2020’de Esed hükümetinin Türk askerlerine yönelik iki adet planlı saldırısı sonucu toplam 13 Türk askeri şehit olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, 2016 yılından beri, Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı Harekâtı ve Barış Pınarı Harekâtı ile terör örgütlerine yönelik başarılı ve büyük çaplı 3 operasyon gerçekleştirmiştir. Fakat Suriye hükümeti İdlib’i geri almak için Astana antlaşması ve Soçi mutabakatını yok saymaktadır. Peki, diplomasinin artık pek işe yaramadığı bir ortamda, yani masada artık daha fazla ilerleme kat edilmediğine göre, sahadaki varlığın daha da güçlendirilmesi mantıklı bir atılım olmaz mı?
Sahada Nasıl Güçlenilir?
Türkiye’nin karşısında uluslararası hukuku yok sayan bir Suriye hükümeti bulunmaktadır. Uluslararası hukuku yok sayan bir taraf elbette savaş hukukunu ve gerek Soçi gerekse Astana’nın garantör ülkelerine rağmen kendi başına hareket etmeye de devam edecektir. Türkiye bu durumda evvela siyasi anlamda, daha sonra da askeri anlamda büyük bir kararlılık göstermelidir. Suriye İç Savaşı’nın başlangıcından beri gerçekleştirdiği suçlardan yargılanması gereken Beşşar Esad, elbette güven vermeyen ve güvenilmemesi gereken bir aktördür. Bu bağlamda Suriye hükümeti ile uzlaşmak gibi irrasyonel bir tutumda bulunmak asla yapılmaması gereken bir davranıştır. Peki siyasi anlamda Türkiye nasıl bir kararlılık göstergesinde bulunabilir?
Olası Siyasi Kararlılık Göstergesi
Suriye hükümetinin zaman zaman Hatay üzerinden hak iddiasında bulunduğu aşikar bir durumdur. Hatta Ermenistan’ın bile Türkiye’nin doğu topraklarını tanımadığını ve Ermenistan Anayasası’nın 13. maddesine göre Türkiye’nin doğu topraklarını “Batı Ermenistan Cumhuriyeti” olarak tanıdığını da biliyoruz. Gerek Suriye gerekse Ermenistan’ın bu hak iddialarının içi boş olduğunu vurgulamakta fayda var. Zira her iki ülkenin de hak iddiaları, tek taraflı ‘de jure’, yani hukuki hak iddialarından ibaret olup, ‘de facto’, yani fiilî anlamda geçersiz bir durumdadır. İşte Türkiye Cumhuriyeti, bu noktada kendi yasama organı TBMM aracılığıyla, söz konusu bir yasa ile Misak-ı Milli’nin güney sınırlarını esas alan, yeni bir ‘de jure’ durum yaratabilir ve akabinde bu hukuki durumu ‘de facto’, yani fiili duruma dönüştürebilir. Yani TBMM’nin Türkiye-Suriye sınırını Misak-ı Milli sınırlarına göre esas aldığını, dolaysıyla İdlib’teki Esed rejimi unsurlarını asla kabul etmeyeceğini deklare etmesi gerekmektedir. Fakat Türkiye’nin bu siyasi gelişme esnasında ve sonrasında, Suriye İç Savaşı ve İdlib sorunu çerçevesinde geliştirilen mevcut siyasi saiklerin korunmasına dair bir devamlılık da göstermesi gerekmektedir. Zira uluslararası hukuk çerçevesinde işgalci duruma düşmemek için; Türkiye’nin güvenli bölge oluşturma gayretinden ve bu güvenli bölgelerde Suriyeli mültecilerin yerleştirilmeleri gerektiğinden vazgeçmediğini tekrar ederek bu amaçlarından bir cayma göstermediğini deklare etmelidir. Misak-ı Milli meselesi Türkiye’nin her döneminde mevcut olagelmiş ve Türk dış politika yapımcılarının zihinsel altyapılarında daima göz önünde bulunmuş bir meseledir. Bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti asla geri adım atmamalı, Esed hükümeti ile görüşmeyi düşünmemeli ve böylece siyasi kararlılığını en kısa zamanda oluşturması gerekmektedir.
Olası Askeri Kararlılık Göstergesi
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Suriye hükümetine yönelik politik argümanlarının kesin surette oluşturmasının ardından işbu kararlılığını sahaya dökmelidir. Zira masada kazanç sağlamak ve oluşturulan ‘de jure’, yani hukuki durumların sürdürülmesi icin, sahada güçlenmek ve yeni ‘de facto’, yani diili durumlar yaratmak gerekir. Rusya’ya masada dayattığımız fakat kabul edilmeyen muhtemel güvenli bölge sınırlarını, ki İdlib’in konumu dahil, sahada da Esed’e dayatmamız gerekiyor. İsrail’in bile Şam’ı bombaladığı bir ortamda, Türkiye hemen Hatay’ın yanındaki İdlib’in doğusundaki Rejim unsurlarını hızlı bir hava harekatı ile imha edebilir, akabinde 9-10 şubat tarihlerinde Hatay’dan İdlib’e naklettiği birliklerini söz konusu bölgeye kaydırıp Rejim unsurlarını geri püskürtebilir. Türkiye bu harekatı sadece söz konusu dayattığı sınırları hayata geçirip Rejim birliklerini bu hattın dışında kalması için hayata geçirmelidir. Akabinde sadece gözetleme kuleleriyle değil, fakat daha üstün vaziyetteki imkanlarla İdlib ve çevre köylerini koruması gerekir.
Uluslararası toplumun desteğini almak mühim!
Türk dış politika yapımcıları bu doğrultuda dünyadan kopmamalı, bilâkis daha aktif bir şekilde uluslararası toplumun desteğini almalıdır. Türkiye bu noktada amacının yeni topraklar ilhak etmek olmadığını, fakat ne pahasına olursa olsun söz konusu güvenli bölge ve Barış Koridoru’nu hayata geçirmek istediğini açıklamalıdır.
NATO’nun 4. maddesine göre:
“Taraflardan herhangi biri, Taraflardan birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman, tüm Taraflar birlikte danışmalarda bulunacaklardır.”
Türkiye Nato’nun bu maddesini gündeme almalı ve NATO üyelerinin desteğini talep etmelidir. Bunu gerek özel olarak NATO ve üyelerine bildirmesi gerekir, daha sonra hususî olarak ABD’ye de bildirmesi gerekmektedir.
NATO’nun 5. maddesine göre:
“Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldın olursa BM Yasası’nın 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan Taraf ya da Taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır. Böylesi herhangi bir saldın ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal Güvenlik Konseyi’ne bildirilecektir. Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir.”
NATO’nun 6. maddesine göre;
“Madde 5 açısından, Taraflardan bir ya da daha çoğuna karşı silahlı saldırı, aşağıdakileri de kapsar: – Tarafların Avrupa ya da Kuzey Amerika’daki topraklarına, Fransa’nın Cezayir Bölgesine (**), Türkiye topraklarına veya Taraflardan herhangi birinin egemenliği altında olan ve Yengeç Dönencesi’nin kuzeyinde yer alan adalara yapılan silahlı saldırı; – Bu topraklarda ya da bu toprakların üzerindeki hava sahasında bulunan, ya da Antlaşma’nın yürürlüğe girdiği tarihte Taraflardan herhangi birinin işgal kuvvetlerinin üslenmiş bulunduğu herhangi bir Avrupa toprağında veya Akdeniz’de, ya da Yengeç Dönencesi’nin kuzeyindeki Kuzey Atlantik bölgesinde bulunan Tarafların herhangi birine ait kuvvetlere, gemilere, ya da uçaklara yapılan silahlı saldın.”
Türkiye bu bağlamda NATO’nun 5. maddesinde yer alan BM’nin 51. maddesini esas almalıdır. Türkiye aynı zamanda 6. maddede yer alan “Türkiye topraklarına veya Taraflardan herhangi birinin egemenliği altında olan ve Yengeç Dönencesi’nin kuzeyinde yer alan adalara yapılan silahlı saldırı” kısmını esas almalı ve kendisine yönelik saldırıların Türkiye’nin egemenliği altında olan topraklarda vuku bulduğunu deklare etmelidir.
Bu doğrultuda hedefinin barış olduğunu ve nefs-i müdafaa hakkı doğrultusunda hareket ettiğini açıklamalıdır. Aynı zamanda ABD ile özel görüşmeler sürdürüp Esed’in tasfiyesini tekrar gündeme getirmelidir.
[irp posts=”18114″ name=”İdlib’de Son Durum Haritası: ‘3 Günde 2 Helikopter Düşürüldü'”]
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.