Hepimiz Avrupa’da aşırı sağcı liderlerin ve partilerin oylarını arttırmakta olduğunu biliyoruz ve bunun en çokta orada yaşayan Müslüman halklar için tehdit olduğunu düşünüyoruz, ki bu doğru da zaten. Ancak Müslüman olmayan kimi halklarda Avrupa aşırı sağının istemediği insanlar barındırıyor. Mesela sahra altı Afrikalılar, Latin Amerikalılar, güney Asyalılar falan. Örneğin Hollanda’da Faslılar ve Surinamlılar çoklar, Faslılar Müslüman olduğu için desek Surinamlılar Müslüman değil, o zaman Surinamlılar neden sevilmiyor?
Kendi dinlerinden olan Latin Amerikalıları veya Sahra Altı Afrikalıları bile kıtasında istemeyen aşırı sağcılar için bu durumda dini hassasiyetlerin ön planda olduğunu söyleyemeyiz. Nede olsa Fransa’nın banliyölerinde polis şiddetine karşı duranlar zaten Arap ve Berberi Müslümanlar değil Sahra altı Afrika’dan gelen İsevi siyahilerdi çoğunlukla.
Bu karşıtlıklarının temellerinde dini hassasiyetin olduğunu söyleyemiyorsak, o zaman buna renkçi, milliyetçi, ırkçı hassasiyetleri koyabilirsiniz ama buda yanlış. Çünkü Avrupa’nın aşırı sağcı partileri en sonuncusu Viyana’da olmak üzere her yıl bir araya geliyor ve etkileşim içinde kalarak yol haritası belirliyorlar. Fransız, Alman, Hollandalı, Leh, Slovak derken çeşitli milletlerden aşırı sağcılar birlikte hareket ediyorlar ve bu durum, bunun bir milliyetçi hareket olmadığının göstergesi.
Slav, Latin, Cermen, İskandinav ırkların insanları da bir arada, demek ki ırkçı bir harekette değil bu. Milliyetçi veya ırkçı olsalar birbirlerinede tahammül edemezlerdi ama bu olayı çoktan aşmışlar neyse ki! Siz hiç bu partilerin üst düzey mensuplarının komşu halklara karşı olumsuz söylemlerini gördünüz mü? Ben şahsen görmedim. Halbuki bir toplumun en husumetli olduğu toplumlar komşusu olan toplumlardır genelde. Tabi ki eski husumetler yüzünden ülkeler şimdi de kavga edecek değiller ama içlerindeki aşırı sağcıların ağızlarından “bu İngilizler şöyle, almanlar böyle” cümlesi duyulmazken “Faslılar yüzünden işsizlik var, uyuşturucu işi Cezayirlilerin elinde, Terör saldırılarını yapanlar hep Tunuslu” kelimeleri duyuluyor. İşte bu yüzden bu aşırı sağcı hareketler bu yüzden milliyetçi veya Irkçı değil.
Peki bu beyaz insanı yücelten bir renkçi hareket olabilir mi? Bence yine hayır. Çünkü Latin Amerikalıların da çoğu Avrupa kökenli beyaz insanlar olsalar da orada Asyalılarla, Afrikalılarla, yerlilerle ve Okyanusyalılarla kaynaşmaktan ötürü farklı bir kültürün parçası haline gelmişler. Bu yüzden Avrupalı olmaktan fiilen olmasa bile ruhen uzaklaşmışlar kültürlerin çatışmasından ötürü. Gerçektende Latin Amerika ile Avrupa’yı kıyaslayınca arada dağlar kadar fark olduğu görülüyor. Özelliklede bu farkı suç oranlarında görmek mümkün. Zaten Avrupa’daki uyuşturucunun da önemli bir kısmı başta Surinam, Kolombiya ve Bolivya olmak üzere Latin Amerika ülkelerinden geliyor. Bu durumda Avrupalıların Latin Amerika’daki eski Avrupalılardan bile çekinmeleri çok doğal.
Peki bu trendi besleyen şey ne? Din değil, din olmadığı için mezhep hiç değil, ırk değil, millet veya dil değil. Peki ne bu?
Bu medeniyetçiliktir. Avrupa medeniyetçiliği. Avrupa’nın yaşam biçimini ideal yaşam biçimi olarak gören, Avrupa’nın teknolojiye, sanata, edebiyata ve ekonomik sistemlere en çok katkıyı sunduğunu düşünen, Avrupa’nın fiilen dünyanın merkezinde olduğunu ve böyle kalması gerektiğine inanan, Avrupa’yı safkan beyaz insanın ana yurdu olarak gören ve safkan olarak kalması gerektiğini düşünen, üstelik Avrupalıların zenginlik, modernlik, güzellik, özgürlük ve çekicilik konularında en yatkın insanlar olduğunu zanneden bir zihniyet.
Bu medeniyetçilik Samuel Hantington tarafından kaleme alınan medeniyetler çatışması isimli kitabı bence haklı çıkarıyor. (O kitapta Türkiye’nin Haiti ve Etiyopya ile beraber hiçbir medeniyete konulmamış kararsız ülkelerden biri olarak gösterildiğini de hatırlatmakta fayda var.)
Bu medeniyetçi bakış açısında Avrupa dışından gelen insanlar sayılarını ve icraatlarını arttırdıkça zengin, modern, güzel, özgür ve imrenilen Avrupa’nın yerini dünyanın geri kalanından farklı olmayan bir Avrupa alacak. Çünkü onların bakış açısına göre dışarıdan gelenler hızla artıyor, çok çocuk yapıyor ve kültürlerini de beraberlerinde getirerek Avrupa insanını asimile ediyorlar. Bu Avrupa aşırı sağının bakış açısı tamamen temelsiz ve paranoyakça bir bakış açısı. Halbuki gerçek bunun tam tersi.
Gerçek şu ki; Avrupa’ya göç eden insanların çoğu fetih gayesiyle değil iş, aş, eş için Avrupa’ya gidiyorlar ve gidenlerin pek çoğu ebeveynlerini ülkesinde bırakıp gidiyor. Ayak işlerinde çalışıyor ve kazandığının önemli bir kısmını ülkesindeki ailesine gönderiyor. Bu yüzden gittiği yerde de şehirleşmiş toplumun en alt ekonomik katmanında kalmaya devam ettiği için aile kuramıyor ve çocuk sahibi olamıyorlar. Bu yüzden Avrupa aşırı sağının dile getirdiği çok çocuk yapıyorlar tezi İtalya, Yunanistan, Fransa, İspanya, Portekiz örneklerinde görülen göçmenlerden de anlaşılacağı üzere zayıf bir tez.
Bu tezi çürüten bir diğer mesele ise ailesiyle birlikte göç eden göçmenlerinde belli bir süre sonra Avrupalıların seviyesine geldiğidir. Mesela 60’lı yıllarda Almanya’ya yerleşen ilk Türklerin %50’si 18 yaş altında iken günümüzde doğurganlık oranı Almanlara iyice yaklaşmış durumda. Birinde 1.3, diğerinde 1.6. kaldı ki diğer Müslüman halkları bile katsan Müslüman nüfus 4.5 milyon ediyor ve 82 milyonluk Almanya nüfusunun içinde Müslüman nüfus pek yer kaplamıyor. Yaş ortalamasında ki artış hızını ve doğurganlıkta ki her nesilde yaşanan sert düşüşü göze alırsak “2050’de Müslümanlar bize geçecek” saçmalığının ne kadar temelsiz olduğu anlaşılabilir. Ama aşırı sağcılar oranları ve miktarları o kadar abartıyorlar ki, bu sayede korku ve endişe ortamı yaratarak kendilerinin bir kurtarıcı olarak görülmesini sağlamaya çalışıyorlar.
Almanya’daki bu durum Benelüks’te, Fransa’da, İskandinav ülkelerinde de hemen hemen aynı. Mesela Fransa’da eskiden Arap ve Berberi göçmenlerin doğurganlığı çok daha güçlü iken şimdiyse Fransızların(2,0) altına inmişler. Zaten Fransız halkı Avrupa’nın en doğurgan halkı ve Türkiye’deki Türklerden bile daha doğurganlar.
Avrupa genelinde 2000’li yıllarda doğurganlıkta yeterli seviyeye ulaşmamış olsa da 90’lı yıllarla kıyaslayınca iyi bir düzelme var ve bu hükumetlerin başarılı teşvik programları sayesinde oldu. Buda şehirleşmiş toplum yapısında yerli ile yabancının birbirine daha yakın olmasına sebep oldu.
“Peki buna rağmen neden Müslümanların nüfusu artıyor” sorusunun cevabı ise çok daha basit. Avrupa’nın etrafı kendi ülkesine sığamayan Müslüman ülkelerle dolu ve burada yaşanan her göç hareketinin ilk hedefi doğal olarak Avrupa olmak zorunda oluyor. Zaten göçmenlerin çok çocuklu zannedilmesinin sebebi de ailecek yeni gelmiş göçmenlerin henüz yeni olmasından ötürü entegre olmaya başlamamasından kaynaklanıyor ve göçmenler doğum oranlarının halen Avrupalıların üstünde gözükmesini sağlıyor. Ancak göç miktarı ne kadar olursa olsun genel nüfusa oranları az ve asimilasyon yoluyla sabit kaldığı müddetçe mevcut gidişatı değiştirebilecek kadar etkili olamaz.
Bu durum Türkiye’deki mültecilere bakış açısına da baya benziyor. Sık sık Suriyeli misafirlerimizin çocuk sayısı dert ediliyor. Halbuki onlar daha ilk nesiller ve hepside şehirlerde yaşıyorlar. Bu durumda doğurganlıklarının Türklere yaklaşması en fazla 2 nesil sürer yani Almanya’daki Türklere ne olduysa onlara da aynısı olacak.
Nasıl ki Orta Avrupa’da yerleşik Türklerin 3. nesli bugün Türkçeyi konuşmuyorsa bu durum, Cermenlerden ziyade göçmen halkların kimliklerinin tehlike altında olduğunun göstergesidir. Fakat gel gör ki Cermenler göçmenlerden daha çok endişe içinde!
Bütün bunlara rağmen aşırı sağcıların ısrarla medeniyetlerinin varlığının bitme noktasında olduğunu iddia etmeleri, tamamen kendi halklarını galeyana getirerek, oluşacak korku ortamında kendilerinin kurtarıcı olarak görülmesini, ortaya attıkları iddialarında haklı çıktıklarının zannedilmesini ve kendi vaatlerinin ideal yol gözükmesini sağlamaktır.
Fakat Avrupalıların asıl korkusu yabancılardan ziyade aşırı sağcıların bizzat kendisi olmuş durumda. Çünkü onlar aşırı sağcı partilerin iktidara gelmesiyle tekrar Avrupa’nın savaş silsilesine girmesinden endişe ediyorlar. Halbuki buda paranoyakça bir düşünce çünkü Avrupalı aşırı sağcılar birbirlerini değil, Avrupa dışından gelenleri tehdit olarak görüyorlar. İktidar olmaları durumunda yapacakları şey birbirleriyle savaşmak değil beraber Avrupa’nın kapılarını diğer toplumlara kapatmak olacaktır. Belki buna ilaveten mevcut yerleşik göçmenleri de en fazla sınır dışı edeceklerdir. Tabi ki sınır dışı etmek istedikleri bütün yabancılar değil asimile olmamış yabancılardır. Nede olsa Hollanda’da “Tüm Türkler dışarı” demiyorlar “AKP’ye oy verenler dışarı” diyorlar. Yoksa 250.000 Türkiye kökenli seçmenin yarısından fazlası referandum’da oy vermeye bile gitmedi, yani çoğu Türkiye ile bağını öyle bir koparmış ki siyasi gündem bile umurunda değil. Maalesef bu durum sadece Hollanda’da değil daha beter olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde de aynı. İşte bu Avrupa’nın asimilasyondaki bilinçli veya bilinçsiz başarısının göstergesi. Bu Hollanda aşırı sağının söylemi bile tüm türklere değil belli siyasi görüşü paylaşan türklere düşman olduğunu göstererek, ırkçı değil medeniyetçi olduğunu gösteriyor. Halbuki Naziler Yahudileri katlederlerken laik mi dindar mı diye düşünmüyordu, sadece sünnetli olup olmadığına bakıyordu ve sünnetli olduğunu görür görmez atıyordu gettolara. Aynı şekilde Fransızlarda mağripte Arap ve Berberilerle savaşırken liberal mi muhafazakar mı diye düşünmüyordu. Fakat şuan ki sağcılar bunları düşünebiliyorlar en azından.
“Madem bu adamlar milliyetçi veya ırkçı değil ama medeniyetçi o zaman neden AB’ye karşılar?” diye sorabilirsiniz. AB’ye karşı duruşun en önemli sebepleri serbest dolaşımdan kaynaklı olarak Avrupa dışından bir kere gelmeyi başaran yabancıların artık kolayca yer değiştirebiliyor olması ve buna ek olarak AB’nin üye devletlere pek çok konuda sınırlamalar koyarak üye devletlerin kendi tercihlerini kısıtlaması.
Avrupa Aşırı sağı hem yerliler hemde yabancılar için tabi ki tehlike(merkezi de) ve mücadele edilmeli. Fakat bu demek değildir ki bu hareketler sadece Avrupa’da var ve sadece orada engellenmeli. Kendi ülkemizin aşırı sağcılarıyla da mücadele edebilelim ki Avrupa’daki gelişmeler hakkında yorum yaparken kendi pozisyonlarımızla çelişerek dünyaya rezil olmayalım.
Muhammed Ali Çalışkan
StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
“Iş as eş” derken? 🙂
Is as neysede es için gidiyorlarsa Avrupalılar kizmakta haklılar 🙂
Çok başarılı ve aydınlatıcı yazı olmuş teşekkürler..
Çok başarılı Ve bilgilendirici bi yazı. Genel anlamda bütün yazıların böyle, Aynen devam etmem dileğiyle.
Avrupa da aşırı sağın bu kadar hırçın olmasının, tarihten gelen bir korku olduğu kanaatindeyim. Kavimler göçü bugün ki Avrupa devletlerinin temellerini oluşturmuştur. O tarihten beridir Avrupa; Avrupalı olmayanlara karşı her zaman sert bir tutum içerisinde. Halen Avrupa’nın bilinç altında bir ATİLLA var. Avrupa geçmişte yaşadığı din, dil, ırk, siyasi, kültürel ve etnik yapı değişiminin tekrar yaşanmaması için bu kadar aşırılığa gidiyor. Yazında da bahsettiğin gibi Avrupa yaşadığı medeniyetin bozulmasından endişeli.
2000 yıl önceki olan olayın tekrar yaşanmasından korkuyor