Avrupa Birliği, Havuç-Sopa Taktiği ve Türkiye

1785
Yazarlık Başvurusu
Geçtiğimiz günlerde AB Komisyon Başkanı Charles Michel Türkiye’ye karşı “havuç-sopa stratejisi” izleyeceklerini belirtti (Reuters,2020). Peki nedir bu havuç-sopa stratejisi? İlk olarak Economist dergisinin 11 Aralık 1948 baskısında ortaya atılan söylem en basit anlamıyla bir ödül-ceza yöntemi olarak benimsenmiştir. Yani, istenileni yaparsanız ödülünüzü (havuç) alırsınız fakat karşı gelir ve yapmazsanız cezanızı (sopa) alırsınız. Günümüzde uluslararası ilişkilerde de sıkça duymaya başladığımız bu stratejiyi birçok aktör kullanmaktadır. Örneğin; ABD ve özellikle Avrupa Birliği bunu neredeyse ilişki içerisinde olduğu tüm diğer aktörlere uygulamakta bir sakınca görmemektedir (Akçay ve Kanat,2018:15). Bir bakıma gerçek anlamda fiziki bir güç uygulamadan baskı kurmaya çalışarak yani “güçsüz güç” kullanarak istediklerini almaya çalışmaktadırlar. II. Dünya Savaşı’nın meydana getirdiği yıkımdan sonra ülkeler genelde ekonomik güçlerini kullanarak diğerlerini etkisi altına almak istemektedir. “Yumuşak Güç” ile avantaj sağlamaya çalışmaktadırlar. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yaşadığı “ne senle ne sensiz” ilişkisine dönen karmaşık ilişkiler özellikle katılım müzakerelerinin askıya alınmasından sonra bir hayli kopma noktasına geldi. Daha sonra yaşanan Suriye iç savaşı dolayısıyla ortaya çıkan mülteci krizi ve Türkiye’nin sığınmacıların çoğunu ülke topraklarına kabul etmesi sonucunda, AB topraklarına geçişini engellemek için bir tampon bölge oluşturmasının önemini fark eden AB, Türkiye ile durağan bir ilişki yürütmekteydi. İki ileri bir geri giden ilişkide dengeyi bozan “Doğu Akdeniz”, Avrupa’nın asi çocuğu “Fransa” ve tabi ki Avrupa’nın neredeyse hiç savaş kazanmadan topraklarını genişletmeye çalışan huysuz çocuğu “Yunanistan” oldu.
Günümüzde, “havuç-sopa stratejisi” AB koşulluluğu ile neredeyse özdeşleşmiştir. Bu yaklaşımda, birliğe katılmak amacında olan devletlerin Kopenhag Zirvesinde belirlenen ve “Kopenhag Kriterleri” olarak literatüre geçen katılım şartlarını yerine getirmesi gerekmektedir. Bu şartları yerine getirebilmesi için AB müktesebatına uyum sağlama çalışmaları yapan aday ülkelerin mali yardım paketleri ve teknik desteklerle ödüllendirilmeleri öngörülmüştür (Açıkmeşe ve Hisarlıoğlu, 2013: 103). Tam üyelik en büyük ve nihai ödül olarak aday ülkelere sunulmaktadır. Aday ülke kriterleri yerine getiremediğinde verilen çoğu destek kesilmekte ve kurumsal bağlar askıya alınarak “sopa” olarak tanımlanan cezalandırma yöntemi uygulanmaktadır (Schimmelfenning vd., 2005). Türkiye açısından bakacak olursak AB ile başlayan katılım müzakereleri bir ödül (havuç) daha sonrasında askıya alınması ise ceza (sopa) idi. Geldiğimiz noktada ise AB Türkiye ile arasındaki asimetrik güç ilişkisine dayanarak yaptırım uygulanabileceğini belirtiyor. Avrupa Birliği bu stratejiyi neredeyse tüm üyelerine uyguluyor balkanlarda da bu stratejiyi benimsemiş eski sosyalist devletleri “yola getirmeye” çalışmış zaten ekonomik olarak kötü durumda olan bu ülkeler ise AB ne isterse sorgusuzca yapmış ve kendilerini AB’nin vicdanına teslim etmişlerdi. Günümüzde, her devlet kendi gücünü kullanmak ve bazı avantajlar elde etmek istiyor. Fakat AB’nin yaptığı “dediğimi yaparsan ödülünü alırsın” mantığındaki yaklaşımlar kulağa çok hoş gelmiyor. Tabii ki uluslararası sistemdeki aktörler duygularıyla hareket etmiyor, fakat Türkiye’nin bugünkü durumu özelinde bakacak olursak “mavi vatan” adı altında kendi hakkı olanı aramaya ya da almaya çalışan bir ülke olarak sadece Yunanistan’ın maksimalist hareketlerine karşı tepki gösterdiği için AB tarafından bu stratejiye gidilirse AB bu anlamda oldukça irrasyonel davranmış olacaktır. AB’nin kendi içinde dahi üyelerine adil davranmaması ve dış politikasında da bu şekilde belirli ülkelerin aşırı tepkileriyle hareket etmesi AB’ye olan güveni azaltmaya devam etmektedir. Brexit ile AB’den ayrılan İngiltere ise Doğu Akdeniz konusunda AB aleyhinde bir tutum izleyecek gibi görünüyor. Pandemi sonrası ekonomik daralmayı daha güçlü hisseden Türkiye’nin AB yaptırımlarına maruz kalması Türkiye’yi ekonomik olarak daha da zor duruma düşürebilir. Fakat Türkiye’nin elinde göçmenlere sınır kapılarını açarak Avrupa’ya geçmelerini sağlamak gibi bir koz bulunuyor. Bölgesel güç olmak için direten Türkiye’nin özellikle Doğu Akdeniz de yaptığı çalışmalar bölgeyi bir süre daha sıcak tutacak gibi görünüyor.
Berkay Karlıdağ
Stratejik Ortak Misafir Yazar 

KAYNAK

Açıkmeşe, Sinem. Akgül ve Fulya Hisarlıoğlu (2013), “Avrupa Koşulluluğu ve Türkiye’de
Reform Süreci”, Belgin Akçay ve Sinem Akgül Açıkmeşe (Ed.), Yarım Asrın Ardından
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, Turhan Kitabevi, Ankara, s. 101-131.

Akçay, E.Y., Kanat, S. (2018),”Carrot And Stıck Approach In Internatıonal Relatıons: An
Evaluatıon Throughtout Turkey’s Accessıon Negotıatıons Wıth The European Unıon”,
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:31, ss.1-22.

Baczynska G.,“EU to hone ‘carrot and stick’ line on Turkey at summit, top official says”
(04.09.2020) Reuters, https://www.reuters.com/article/us-eu-turkey/eu-to-hone-carrot-and-
stick-line-on-turkey-top-official-says-idUSKBN25V1PT

Schimmelfenning, Frank ve Ulrich Sedelmeier (2005), The Europeanization of Central and
Eastern Europe, Cornell Univercity Press, New York.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

[irp posts=”28011″ name=”‘Avrupa Birliği’ne Alternatif’ Olarak Avrasya Ekonomik Birliği”]

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz