Gücün, bir daha dönmemek üzere Avrupa Kıtasından uzaklaştığının son kanıtı; Süveyş Krizi
Cemal Abdülnasır Mısır’ın başına geçtiğinde doğudaki daimi düşmanı İsrail’den üstün duruma gelmek için Soyvet Bloğuna yakınlaşmaya ve silah almaya başladı. Aswan Barajını (İngiltere ve Amerikanın istememesine rağmen) bitirip ülkenin kalkınmasını sağlamak amacındaydı. Fakat tüm bunlar için ihtiyaç duyduğu kredi ilk olarak başvurduğu Amerika ve Birleşik Krallık tarafından sağlanabilirdi. Mısırın İsrail karşıtı silahlı grupları desteklediği bahanesi ile bu ülkeler tarafından Hahire yönetiminin teklifi reddedildi. Abdülnasır’ın önünde ihtiyacı olan mali gücü sağlayabilmek için tek bir yol kalmıştı, o da Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi idi ve öyle de oldu.
O yıllarda Süveyş batılı şirketler tarafından yönetiliyordu. İngiltere ile Fransa petrol ticaretini bu boğaz üzerinden yaptığından, Mısır, şirketin hisselerin değerlerini hak sahibi devletlere ödeyeceğini taahhüt etse dahi bu açıklama onların kuyruklarına basmak manasına geliyordu. Sonunda Birleşik Krallık, Fransa ve İsrail dostları Amerika’nın olayı diplomatik yollar ile çözülmeyeceğini anlayınca Mısır’a bir askeri harekat kararı aldılar. 29 Ekim’de İsrail’in Sina Çölü’ne girmesi ile harekat başladı.
Anlaşıldığı üzere savaşa girme bahanesini yaratmak için Britanya ve Fransa Mısır devletine bir ultimatom gönderdi. Mısır’ın ultimatomu reddi ile Britanya ve Fransa da savaşa dahil oldu.
Harekatlar hızla ve koalisyon için başarıyla sürer iken uluslararası tepkiler gelmeye başladı. Birleşmiş Milletler’in harekatları durdurma çağrısına İsrail bir gün sonra cevap verirken, Birleşik Krallık ve Fransa harekata devam etti. Bunun karşısında Mısır ile bir süredir iyi ilişkilerde bulunan Sovyetler Birliği’nden açık tehdit geldi:
”Ya Mısır’dan çekilirsiniz, ya da Paris ve Londra’ya nükleer bomba atarız.”
Dünyanın iki süper gücünden biri olan bu devletten gelen uyarıya kayıtsız kalamayan Birleşik Krallık ve Fransa ateşkes ilan edip geri çekilmeye başladı. Amerika ise Sovyetlerin Doğu Avrupa’daki emperyalist yayılma politikasına karşıyken, kendi müttefiklerinin de böyle bir işe kalkışması kendisini zan altında bıraktı. İç siyaset açısından da tepkiyle karşılanan bu durum uluslararası medya tarafından da büyük tepki çekti. Daha sonra ABD harekata karşı bir tutum sergiledi. Bu şekilde Soğuk Savaş’ta ilk kez Amerika ve Sovyetler Birliği birlikte bir olaya karşı cephe aldılar.
Savaşın sonunda Mısır büyük asker kaybına rağmen amacına ulaştı ve Süveyş üzerinde hakimiyet kurdu Bu şekilde Mısır var olduğundan beri bulunan Britanya etkisini kaldırdı, hatta dönemin Britanya BaşbakanI Anthony Eden istifa etmek zorunda kaldı. Savaş sonucu Nasır, Arap dünyasının en güçlü lideri olarak öne çıktı. Mısır’ı kurtaran Sovyetler Birliği’nin prestiji bölgede hızla yayıldı.
Dış politikada Amerika’ya güvenemeyeceğini anlayan De Gaulle Fransayı NATO’nun askeri kanadından çekti. Birleşik Krallık ise Falkland Savaşı’na değin Amerika olmadan hiçbir askeri harekatta bulunmadı.
Savaş ile Fransa ve Birleşik Krallık’ın güçsüz durumu sömürgelerin bağımsızlık sürecinin hızlandırırken, tüm dünya artık devrin değiştiğini ve güç dengesinin Avrupa’dan çoktan uzaklaştığını kabul etti.
İhsan Akbel
Kaynakça:
Oral Sander, Siyasi Tarih, İmge Kitabevi, sayfa 301-305
Ahmet Kuyaş, Gençler için Çağdaş Tarih, Epsilon Yayınevi, sayfa 208-209
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
Süveyş kanalını millileştirmesi güzelde, müslüman kardeşleri desteklemeyip onlarla alay etmesi tam bir şerefsizlikti. ?
Nasır’ın devrim anlayışı ulusal demokratik eksende gelişiyor. Tabi askeri darbe olması da pek iyi olmuyor ama orası iyisiyle kötüsüyle tartışılır bir konu.
Müslüman Kardeşlerse şeriatçi bir örgüt olduğu için Nasır’ın mantıken desteklemesi saçma olur. Bu günde şeriatçılıkla ilgisi olan örgütlerle bağını sürdüren MK için yine aynısı yapılırdı.