Son zamanlarda Almanya siyasetini meşgul eden bir konu olan mülteci politikasında ortaya çıkan anlaşmazlık ve bu anlaşmazlığın olumsuz etkilerine değinmeden önce Almanya’da 24 Eylül 2017’de yapılan genel seçimleri kısaca hatırlamakta fayda var. Seçimlerde Angela Merkel lideliğindeki Hristiyan Demokratik Birlik (CDU/CSU), 4 yıl önceki seçimlerde aldığı oy sayısına kıyasla yüzde 9 oranında oy kaybı yaşamasına karşın toplam oyların %32.9’unu alarak seçimi ilk sırada tamamlamış, aşırı sağ popülist bir duruşa sahip olan Almanya için Alternatif (AfD) Partisi yüzde 13,3’lük bir oy alarak büyük bir çıkış yakalayarak Federal Meclise girmiş, Sosyal Demokrat Parti (SPD) oyların yüzde 20’sini alarak büyük bir yenilgi aldıklarını dile getirmişti.
İlerleyen günlerde hükümetin kurulabilmesi için ortaya atılan iki koalisyon seçeneği vardı. İlki Hristiyan Demokratik Birlik-Hür Parti-Yeşiller Partisi şeklinde kurulabilecek “Jamaika” koalisyonu, ikincisi ise Hristiyan Demokratik Birlik- Sosyal Demokat Parti arasında kurulabilecek bir koalisyondu. İlk seçenek Hür Parti ve Yeşiller Partisi arasındaki derin görüş ayrılıkları nedeniyle ihtimal dışı kaldıktan sonra geriye hükümetin kurulabilmesi için kalan tek seçenek CDU/CSU-SPD koalisyonuydu. Nitekim işçi hakları ve sağlık hizmetleri gibi zorlu konularda anlaşmaya varıldıktan sonra Bakanlık görevlerinin iki parti arasında paylaşılmasıyla 12 Mart’ta koalisyon tam anlamıyla siyasi hayatında başlamıştı.
AFD’nin bugüne kadar olan süreçte Federal Meclis’teki tavrı neoliberal, ırkçı ve popülist, ayrımcı, göçmen ve mülteci karşıtı, Avrupa’nın İslamileştirilmesine karşı bir çizgi üzerinden şekillendi. Mecliste kimi zaman yaşanan hararetli tartışmalar, göçmen ve mültecilere açık kapı politikası izleyen Merkel hükümetini zor durumda bıraktı. Almanya Şansölyesi Angela Merkel, İçişleri Bakanı ve aynı zamanda CSU Partisinden koalisyon ortağı olan Horst Seehofer arasında sığınmacı ve iltica konularının nasıl çözüleceği konusunda bir ihtilaf ortaya çıktı. Bu ayrışmanın temel noktası, Seehofer’ın ortaya attığıbir plan olarak; başka bir Avrupa Birliği ülkesinde kayıt altına alınan, Almanya’da daha önce iltica talebi reddedilen veya belgeleri olmayan sığınmacıların ülke sınırlarından geri çevrilmelerini öngören planına Merkel’in karşı çıkmasıdır. Merkel bu sorunu tek taraflı çözmekten ziyade Avrupa Birliği ülkeleriyle müzakere ederek çözmek istemektedir. Merkel’in hükümet ortağı CSU bu sorunun çözülmesi için Merkel’e Haziran sonuna kadar süre tanımıştı ancak kriz hala çözülebilmiş değil.
Bu noktada Merkel ilerleyen günlerde sığınmacı ve göçmenlerin Avrupa’ya ulaşmak için en çok tercih ettiği iki ülke olan İtalya ve Yunanistan ile ikili görüşmelerde bulunarak bir anlaşmaya varılabileceğini ifade etmişti. Aynı zamanda Avrupa Parlementosu krizin çözülmesi doğrultusunda bu günlerde “Dublin Sistemi” üzerinde tartışıyor. Dublin sistemine göre, iltica başvurusu yapmak isteyenler; Schengen sınırları içerisinde ilk ayak bastıkları ülkede bunu yapmak zorundalar. Bu sebeple yukarıda belirttiği üzere İtalya, İspanya ve Yunanistan çok sayıda iltica ve göç faaliyetlerine maruz kalmaları açısından bu konuda en çok baskı altında bulunan ülkelerdir. Avrupa Parlamentosu bununla birlikte sığınmacıların üye ülkeler arasında paylaştırılmasını öngörerek, üye ülkelerin bu konuda “sorumluluğu paylaşmaları gerektiğinin” altını çiziyor. Ancak bu karara Vişegrad ülkeleri olarak adlandırılan Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Macaristan tepki göstermekte. Bu sebeple AB zirvesinde sert bir tutum sergileyeceklerini belirttiler. Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanları 28-29 Haziran tarihlerinde Brüksel’de gerçekleşecek olan AB zirvesinde Dublin sistemini masaya yatıracak. Avusturya Temmuz ayında Avrupa Birliği dönem başkanlığını Bulgaristan’dan devralacak. Hatırlatmakta fayda var, Avusturya hükümeti göçmen karşıtı politikalarıyla içeride çok sayıda protestolarla karşılaşmıştı.
Öte yandan Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Nisan ayında Avrupa Birliği’ndeki son gelişmeleri değerlendirmek üzere Berlin’de bir araya gelmişti. İkili aynı zamanda AB içinde Euro para birimi kullanan ülkelerde 2021 yılında hayata geçirilmesi öngörülen bir reformun yol haritasını da çıkarmıştı. Bu reform planına göre Euro Birliği’nin daha istikrarlı hale getirilmesi adına ekonomik ve parasal birliğin bir “derinleşme sürecine” sokulması hedeflenmektedir. Bu karara karşılık Hollanda tarafından yazılan ve Avusturya,Belçika,Finlandiya ve Estonya dahil 12 ülke tarafından imzalanan bir protesto mektubu yazıldı. Diğer yandan, Avrupa ülkelerinde yaşanan siyasi krizler ve ticaret savaşları bu reformların hayata geçirilmesinin önünde büyük bir engel teşkil ediyor. Örneğin, İtalya’daki sağcı ve popülist kesimin oylarının yüzde 50’yi aşması, Euro Birliği’ni tehlikeye sokuyor ve birlik içinde bir derinleşmeden söz edilmesini zorlaştırıyor. Fransa ve Hollanda bu konuda “önce riskleri en aza indirip daha sonra derinleşmeye gidilmesi” konusunda aynı fikirdeler.
Tüm bu gelişmeler Merkel iktidarının sonu anlamına gelir mi? Koalisyonun kaderi ne olacak? İltica ve göç politikaları konusunda koalisyon içerisinde anlaşmazlık yaşayan Almanya için gelecek günler bir kriz mi yoksa bir çözüm mü getirecek? Öncelikle Merkel’in İçişleri Bakanı Seehofer’i görevden alması veya parlementodan güvenoyu istemesi mümkün. Ancak olası bir görev değişikliği gerçekleşirse,bu durum önce kurulması birkaç ayı bulan koalisyonun, daha sonra ise hükümetin sonunu getirebilir. Bu senaryo Almanya için yeni bir siyasi kriz anlamına gelmektedir. Hükümet krizini henüz atlatmış bir Almanya ve koalisyon iktidarı yeni bir krizin sinyalleri karşısında kayıtsız kalmayacaktır. Avrupa Birliği içerisindeki diğer ülkeler ile iltica ve göç konusunda anlaşmak ise daha zor bir seçenek. Çünkü her ne kadar Avrupa Birliği çatısı altında olsalar da özellikle göç ve iltica konusunda her ülkenin kendi güvenlik politikalarını oluştururken göz önünde bulundurduğu dinamikler ve çıkarların farklı olması bu konuda uzlaşmayı neredeyse imkansız kılıyor. Son olarak Alman halkının krize nasıl baktığına kısaca değinirsek, YouGov adlı internet sitesi üzerinden iki bin kişi ile yapılan bir ankete göre Almanların yüzde 43’ü Merkel’in koltuğunu devretmesi gerektiğini düşünüyor. Yüzde 42’lik kesim ise Merkel’in görevde kalmayı sürdürmesi gerektiğini söylüyor. Katılımcıların yüzde 15’inin görüş bildirmek istemediği belirtilmiş.Ayrıca Der Spiegel dergisinde yayınlanan iddialara göre Merkel’in diğer koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPU) erken seçim hazırlıklarına başladığı belirtiliyor.Tüm bu gelişmeler ışığında önümüzdeki günlerde krizin ve etkilerinin önce Almanya’da sonra Avrupa Birliği içinde nelere sebep olacağını hep birlikte göreceğiz.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.