Geçmişten Günümüze Feminizm

1038

Feminizm kavramının sözlük anlamına baktığımızda “Toplumda kadının haklarını çoğaltma, erkeğinkiler düzeyine çıkarma, eşitlik sağlama amacını güden düşünce akımı, kadın hareketi” olarak tanımlandığını görürüz.[1] Tanımdan da anlaşılacağı gibi “kadın hakları” ile kastedilen, cinsiyetinden dolayı erkek bireyden daha üstün veya farklı haklar talebi değildir. İnsan haklarından doğan bir eşitlik arzusudur. Ya da daha geniş bir ifadeyle, farklı kültürlerde ortaya çıkan değişik fraksiyonlarında ortak kaygı ve değerlerinden çıkarabileceğimiz anlam bütününde Feminizm; “normun erkek olduğu kabul edilen ataerkil toplumlarca kadının dışlanışını, aşağılanışını, ezilişini, sömürülüşünü ve kendine yabancılaştırılmasını sergileyen, inceleyen, değişim isteyen ya da en azından bu olgulara ilişkin söylemlerin ve tavırların bilincinde olan yaklaşım” olarak tanımlanabilir.[2] Feminizm, sadece düşünce pratiğinde şekillenmez. Kadınların insani koşullarda eşitlik talepleri yönünde dünyanın değiştirilmesini, aynı zamanda erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkilerin sorgulanmasını ve yeniden kurgulanmasını hedefleyen düşüncelerin eylemsel pratiği olan bir toplumsal harekettir.[3]

Kadın Haklarının Savunusu

Batı’da Kadının ayak seslerinin, Feminizm üzerine yazılmış ilk eser kabul edilen, Mary Wollstonecraft’ın 18. yüzyılda yazdığı Kadın Haklarının Savunusu (Vindication of the Rights of Woman) adlı kitabıyla duyulmaya başladığını söylemek yanlış olmaz. Kadınların eğitim, hukuk ve siyaset alanlarında erkeklerle aynı haklara sahip olduğunu iddia ettiği kitabıyla yarattığı etkiyle feminizmin bir toplumsal harekete dönüşeceğinin sinyalini vermiştir.[4] Oysa ki kadınların içinde bulundukları sosyal yapıda kültürel, siyasal ve ekonomik ayrımcılığa maruz kalmaları ile ötekileştirilme durumu 18. Ve 19. yy. ekseninde gelişen bir süreç değildir. Pek çok toplum çeşidinde insan olarak bile sayılmayan kadınların, miras hakkından mahrum edilmekle kalmayıp sözleşmelerde pazarlık mevzusu yapılması, evleneceği insanı bile seçemiyor olması ilkçağlardan itibaren yerleşmiş ve normalleşmiş bir kurallar bütünüydü. Geleneksel olarak sosyal hayat içinde kadına düşen görevde çocuk bakmak ve yetiştirmek olarak kodlanmıştır. İşte bahsi geçen eleştirel duyarlılığa sahip toplumsal hareketlerin görüldüğü yüzyılda gün yüzüne çıkan da bu ayrımcılık değil, çeşitli sınıfsal gruplar tarafından ayrımcılığa maruz kalındığının fark edilmesidir. Sınıf zincirinin farkındalığını hissettiren dönüşümlerinde yaşanmasıyla kendilerini ötekileştirilmiş olarak gören toplumsal grupları, Fransız Devrimi’nin ortaya attığı özgürlük, eşitlik gibi kavramlar mücadeleye yöneltmiştir.[5]

Avrupa ve Amerika’da aydınlanma süreci olarak adlandırılan dönemde insanlık tecrübesinin bir sonucu olan İnsan Hakları Bildirisi’nin kabulüyle taşıdığı evrensellik iddiası kadınlar için de haklarını kabul ettirme konusunda ümit aşılayan bir gelişme olmuştur. Toplumun temel yapılarından dışlanan kadın kimliği birinci dalga feministleri olarak tanımlayabileceğimiz bir toplumsal hareketle, vatandaş tanımlamalarının sadece erkekler üzerinden yapılmasına karşı çıkarak yasal, sivil ve siyasal haklarının erkeklerle eşitlenmesi uğraşını vermişlerdir. Bu uğraşı kadınlar nezdinde aileye veya anne olma rollerine karşı değil, aile yapısı içinde erkek otoritesine karşı boyun eğdirilmelerini ve hemen hemen toplumun her alanını işgal eden eril otoriteye karşı eşit söz hakkı mücadelesidir. Nitekim toplumu ilgilendiren bu devrimler, toplumsal hayatın en büyük yapı taşlarından birini yine görmezden gelmeyi tercih etmiş, cinsiyete dayalı ayrımcılığın ortadan kalkması konusunda olumlu bir etki yaratamamıştır. Öyle ki doğal haklar ilkesinin babası olarak kabul edilen John Locke ve onu takip eden diğer kuramcılar kadının vatandaşlık hakkına layık akıl ve mantığa sahip olmadığını öne sürerken, Napolyon’un “kadınlar hiçbir siyasal hakka sahip olmadığından vatandaş olarak tanımlanmaları doğru değildir” açıklaması Fransız Devrimi’nin kadınların adalet arayışına verdiği cevabın bir özeti niteliğindedir.[6] İnandıkları insani yaşam şartlarını elde etmek uğruna karşı cinsle birlikte otoriteye karşı mücadele etmiş Rönesans devri aydın kadınları kamusal hayattan dışlanmaya devam ettikleri bir sonuca uyanınca yaşadıkları şaşkınlık yerini isyan hareketlerine bırakmıştır.

Kadınların ekonomik olarak kendi ayaklarının üzerinde durması, 1870’de İngiltere’de, 1880’de Fransa, 1890’da Almanya’da üniversite kapılarının kadınlara açılmasıyla birlikte eğitim kurumlarında kabul görmeye başlaması, çocukların velayetine ilişkin davalarda yasal duruma taraf olma ve evli kadınların mal varlığını koruyucu yasaların kabul edilmesi Birinci Dalga Feministlerin başarılarındandır. Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden süreçte “Uluslararası Kadın Konseyi” ve “Kadın Oy Hakkı Birliği” gibi büyük feminist oluşumlar yeni savaş karşıtı duruş sergilemiş ve kadın emekçilerin haklarının peşine düşmüşlerdir. Yoğun çalışmaları sayesinde eğitim hakkına ek olarak en önemli vatandaşlık haklarından biri olan seçme hakkını birçok ülkede elde etmişlerdir.[7]

Kadınların elde ettiklerinden bahsettiğimiz eğitim hakkının erkek öğrencilerle eşit şartlarda ve sorunsuzca işlediğini düşünmek de ütopik bir yaklaşım olur. Feminist hareketlerin yükselişe geçtiği ikinci dalga olarak nitelendirilen 1970’lere kadar akademi içinde ve dışında birçok kadın tarihle, bilimle ilgilenmiştir. Ancak ayrımcılık akademide de kendini göstermiş hatta üniversitedeki kadın varlığı eril kültür için bir tehdit olarak yorumlanmıştır. Bu görüş doğrultusunda ziyaretçi öğrenci statüsü icat edilerek kadınların diploma alması da zorlaştırılmıştır. Örneğin Almanya, üniversitelerin gelişmesinde öncü olarak tanımlanır. Kadın öğrencilere karşı ise üniversitelerin kapılarının en sert şekilde kapanmasıyla büyük bir çelişkiye imza atmıştır. Bu çelişkinin bir benzeri de İngiltere’de yaşanmış 1860’larda kadınlar sadece dersleri dinlemek için üniversiteye kabul edilmiş herhangi bir derece almalarına izin verilmemiştir. Yaşadığımız toplumun yakın tarihinden örnek vermek gerekirse Osmanlı’da kadınların yükseköğrenim hakkı elde etmesi ancak 1914’de açılan İstanbul Üniversitesi bünyesindeki İnas Darülfünunu ile mümkün olmuştur.[8]

Sanayi devriminin ardından emek gücüne olan ihtiyacın artmasıyla işçi sınıfında kendine yer bulan kadınlarında farklı talepleri vardı. Sosyalizm ve komünizm ile kadın hareketleri arasında kurumsal ittifaklar oluşturulmuştu. Kadın emeğine daha düşük biçilen ücret belirlemesine ve kadınların ticaretin dışında bırakılmasına son verilmesi, kadın işçiler için sağlıklı çalışma şartlarında iş güvenliğinin sağlanması bunlardan öne çıkanlarıydı. Toplumda kanıksanmış sınıf farklılıkları kadın hareketinde de böylece kendini hissettirdi. Farklı sorunlarla boğuşan kadınlar çözüm yolunu da farklı yorumladılar.[9]

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra değişen dünya düzeni toplumsal kadın hareketlerini de etkilemiş farklı söylemler ve eylemler kazandırmıştır. Emperyalizm ve bağımsızlık hareketleri gibi dünya ülkelerinin yüzleştiği kavramların dışında kalmak istemeyen feminist kadınlar söylemlerini bu şartlara uygun olarak düzenlemiştir. Toplumun yerleşmiş kurallarını sorgulayan bireysel özgürlük temasının yanında ırksal eşitlik konularının da üzerinde duruldu. Dünyanın farklı ülkelerinde açılan kadın konseylerinde bir araya gelerek yeni kültürlerle tanışma, farklı söylemler geliştirme konusunda yol kat etmiş, bilinç yükseltici görüşmeler gerçekleştirilmiştir diyebiliriz. Bu sayede dönem feminist söylemlerini öncekilerden ayıran ve öne çıkan da “kız kardeşlik” birleştirici bir slogan olarak öne sürülmüştür. İş hayatında eşitlik, kürtaj hakkı, sendika talebi öne çıkan gündemleri olmuştur.[10] Ayrıca ataerkil olarak oluşturulduğunu öne sürdükleri süregelen tarih, edebiyat, kültür dilini eleştirmişler ve Batı’da tarih kitaplarının yeni bir dille yazılmasına öncülük etmişlerdir. Tarih yazımında ve incelemesinde kadınların bütünün dışında tutularak etkisiz varlıklar olarak gösterilmesi ile tarih alanının dışına itilmesini kanıksamış erkek bireyin düşünce yapısıyla da mücadele etmişlerdir.[11]

Feminizm için yaptığımız tarihsel çıkarım gerek ortaya çıkış yeri gerek baskın yönüyle Batı’da kimlik arayışında olan kadını yansıtır gibi görünse de Siyahi Feministler ve Üçüncü Dünyalı Feministler olarak tanımlanan kadın direniş grupları farklılıkları yok saymadan dile getirme eğiliminde olmuşlardır. Feminizmin üçüncü dalgası olarak adlandırılan bu dönüşümde feministler sadece kadınların mevcut durumunu konu edinmemiş, savaş, güvenlik, uluslararası ilişkiler, çevre sorunları, etnik farklılıklara saygı gibi konuları da değişen dünya düzeninde eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmişlerdir.[12]

Üniversitelerde açılan kadın araştırmaları bölümleriyle sosyologlar, psikologlar ve antropologlar, kadının bilimde, siyasette, topluma yön veren her alanda var olmasının önündeki engelleri araştırmaya ve eleştirmeye başlamıştır. İşte kadın akademisyenlerin uluslararası ilişkiler disiplinine sızması da bu döneme denk gelir. “Önde gelen feminist düşünürlerden Cynthia Enloe’ya göre maksat sadece uluslararası ilişkilerde toplumsal cinsiyetin etkisini araştırmak değildir. Enloe çalışmalarında bir otorite olarak devletin hangi maksatla ‘erillik’ ve ‘dişilik’ fikirlerine ihtiyacı olduğunu açıklamaya çalışmıştır.”[13] Feministler öncelikle ön yargıların üzerine giderek kadını disiplinde görünür kılmak sonrasında ise kadın bakış açısını ve tecrübelerini uluslararası ilişkiler çalışmalarına katmayı hedeflemiştir.

Cynthia Enloe

Feminizmin, Uluslararası İlişkiler disiplininde yer bulduğuna ilk işaretler hiç şüphesiz yapılan yayınlardır. Soğuk Savaşın bitmesine yakın bir dönemde, İngiltere’de, ‘Uluslararası İlişkilerde Kadın’ konusunu ön planda işleyen Millennium dergisi, Uluslararası İlişkilerde feminist yazının başlangıcını oluşturur. Bu başlangıcı birçok konferans ve basılı kitap, feminist araştırma çalışmaları izlemiştir. Uluslararası ilişkiler bilindiği üzere sosyal bilimlerin birçok alanını kapsar. 1970’lerin başından beri sosyal bilimleri sorgulayan feminizmin Uluslararası İlişkilerin bir parçası haline gelmesi kaçınılmazdı.[14]

Sonuç yerine;

Sözlük anlamıyla feminizmden ziyade farklı toplumlarda çağrışım yapan ve algısal feminizme değinecek olsak sanırım bunu bir tepkisellik ya da başkaldırı olarak yapabilirdik. Kadının toplumdaki yerine değinen herhangi bir eleştiride ya da tespitte “Feminist misin?” sorusuyla karşılaşmamız kaçınılmazdır. Çoğu zaman bu sorunun ardında, tehlikeli bir tespitte bulunulmuşçasına yapılan bir iğneleme, küçümseme hatta korku sezmek olasıdır. Çünkü feminizm günümüzde birçok toplum yapısında tehlikeli bir kavram olarak algılanır. Bu da bizim feminizmden ne anladığımızla ilgili olduğu kadar, Feminist Hareketin kendini tanıtmakta ne kadar başarılı olduğunu da sorgulamaya sebep veren bir etkendir. Günümüzde “Feminizm nedir?” sorusuna cevap arayan birey öncelikle “Feminizm ne değildir?” ile yüzleşmek zorundadır.[15]

Genel bir tanımdan bahsetmenin oldukça güç olduğu kavramların başında hiç şüphesiz feminizm gelir. Bireysel hak ve özgürlükler kapsamında kadının yerini sorgulayan, toplumsal cinsiyet rollerinde eşit şartlara ulaşmayı öngören bilinçlenme hareketine sayısız anlamlar yüklenmiştir. 1960’larda Simone de Beauvoir tarafından öne sürülen ve varoluşçu felsefeye dayandırılan feminizm daha çok benimsenmiştir.

Bu hareketin yapısı ve dışavurumu farklı kültür ve coğrafyada yer alan, dolayısıyla birbirinden farklı tür ve boyutta sorunlarla karşılaşmış kadınlar tarafından biçimlendirilmiştir. Uğruna mücadele edilen düşünceler, kültürel ve sosyal konumun getirdiği farklılıklar sayesinde feminist hareket ve anlayışları değişik birçok yorumda yer bulmuştur. Kadının kamusal ve özel alandaki yerinin tartışılması bir yana, yasal haklarını elde etmiş olsalar da toplumsal boyutta çözülemeyen sorunlar yerini koruyor. Feminizm, uluslararası kuruluşlarda yer edinebilen kadın nüfusun siyasette ve yönetim alanında kapladığı alanın boyutunu sorgulamaya devam ediyor.

Son olarak 2019 yılında feminist hareket dünyadaki kadın cinayetlerine yönelik farkındalık yaratmak amacıyla, başlangıcı Şili’de olan “Las Tesis” adlı danslı bir protesto biçimini dünyanın birçok yerine yayarak destek görmüştür. Özellikle 21. yy’da kadın hareketinin öncelikli gündemi şiddet olaylarının artışı ve cinsel istismarı protesto etmek oluyorsa, toplumu ve siyaset hayatını meydana getiren etkili dinamiklerin ciddiyetle üzerine eğilmesi gerektiği bir konumuz var demektir.

KAYNAK

[1] Feminizm nedir? Bkz. Türk Dil Kurumu, https://sozluk.tdk.gov.tr/  (Erişim Tarihi: 28.05.2020)

[2] Dilek Doltaş, “Batı’daki Feminist Kuramlar ve 1980 Sonrası Türk Feminizmi”, Türkiye’de Kadın Olgusu, İstanbul: Say Yayınevi, 1992, ss. 51-52

[3] Duygu Alptekin, “From Street To Academy: İnstitutionalism Process Of Woman’s Movement”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt 26, 2011, s.35

[4] Ümran Kartal, Küreselleşme Karşısında Feminizmin Konumu, Yüksek lisans tezi, İstanbul, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003, s.60.

[5] Muhittin Ataman, “Feminizm: Geleneksel Uluslararası İlişkiler Teorilerine Alternatif Yaklaşımlar Demeti”, Alternatif Politika, Cilt 1, Sayı 1, 2009, s.2.

[6] Emine Türkoğlu, Uluslararası İlişkiler Kuramında Feminizm, Yüksek Lisans Tezi, Konya, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015, s.7-8.

[7] Alptekin, a.g.m., s.36

[8] Serpil Çakır, ‘’Feminist Tarih Yazımı: Tarihin Kadınlar İçin, Kadınlar Tarafından Yeniden İnşası’’, Birkaç Arpa Boyu 21.Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar, der. Serpil Sancar, (İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2011), s. 515

[9] Kartal, a.g.e., s.61.

[10] Ataman, a.g.m., s. 4.

[11] Çakır, a.g.m., s. 515.

[12] Gün Taş, ‘’Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri’’, Akademik Hassasiyetler, Cilt 3, Sayı 5, s. 172.

[13] Türkoğlu, a.g.e., s.40.

[14] Zeynep Arıöz, Uluslararası İlişkiler Disiplininde Feminizm, Yeni Savaş Bağlamında Feminist Güvenlik Yaklaşımı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012, s.13.

[15] Türkoğlu, a.g.e., s.5.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz