2010’da Tunus’ta başlayan protestolar, benzer problemleri yaşayan coğrafyadaki diğer Arap ülkelerine sıçramış, 15 Mart 2011’de ise Suriye’ye sirayet etmiştir. Bölgede iç savaşın başlamasının ardından Suriye topraklarındaki siyasal ve yönetimsel açıdan beliren devlet denetimsizliği bölgeyi anarşik bir hâle dönüştürmüş, farklı aktörlerin güç mücadelesi için kullandığı bir arena haline getirmiştir. Bu çatışmalı ortamda ayakta kalmak için her türlü fırsatı kullanmaya gayret eden aktörler, çözülmesi zor olan bu düğümlere gün geçtikçe yenilerini eklemektedir. Ulusal çıkarlarının tehdit altına girmesiyle Türkiye, bölgede aktif bir şekilde bulunmak, var olan gücünü kendisine tehdit olabilecek tüm unsurları engellemek için kullanmaya devam etmektedir.
Milli Savunma Bakanlığı, 9 Ekim 2019 tarihinde, Türkiye’nin hudutlarının güvenliğini sağlamak, sınırlarının güneyinde bir terör koridoru oluşturulmasını engellemek, DEAŞ ve PKK/KCK/PYD-YPG başta olmak üzere milli güvenliğe tehdit oluşturan terör örgütleri ve teröristleri etkisiz hale getirmek, yerinden edilmiş Suriyelilerin evlerine ve topraklarına dönüşleri için uygun şartları sağlamak maksadıyla Barış Pınarı Harekâtına başladığını resmen duyurmuştur. Fırat Kalkanı Harekâtı ve Zeytin Dalı Harekâtı’nda olduğu gibi Barış Pınarı Harekâtı’nı da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun terörle mücadele doğrultusundaki 1373 (2001), 1624 (2005), 2170 (2014), 2178 (2014), 2249 (2015), 2254 (2015) sayılı kararları ve BM sözleşmesinin 51’inci maddesinde yer alan “Meşru Müdafaa Hakkı” çerçevesinde yürütme kararı almıştır.
Türkiye, Barış Pınarı Harekâtı’na başlamadan önce bölgedeki etkinliğini askeri güç kullanmadan gerçekleştirmek istemiştir. Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın doğusunda güvenli bölge oluşturmak amacıyla NATO ortağı ABD ile ortak kara devriyeleri yapmış, bu durumdan istediği ölçüde verim elde edemeyince askeri operasyon için yeşil ışık yakmıştır. 9 Ekim, Saat 16:10’da fiilen başlayan operasyonda Türkiye, Suriye sınırlarından 32 kilometre (20 mil) derinliğe girmeyi hedeflemiştir. Bu doğrultuda sınır hattı boyunca tehdit unsuru oluşturan YPG ile arasında tampon bölge oluşturmak istemiş, bu tampon bölgeye Türkiye’de yaşayan sığınmacıları yerleştirmeyi amaçlamıştır. Bölgedeki en stratejik noktalardan biri olan YPG terör örgütünün tüm lojistik ihtiyaçları için kullandığı M4 karayolunun kontrolünü ele geçirerek, hem örgütün mühimmat sevkiyatı ve ticaret rotasını engellemek hem de bu rota ile sınır güvenliğini büyük ölçüde sağlamayı planlanmıştır.
Harekâtın başladığı ilk andan itibaren istihbarat kaynaklarından alınan haberlere göre terör örgütü YPG, Türk ordusu ve Türk destekli SMO unsurlarına karşı mücadelede meşru olmayan bir çok yol izlemiş, askeri güç olarak kendisinden üstün olan Türkiye’ye karşı illegal yollar ile gücünü mümkün olduğunca artırmaya çalışmıştır. Türk kuvvetleri ve SMO’nun baskın gücü ile harekâtın ilk birkaç gününde büyük bir ilerleme kaydedilmiştir. Barış koridorunu kurmakta kararlı olan Türkiye, tek yol olan silahlı mücadeleyi sürdürürken başta Avrupa devletleri olmak üzere, birçok devlet ile iletişim halinde olmuş, sürdürdüğü mücadelenin meşru müdafaa kapsamında olduğunu her fırsatta vurgulamıştır.
Sahada operasyon devam ederken, YPG terör örgütü küreselleşmiş dünyanın etkili silahlarından olan sosyal medyada propagandalarına devam etmiş, Türkiye’nin sivilleri vurduğu algısını oluşturmaya çalışmıştır. SETA’nın araştırmalarına göre özellikle Batı medyasında bu propagandanın YPG terör örgütü lehine kamuoyunda yayıldığı gözlenmiştir. Asparagas haberler ile mücadelesini gerçekleştirmekte olan örgüt masum olduğu algısını hâlâ sürdürmektedir.
Türkiye’nin kararlı tutumu ile operasyon bölgesinde hızla ilerlemesi NATO müttefiki ABD tarafından defalarca kınanmış, ekonomik yaptırım tehditleri ile desteklenmiştir. ABD’nin Suriye’deki önceliği olan DAEŞ’i yok etme planında YPG’yi en etkili ortak olarak görmesi Türkiye ile olan ikili ilişkileri zaman zaman sekteye uğratmış, Türk yetkililerce eleştirilmiştir. 2014’te John Biden’in danışmanlığını yapan Colin Kahl, Foreign Policy dergisine yazmış olduğu makalesinde ABD’nin DAEŞ’e karşı mücadelesinde Türkiye ile operasyon yapma teklifinin reddedildiğini, bu durumun da kendilerini YPG terör örgütüne yönlendirdiğini vurgulamıştır. ABD gibi diğer NATO üyesi müttefik devletler de Türkiye’nin YPG terör örgütüne karşı mücadelesine yönelik bir takım ekonomik yaptırım söylemlerinde bulunmuştur. Tüm bu söylemlere rağmen Türkiye, sınır güvenliğini sağlamak için mücadelesine devam etmiştir.
Türkiye güvenli bölge için mücadelesine devam ederken sonuca daha hızlı ulaşabilmek maksadıyla, ABD’li yetkililerin talebiyle 17 Ekim 2019’da Ankara Mutabakatı imzalanmıştır. Mutabakat metnine göre ABD Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarını anladığını, özellikle kuzey Suriye’de ortak çıkarların temel alınması gerektiğini vurgulamıştır. Her iki devlet de NATO üyeliğinden hareketle birbirlerini herhangi bir tehdide karşı koruyacaklarını taahhüt etmişlerdir. Sivil hassasiyeti üzerinde durulmuş, yalnızca terör örgütlerine karşı mücadele edileceğinden bahsedilmiştir. Ayrıca Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüne bağlılıklarını tekrarlamışlardır. Barış Pınarı Harekâtı kapsamında ise YPG terör örgütünün ağır silahlarının toplanacağı ve örgütün 120 saat içinde Güvenli Bölgeden çekileceği kararlarına varılmıştır. Çekilmenin ardından Güvenli Bölgenin TSK tarafından kontrol edileceği vurgulanmıştır. Mutabakat metninden Türkiye lehine kararlar çıkmış, güvenli bölge oluşturma konusundaki net tavrı diplomasiye de yansımıştır.
Bölgenin önemli aktörlerinden biri olan Rusya ile de 22 Ekim 2019’da görüşülmüş ve görüşme sonunda Soçi Mutabakatı imzalanmıştır. Mutabakat metnine göre Ankara Mutabakatında olduğu gibi Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağlılıkları yinelenmiştir. NATO üyesi Türkiye’nin milli güvenliğinin korunması hususu ilk defa Rusya ile imzalanan bir mutabakatla kayıt altına alınmış, YPG terör örgütü ile olan mücadelede milli güvenlik olgusu Rusya’nın garantörlüğü altına alınmıştır. Tel Abyad ve Ras Al Ayn bölgelerinde 32 kilometre derinlikteki statükonun korunmasına ilişkin maddeyle ise Rusya Türkiye’nin yürütmüş olduğu harekâtın meşruluğunu kabul etmektedir. Rus askerlerinin girişimi ile terör unsurlarının güvenli bölge dışına çıkarılması temin edilmiş, Barış Pınarı Harekâtı kapsamında bulunan alanlarda, 10 kilometrelik derinlikte Türk-Rus ortak devriyelerinin gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca tarafların Astana Mekanizması çerçevesinde Suriye ihtilafına kalıcı siyasi çözüm bulmak amacıyla çalışmalarına devam edecekleri belirtilmiştir.
Ankara ve Soçi mutabakatlarında, Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı kapsamında yürütmüş olduğu Güvenli Bölge oluşturma çabası desteklenmiş, büyük ölçüde ilerleme kaydedilmiştir. Fakat uluslararası sistemin anarşik yapısı nedeniyle devletler arası ikili ilişkilerde varılan sonuçlara tam anlamıyla ulaşılamamıştır. Türkiye’nin güvenlik öncelikli endişelerini gidermek üzere başlatmış olduğu Barış Pınarı Harekâtı, küresel dünyanın iki büyük gücü tarafından mutabakatlarla desteklenmiş fakat bölgedeki çatışma ortamının devam etmesi bu antlaşmaların yürürlüğe tam anlamıyla girmesini engellemektedir. John Baylis’in de belirttiği gibi uzun soluklu ve sürdürülebilir barış ortamının sağlanamayacağını, bunun sebebinin ise güvenlik meselelerine kurulan iş birliklerinden daha fazla anlam yüklenmesinden kaynaklanmaktadır.
Türkiye’nin güvenliğini sağlama konusundaki ısrarlı tutumunun bir diğer sebebi ise bölgedeki aktörlere şüpheyle yaklaşmasıdır. Uluslararası sistemdeki anarşik yapıdan kaynaklanan düzensiz ve karmaşık ortamda hegemon bir gücün yokluğunda her aktör kendi gücünü ve kendi güvenliğini maksimize etmek ister. Eğer bu aktör bir terör örgütü ise bu doğrultuda meşru olmayan hareketler sergilemesi kaçınılmazdır. Türkiye’nin YPG terör örgütüne şüphe ile yaklaşması ve harekât düzenlemesi doğal bir sonuçtur.
Sonuç olarak Türkiye sürdürmekte olduğu Barış Pınarı Harekâtı ile hudutlarının güvenliğini sağlamak, güneyinde terör devleti oluşmasını engellemek, sığınmacı konumundaki Suriyelileri güvenlik koridoruna yerleştirerek hem tampon bölge ile terörist unsurlarla arasına set çekmek hem de ekonomik açıdan güvenliğini artırmak istemiştir. Sahada ve masada yürütmüş olduğu mücadele ile bu konuda net adımlar atmış, güvenlikten ödün verilemeyeceğini göstermiştir.
Yavuz Selim Özdemir
Stratejik Ortak Misafir Yazar
[irp posts=”20714″ name=”Barış Pınarı Harekatı Son Durum Haritası”]
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.