İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının durumu geçmişten günümüze uluslararası güçler tarafından her zaman masaya yatırılmak istenen, ülkelerin imtiyaz talep ettiği bir konu olarak öne çıkmıştır. Son olarak İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşılıklı açıklamalarıyla gündeme gelen Kanal istanbul projesi ile birlikte boğazların durumu ve projenin hayata geçmesiyle birlikte karşılaşılabilecek olumlu veya olumsuz birçok başlık tartışılmaya başlandı. Bu yazıda Kanal İstanbul’un amacı, ticaret ve savaş gemilerinin geçiş hakları, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin detayları, ve Kanal’ın ABD projesi olduğu iddialarının temelleri ele alınacaktır.
Kanal İstanbul, İstanbul’a ‘ikinci boğaz’ oluşturma, ticaret gemilerinin geçişiyle birlikte gelir elde etme, boğazlardaki gemi trafiğini hafifletme ve kanal çevresinde yaklaşık 1 milyon nüfuslu bir şehir oluşturma planı kapsamında 2011 yılında o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Çılgın Proje” olarak duyurduğu bir projedir.
Tübitak’ın Bilim ve Teknik Dergisi’nde 1990 yılında “İstanbul Kanalını Düşünüyorum” isimli yazısıyla dönemin Enerji Bakanlığı Müşaviri Yüksel Önem, İstanbul Boğazı’na alternatif bir su yolu yapılma projesinin Roma İmparatorluğu döneminde bu yana konuşulduğunu, 1550 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde tekrar gündeme geldiğini dile getirmişti.
Avcılar, Arnavutköy ve Başakşehir ilçelerindeki Küçükçekmece-Sazlıdere-Durusu hattından geçeceği duyurulan projenin, yaklaşık 45 km uzunluğunda, yüzeyde 145-150 m, tabanda ise yaklaşık 125 m olmak üzere 20.75 metre derinlikte olacağı belirtiliyor.
7 köprünün yapılacak olan projenin demir yolları ve 3. havalimanı ile de bağlantısı sağlanacak. Kanalın hayata geçirilmesiyle İstanbul’da iki yeni yarımada ve yeni bir de yeni bir ada (İstanbul Avrupa Yakası’nın yaklaşık yarısı) oluşacak. Son açıklanan bilgilere göre 75 milyar TL bütçesiyle göz dolduran projenin 7 yılda tamamlanması bekleniyor.
Ulaştırma Bakanlığı tarafından projelendirilen ve ÇED süreci Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yürütülen Kanal İstanbul’un çevresinde kurulması planlanan şehir ile ilgili İBB ve İSKİ’nin bölgedeki arazileri TOKİ’ye devredecek ve buradaki tüm gelir kanal finansmanı olarak kullanılacak.
Proje ile ilgili yaşanan son gelişmeler:
- Projeyi ‘cinayet olarak nitelendiren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, önceki yönetimin imzaladığı protokolden çekildiklerini söyledi.
- ÇED sürecini yöneten Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kanal İstanbul projesinin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporunu uygun bularak kabul etti. İmamoğlu’nun protokolden çekilme açıklamasına ilişkin konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, “Kanal İstanbul Projesi’yle İstanbul’a trafik, sosyal donatı ve yeşil alanlarıyla nefes aldıracak iki örnek akıllı şehri de yapacağız. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tek taraflı protokolden çekilme hakkı yoktur” ifadesini kullandı.
- Anayasa Mahkemesi, Kanal İstanbul’un Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli kapsamına alınmasına ilişkin düzenlemenin iptal istemini reddetti.
- Konuyla ilgili konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bunun çalışması, 1 haftalık, 1 aylık, 1 yıllık değil, ta belediye başkanlığımın sonlarına doğru atılmış bir adımdır. Biz bu adımı hayata geçireceğiz. Dünyada nasıl Süveyş varsa, Cebelitarık varsa, bizde de Kanal İstanbul olacak. Biz inşallah şurada önümüzdeki haftalarda ihaleyi yapıyoruz ve Kanal İstanbul’a başlıyoruz” diyerek ihalenin yakın bir zamanda yapılacağını duyurdu.
Türkiye’yi ikiye bölen Kanal İstanbul ile ilgili ortaya atılan en önemli iki iddia; çevreye zarar vererek ekolojik dengeyi bozacağı ve gemi geçişlerinde bahsedildiği gibi boğazın bypass edileceği. Yazının devamında “Kanal yapılırsa İstanbul Boğazı kapatılıp gemi geçişleri doğrudan Kanal İstanbul üzerinden sağlanabilir mi? Bu durumun hukuksal boyutu nedir? Montrö tekrar tartışmaya mı açılacak?” sorularının cevaplarını arayacağız. Bunu da boğazlar ile ilgili geçmişten bugüne imzalanan anlaşmalar, Montrö sözleşmesinin detayları ve ‘İstanbul Boğazı gemi trafiğine kapatılacak’ iddiasıyla ilgili yapılan açıklamalar ile ele alacağız.
Boğazlar ile ilgili tarihte yapılan bazı anlaşmalar şu şekilde;
Kale-i Sultaniye Antlaşması: Rusların Kırım’ı kontrol etmesinden sonra Karadeniz’de boy göstermesinin ardından 1809’da yapılan anlaşma ile “boğazların bütün devletlerin savaş gemilerine kapalılığı ilkesi” hayata geçti.
Edirne Antlaşması: 1829’da imzalanan anlaşma ile Rus ticaret gemilerine boğazlardan geçiş hakkı tanındı.
Hünkar İskelesi Antlaşması: Aradan geçen 4 yılın ardından Rus İmparatorluğu ile yapılan anlaşmada “Rusya bir saldırıya uğrarsa Osmanlı’nın boğazları kapatacağı” maddesi yer almış ve iddialara göre Rus savaş gemilerine boğazlar açılmıştır. Hünkar İskelesi Antlaşması, boğazlar sorununun başladığı anlaşma olarak bilinmektedir.
Londra Konferansı: İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya, Prusya ve Osmanlı Devleti’nin katıldığı konferansta boğazların Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olduğunun altı çizildi ancak Osmanlı’nın barış halindeyken boğazların bütün savaş gemilerine kapatılacağı belirtildi. Bu anlaşma ile Ruslar boğazlar üzerindeki imtiyazlarını kaybetti ve boğazlar uluslararası bir statü kazanmış oldu.
Daha sonra 1856 Paris ve 1871 Londra Antlaşmaları ile boğazlar anlaşması hukuki olarak son şeklini aldı, ta ki 1. Dünya Savaşı’na kadar.
Herkesin bildiği gibi Birinci Dünya Savaşı sırasında iki Alman savaş gemisi Goeben ve Breslau’nun Akdeniz’de İngiliz gemilerinin takibinden kaçarak Çanakkale Boğazı’ndan girmesi ve daha sonra Karadeniz’e ulaşmasıyla başlayan kriz, Montrö’ye kadar devam etti. Osmanlı, bu iki geminin satın alındığını ve adlarının Yavuz ve Midilli olarak değiştirildiğini duyursa da İngiltere buna inanmadı.
İlk olarak 1923 yılında Lozan’da imzalanan boğazlar sözleşmesine göre İstanbul ve Çanakkale Boğazı ‘askersizleştirildi’. Anlaşmaya göre Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının her iki kıyısı ile Marmara Denizi’ndeki adalar askerden arındırılarak bu bölgeler askeri çalışmalara kapatıldı. Bölgeye yönelik bir saldırı olduğunda Milletler Cemiyeti güvenliği sağlayacaktı. Aslında Türkiye açısından feci sonuçlara sahip hükümün Ankara açısından avantajı, ‘saldırıları Milletler Cemiyeti’nin bertaraf edeceği’ maddesi olmuştu.
Şimdi ise Kanal İstanbul projesinin gündeme gelmesiyle sorgulanan 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne gelelim.
Montrö ile Türkiye ne elde etmişti?
- 1923’te imzalanan Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde yer alan ‘askersizleştirme’ maddesi ortadan kaldırılarak boğazların askeri savunması ve idaresi tamamen Türkiye’ye bırakıldı.
- Boğazlardan geçmek isteyen gemilerin uygunluğunu denetleyen yabancı bir komisyondan oluşan “Milletlerarası Boğazlar Komisyonu” ortadan kaldırıldı.
- Gemilerin savaş ve barış zamanında boğazlardan geçişi ile ilgili kurallar belirlendi.
Kanal İstanbul projesi ile gündeme gelen Montrö maddesi, bu madde (iii.) ve maddenin alt başlıklarını oluşturan hükümlerde yer almaktadır.
Barış zamanında;
- Tüm ticaret gemileri boğazlardan geçebilir.
- 10.000 tonu geçen savaş gemileri boğazlardan geçemez, bu (10.000 ton) sınırın altındaki savaş gemileri de 21 günden uzun bir süre Karadeniz’e demir atamaz.
- Karadeniz’e kıyısı bulunmayan ülkelere ait savaş gemilerinin tonajının 30.000 ton, Karadeniz’e kıyısı bulunan devletler için ise 45.000 tona kadar sınırlama getirilmektedir.
Savaş zamanında;
- Türkiye tarafsız olduğu sürece tüm ticaret gemilerine geçiş hakkı verilmiştir.
- Türkiye savaş halindeyse; dilerse geminin savaş veya ticaret gemisi farkı olmaksızın tümüyle boğazı tüm ülkelere kapatabilir.
Kanalın kurulma amaçlarından biri olarak belirtilen İstanbul Boğazı’nın gemi trafiğinin azaltılması ise 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni gündeme getiriyor. 1936’da yıllık 3 bin gemim geçtiği boğazda şu an yaklaşık 50 bin gemi geçişi var. Bu rakamın 2050’de 100 bine yaklaşması bekleniyor.
Yrd. Doç. Dr Dolunay Özbek: Gemi geçişi yasaklanamaz
Kanal İstanbul’un Montrö’yü deleceğini söyleyen İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Uluslararası Hukuk Anabilim Dalı Üyesi ve Deniz Hukuk Araştırma Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr Dolunay Özbek, Montrö’nün projeyi engellemediğini ancak boğazların hiçbir şekilde gemi geçişine yasaklanamayacağını söyledi. Özbek, “Montrö Sözleşmesi feshedilse de Türkiye ticari gemi geçişlerini yasaklama yetkisine sahip değil. Öte yandan Boğaz’daki riski ve trafiği azaltmak için yapılacak projede Kanal ücretini vermek isteyen ve aslında riskli olan firmalar yine Boğaz’ı seçecek. O zaman risk azalmayacak. Ücret alınmazsa da bu projenin finansmanı nasıl sağlanacak” ifadesini kullandı. Sözleşmeye tek taraflı müdahale etmenin Türkiye’nin 1936 yılında kazandığı hakların sorgulanmasına yol açabileceğini vurgulayan Özbek şunları kaydetti:
“Türkiye Montrö uyarınca geçen gemilerden vergi ve harçlar alıyor. Bunlar Boğazlar’dan bir gidiş-dönüşe uygulanıyor. Kanal İstanbul’u kullanan gemiler için harçlar, hem Kanal ücreti, hem de Montrö ücreti olarak mı belirlenecek? Ya da Montrö Sözleşmesi’nin Ek I’de açıkça belirttiği usulden ayrılarak bir tür “yarı-ücret” mi alınacak? Tüm bunlar Türkiye tarafından belirlenmek zorunda. Bu da çok taraflı bir sözleşme düzenlemesi getirilmiş bir alana Türkiye’nin tek taraflı olarak müdahale etmesinin hukuka aykırı olduğu ithamları ile tekrar yüz yüze kalmasına yol açacak.”
Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kalın: Montrö’yü tartışmaya açmayız
Kanal İstanbul bir belediye projesi değil, devlet projesidir. Türkiye için bu yapılabilir bir projedir. İlgili kurumlar çalışmalarını sürdürüyor. Montrö’yü tartışmaya açmayız. Montrö Boğazlar Anlaşması, Türkiye’ye boğazlar konusunda tam yetki veren bir anlaşmadır. Kanal İstanbul bu anlaşma kapsamında yapılacak bir projedir. Montrö anlaşmasını ortadan kaldıracak bir proje değildir.
AK Parti Sözcüsü Çelik: ‘Kanal İstanbul, ticari gemiler için alternatif bir su Yolu’
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Kanal İstanbul’un Montrö Anlaşması ile çelişir hiçbir tarafı bulunmadığını vurguladığı konuşmasında, “Montrö ile ortaya konulan boğazlardan geçiş serbestisi aynen korunacak. Askeri gemilerin boğazdan geçişi sağlanacaktır. Kanal İstanbul, ticari gemiler için alternatif bir su yolu olarak son derece pratik, önemli bir alan oluşturacaktır. Zaman içerisinde Kanal İstanbul’un siyasi ve ekonomik getirilerini daha çok paylaşacağız.” şeklinde konuştu.
İstanbul Boğazı’ndan geçiş yapan gemilerden ücret alınıyor mu?
T.C. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın yabancı gemilerden net ton başına yaklaşık 0,90 Amerikan doları ücret aldığı biliniyor. 2017 yılında 42 bin 978’i İstanbul Boğazı, 44 bin 615’i Çanakkale Boğazı’ndan olmak üzere toplam 87 bin 593 gemi geçtiği belirtiliyor.
2017 yılında, gemilerden alınan fener, tahlisiye ücretleri ve kılavuzluk hizmetlerinden toplam 312 milyon 11 bin 630 lira gelir elde edildi. Konuyla ilgili eski Tuğamiral Ergun Mengi, 27 Ocak 2019 tarihli yazısında bu ücretlerin ciddi boyutta artırılması imkanı varken herhangi bir şekilde arayış içerisine girilmediğini iddia etti. Mengi, 2017 yılında toplam 87 bin 593 gemi geçmiş olmasına rağmen 2006 yılından itibaren geçen gemi sayılarında tedricen azalma görüldüğünü de ekledi.
Şu anda yaklaşık 0,90 dolar olan geçiş ücretinin Kanal İstanbul ile birlikte bu ücretin 5,5 dolar olacağı öngörülüyor. 100 bin tonluk ticaret gemisinin İstanbul boğazından geçisi 90 bin dolar olurken, Kanal İstanbul’dan geçisi 550 bin Amerikan dolarına tekabül ediyor.
‘Kanal İstanbul ABD projesi’
Kanal İstanbul ile ilgili bir diğer iddia ise Montrö’nün gündeme getirilmesini ABD’nin istediği, NATO’nun gemilerini Karadeniz’e sınırlı geçirebildiği için Kanal İstanbul projesine destek verdiği öne sürülüyor.
Montrö anlaşmasıyla kıyıdaş olmayan ülke gemilerinin Karadeniz’e girişi konusunda kısıtlamalar var. Bu gerekçeyle de NATO gemileri uzun süre Karadeniz’de ikamet edemiyor. Rusya’nın 2008’de Gürcistan’ı işgal etmesinin (Osetya Savaşı) ardından iki adet hastane gemisi göndermek isteyen ABD’ye Türkiye tarafından izin verilmemişti. Çünkü gemilerin tonajı Montrö’de yer alan sınırları aşıyordu ve her bir geminin 70 bin ton ağırlığı vardı.
Bu iddiayı savunanların en çok gündeme getirdiği iki olay ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2016 yılındaki Karadeniz ile ilgili açıklaması ve araştırmacı yazar Aytunç Altındal’ın bir televizyon programındaki açıklamaları.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya ile yaşanan uçak krizinin sona ermesinden yaklaşık bir ay önce, Türkiye’yi ziyaret eden NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e Karadeniz ile ilgili şu şekilde bir açıklama yaptığını aktardı:
“Bakın dedim, Karadeniz’de görünmüyorsunuz. Karadeniz’de görünmeyişiniz Karadeniz’i adeta Rusya’nın bir gölü haline dönüştürüyor. Burada kıyıdaş ülkeler olarak hepimiz üzerimize düşen görevi yapmak durumundayız. Olayın gerek hava gerek deniz gerek kara bütün alanlarda atılması gereken adımları NATO üyeleri olarak hep birlikte atmak zorundayız. Eğer atmazsak tarih bizi affetmez ve mevcut işbirliğimizi bölgesel anlayışına uygun olarak derinleştirmeliyiz.”
Araştırmacı yazar Aytunç Altındal, 2006’da katıldığı bir televizyon programında Condoleezza Rice’ın Türkiye ziyaretine ilişkin, “Türk basınında ne hikmetse yer verilmeyen fakat muhtemelen yarın veya en geç öbür gün Condoleezza Rice’ın açıklayacağı başka bir olay var. Bu geliş gidişler için de bundan hiç söz edilmiyor. Nedir o? Amerikan Deniz Kuvvetleri Donanması’nın Karadeniz’e çıkma isteği var. Ve bu bizim Montrö anlaşmamızın 11 ve 12. Maddeleri ihlal edildiği takdirde çıkabilir. Demek ki, Montrö gündemde…” açıklamasında bulunurken, Rice’ın dönemin Başbakanı Erdoğan’a Akdeniz’deki Amerikan gemilerini Karadeniz’e çıkarmak için Ankara’dan izin istediğini ifade etti.
Kanal İstanbul projesi ile Montrö’nün bypass edilemeyeceği ancak kanal ile birlikte Amerikan ve NATO savaş gemilerinin rahatlıkla Karadeniz’e ulaşabileceği iddia ediliyor.
Kaynak: StratejikOrtak.com
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.