Türkiye ile Yunanistan arasında Doğu Akdeniz’de Meis Adası üzerinden yaşanan “Navtex” gerginliği, adaların yetki alanlarının belirlenmesi tartışmasını tekrar gündeme getirdi. Yunanistan, bütün adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakkı olduğu tezini savunuyor. Adaların da aynı anakaralar gibi muamele göreceğini, küçücük bir ada dahi olsa buna tam kıta sahanlığı ya da münhasır ekonomik bölge hakkı talebinde bulunuyor.
Yunanistan özellikle Girit Adası çevresinde hak iddiasını, adaların kendi münhasır ekonomik bölge hakları olduğu tezine dayandırıyor. Bu çerçevede Kaşot-Çoban, Rodos ve Meis adalarını kullanarak, Türkiye’nin 189 bin kilometrekarelik münhasır ekonomik bölge alanını 41 bin kilometrekareye indirmek için uzun süredir çabalıyor.
Tartışmanın Odağı Meis
Türkiye tarafından reddedilen Yunanistan’ın tezlerine göre Meis Adası kendisinden 4 bin kat daha fazla deniz alanı yaratıyor. Bu durum uluslararası hukukta belirtilen hakkaniyet ilkesine karşı geliyor. Ankara; yüz ölçümü 10 kilometrekare olan, Anadolu’ya 2 kilometre, Yunan ana karasına ise 580 kilometre uzaklıkta olan bir Meis Adası’nın 40 bin kilometrekare genişliğinde kıta sahanlığı alanı yaratmasının rasyonel ve uluslararası hukuka uygun bir tez olmadığını vurguluyor. Oruç Reis’in araştırma yapacağı deniz alanı, Türkiye’nin BM’ye bildirdiği kıta sahanlığı sınırları ve 2012’de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) verilen ruhsat sahaları içinde yer alıyor. Barbaros Hayrettin Paşa da daha önce söz konusu sahanın bir bölümünde faaliyetlerde bulunmuştu.
Kıbrıs ve Girit başta olmak üzere Ege-Akdeniz’de Yunan tezlerinin iflası anlamına gelen ve Yunanistan’ın tezini çürüten, Türkiye’nin tezlerini destekleyen Uluslararası Adalet Divanı karalarından bazıları ise şunlar;
- İngiltere-Fransa arasında 1977’deki davada, Fransa kıyılarına yakın adaları tamamen çevrelenmesi ve bunlara kıta sahanlığı hakkı verilmemesi kararlaştırıldı.
- 1983 yılı Gine-Gine Bissau davasında mahkeme, ortay hattın ters tarafında yer alan Alcatraz Adaları’na, karasuları kadar deniz yetki alanı tanıdı.
- Malta-Libya arasındaki 1984’deki davada, Malta’ya eşit uzaklık dikkate alınmadı, Libya’ya daha fazla deniz yetki alanı verildi.
- 1992 yılında görülen Kanada-Fransa Saint Pierre & Miquelon davasında mahkeme, Kanada sahillerine yakın Fransız adaları Saint Pierre & Miquelon’a ana karalara tanınan deniz yetki alanları kadar yetki tanımadı.
- 1999 yılı Eritre-Yemen davasında, Yemen’in egemenliğinde olduğu mahkeme kararıyla teyit edilen Cebel el-Tayr ve Zubeyr adalarına karasuyu genişliği kadar deniz yetki alanı tanındı ve bahse konu iki ada, iki ülke arasında ortay hattın belirlenmesinde dikkate alınmadı.
- 2009 yılında Romanya ile Ukrayna arasında Karadeniz’deki deniz yetki alanlarının paylaşımına ilişkin uyuşmazlığın çözülmesi amacıyla toplanan mahkeme, Ukrayna’ya ait olan ve ortay hattın ters tarafında yer alan Yılan Adası’na karasuyu kadar deniz yetki alanı tanıdı.
- Tunus ile Libya arasında Tunus sahillerine yakın İtalyan adalarına da kara sularının ötesinde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge verilmedi.
- Nikaragua-Kolombiya arasındaki 2012’deki davada, Nikaragua kıyısına yakın Kolombiya adaları bulunuyordu. Bu adalara da kara sularının ötesinde etki verilmedi.
Doğu Akdeniz’de tartışmalı bölge yoktur; Yunanistan’ın haksız ve hukuksuz maximalist talepleri vardır.
Türkiye, 27 Kasım 2019’da Libya ile imzaladığı Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma anlaşması ile Yunanistan’ın Girit, Karpathos ve Rodos adalarının güneyinde kalan bölgeyi kıta sahanlığı kapsamında gördüğünü ilan etmiş ve bu anlaşmayı BM’ye kaydettirmişti. Anlaşmanın uluslararası hukuka göre bir geçerliliği olmadığını savunan Atina, 1982 tarihli Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre adaların kıta sahanlığı hakları olduğunu, Türkiye’nin ortaya koyduğu haritanın Yunanistan’ın egemenlik haklarını çiğnediğini ilan etmişti.
Yunanistan’ın Mısır ile 6 Ağustos Perşembe günü imzaladığı deniz yetki alanlarını belirleyen anlaşma, Türkiye ile Yunanistan arasındaki müzakerelerin yeniden askıya alınmasına neden oldu. Anlaşma, Girit ve Rodos adalarının kıta sahanlıklarının kısmen kullanılması şartıyla Mısır’ın kıta sahanlığı ile dikey bir koridor oluşturulmasını hedefliyor.
Ankara’nın ‘korsan’ olarak tanımladığı anlaşmanın resmiyet kazanabilmesi için, iki ülke parlamentolarında onaylanması ve ilgili koordinatların Birleşmiş Milletler’e sunulması gerekiyor. Yunanistan’da, Parlamento’nun bir an önce toplanacağı ve anlaşmayı onaylayacağını açıklandı. Mısır Parlamentosu’nun ise anlaşmayı iki aydan önce onaylaması beklenmiyor.
Türkiye ise, anlaşmanın ardından Oruç Reis araştırma gemisinin sismik çalışmalar için Akdeniz’e açılacağını, Pazartesi günü yayımladığı bir NAVTEX ile duyurdu. 10-23 Ağustos arası geçerli olacak NAVTEX kapsamında, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait iki savaş gemisi de Oruç Reis’e eşlik ediyor. Yunanistan da aynı gün aynı bölge için NAVTEX ilan etti ve Türkiye’nin duyurusunun yasa dışı olduğunu kaydetti.
Büyükelçi Erciyes, “Yunanistan ana karasına 580 kilometre uzaklıktaki Kastellorizo (Meis) adlı 10 kilometrekarelik Yunan adası nedeniyle Yunanistan, 40 bin kilometrekare deniz yetki alanı talep ederek, Oruç Reis’i durdurmaya ve Doğu Akdeniz’i Türkiye’ye kapatmaya çalışmaktadır.” ifadelerini kullandı.
Yunanistan’ın bu iddiasının uluslararası hukukla bağdaşmadığına dikkati çeken Erciyes, şunları kaydetti:
“Bu maksimalist iddia, uluslararası hukukla uyumlu değildir. Hakkaniyet ilkesine aykırıdır. Ancak Yunanistan, Avrupa Birliği ve ABD’den bu iddiayı desteklemesini ve Türkiye’ye, meşru hidrokarbon faaliyetlerini durdurması için baskı yapmasını istiyor. Bu kabul edilebilir ve makul değildir. Bu ülkeler bunun yerine Yunanistan’dan adaletsiz, haksız ve absürt iddialarına son vermesini istemelidir. Bölgede gerilim yaratan Türkiye değil, bu tür maksimalist iddiaları nedeniyle Yunanistan’dır.”
Türkiye, Oruç Reis’le Güneyindeki Yunan-Rum-Mısır Kuşatmasını Kırıyor
Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Mısır, Türkiye’yi ana karasına hapsetme planları peşinde koşarken, Türkiye bu plana Oruç Reis’in Doğu Akdeniz’deki sismik araştırma faaliyetlerini sürdürerek yanıt veriyor.
Rum-Yunan ikilisi ve Israil Doğu Akdeniz’i Kıbrıs üzerinden kontrol mu edecek?
Büyük fotoğrafta; Kıbrıs meselesi, ABD ve İsrail’in Doğu Akdeniz enerji koridoru hamleleri, Musul-Hayfa petrol boru hattını aktif hale getirmek, Doğu Akdeniz’deki petrol ve gaz rezervleri, Rusya’nın Suriye Tartus’taki deniz üssünü canlandırma planları, Yunanistan’ın ise Rumlar ve İsrail ile Doğu Akdeniz bölgesindeki doğal gaz kaynakları alanlarını kontrol eden ülkeler olmak için planlar yapması.
Mesele, doğalgaz kaynaklarını ve Doğu Akdeniz’i kim kontrol edecek meselesi. Emperyalist merkezlerde Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail ve ABD, Türkiye’siz bir Doğu Akdeniz tasarlamaya çalışıyorlar.
Doğu Akdeniz’de yapılan araştırmalarda bölgede tahmini 10 trilyon dolar değerinde petrol ve doğalgaz yer alıyor. Ve Kıbrıs bu kaynakların önemli bir noktasında. Türkiye ve KKTC,Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz rezervlerinden hukuksal payını alma peşinde. Amaç enerji kaynaklı cari açığı kapatmak. Aynı petrol ve doğalgaz kaynaklarının peşinde olan ABD ve Avrupa buna izin vermek istemiyor.
- GKRY – İsrail ile MEB Sınırları var.
- GKRY – MISIR ile MEB Sınırları var.
- GKRY – Lübnan ile MEB Sınırları var.
İsrail’in Hayfa Planı
Doğu Akdeniz Kimin Denizi?
Kıbrıs üzerinden Türkiye üzerine oynanan “Hidrokarbon Kaynakları” oyununun, ilk bakışta Türkiye’nin Akdeniz’deki egemenliğinin ve etkisinin ortadan kaldırılması amacıyla planlanan ve uygulamaya konulan sinsi ve çirkin bir “Haçlı Oyunları” planı olduğunu söyleyebilirim.
AB, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi yok saymakta, Yunanistan ve GKRY’yi bütünleşik bir coğrafi alan olarak kabul etmektedir.
Rum tarafı süregelen “işgalci Türkiye” suçlamalarına ek olarak, Türkiye ve KKTC’nin deniz hakimiyet alanını işgal etmeye devam eden anlaşmalara yenilerini eklemektedir. GKRY’nin görünürde “sahnede” olduğu, perde arkasında Yunanistan’ın ve destekçileri ABD, Fransa, İtalya ve İsrail’in bulunduğu Doğu Akdeniz’de, petrol & gaz arama oyununda esas hedef Türkiye ve Kıbrıs Türk halkı iken GKRY ve Yunanistan’ın temel stratejisi “Rum egemenliğini denize yayma” olarak gösterilebilir.
Yunanistan, GKRY ve hatta Avrupa Birliği tarafından yayınlanan Doğu Akdeniz haritalarında deniz alanlarını Türkiye aleyhine bölünmüş gösterilmektedir. Bunlar, uluslararası hukuka, hakkaniyete dayanarak atılan adımlar değildir.
Yunanistan’ın ve GKRY’nin söz konusu girişimi, hukuksal ve siyasi veriler itibarıyla konunun özenle dikkate alınması gereken iki boyutunu ortaya çıkarmıştır. Konunun dikkate alınması gereken birinci boyutu hukuksal ve teknik konulardır. GKRY meşru olmayan ve uluslararası antlaşmalara, hukuka aykırı tek taraflı yaptığı anlaşmalarla konunun, hukuksal, teknik ve yetki alanlarının sınırlandırılması sorunlarını gündeme taşımıştır. Konunun ikinci boyutu ise +++++GKRY böyle bir girişimle Birleşmiş Milletler’in (BM), ABD’nin, İngiltere’nin ve AB’nin Türkiye’ye ve KKTC’ye dayatmalara varan ağır baskılarla kabul ettirmeye çalıştığı Kıbrıs uyuşmazlığının sonuç vermeyecek “çözüm” girişimlerini içinden çıkılamayacak sürece sokan bir zemini yaratmış olmasıdır.
Kıbrıs’ta bir uzlaşı aranırken gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta, Kıbrıs Adası’ndaki eşit ve egemen iki halkın ve bu halkların devletlerinin bir uzlaşmaya ve anlaşmaya varmadan tek yanlı kararlarla Kıbrıs Adası’nın geleceğini doğrudan etkileyecek ve Ada’nın tamamına hükmedecek girişimlerde bulunmaması gerektiğidir.
Yunanistan, deniz yetki alanlarına ilişkin olarak, “Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis hattını esas alarak ortay hatta dayalı deniz yetki alanı sınırlandırması” yapmayı hedeflemektedir. Yunanistan, GKRY ile bir sınırlandırma antlaşması yapmak için uygun bir zaman kollamaktadır. Ancak herhangi bir anlaşma yapmadan da MEB ilan etme konusu Yunan Meclisi’nde tartışılmaktadır.
Yunanistan; Girit, Kaşot, Çoban, Rodos ve Meis hattını ilgili kıyı kabul ederek Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den dışlamaya çalışmakta, GKRY ile birlikte ortay hatları esas alıp bunları hakkaniyete uygun hale getirmekten kaçınarak Türkiye’ye sadece Antalya Körfezi ile sınırlı çok az bir kıta sahanlığı ve MEB alanı bırakmaya yönelik hareket etmektedir. Bu tutum ilgili uluslararası hukuk normları ile bağdaşmamaktadır ve hukuki mesnetten yoksundur. Bu yaklaşımın gerekçeleri ise şu şekildedir;
Öncelikle söz konusu Adalar, Yunan ana karası ile Anadolu kıyıları arasında çizilen ortay hatta bakarak “Ters Tarafta” yer alan adalar olduklarından, sınırlandırma konusunda kıyı oluşturamaz ve karasuları dışında kıta sahanlığına sahip olamaz. Bu husus Uluslararası Hakem Mahkemesi’nin İngiltere ile Fransa arasındaki kanal kıta sahanlığı uyuşmazlığında açıkça belirtilmektedir. Bu kapsamda Girit, Kaşot, Çoban, Rodos ve Meis Adalarının bir hatla birleştirilerek Yunanistan için Türkiye’nin sınırlandırma bölgesine cepheli kıyı şeridini ortadan kaldıran yeni bir kıyı oluşturması mümkün değildir.
Yunanistan, ENOSİS’İ gerçekleştirmesi (Kıbrıs’ı alması/ilhak etmesi) halinde, Türkiye’yi batı ve güneyden kuşatma olanağına kavuşacaktır. Böylece Yunanistan Türkiye’ye karşı jeopolitik gücünü artıracak, Ege’deki hedeflerinin önü açılacak, Kıbrıs’ta konuşlandıracağı uçaklarla ve yerleştireceği füzelerle Anadolu’nun derinliklerine kadar etkili olabilme olanağına kavuşacak, Türkiye’yi güneyden de tehdit edebilecek konuma gelecektir. Ayrıca Yunanistan bu yolla, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da ve Kıbrıs’taki üstünlüğüne, nüfuzuna ve kontrolüne de son verecek, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki hava ve deniz yollarını denetim altına alacaktır. Böylece Doğu Akdeniz’de ve Kıbrıs’ta, Ortadoğu’da her bakımdan söz sahibi bir ülke olacaktır. Bu da Ege sorunları benzeri sorunları Türkiye’nin güney kıyılarına, Doğu Akdeniz’in kuzey doğusuna da taşıyacaktır.
Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile GKRY’nin Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) sınırlandırma anlaşması imzalaması durumunda Türkiye’nin işi çok daha zorlaşacak ve Ege’deki durumu da tehlikeye girebilecektir. Diğer bir deyişle Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının saptanmasında uygulanacak esaslar açısından Yunanistan ile GKRY arasında eşit uzaklık/ortay hat usulüyle bir sınırlandırma anlaşması yapıldığında, Türkiye’nin hak ve çıkarları göz ardı edilmiş olacaktır. Tek yanlı bu tür girişimi Türkiye’nin kabullenmesi beklenemez. Dolayısıyla Türkiye’nin göstereceği tepki yeni bir krizin ortaya çıkması demek olacaktır. Türkiye bu yöndeki bir girişimi siyasi-diplomatik açıdan engellemekte zorlanacaktır. Özellikle her iki tarafın da Avrupa Birliği üyesi olması salt bu iki ülkeyi değil aynı zamanda AB faktörünü de dikkate almayı gerektirecektir. Siyasi-diplomatik stratejilerin yetersiz kaldığı durumlarda ise caydırıcı askeri önlemlerin alınması tırmanmayı arttırabilecektir.
Rum kesiminin MEB ilanı, adanın Kuzey kesiminde yaşayan Kıbrıs Türk halkının da temsilcisi gibi tüm ada adına atılan bir adım olmuştur. Yunanistan ise resmi olarak Doğu Akdeniz’de MEB ilan etmemişse de, Meis Adası güneyindeki sahada MEB dikte etmeye çalışmaktadır. Yapılan paylaşıma göre, Doğu Akdeniz’e en fazla ve en uzun kıyısı bulunan 1792 kilometre ile Türkiye’ye bırakılan MEB’in iyi niyet ve hakkaniyet ilkesinden yoksun bir düşüncenin ürünü olduğunu göstermektedir. Hele hele Kaş ilçesinin hemen karşısında yer alan ve insanların tüm ihtiyaçlarını bu ilçeden giderdiği Meis Adası marifetiyle adeta Türkiye’nin denizle olan irtibatının kesilmeye çalışılması, tahammül sınırlarını zorlayan bir uygulamadır. Dolayısıyla Türkiye, GKRY’nin ilan ettiği MEB’i, bazı kıyıdaş devletler ile yaptığı antlaşmaları ve verdiği petrol ve doğalgaz arama ruhsatlarını tanımamaktadır.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin normal seyrinde devam ettiği dönemde Türkiye’nin kesin ve kararlı tutumu karşısında Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmalarına cesaret edemeyen ve Türkiye’nin kararlı tutumu karşısında geri adım atan GKRY, İsrail’in Türkiye ile ilişkilerinin gerilmesi sonrasında meydana gelen konjonktürde fırsatı değerlendirmek için Yunanistan’ın aktif desteğini de alarak İsrail ile 17 Aralık 2010 tarihinde imzaladığı Münhasır Bölge Anlaşması (MEB) çerçevesinde denizde doğal gaz arama çalışmalarını başlattı.
İsrail lobisinin ABD’deki etkinliğini de kullanarak Washington’ın da MEB’de, sözde “Kıbrıs” devletinin egemenlik haklarını kullanma hakkının bulunduğu şeklindeki açıklamasıyla da desteğini almış, uluslararası şirketler aracılığıyla petrol ve doğal gaz aramalarına hız vermiştir. GKRY’nin doğal gaz ve petrol arama faaliyetleri ise Doğu Akdeniz’de suların ısınmasına yol açtı. Bu gelişmeler İsrail, GKRY ve Yunanistan işbirliğini yeni boyutlara taşıdı.
Rum-Yunan ikilisi Avrupalılaştırdıkları Doğu Akdeniz politikalarını, GKRY’nin münhasır bölge antlaşmaları ve petrol-doğalgaz arama girişimi ile Kıbrıs uyuşmazlığını deniz alanına da yaymış ve meseleye yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu girişimle Doğu Akdeniz, özellikle Türkiye ve KKTC açısından bir egemenlik uyuşmazlığı alanı haline dönüştürülmüştür. Kanımca bu olgu çok önemli stratejik, jeopolitik, siyasi, hukuki ve tarihi bir gelişme niteliğindedir.
Rum-Yunan ikilisi, aşamaları önceden iyice planlanmış olan bir stratejiyi kendi belirledikleri bir zamanlama ve Yunanistan’ın Ege politikalarını tamamlayıcı bir şekilde uygulamaya koymuştur. Kuşkusuz uygulanan bu strateji Doğu Akdeniz’i ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarını etkileyecek bir takım hukuki, stratejik ve jeopolitik sonuçlar ve güvenlik sorunları doğurmaktadır.
Bu arada Yunanistan’ın da, GKRY’nin ilan ettiği koordinatlarla belirlenmiş alan ile Girit, Küçük ve Büyük Kerpe, Rodos ve Meis adaları arasında iddia ettiği kıyı şeridini esas alarak Mısır ile kıta sahanlığını sınırlandırmak amacıyla görüşmeler yaptığı bilinen bir gerçektir. Buna göre Yunanistan da bir taraftan Girit-Rodos-Meis adalarını esas alarak belirlediği bölgede kıta sahanlığı/MEB tesis etme çabası içerisinde ve söz konusu bölgeyi sahiplenme niyetindedir. Bunun anlamı, Rum-Yunan ikilisinin ortak stratejileriyle egemenlik alanlarını genişleterek, Türkiye’ye daraltılmış bir kıta sahanlığı ve MEB alanı bırakmak suretiyle Türkiye’yi denizden koparmak ve denizlere kapatmaktır.
KKTC ve Türkiye arasındaki bölgedeki ve Türkiye’nin kıta sahanlığındaki hidrokarbon potansiyeli, ekonomik ve stratejik açıdan yaşamsal önemdedir. Ancak bu konu, söz konusu coğrafyanın öneminin sadece bir boyutudur. Üzerinde durulan diğer hususlar da dikkate alındığında Doğu Akdeniz’in, Kıbrıs coğrafyasının ve KKTC’nin egemen ve bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesi ulusal çıkarlarımız ve jeopolitik gücümüz açısından hayati bir meseledir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’deki gelişmelere karşı devlet uygulamalarının herhangi bir esneme gösterilmeden kararlılıkla sürdürülmesi ve Türk Deniz Kuvvetleri’nin ve Türk Donanmasının Doğu Akdeniz’deki caydırıcı varlığı ile etki sağlamayı, denizlerimizdeki çıkarlarımızı korumayı ve geliştirmeyi esas alan çalışmaları güçlendirilmelidir.
Bu bağlamda güvenlik, haklarımızın korunması için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inde mutlaka bir deniz üssü kurulmalıdır.
Ayrıca Türkiye, Doğu Akdeniz’de henüz MEB ilanını ve KKTC ile Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) Anlaşması yapmamıştır. Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, GKRY’nin belirtilen tek taraflı teşebbüslerine ve MEB anlaşmalarına başından itibaren BM nezdinde yaptığı karşı çıkışların ve devlet uygulamalarının ötesinde hareket etmesi gereği vardır.
Doğu Akdeniz’deki GKRY’nin tek yanlı, meşru olmayan, KKTC’nin ve Kıbrıs Türk halkının egemenlik haklarını yok sayarak MEB anlaşmalarına karşı bölgede sınırlandırma anlaşmalarının ilgili devletler arasında hakkaniyete uygun olarak yapılması, hukuki ve hakkaniyet ilkeleri gereğini esas alarak KKTC ile MEB anlaşması yapması, ertelenemez bir aşamaya gelmiştir.
- 32º 16′ 18″ meridyeninin batısı boyunca Türkiye’nin kendisine ait olan alanları var.
- Türkiye’nin kendi kıta sahanlığının dış sınırlarında da hak sahibi olduğu bölgeler var ve aynı zamanda Mısır ile olan deniz sınırını bulunuyor.
Kıta sahanlığı konusunda ipso facto (fiilen) ve ab inito (başlangıçtan beri) ilkesinin geçerli bulunduğunu, söz konusu alanın batı kısmını kapsayan koordinatları tanımadığını BM Deniz Hukuku Bülteninde 2 Mart 2004’te yayımlatmıştır.
GKRY’nin tek başına Kıbrıs Adasını temsil etmediğini, KKTC’nin yok sayılarak yapılan anlaşmaların geçersiz olduğunu ve bunları tanımayacağı beyanlarını yapacağı MEB anlaşmasıyla güçlendirmelidir. Türkiye bu kapsamda 2 Mart 2004 tarihinde Mısır-GKRY Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) Antlaşması’nı tanımadığını uluslararası topluma yaptığı beyanı ve BM nezdindeki protestosunun uygulamadaki gereklerini de yerine getirmiş olacaktır.
Gelinen durum itibariyle Türkiye, Doğu Akdeniz’den dışlanmaya çalışılmaktadır. Bu süreci engellemek için Türkiye, Doğu Akdeniz’de daha aktif bir politika izleyerek Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) koordinatlarını ilan ederek, Birleşmiş Milletlere istenilen belgeleri teslim etmelidir. Türkiye Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölgesini vakit geçirmeksizin ilan etmesi gerekir.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.