Türkiye’nin ‘Türkiye Karşıtı Cephe’yi Çevreleme Politikası

1861
Yazarlık Başvurusu

Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Libya ve Orta Doğu meselelerinde karşı karşıya olduğu kalıplaşmış bir ‘Türkiye karşıtı cephe’ bulunmaktadır. Bu cephenin kalıplaşmış hali ekseriyetle BAE, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan ve Yunanistan gibi statik aktörlerden oluşmaktadır. Bunun dışında bu cephede dinamik bir şekilde bulunan ve bazı durumlarda Türkiye’nin karşısında, bazı durumlarda ise Türkiye’nin karşısında olmayan ülkeler ise ABD, İsrail ve Rusya’dır. Fakat bu ülkeler sadece belirli cephelerde ve konularda Türkiye ile zıt politikalar üretmektedir. Onun dışındaki cephe ve konularda bu ülkelerin Türkiye ile karşı karşıya olmadıklarını, hatta eş güdümlü hareket ettiklerini gözlemleyebilmekteyiz. Bunun en belirgin örnekleri; Rusya’nın Türkiye ile Suriye ve Libya meselelerinde karşı karşıya olup askeri, ekonomik, enerji, nükleer ve savunma anlamında iş birliği içerisinde olmasıdır. Ya da ABD’nin Türkiye ile FETÖ ve YPG konularında karşı karşıya olup Libya ve Doğu Akdeniz konularında aktif ya da pasif olarak aynı saflarda bulunmalarıdır. Bizim odak noktamız, özellikle bu Türkiye karşıtı cephenin içerisinde bulunan ve cephenin statik aktörlerinden olan BAE, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan ve Yunanistan’dır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Libya ve Orta Doğu meselelerinde özellikle ‘Türkiye Karşıtı Cephe’de bulunan statik aktörler tarafından kuşatıldığını gözlemlemekteyiz. Fransa’nın Güney Kıbrıs’a 1 Firkateyn, 2 Rafale tipi savaş uçağı ve 1 C-130 tipi nakliye uçağı göndermesi ve bunun yanında BAE’nin Yunanistan’a ait Girit adasında bulunan Suda Hava Üssü’ne F-16 savaş uçaklarını konuşlandıracağı bunun bir kanıtıdır. BAE’ye ait savaş uçaklarının Doğu Akdeniz’de Yunan güçleriyle beraber tatbikatlara katılacağı belirtilmiştir. Türkiye’nin bu Türkiye karşıtı cephenin hareketlerine karşı mevcut hamleleri ise son derece önemlidir ve gelecekteki hamleleri de bu doğrultuda önemli olacaktır. Türkiye, soğuk kanlı bir şekilde üç kıtada politikalarını yürütüyor ve gerek kısa vadeli taktiksel adımlarını gerekse uzun vadeli stratejik hamlelerini ustalıkla hesaplamaktadır. Bu çalışmamızda, Türkiye’nin bu söz konusu Türkiye karşıtı cephenin hareketlerine karşı, üç kıtada gerçekleştirmiş olduğu stratejik hamlelerini inceleyeceğiz. Bahsettiğimiz bu üç kıta elbette Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarıdır.

Türkiye’nin Yunanistan’ı Çevreleme Politikası

Türkiye’nin Yunanistan’ın kuzey komşusu olan Arnavutluk ile askeri ilişkilerini geliştirmesi, Yunanistan açısından bir tehdit olarak algılanmaktadır. Türkiye’nin Arnavutluk’ta hali hazırda bulunan bir askeri üssü bulunmaktadır. 1997 yılında Savunma işbirliği kapsamında Adriyatik kıyısındaki Avlonya şehrinde kurulan Paşa Limanı’nda Türkiye’ye ait bir askeri üs bulunmaktadır. Savunma işbirliği kapsamında Türkiye’nin ilk denizaşırı askeri üssü 1997 yılında Arnavutluk’ta kurulmuştur. Geçmişte personel sayısının 250’ye kadar çıktığı üste halen 24 asker görev yapmaktadır (Karakaş, 2016). Her ne kadar sınırlı bir girişim olsa da Türkiye’nin Arnavutluk’taki askeri varlığı bir dönem büyük tartışmalara yol açmıştır. O kadar ki bu girişimin -yine aynı dönemde kamuoyu ile paylaşılan uçak gemisi tedarik projesi ile birlikte- Adriyatik Denizi’ni TSK açısından bir harekât alanına dönüştürme potansiyeli taşıdığı, dolayısıyla Yunanistan’ın ikinci bir cephe ile uğraşmak durumunda kalabileceği yorumları yapılmıştır (Güvenç, 2004: 925).

Bunun dışında Türkiye’nin Arnavutluk ile imzaladığı Askeri İşbirliği anlaşmasının da büyük bir önemi bulunmaktadır. 2020 yılının Nisan ayında Arnavutluk Meclisi tarafından kabul edilen, 2020 yılının Temmuz ayında ise Arnavutluk Cumhurbaşkanı Meta tarafından onaylanan Mali ve Askeri İş Birliği Anlaşması ile Mali Yardıma İlişkin Uygulama Protokolü’nün gerek Türkiye-Arnavutluk ilişkilerinde gerekse Türkiye’nin bölgedeki askeri ve siyasi varlığı olumlu yönden etkilenmiş olacaktır. Bu anlaşma Arnavutluk’un Türkiye ile istikrarlı iş birliği ve dostluğu çerçevesinde askeri iş birliğinin daha da güçlendirilmesi ve Arnavutluk Silahlı Kuvvetlerinin Türkiye tarafından yeniden yapılandırılmasına katkıda bulunmak amacıyla teklif edilip imzalanmıştır. İş birliği anlaşması, birkaç yılda tahsis edilecek mali yardımın sağlanmasına ilişkin ilkeleri ortaya koymayı ve özellikle Türkiye’den mümkünse yüzde 100 yerli üretim yapan firmalardan, askeri amaçlarla mal ve hizmet alımını da amaçlıyor. Türkiye’nin Arnavutluk ile olan askeri ilişkisinin gelişmesi, ileride Arnavutluk’ta yeni askeri üsler kurabilmesinin kapısını açacaktır ki, buradaki en belirgin amaçlardan birisi de, Yunanistan’ın kuzeyden çevrelenmesidir.

Öte yandan Türkiye’nin KKTC’de askeri üsleri bulunmaktadır. Hâlihazırda KKTC’de bulunan üslerin tamamı kara üssüdür. Adada kolordu seviyesinde bir askeri birliğin varlığına karşın deniz ve hava üslerinin bulunmaması ise tenkit konusudur (Gürdeniz, 2018). Doğu Akdeniz’de zengin hidrokarbon kaynaklarının keşfedilmesi ve bu doğrultuda bölgede deniz yetki alanlarının sınırlandırılması hususunda uyuşmazlıkların olması da KKTC’deki askeri varlığın önemini artırmaktadır. Öte yandan BAE, Fransa ve Yunanistan’ın Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’taki faaliyetlerine karşı Türkiye’nin fiili anlamda kayıtsız kalmaması gerekmektedir. Bu doğrultuda KKTC’de bulunan kara endeksli askeri üslerin yanı sıra hava ve deniz üslerinin de kurulması, Türkiye’nin genelde Doğu Akdeniz, özelde ise Kıbrıs politikalarını olumlu yönden etkileyecektir. Dolaysıyla KKTC’de deniz ve hava üssü kurulması projesinin hayata geçirilmesinin geç ama doğru bir hamle olduğu aşikârdır.

Türkiye’nin Mısır, BAE ve Suudi Arabistan’ı Çevreleme Politikası

Kızıl Denizi ve Aden Körfezi’nde toplam 5 askeri üsse sahip olan BAE’ye karşı Türkiye asla kayıtsız kalmamalı ve Somali’den sonra Etiyopya ile olan askeri ilişkilerini muhakkak ki geliştirmesi gerekmektedir. BAE, Suudi Arabistan ve Mısır üçlüsünün Kuzey Afrika, Afrika Boynuzu, Kızıl Denizi ve Aden Körfezi’ndeki istihkâmlarına karşı söz konusu bölgede kendi askeri varlığını tesis etmeli ve buralarda güçlü bir şekilde varlık göstermelidir.

Etiyopya Başbakanı’nın özel temsilcisi olan, Mulatu Teshome Wirtu, Etiyopya’nın Mısır’la yaşadığı Nil gerilimi sırasında Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile bir araya gelen ve iki ülke arasında yeni ticaret ve yatırım olanaklarının ele alındığı görüşmede Wirtu, Türkiye’nin, Hedasi Barajı düğümünde arabulucu olmasını teklif etti. Afrika Boynuzu’nda Somali’yle stratejik ittifaka sahip olan Türkiye’nin Etiyopya’yla da benzer ilişkileri geliştirmesi BAE, Suudi Arabistan ve Mısır’ın bölgedeki faaliyetlerine karşı yerinde gözükmektedir. Hatta baraj konusunda Türkiye’nin tecrübeli ve profesyonel bir sektörü bulunmaktadır. Türkiye’nin Etiyopya’ya yönelik baraj konusunda yardım elini uzatması pek yerinde gözükmektedir. Zira Etiyopya’nın baraj politikası, Mısır için son derece önemli ve kritiktir. Nil Nehri aracılığıyla su seviyesinin Mısır’daki azalışı, Mısır için hayatî öneme haizdir. Mısır’ın susuz kalması Mısır’ın ekonomisini ve iç siyasetini doğrudan etkileyeceği için, Etiyopya’nın söz konusu baraj politikası Etiyopya için Mısır-Etiyopya ilişkilerinde önemli bir dış politika enstrümanı ve silahı olarak gözükmektedir. Türkiye bu dengeyi iyi gözetlemeli ve kendi çıkarlarına uygun hareket etmelidir. Türkiye halihazırda Etiyopya ile olan ekonomik ilişkilerini daha da arttırmalıdır. Buna ek olarak askeri ilişkilerinin de arttırılması şüphesiz Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını pozitif yönden etkileyecektir. Suudi Arabistan ve BAE’nin etkisinde kalan Arap dünyasının bir kısmı Libya’da Türkiye’nin politikalarına kulak asmamaktadır. Bu doğrultuda Libya’da kalıcı olmayı düşünen Türkiye de Arap dünyasında ve Afrika içinde desteğe ihtiyaç duymaktadır. Özellikle burada Afrika Birliği’nin tavrı önem kazanmaktadır. Afrika Birliği içinde oluşacak çatlak seslerin Libya’da Türkiye karşıtlığı yapabileceği düşünülürse Afrika Birliği’nin merkez ülkesi Etiyopya’nın Türkiye’nin Libya tezini desteklemesi önemli bir denge noktası olacaktır (Orakçı: 2020).

Henüz gerçekleşmemiş olsa da yakın bir gelecekte Türkiye’nin denizaşırı askeri üsse sahip olduğu devletlerin arasına Sudan’ın da katılması beklenmektedir. Sudan’da üs kurulması konusu ilk kez Aralık 2017’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu ülkeye gerçekleştirdiği ziyaret sırasında gündeme gelmiştir. Yapılan antlaşmaya göre, Türkiye, Kızıldeniz kıyısında bulunan Sevakin Adası’nın aslına uygun olarak restorasyonunu gerçekleştirecek ve adada sivil ve askeri gemiler için liman kolaylıkları tesis edecektir. Mali bedeli 650 milyon dolar olarak açıklanan projede (Küçükgöçmen ve Abdelaziz, 2017) etüt çalışmaları tamamlanmıştır. İnşaatın süratle bitirileceği ve TSK unsurlarının kısa süre içerisinde Sevakin’de konuşlanacağı belirtilmektedir. Diğer yandan, Sudan’da Türkiye’nin üs kolaylığı elde etmesi bazı Mısır ve Suudi Arabistan’ın tepkisini çekmiştir. Hatta basında son zamanlarda Mısır-Sudan ilişkilerindeki gerginliğin bir sebebinin söz konusu proje olabileceğine yönelik haberler bile çıkmıştır (BBC News Türkçe, 2018).

Öte yandan Umman’ın yeni Sultanı Bin Tarık’ın bazı iddialara göre Türkiye’yi kendi ülkesine askeri üs için davet etmesi son derece önemli bir gelişmedir. Bu iddiaya geçmeden evvel, Umman’ın yeni Sultanı Bin Tarık’ın tahta geçmesinden sonra bozulan Umman-BAE ilişkilerine kısaca değinmemiz tarafımızca isabetli gözükmektedir.

BAE Veliaht Prensi Zaid el Nahyan, Umman Sultanı Kabus bin Said’in vefatı üzerine ülkeye bir başsağlığı ziyareti gerçekleştirdi. Söz konusu ziyarete ise yeni Umman Sultanı bin Tarık’ın BAE Veliahtı Zaid el Nahyan’a karşı soğuk tavırları dikkate değerdi. Ziyarete ilişkin yayınlanan görüntülerde Umman Sultanı Bin Tarık’ın, BAE Veliaht Prensi El Nahyan’ın el sıkışmak için yaptığı girişime karşılık vermediği görülmüştür. Beden dilinin diplomaside fevkalade önemli olduğunu bilmekteyiz. Böyle bir gelişmenin, BAE-Umman ikili ilişkilerinin perde arkasında kötüye gittiğini göstermektedir. Özellikle yeni Umman Sultanı Bin Tarık’ın Türkiye yanlısı olması ve BAE’nin Suudi Arabistan ile birlikte söz konusu bölgede gerçekleştirdikleri politikalardan rahatsız olduğunu görebiliriz. Umman Sultanlığı bundan önce, bölgede tarafsızlığı ile bilinen bir ülke iken, Umman’daki iktidar değişiminden sonra Umman’ın dış politikasında da bir değişikliğin olduğunu vurgulayabiliriz. Umman’ın bundan önceki dönemlerde tarafsız politikalar üretmesi, BAE ve Suudi Arabistan’ı rahatsız ediyordu. BAE ve Suudi Arabistan’ın İran ve Katar’a yönelik politikalarına dahil olmayan Umman’ın şimdi de BAE ve Suudi Arabistan’ın Türkiye’ye yönelik politikalarına dahil olmadığını görmekteyiz. Umman bunun karşılığında artık tarafsızlığını bozup Türkiye ile yakınlaşmaya çalışmaktadır. Bu tezimizi destekleyecek iki önemli gelişme bulunmaktadır. Birinci gelişme, Umman Turizm Bakanlığına ait “OMRAN” şirketi ile BAE’nin Umman’daki Sultan Kabus Limanı’nın geliştirilmesi gibi uluslararası büyük projeler yürüten “DAMAC” şirketi arasındaki 2 milyar dolarlık anlaşmanın iptal edilmesidir. Umman, söz konusu anlaşmanın iptalinden sonra, Sultan Kabus limanında stratejik bir projeyi yürüten BAE merkezli DAMAC şirketinden söz konusu projenin %70’lik hissesini satın aldı. Bu kadar büyük bir anlaşmanın durduk yere iptal edilmesi asla söz konusu olamaz. İkinci gelişme ise, Umman ile Türkiye arasındaki ilişkilerin, başta ekonomik, ticari ve askeri olmak üzere birçok alanda net bir şekilde gelişme gösteriyor olmasıdır. Umman ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gelişmesi doğrultusunda HAVELSAN’ın Umman’a Türk savunma ihracatının hacmini artırmak için 5 Mart 2020’de, Umman’ın başkenti Muskat’ta yerli Masirah International şirketiyle ortaklaşa HAVELSAN Technology Oman LLC adlı bir şirket kurması bunun olumlu örneklerinden biridir. Umman ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ekonomik, siyasi ve askeri anlamda artması doğrultusunda özellikle askeri ilişkilerin geliştirilerek, Türkiye’nin Umman’da bir askeri üs kurması, Türkiye açısından isabetli bir karar olarak görülmelidir. Türkiye, Umman’daki müstakbel askeri varlığı ile birlikte BAE ve Suudi Arabistan’ın Umman’daki mevcut Sultanı darbe yoluyla indirmelerini engelleyebilir. Türkiye bundan önce Katar’a yönelik BAE-Suudi Arabistan destekli bir darbeyi zaten engellemişti. Öte yandan Türkiye’nin Umman’da askeri üs kurarak Suudi Arabistan ve özellikle BAE’yi (güney) doğu istikametinden çevrelemesi son derece kritik bir stratejik hamle olarak görülmektedir. Böylelikle BAE ve Suudi Arabistan’ın bölgede Katar ve Umman’a yönelik askeri faaliyetleri göreceli olarak kısıtlanmış olur ve Türkiye’nin BAE ve Suudi Arabistan’a karşı eli güçlenmiş olur.

[irp posts=”24649″ name=”13 Maddede Umman: Ortadoğu’nun Bilinmeyen ‘Tarafsız Ülkesi'”]

Türkiye’nin Fransa’yı Çevreleme Politikası

Türkiye, 2020 yılının Temmuz ayında, Libya’nın güneyden komşusu Nijer’le de dikkat çeken adımlar atmıştı. Nijer’in coğrafi önemi sadece Libya’nın güney komşusu olmasından kaynaklı değildir. Nijer aynı zamanda Fransa’nın güçlü olduğu Çad ve Mali’nin ortasında yer almaktadır. Fransız çıkarlarının son derece önemli olduğu Batı Afrika’da Türkiye’nin aktif olarak rol almaya başlaması ve Nijer’le çeşitli alanlarda anlaşmalar yaparak Nijer aracılığı ile Batı Afrika’da etkin bir rol almak isteyen Türkiye, Fransa’ya açıkça meydan okuyarak Batı Afrika’daki Fransız varlığını tehdit eder hale gelmiştir.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun başkent Niamey’deki ziyareti sırasında iki ülke arasında “Malzeme Teslim Protokolü”, “Nakdi Yardım Uygulama Protokolü” “Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması” ve “Gençlik ve Spor Alanında İşbirliği Anlaşması” olmak üzere dört kritik anlaşmaya imza atıldı. İmzalardan birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nijer Cumhurbaşkanı Mahamadou Issoufou ile telefonda görüşmesinde iki ülke ilişkilerini geliştirmeye yönelik adımlar ve bölgesel meseleler ele alındı. Cumhurbaşkanları arasında yapılan görüşme iki taraf arasındaki stratejik işbirliğinin somutlaştığını gösterdi. Türkiye’nin, Libya’nın bir başka güney komşusu Çad’la da benzer adımlar atmaya hazırlandığı Afrika medyasında belirtildi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 21 Temmuz’da Nijer’in başkenti Niamey’e gerçekleştirdiği resmi ziyarette “Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma Bakanlığı ve Nijer Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı Arasındaki Malzeme Teslim Protokolü, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Nijer Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Nakdi Yardım Uygulama Protokolü, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Nijer Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askeri Eğitim İş birliği Anlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Nijer Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gençlik ve Spor Alanında İş birliği Anlaşması” imzalanmıştı.

Çavuşoğlu “Nijer ile askeri alanda imzalanan anlaşmaların terörle mücadele amacına yönelik olduğunu” söylemişti. Türkiye’nin Nijer’le imzaladığı bu anlaşmaların özellikle askeri yönleri son derece önemlidir. Türkiye’nin Nijer ile askeri ilişkilerini muhakkak sürdürmesi gerekmektedir. Artan askeri ilişkiler doğrultusunda Türkiye’nin Nijer’de bir askeri üs kurabilme ihtimali, Türkiye’nin Fransa karşısında Batı Afrika’da güçlenmesine yol açacaktır. Aynı zamanda güney hattından kuzey hattına doğru Libya’ya doğrudan müdahale imkanına kavuşacak olan Türkiye’nin genelde Kuzey Afrika, özelde ise Libya’ya yönelik politikalarını güvence altına tutacaktır.

Sonuç

Türkiye’nin Türkiye karşıtı cepheye karşı başvurmuş olduğu yumuşak güç ve sert güç içerikli dış politika enstrümanları son derece önemlidir. Türkiye’nin bundan önceki dönemlerde kendi içine kapanık bir ülke olarak, kendisini kuşatan ülkeleri kendi sınırları içerisinde karşılayıp, bir savunma pozisyonu içerisinde politikalar ürettiğini bilmekteyiz. Türkiye artık kendisini kuşatmaya çalışan ülkelere karşı savunma pozisyonundan sıyrılıp, tabiri caizse, saldırı pozisyonu içerisinde kendisini kuşatmaya çalışan ülkeleri kuşatmaya başlamaktadır. Türkiye bunu özellikle, Osmanlı’nın ardılı olarak, Osmanlı’dan kopan ülkelerle olan kültürel ve tarihi müktesebata dayalı tarih perspektifli ilişkilerini iyi kullanarak yapmaktadır. Müslüman, Balkan ve Arap dünyasındaki ağırlığını titizlikle hesap ederek politikalar üreten Türkiye sadece kendi çıkarlarını gözetmiyor, aynı zamanda söz konusu bölgelerdeki ülkelerin kazançlarını da hesap ederek kazan-kazan prensibini uygun görmektedir. Partiler üstü bir dış politika prensibi olarak algılanması gereken bu politikalar silsilesinin uzun vadede Türk dış politikasındaki yeri kalıcı olmalıdır.

KAYNAK

Arslan, Muhammed İkbal (2020), Fransız savaş uçakları Kıbrıs Rum kesimine indi, AA

Alsharıf, E. ve Semerci, A. (2020), Umman’daki yeni yönetim Türkiye ile daha fazla yakınlaşmaya yöneliyor, AA

BBC News Türkçe. (2018). Mısır-Sudan gerginliğini Sevakin Adası’nın Türkiye’ye tahsisi mi tetikledi?

Doğu Akdeniz: BAE Girit’e F-16 savaş uçakları konuşlandırıyor (2020), Mepa news

Gürdeniz, C. (2018). KKTC’de acilen Türk deniz ve hava üsleri kurulmalıdır

Güvenç, S. (2004). Bir dış politika aracı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri: Yetenekler ve uygulamalar. F. Sönmezoğlu. (Ed.), Türk Dış Politikasının analizi (895-933). İstanbul: Der Yayınları

Küçükgöçmen, A. ve Abdelaziz, K. (2017). Turkey to restore Sudanese Red Sea port and build naval dock.

Orakçı, Serhat (2020), Mavi Nil sorunu Türkiye-Etiyopya stratejik ortaklığını güçlendirir mi, AA

Özgen, Cenk (2019), Türkiye’nin denizaşırı askeri üs kurma girişimleri: tespitler ve geleceğe yönelik öneriler,
güvenlik bilimleri dergisi, kasim 2019, cilt:8 sayi: 2

“Türkiye Nijer’de askeri üs kuracak” (2020), Mepa News

Türkiye Umman’da askeri üs kuracak (2020), Pars Today

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz