Avrupa’da bu yıl yapılan pek çok seçim ve referandum, kıtanın bütünlüğü ve geleceği açısından oldukça sıkıntılı bir sürecin başlangıcına işaret ediyor. 23 Haziran 2016’da yaptığı BREXIT Referandumu ile Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı alan Birleşik Krallık, kıta Avrupası’na adeta bir bomba bırakmış durumda. AB’nin ekonomik gücünü elinde tutan Almanya’ya, siyasi gücü de teslim eden Birleşik Krallık, Avrupa Birliği’nden 2019 yılı içerisinde ayrılmış olacak.
Kendini hiçbir zaman Avrupa’ya ait hissetmese de kıtanın kontrolü noktasında tedbiri elden bırakmayan Birleşik Krallık’ın önünde farklı bir yol var artık. Hem iç problemlerin çözümü hem de yeni bir dış politika üretmenin zorluğunu yaşayacak birkaç yıl. Üstelik büyük bir özgüvenle aldığı erken seçim kararının ardından meşruiyeti ve otoritesi sorgulanan bir Başbakan yönetiyor ülkeyi.
Fransa, Almanya, Hollanda ve Avusturya Seçimleri
Avrupa Birliği ise artık tamamen Almanya’nın kontrolüne girmiş gibi görünüyor. Kıtanın en büyük güçlerinden biri olan Fransa’nın Cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura kalan ve seçilemeyen Marine Le Pen’in “Fransa’yı iki kadından biri yönetecek: ben ya da Merkel” sözü durumu fazlasıyla özetliyor. Fransa, Almanya, Hollanda ve Avusturya’daki seçimler; İspanya’da yaşanan Katalonya krizi ve Polonya ile Macaristan’ın AB ile sürekli olarak ters düşmesi, şu sıralar ordu kurma çalışmalarına başlayan birliğin, dağılmadan önceki son ayak sesi olabilir.
Artık tek bir devlet hülyası kalmayan ve Avrupa Birleşik Devletleri olamayacak olan AB, ömrünü uzatmaya çalışan bir hasta adam görüntüsü çiziyor. Fransa’da Le Pen’in seçilememiş olması, Avrupa Birliği’ni hiç de rahatlatmış gözükmüyor. Aksine, Almanya, Hollanda ve Avusturya’da aşırı sağ partilerin iktidara göz kırpması AB’nin geleceğini temelden sorgulatıyor.
Hollanda’da 209 gün sonra kurulan merkez sağ hükümeti umut vermiyor. Avusturya’da aşırı sağın iktidar ortağı olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Almanya’da ise beklenen Jamaika koalisyonu kurulamadığı için erken seçim tartışmaları gündeme gelmeye başladı bile. Ancak anketler, aşırı sağcı AfD’nin yine mecliste olacağına işaret ediyor.
Asi Çocuklar: Polonya ve Macaristan
Avrupa Birliği’nin sıkıntı üyeleri olarak görülen Polonya ve Macaristan’da hali hazırda aşırı sağ hükümetleri görev yapıyor. AB Parlamentosu, Lizbon Antlaşması’nın 7. Maddesini bu iki ülke için de kabul etmiş durumda. Ancak söz konusu iki ülkenin, bu madde gereğince tutulacak olan raporların oylamasını veto edeceklerini açıklaması, sistemi şimdiden tıkıyor. Söz konusu maddelerin geçmesi halinde, bu iki ülkeyi çok ciddi yaptırımları bekliyor. Özellikle Polonya hükümetinin AB ile çelişkili ilişkisi ve Almanya’yı birlik içerisinde adeta bir tehdit olarak görmesi, Polonya-AB ilişkilerinde gerginliği daha da artırıyor.
Katalonya Krizi
Avrupa Birliği içerisindeki bir diğer temel sorun ise, ayrılıkçı hareketlerin artış göstermesi. Birleşik Krallık, AB’den ayrılma kararı aldığı için İskoçya’nın bağımsızlık konusu Avrupa Birliği için önemli bir konu değil. Birlik için İspanya’daki Katalonya krizi öncelikli konulardan biri.
1 Ekim’de İspanya Anayasası’na aykırı bir şekilde yapılan bağımsızlık referandumu sonucu, halkın %43’ü sandığa gitmiş ve %90’ın üzerinde bağımsızlığı destekleyici bir karar alınmıştı. Referandumu tanımayan merkezi hükümet, güvenlik güçlerini devreye sokarak pek çok insan hakları ihlaline yol açmış ve Katalonya Meclisi’ni de lağvetmişti. 27 Ekim’de gerçekleştirilen tek taraflı bağımsızlık ilanı da tanınmamıştı. İspanya Başbakanı Rajoy’un Katalonya’da erken seçim kararı alması ile de 21 Aralık’ta seçimlere gidilecek. Avrupa Birliği, İspanya merkezi hükümetinden yana tavır alırken, meydana gelen insan hakları ihlallerini de eleştirmişti. Macaristan ve Polonya’daki kadar gündemde olmasa da İspanya’da demokratik değerlerin tahribatı, insan hakları ihlalleri ve yolsuzluk meseleleri büyük bir sorun teşkil ediyor.
Lombardiya ve Veneto’nun Özerklik Referandumu
Ayrılıkçı hareketlerin bir diğer yüzü de İtalya ve Almanya’da görüldü. İtalya’nın kuzeyinde bulunan ve ulusal zenginliğin en önemli parçalarını oluşturan Lombardiya ve Veneto’da 22 Ekim’de özerklik referandumu yapıldı. İtalya nüfusunun dörtte biri bu iki bölgede yaşıyor ve yurtiçi hasılanın yaklaşık %30’u yine bu iki bölgeden elde ediliyor. İtalya Anayasası’na göre yapılan bu referandumun bağlayıcılığı olmamasına karşın, halkın talepleri bu yolla dile getirilmiş oluyor. Merkezi yönetim de özerklik görüşmeleri için hazır olduğunu açıklayarak, seçmene güven vermişti. Referandumun İtalya için önemi, ülkenin kuzeyinin bağımsızlık taleplerinin özerklik yoluyla yatıştırılmak istenmesinden kaynaklanıyor.
Bavyera’nın Bağımsızlığı Mümkün mü?
Almanya’da eylül ayında yapılan genel seçimlerden sonra gündeme gelen bir diğer konu, Bavyera’nın bağımsızlığı idi. Ülkenin en gelişmiş ve en zengin eyaletlerinden biri olan Bavyera, ufukta bir bağımsızlık hareketine sahne olabilir. Bağımsızlık yanlısı Bavyera Partisi, 2013’te yapılan eyalet seçimlerinden %2.1 oy oranı ile ayrılmış olsa da, bölgedeki bağımsızlık yanlıların oranı %23 olarak gösteriliyor. Ancak Bavyera’nın bağımsızlığı hali hazırda hukuken mümkün değil. Bağımsızlık için, merkezi hükümetin anayasayı değiştirerek eyaletlere ayrılma hakkı tanıması gerekiyor. Almanya’da ne Hristiyan Demokratlar ne de Sosyal Demokratlar, böyle bir düşünce içerisinde değil.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
Korsika ve kuzey ırlanda meseleleri eksik kalmış. Bu aralar özellikle korsikada heyecan dorukta.
Bide bosna hersekteki sırp cumhuriyeti var ama o tabi henüz AB toprağı olmadigi icin bu konuyla alakali değil ama ilerde olucak çünkü bosna hersekte abye giriyor.