İstanbul’un fethedilmesiyle beraber Osmanlı Devleti bir imparatorluk olma sürecine girmiş ve 16. Yüzyılın sonlarına geldiğimizde dört başı mamur, muazzam miktarlarda toprakta hüküm süren, devasa bir müessese oluşturmuştur. Günümüz oryantalist anlayışlarına göre ise, Osmanlı içine kapanık, dışarıda sadece “cihat” anlayışıyla toprak genişletme politikası yürüten, rakiplerine uzlaşma imkânı tanımayan savaşçı bir topluluk olarak anlaşılmış ve böyle değerlendirilmiştir. Bu tür bir anlayış, Osmanlı İmparatorluğu’nu yanlış anlamakla beraber, dönemi anlayabilmek için de yetersiz bir anlayıştır. Bu yazıda, Osmanlı İmparatorluğunun Akdeniz içerisinde diğer devletlerle olan ilişkilerini, onlara hangi gözle baktığını ve daha önemlisi ne kadar sistematik ve bilinçle dizayn edilmiş politika enstrümanlarının bulunduğunu kanıtlama niyetindeyim. Bunlarla beraber, Avrupa-merkezci uluslararası ilişkiler anlayışının Modern Avrupa tarihine atfettiği güçler dengesi, kapasite arttırma gibi kavramların Osmanlı tarafından zaten halihazırda kullanıldığını, bunların Modern Avrupa ürünü olmadığını, aksine, zaten var olduklarını anlatmaya çalışacağım.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Akdeniz’e ulaşıp bir hegemonya kurma hedefi İstanbul’un fethine uzanır. Ege’nin zengin ticaret rotaları, Karadeniz’in kendine ait olan ticaret rotaları, Kahire, İskenderiye ve Halep gibi Doğu Akdeniz’in zengin ticaret şehirleri, Osmanlı’da sermaye birikimi açısından her zaman göz kamaştırıcı hedefler olmuştur.
Bununla beraber, içsel bir dinamik de bu genişlemeyi desteklemekteydi; İstanbul ülkenin iç siyasetinin selametiydi ve buradaki nüfusun doyurulup refahının sağlanması Osmanlı iktidarı için mühim bir meseleydi (Fleet, Faroqhi: 2012). Bu refah politikaları ve gıda filolarının güvenliğinin sağlanması, kontrol altına alınabilmesi için, Adalar Denizinin, Karadeniz’in ve Doğu Akdeniz’in Türk egemenliğine girmesinin gerektiği kaçınılmaz bir gereklilikti. Her yıl hac ve gıda filolarını soyan Rodos Şövalyeleri, Venedik Donanmasının tehditkâr hareketleri ve Hristiyan korsanların Adalar Denizi ve Akdeniz’de ki yağma hareketleri bunu kanıtlar niteliktedir. Bu gereklilikleri artan çıkarlar, kendilerini ilk başta II. Mehmed’in politikalarında gösterdi. Fatih Sultan Mehmed, Trabzon, Atina, Mora ve Peleponez seferleriyle beraber Karadeniz ve Adalar Denizinin üzerinde bulunan ticaret yollarının güvenliğini sağlayarak ülke içine akan sermaye birikiminin artışını ve güvenliğini garantiye aldı. Fatih’in Karaman’dan aldığı Alanya ile birlikte Anadolu içerisindeki Akdeniz kıyılarının güvenliğini sağlamıştır. Bununla beraber, bu seferlerin başarısı Venedik’i Osmanlı’nın göreceli güç artışı karşısında korkuya düşürmüş ve bu korku kendini 1463 Venedik-Osmanlı Savaşı ile göstermiştir. Bu savaşın bir diğer sebebi de Venedik’in ticari rotalarının Peleponez’in fethi ile beraber tehlikeye girmesinde yatmaktadır. 1479’a kadar devam eden Venedik-Osmanlı çatışmaları, Venedik’in devasa toprak ve ticari kayıplarıyla sonuçlanmış, Osmanlı denizcileri Venedik’in çevrelerine yağma yapabilecek kadar yaklaşmışlardır ve Venedikliler, Karamanlı Nişancı Mehmed Paşa’nın deyimi ile, kendilerini Sultan’ın merhametine bırakmışlardır.
Fatih Sultan Mehmed‘in Akdeniz konusundaki ereklerinin büyüklüğü 1481’de Gedikli Ahmet Paşa’nın Otranto’yu fethetmesiyle daha büyük bir açıklığa kavuşmuştur. Otranto gibi bir köprübaşının tutulması ve II. Mehmed‘in ani ölümünden önce ordunun bulunduğu rota, Fatih’in planlarının Akdeniz’in “heartland” bölgesi olan İtalya’ya karşı bir sefere çıktığını düşünmemize sebep olmaktadır. Kendisinden sonra tahta çıkan II. Beyazıt her ne kadar pasif görünse de Adalar denizinde, Karadeniz’de ve elde bulunan Doğu Akdeniz denizlerindeki ticaret rotalarını regüle etmiş, buralardaki düzenlemelerle beraber verimliliği arttırmayı hedeflemiştir.
Osmanlı’nın elde ettiği bu bölgelerde sermaye birikimi için kritik önemi olan ticaret yollarının değerinin artması için çeşitli politikalar belirlemiştir. Bu politikalar genel olarak memnun etme politikaları olarak anlaşılabilir ve millet sistemi altında dinsel ve toplumsal özgürlük, birkaç yıllığına vergiden muaf tutulma, değere göre bazı vergilerin kaldırılması, ekonomik özel bölgeler kurularak ticaretin teşviki olarak özetlenebilir. Akdeniz içerisinde artan askeri hareketlilik Osmanlı Donanmasında artan insan ve gemi ihtiyacını doğurmuştur. Bunların sağlanabilmesi adına Akdeniz’de bulunan Müslüman korsanlar yüksek maaşlar ile Donanmaya gemileri ile beraber davet edilmiş, bu politika sadece Müslümanlarla sınırlı kalmamış, kendi ülkeleri içinde sıkıntıda bulunan Hristiyanlar da bu çağrıya ayak uydurmuş, Osmanlı Donanmasına katılmışlardır. Bu katılımlarla beraber, Osmanlı Donanması artan gemi ihtiyacına cevap verebilmek adına yeni tersaneler kurmuş, bu eylem de hem artan kereste ihtiyacı sebebiyle Karadeniz Ticaretinin öneminin artmasına hem de tersanelerin inşa edildiği yerlerde yeni iş olanaklarını oluşmasını sağlayarak bölgesel refah kaynaklarını arttırmıştır. Ömrü denizlerde geçmiş bu tecrübeli denizciler kendi kaynakları ve kendilerine has karizmalarıyla beraber orduya muazzam bir güç katmış, Venedik ile devam eden mücadelelerde Osmanlı lehine önemli fetihler ve akınlar yapmışlardır. Bu yeni kuvvetlerin katılımı, Osmanlı ordusunun karadaki baskısı, Levant ve Karadeniz ticaret ağlarıyla bağı kopan Venedik zorunlu olarak barış anlaşması imzalamak durumunda kalmıştır. Venedik’in Osmanlı’nın bölgedeki ilk ve en önemli rakibi olması, esasında, doğal bir sonuçtur. Anadolu’da merkezi olmayan beylikler ve zayıf bir Bizans, Venedik’i bölgede aşırı dominant kılmış, bölgenin “kaymağı” denilebilecek ticaret ağlarını ve bunların refahını Venedik’in ellerine sunmuştur. Bununla beraber artan gelirler ve bu ticaret yoluyla kazanılan teknolojik gelişimler, Venedik’i Avrupa’nın süper güçlerinden biri yapmıştır ve bu zenginlik aslında o kadar büyüktür ki Osmanlı ile biri on üç yıl diğeri ise beş yıl süren ve devasa kaynaklar tüketen iki tane savaşı karşılayabilmiştir.
Osmanlı’da İstanbul’un ihtiyaçları, artan devlet kapasitesi ve büyüyen ordu ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına gerekli olan sermaye birikimi, sosyal düzenin devam edebilmesi için ihtiyacı olan gerekli refah kaynaklarını elde edebilmek amacıyla kurduğu merkezi iktidar doğal olarak gözlerini Akdeniz, Karadeniz ve Adalar Denizine dikmiş ve bu iki devleti savaşlara sürüklemiştir. 2. Beyazıd’ın Batı ile olan ilişkilerde getirdiği sakinlik ve düzen, oğlu I. Selim’in gözünü Doğuda Osmanlı’nın Akdeniz’deki varlığını tehdit eden unsurlara çevirmesine olanak sağlamıştır. Safevi Devleti’nin artan tehditlerine karşılık, başlangıçta ipek ticaretine karşı ekonomik ambargo ve kıyı savunma şeritlerinin oluşturulması ile karşılık verilse de (İnalcık, Quataert: 2004), en sonunda Memluk Devleti’ni de hedef alan seferler ile buradaki tehlikeler bertaraf edilmiş; Halep, Kahire, İskenderiye gibi önemli ticaret bölgeleri ve halifelik Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmiştir. Burada önemli olan nokta, bu fetihlerin esasında Osmanlı Devleti’ni bir İmparatorluk haline getiren servet birikimleridir. Doğu Akdeniz’de farklı devletler ve kurallar altında bulunan bu şehirlerin Osmanlı tarafından ele geçirilmesi ve merkezi bir iktidar denetimine girmesi, ayrıca bölgedeki rekabetlerin sonlandırılıp tek bir devletin baskınlaşması ile beraber, diğer bir deyiş ile bölgede yabancı bir geminin keyfinin isteği doğrultusunda yağma veya korsanlık faaliyeti yürütememesi, bölgede güvenliğin ve denetimin tek elde toplanmasını sağlamış; bu eylem ile beraber güvenlik masrafları ve çeşit çeşit devlete ödenen geçiş ücretlerinin bitmesi zaten aktif olan bölge ticaretinin daha da artmasını sağlamış, çarkların tam hızıyla dönüp bunu Osmanlı hazinesine aktarmasını sağlamıştır. Böyle bir askeri-iktisadi başarı Osmanlı Devleti’ni refah bakımından gerçek bir İmparatorluğa çevirmiş ve bildiğimiz “Altın Çağı” başlatmıştır.
Yine bu dönemde, Barbaros Hayreddin Paşa gibi isimler Osmanlı Donanmasına katılmış, Cezayir gibi beylikler Osmanlı topraklarına katılmış, adeta bir ileri karakol gibi hem Doğu Akdeniz’e karşı oluşacak tehditleri bertaraf etmeye yaramış hem de Osmanlı korsanlarının yağma ve baskınları için bir üs olarak kullanılmıştır. Gerçekten de Cezayir’in de Osmanlı topraklarına katılmasıyla beraber, Akdeniz’de meydana gelen Osmanlı-Avrupa devletleri savaşları hep bu boylamlar içerisinde kalmış daha ileriye gidememiştir. Kanuni Sultan Süleyman, babasından aldığı bu refah dolu Doğu Akdeniz ticareti ve güvenli sınırları, güçlü donanma ve kara ordusu ile beraber, gözünü Batı’nın içlerine kadar dikerek Osmanlı hegemonyasını göstermiştir.
Bunun Akdeniz politikalarında ki yansımaları kendisini Preveze ve Cerbe Deniz Savaşları ile göstermiştir. Bu savaşlar ile beraber Avrupa devletleri arasında Osmanlı Donanmasının yenilmezliği miti oluşacaktır. Bununla beraber “Pax Ottomanica” yani Osmanlı Barışı diyebileceğimiz bu dönem, iki olayla sarsılmıştır; başarısız geçen Malta Kuşatması ve donanmayı büyük kayıplara uğratan İnebahtı Savaşı. Dönemin yine en büyük etkenlerinden biri kuşkusuz Akdeniz’in saygın güçlerinden olan Türk korsanlarıdır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan aldıkları insan gücü, materyal, top, barut ve lojistik gibi faktörleri kendi tecrübeleri ve liderlikleri altında birleştiren bu korsanlar Osmanlı İmparatorluğu’na büyük kazanımlar getirmiştir. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük rakibi Habsburg İmparatorluğu olmuştur. Hem İspanya’da hem de Avusturya gibi çeşitli topraklarda hüküm süren Habsburglar açısından bu rekabet esasında büyük problemler teşkil etmekteydi. Birleşik sınırları olan bir imparatorluk yerine böyle dağınık bir topraklar bütününde bulunması Beşinci Charles için bölgesel hegemonik bir politika gütmesini engellemiş, bunun yerine yerel otoritelerin çıkarlarının daha baskın olduğu bir politika sürdürmesine sebep olmuştur. Bununla beraber sınırları birleşik olan Osmanlı İmparatorluğu için böyle bir sorun olmamış, merkezi bürokrasi sayesinde ortak kurumlar inşa edilmiş ve Nizamı Alem veya Kızıl Elma gibi evrensel hegemonik politikalar güdülmesine izin vermiştir. Nitekim 1538 Preveze Savaşı ile beraber Osmanlı iddiaları daha güçlü gelecek ve Akdeniz’de baskın bir Türk iktidarı ortaya çıkacaktır.
Beşinci Charles’ın bitmek bilmeyen iç çekişmelerden ve dışarıda sürdürdüğü savaşlardan bunalmasıyla beraber, İmparatorluğu iki parçaya ayırmış, İspanya’yı da II. Philip’e bırakmıştır. Babasının hegemonik hırslarını taşıyan Philip de Akdeniz’de Osmanlı İmparatorluğuna meydan okumuştur ve Osmanlı aleyhine hareket eden korsanları finanse etmek ve çeşitli devletlerle ittifak yoluyla bu hegemonyanın önünü kesmeye çalışmıştır.
1560 yılında meydana gelen Cerbe Deniz Savaşı’nın Osmanlı’nın kesin zaferi ile sonuçlanıp bununla beraber bu hayaller hüsrana uğrasa da Osmanlı’nın doygunluk sınırına ulaşıp artık daha fazla ilerlemeyeceğini gösteren Malta Kuşatması Osmanlı için sonun başlangıcı sayılabilir. Akdeniz’in neredeyse tam ortasında bulunan Malta Adası, Osmanlının Akdeniz’in batısına sürdüreceği deniz harekatları için mükemmel bir lojistik ağı oluşturmaktaydı. Bununla beraber İspanya da Osmanlı’dan gelecek muhtemel saldırılara göğüs gerebilmek adına bu adayı bir ileri karakol olarak görüyordu. Bununla beraber adanın savunucuları zamanında Rodos’tan atılan St. John Şövalyelerinden başkası değildi. II. Philip’in izni ile bu adaya yerleşen şövalyeler, hem Osmanlı ordusuna ve onun taktiklerine karşı tecrübeli, hem de manevi olarak kendilerini hala bir kutsal savaşın içinde saymalarından dolayı ada Osmanlılar için geçilmesi zorlu bir sınavdı. Bununla beraber, Osmanlı içerisinde saldırı kararının geç alınması da kuşatmayı zorlayan bir diğer faktördür. 193 gemi ile sefere çıkan Osmanlı ordusu için kuşatma başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Turgut Reis’in şehit düşmesi, Piyale Paşa’nın korsanlar gibi tecrübeleri insanları görmezden gelmesi kuşatmayı bir krize sokmuş ve kuşatmayı başarısız kılmıştır. Bununla beraber Malta halkı ve St. John Şövalyelerinin birleşmiş bir görüntü çizmesi ve İspanya, Ceneviz gibi devletlerden alınan destekler kuşatmanın başarısız olmasında etkili olmuşlardır.
Bu başarısızlık ile beraber, Osmanlı İmparatorluğu Akdeniz’de maksimum sınırlarına ulaşmış ve artık gücü gerilemeye başlamıştır. 1571 İnebahtı Savaşı, 500 geminin katıldığı devasa savaş, Osmanlının yenilgisiyle sonuçlanmış fakat bu yenilgi tamamen bir geri çekilmeye değil, Osmanlı Donanmasının tekrardan organize edilmesi ve daha savunma odaklı olmasıyla sonuçlanmıştır.
Sonuç Yerine
Sonuç olarak, Osmanlı İmparatorluğunun Akdeniz’deki politikaları görüldüğü üzere genellikle savaş odaklı ve toprak kazanım hedefleri içermektedir. Fakat bu anlayış oryantalist veya Batı-merkezci anlayış tarafından dikte edilen sadece bir “cihat” amacıyla olmamıştır. Osmanlının Akdeniz’de oluşturduğu dış politikanın askeri enstrümanları bu kadar kullanmasının nedeni, devlet için gerekli olan kaynakların toplanması ve ülke içinde kaynaklanan sebeplerden dolayı ihtiyaç duyulan “kapasite arttırma” hedefinden başkası değildir. Bu kapasite arttırma için ticaret rotaları güvene alınmış, Doğu Akdeniz bölgesinin idaresi tek bir elde toplanmış, Cezayir gibi bölgeler ele geçirilerek bir ileri karakol görevi görmüş, bölgede varlık gösteren Türk korsanlar donanmaya katılmaya ikna edilmiş, yeni tersaneler açılarak ordunun kapasitesinin arttırılması yoluna gidilmiştir. İşte tüm bu kapasite arttırma projeleri kendini Birinci Süleyman’ın iktidarında Osmanlı’yı dünyanın bir süper gücü haline getirmiş, Cezayir’den İran’a, Macaristan’dan Anadolu’ya kadar uzanan bir alanı kontrol etmesine olanak sağlamıştır. Osmanlı dış politikasının 1453 ile 1571 yılları arasında Akdeniz üzerinde izlediği dış politika temel ilkesi kapasite arttırma hedefidir.
[irp posts=”25012″ name=”Osmanlı’nın Erken Kanuni Süleyman Dönemi Dış Politikası”]
KAYNAK
Suraiya N. Faroqhi, Kate Fleet, The Cambridge History of Turkey, Volume 2 The Ottoman Empire as a World Power, 1453–1603-Cambridge University Press, 2012.
Stanford J. Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, Volume 1, Empire of the Gazis, The Rise and Decline of the Ottoman Empire 1280-1808, 1976.
O’Connell, Monique Dursteler, Eric R, The Mediterranean World, From the Fall of Rome to the Rise of Napoleon-Johns Hopkins University Press, 2016.
Fernand Braudel, Civilization and Capitalism, 15th-18th Century, Volume III, The Perspective of the World HarperCollins Publishers Ltd, 1984.
Halil İnalcık, Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi: 1. Cilt 1300-1600, Eren Yayıncılık, 2004.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.