. Sorunları umursanmayan, halk tarafından hak ettiği değeri ancak şehit olduklarında görebilen, amirleri tarafından korunmadıklarını düşünen, ekonomik sorunlarla boğuşan, psikolojik meslek hastalıklarından muzdarip olan kahraman polislerimizin polis günü kutlu olsun.
İzmir adliyesinde intihar ederek hayatına son veren eski polis memuru Erol Benzer, son 12 yılda psikolojik ve ekonomik sorunlar nedeniyle intihar eden 320 polisten biriydi. İntihar etmeden önce son sözleri ise şunlar oldu: “Umarım siz geride kalan meslektaşlarım hak ettiği özlük haklarına ve insan hakları ile insani şartlarda yaşayıp, insani çalışma şartlarına kavuşursunuz.”
“17 Nisan 2010 gecesi Samsun Ladik’te hain bir pusuda şehit düşen polis memuru Malik Saykal ve Hüseyin Koç’un aziz hatırasına… Ruhları şad olsun…Saygılarımla…”
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.