Modern Devletin Bir Biçimi: Sosyal Devlet

1199
Yazarlık Başvurusu

Dünya Savaşlarından sonra yardıma muhtaç insanların artmasıyla, toplumsal huzuru sağlayabilmek için gelir adaletsizliği konusunda devletlerin müdahalesi kaçınılmaz olurken sosyal devlet kavramını güçlendirmiştir. Günümüze kadar çeşitli aşamalardan geçen sosyal devlet yaklaşımı üzerine sebep-sonuç ilişkisiyle açıklanan eleştiriler de mevcuttur. 2019 yılının sonlarına doğru Çin’de ortaya çıkan ve 2020 yılının başlarından itibaren dünyaya yayılmaya başlayan koronavirüs salgını nedeniyle insanların hastalıkla mücadele ederken ekonomik ve sosyal kaygılarının artmasıyla birlikte sosyal devlet anlayışı giderek sorgulanmaya başlamıştır. Sorgulama sürecinin temelinde ise küreselleşme süreciyle birlikte ulusüstü ve ulusaşırı kurumların ortaya çıkması sonucunda ulus devletlerin etkisini giderek kaybetmesi vardır. Bu bağlamdan hareketle yazıda sosyal devlet kavramının ortaya çıkış süreci, gelişimi ve dönüşümüne odaklanılmaktadır.

Sosyal Devletin Gelişimi

İlk çağlarda Eski Yunan ve Roma’da, bireysel mülkiyet hakkının korunmasına önem verilirken devletin sosyal adaleti sağlamaya dönük politikaları olduğundan bahsedemeyiz. Sosyal devlete benzerlik gösteren belirtilerin ilk ortaya çıkmaya başladığı dönem olarak Orta Çağ’da dinin, devlet ve toplum hayatına etkisiyle olduğunu söylemek mümkündür.[1]

19. yüzyılda siyasi bir güç olarak ortaya çıkan işçi sınıfının bilinçlenmesiyle birlikte, kişilerin bireysel hak ve özgürlüklerine saygı duyan ama aktif bir müdahalede bulunmayan sadece denetlemekle yetinen “jandarma devlet” sorgulanmaya başlamıştır. Sanayi Devrimi’nin etkileri ve gelişen süreçte sosyalist ve Marksist düşüncelerin, burjuvazi tarafından engellenme isteğinin de etkisiyle sosyal devlet kavramı destek bulmuştur. Sosyal Devlet kavramının, Batı Ülkelerinin Anayasalarını etkilemesi ile sosyal hakların varlığının Devlet tarafından kabul edilerek korumaya alınması, iyileştirilmesi için çaba gösterilmesi, işçi eylemlerinin ve sosyalist düşünce akımlarının etkisiyle olmuştur.[2]

Toplumun büyük bir kesiminin, ekonomik yetersizlikten dolayı hayat şartlarının oldukça düşük olması ve soyut haklarını kullanamaması ile devlete yarattıkları baskı sosyal ve ekonomik anlamda önemli değişimlerin yaşanmasını sağlamıştır.  İşçi sınıfı içinde bulunduğu olumsuz koşullara karşı önemli mücadeleler sergileyerek 1848 İşçi Devrimi ile söz konusu sınıf mücadelelerinin en somut göstergesini ortaya koymuştur. 1848 Devrimi sonrasında devletin izleyici tavrını terk ederek sosyal ve ekonomik hayata dengeleyici müdahalelerde bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Bu sayede, devlete bireylerin refahını arttırmayı amaçlayan bir görev çizilmiştir.[3] Söz konusu müdahalede devlet yaklaşımı ilk olarak ekonomik istikrarın sağlanması iddiasıyla ortaya çıksa da değişen dünya düzeninin de zorlamasıyla sosyal sorunlara yönelik politika uygulamalarına da büyük oranda yer vermiştir. Müdahaleci devlet yaklaşımının dolayısıyla sosyal devlet kavramının altın çağını yaşadığı 1945-1970 döneminde istikrarlı bir ekonomik büyüme ve toplumsal refah artışı yaşandığı su götürmez bir gerçektir.[4]

William Temple

Sosyal devlet terimi ilk olarak 1941 yılında Archbishop Temple tarafından kullanılmıştır. Devletin ekonomiye aktif müdahalelerde bulunarak piyasa ekonomisinin başarısızlıklarını ve yetersizliklerini görünmez kılması beklentisiyle; sosyal devlet, vatandaşların belirli bir hayat şartlarını koruyarak yaşayabilmeleri ile sosyal ve ekonomik haklarla desteklenmesi amacı üzerine kurulmuştur. Refahın arttırılması için uygulanan programların, temel vatandaşlık hakkı olarak kabul edildiği sosyal devlet anlayışı, toplumsal eşitliğin gerçekleştirilmesiyle bağdaştırılarak kabul görmüştür. Tanım olarak ifade etmek gerekirse sosyal devlet; müdahaleci, düzenleyici, yeniden dağıtıcı, girişimci, bireylere hak ve özgürlüklerin sağlanması bakımından pozitif bir devlet anlayışıdır.[5]

Sosyal devletin literatürde yer alan amaçlarını her ülkenin algılama ve uygulama çeşitliliği farklı olduğundan bir tanımdan bahsetmek de oldukça zor ve yetersiz görünebilir. Ancak ülkemizin sosyal devlet anlayışında da bulunan başlıca amaçlarından bahsetmek istiyorum. Bu amaçları adil gelir dağılımı ve yoksullukla mücadele, fırsat eşitliği, sosyal denge-bütünleşme ve barışı sağlamak, ekonomik büyüme ve kalkınma, tam istihdam ve işsizlikle mücadele, sosyal güvenlik başlıkları altında toplayabiliriz.[6] Sosyal devletin uygulamaları için devletler, kendine özgü sosyal, ekonomik, politik ve kültürel koşullarına göre sosyal politikalar oluştururlar. Böylece farklı sosyal politikaların belirlediği çeşitli sosyal devlet türleri ortaya çıkmıştır.

Batı ülkelerinde sosyal politikalar üretilmesinde işçi sınıfının eylemleri ve sosyalist düşüncelerin baskısı mevcutken Türkiye’de devlet merkezli yani devletin biçimlendirdiği bir süreç olarak gelişmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan çok partili yaşama, modern bir toplum inşasından ekonomik kalkınmaya kadar birçok alanda olduğu gibi sosyal devlet anlayışının gelişiminde de egemen rolü yine devletin kendisi oynamıştır. 1961 Anayasası ile sosyal devlet kimliği güvence altına alınmış ve sosyal devletin altın çağında ülkemizde de önemli adımlar atılmıştır.[7] Bu kısımda “sosyal devlet” kavramıyla “sosyalist devlet” üzerindeki görüş farklılığına değinmek istiyorum;

Sosyal Devlet-Sosyalist Devlet

Doktrinde, sosyal devlet ile sosyalist devletin aynı kavramı işaret edip etmediği konusunda önemli bir görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bu kapsamda aynı anlama geldiklerini ve tamamen farklı kavramlar olduklarını öne süren iki farklı bakış açısından bahsedebiliriz.

Sosyal devlet ile sosyalist devletin aynı anlama geldiğini öne süren bakış, sosyal devleti; sosyalizme giden yolda sadece bir istasyon olarak ele alır. Marksist sosyalizmden farklı olarak sosyalizmin gelişmesinde tarihsel bir basamak olarak değerlendirir. Nitekim sosyal devlet, sosyalizmin bir aşaması olarak düşünülmektedir.

Yaygın olarak benimsenen ve benim de daha gerçekçi bulduğum düşünceye göre ise, sosyal devlet, kapitalizm ve sosyalizm arasında orta yol olarak değerlendirilmektedir. Çünkü her iki devlet anlayışı arasında mülkiyet, demokrasi ve sınıflar arası ilişkiler olarak ayırabileceğimiz üç temel noktada ayrılık bulunmaktadır. “Orta yol” ifadesine karşılık gelen sosyal devlette kapitalist üretim ile emek sektörü arasında uzlaşma sağlamak ve sermayenin ihtiyacı olan sosyal barış ve ekonomik istikrar ortamı oluşturmak amaçlanır. Böylece liberal devletin pasif tutumunun ters yönde etkinleştirilmesi ve sosyalist devletin müdahaleciliğine getirilen sınırlamalarla farklı toplumsal sınıfların uzlaşısına dayanan bir toplum inşası gerçekleştirilir.[8] Sosyalist bakış açısıyla değerlendiren düşünürler ise sosyal devleti, sermaye lehine çalışan, sahip olduğu müdahaleci araçları sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırmak yerine var olanı korumak amacı taşıyan kapitalist bir devlet olarak ifade etmektedir.[9]

Atatürk ilkelerinden biri olan “devletçilik” kavramıyla “sosyal devlet” kavramı arasında da bir benzerlik göze çarpsa da aynı anlamı ifade etmez. “Sosyal devlet” ilkesi devletin sosyal ve ekonomik hayata müdahalesi konusunda Anayasamızda yer almaktadır.[10]

“Sosyal Devlet” Kavramının Erozyonu

Sosyal devlet; 1950’lerden 1970’lere kadar yaşadığı altın çağda, Keynesyen ekonomi çerçevesinde, ekonomik büyümeyle, sermayeyi tatmin ederken, iş gücünü de tam istihdam ve refah artışı ile memnun kılmıştır. Devletin ekonomideki etkin rolü liberaller tarafından daima eleştirilirken 1970’lerde petrol krizleriyle birlikte sosyal devletin sorgulanmasına da uzanmıştır. 1980’lerden sonra sosyal devlet ilkelerinden giderek uzaklaşılırken neo-liberal politikalar hız kazanmıştır. Bu dönüşüm “sosyal devlet” olgusunun kapitalizm tarafından kendi çıkarlarını korumak için yarattığı bir yanılsama algısını güçlendirmektedir. Merkez ülkeler uygulamaya başladıkları neoliberal ekonomi politikalarını yaygınlaştırmak ve diğer ülkelerin ekonomilerine müdahalede edebilmek için çeşitli yollar geliştirmişlerdir. Savaş ve işgaller yanında, kapitalizmin uygulayıcısı ve küreselleşme tabanlı uluslararası örgütlerden faydalanmışlardır. Özellikle 2000’lerden sonra ulus devlet, kalkınma, milli ekonomi kavramları çağdışı bir görüş olarak değerlendirilirken, küreselleşme ise tüm sosyal ve ekonomik sorunların çözümü bir anahtar gözüyle sunulmuştur. Ancak az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin dezavantajına dönüşen ekonomik düzen ulusal pazarları derinden vurmuştur. Ülkelerin kapitalist sistemin yerleştirdiği taşlara sağladığı düzenle birlikte ise sınıfsal farklılıklar arasındaki gelir dağılımında adaletsizlik giderek artmış, sosyal barışı sağlamaktan uzaklaşmıştır.[11]

Özelleştirmelere hız verilen ve devletin yapısının olabildiğinde küçültülmesini öngören anlayışın sınıfsal eşitliği sağlama ve yoksullukla mücadele konusunda geliştirdiği çözümler geçici ve refah düzeni sağlamaktan uzaktır. İçinde bulunduğumuz dönemde de dünya devletleri salgın hastalıkla mücadele ederken bir yandan da ekonomik bir mücadele gerçekleştirmektedir. Vatandaşları tarafından, gerçekleştirdikleri sosyal yardımlar ve sağladıkları sosyal güvenlik açısından sorgulanmaktadır. Ekonomik dengesi oturmuş olan devletlerde bile karmaşık ve sıkıntılı bir şekilde ilerleyen sürecin sonunda ekonomik ve sosyal politikalarda nasıl bir dönüşüm yaşanacağını öngörmek çok kolay görünmüyor.

KAYNAK

[1] Ali Tarık Gümüş, ”Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü”,  Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi , Cilt 18, Sayı 2, 2010, s.119.

[2] Ayşe Özcan, ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümet Programlarının Sosyal Devlet İlkesi Açısından Konut, Eğitim, Sağlık ve Sosyal Güvenlik Konuları Üzerinden Karşılaştırılması (23 Nisan 1920-14 Mart 2003)’’, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, (Malatya 2004), s. 43.

[3] Ali Tarık Gümüş, a.g.m., s. 119.

[4] Coşkun Karaca ve Yeşim Çam,” Türkiye’de Sosyal Devlet Anlayışının Değerlendirilmesi”, Maliye Dergisi, Cilt 176, 2019, s.75.

[5] Serdar Yay, “Tarihsel Süreçte Türkiye’de Sosyal Devlet”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Eğitim Bilimleri ve Sosyal Araştırmaları Dergisi, Cilt 3, Sayı 9, 2014, s.148.

[6] İsmail Mansur Özdemir, ‘‘Küreselleşme Sürecinde Türkiye’de Sosyal Devlet ve Sosyal Hizmetler, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, (Konya 2008), ss.79-89.

[7] Serdar Yay, a.g.m., s. 151.

[8] Ali Tarık Gümüş, Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, (Konya 2010), ss.135-136.

[9] Coşkun Karaca ve Yeşim Çam, a.g.m., s.75.

[10] Kemal Gözler, ‘‘Türk Anayasa Hukuku’’, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa 2000, s.156.

[11] Ali Tarık Gümüş, a.g.m., s. 128.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz