Altı Gün Savaşı ve Günümüz İsrail Filistin Çatışmalarına Etkisi

1558

İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan “dekolonizasyon” etkisiyle İngiltere Kıbrıs’tan ve Orta Doğu’daki sömürgelerinden çekilmiştir. Filistin’deki sömürgesinden çekilirken de Filistin’de bir Yahudi devleti bırakmıştır. Böylece 1940-44 arasında birçok soykırıma uğrayan Yahudi toplumu sonunda hayalini kurdukları bir devlete kavuşmuşlardır. Bu yeni devleti Arap komşuları pek hoş karşılamamış ve aralarında 1948’den başlayarak 1967 yılı ve sonrasına kadar bir çok Arap-İsrail savaşları yaşanmıştır. Yapılan savaşlarda İsrail devletinin Arap devletlerini mağlup etmesi, İsrail’in bölgede kalıcı olacağının Arap komşuları tarafından mecburen kabul edilmesini sağlamıştır. Bu savaşların kazanılmasında elbette ki batılı güçlerin İsrail’e olan desteği de etkili bir faktör olmuştur. Çünkü İsrail sayesinde Arap devletleriyle dolu olan Orta Doğu coğrafyasında artık başka dinden ve ırktan bir devlet oluşmuştur. Bu durum Batılı devletlerin İsrail’in korunmasını bahane ederek Orta Doğu üzerindeki varlıklarını devam ettirmelerini ve İsrail’in ileri bir karakol görevi üstlenmesine sebep olmuştur [1].

İsrail’in kurulmasından kısa bir süre sonra Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği gibi büyük devletler tarafından tanınarak bir resmiyet zemini kazanmıştır. Türkiye, ilk başlarda İsrail’in kurulmasına karşı çıkmışsa da Batıdan istediği desteği sağlayamaması ve dış politikadaki dengeler sebebiyle İsrail’in kuruluşundan on bir ay sonra bu devleti fiilen tanımıştır [2].

Kuruluşundan sonraki süreçte de dünya genelinden bu bölgeye bir Yahudi göçü yaşanmıştır. 1967’de meydana gelen Altı Gün Savaşı’na giden sürece bakıldığında, 1952 yılında Mısır’da darbe sonucu başa geçen Cemal Abdülnasır görülmektedir. Nasır için Arap dünyasının lideri denilebilir. Güçlü, sevilen ve karizmatik bir lider olarak sahneye çıkmaktadır. Süveyş Kanalı’nı millileştirerek İngiltere’ye meydan okuması onu bir nevi kahraman haline getirmiştir. Kanalın millileştirilmesi, çıkarlarının zedelenmesi bakımından Birleşik Krallık ve Fransa’yı yakınlaştırarak Mısır’a karşı ortak bir harekat yapmalarına sebep olmuştur [3]. Bunun üzerine İsrail’de bu harekat üzerine Mısır’a karşı saldırıya geçerek Sina’yı işgal etmiştir. Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD’nin araya girmesiyle de kriz sona ermiştir. Nasır, İsrail’e bu nedenle de husumet gütmekte ve bu işgalin intikamını almak istemektedir. Bu nedenle de İsrail’i kışkırtmaya, mevcut coğrafya’da tansiyonu yükseltmeye başlamıştır. Özellikle tüm Arap ülkelerine radyo yayını yapan Salt El Arab (Arapların sesi) yayınları Orta Doğu’daki savaş havasını daha da tırmandırmıştır. Nasır, daha sonrasında ise Sina’da İsrail-Mısır sınırında bulunan ve sürekli devriye faaliyetlerinde bulunan BM barış gücünün çekilmesini istemiş, bu talebin kabul edilerek BM güçlerinin çekilmesiyle bölgeye Mısır güçlerini yerleştirmiştir [4].

Cemal Abdülnasır

Bu olay karşısında İsrail’den kayda değer bir tepki gelmeyince Nasır, Tiran Boğazı’ndan İsrail gemilerinin geçişini yasaklayarak fiilen İsrail’in Kızıldeniz’deki limanını ablukaya almıştır. Mısır, günden güne İsrail aleyhine faaliyetler sürdürerek İsrail’i kışkırtmaya çalışarak savaş çıkartmayı amaçlıyordu. Süveyş Krizi’ndeki politik başarının sarhoşluğu hala devam etmekteydi. Mısır, SSCB’den alınan uçak, askeri teçhizatlar ve eğitimlerle silahlanmaya hız katarak ordusunu güçlendirmeye çalışıyordu. Savaş öncesi duruma bakıldığında da Arapların askeri teçhizat bakımından İsrail’den üstün konumda gözükmekteydi [5]. Ordusuna, özellikle hava kuvvetlerine oldukça güvenmesi de Mısır’ın İsrail’e saldırarak Süveyş’in intikamını almak istemesine yol açtı. Aslında tüm bu kışkırtmalar İsrail’in ilk kurşunu sıkmasını sağlamak içindi. BM ve batılı büyük devletler bölgede yeni bir savaş istemiyordu. Fakat ablukanın devamı etmesinin mutlaka bir savaşa yol açacağını düşünüyorlardı [6]. Suriye tarafına baktığımızda ise, Suriye önceki Arap savaşlarında aldığı yenilgiler nedeniyle İsrail’i muharebe alanında yenemeyeceğini anlamış ve İsrail’e karşı hareket eden Filistinli gerillalara destek vermeye başlamıştır. İsrail’i bu tarz terör örgütleriyle yorarak zayıflatmak amaçlanmaktaydı. Suriye terörü destekleme politikası husumetli olduğu ülkelere karşı kullandığı bir politikaydı ve bunu yakın tarihte PKK terör örgütünü desteklemek suretiyle Türkiye’ye karşı da uyguladığı iddia edilmiştir [7].

Bu sırada İsrail de boş durmuyor tartışmalı, silahsızlaştırılmış bölgeleri zırhlı traktörlerle tarıma açarak ve toprak taleplerine devam ederek Suriye’yi kışkırtıyordu. Aynı zamanda Şam rejiminin Filistinli gerillaları desteklemesi nedeniyle de Suriye’ye karşı tehditkar konuşmalar yapıyordu. Gerilimin zirveye ulaşmasıyla çatışma patlak verdi.

İsrail ile Suriye arasında hava ve topçu savaşı yaşandı. Bu çatışma sonucunda İsrail, Suriye’yi geri püskürtmeyi başardı. Akabinde Suriye ve desteklediği gerillalar saldırılarını iyice arttırırken, İsrail de her olaya aşırı tepki vererek olayı tırmandırdı. Savaşın bir diğer tarafı da Ürdün’dür. Ürdün Arap-İsrail savaşlarından kazançlı çıkan tek Arap ülkesidir. Savaş sonunda Batı Şeria’yı topraklarına katarak kazançlı çıkmıştır. Ayrıca 1948 Savaşı sonrası İsrail ile Ürdün arasında bir yakınlaşmada başlamıştı ve ikili arasında da bir takım gizli görüşmeler olmaktaydı. Kral, Nasır’a da pek güvenmiyordu. Ürdün, İsrail’in kuruluşu sonrası binlerce Filistinli mülteciye ev sahipliği de yapıyordu. Bu durum Ürdün’ün olası bir savaşta İsrail’e karşı yer almasını gerekli kılıyordu bir bakıma. Ürdün kralı Hüseyin de durumun hassasiyetinin farkındaydı fakat İsrail’in askeri gücünü farkındaydı. Altı Gün Savaşları’nda İsrail’e karşı savaşa girmesinin nedeni de budur aslında. Halk, Nasır’a hayrandı ve Filistinli göçmenler İsrail’e karşı olan bir savaşa doğal olarak girilmesini istiyordu. Kralın Nasır’a sırt çevirip savaşa girmezse eğer öfkeli bir halk hareketiyle karşı karşıya kalıp tahtından olabilirdi ama diğer türlü de savaşta ağır bir mağlubiyet alabilirdi. Kral Hüseyin mecburen savaşa girme opsiyonunu seçerek tahtını korumayı tercih etmiştir. Bu doğrultuda da savaşa hazırlık olarak 30 Mayıs’ta Mısır ile Ürdün arasında bir savunma anlaşması imzalanmıştır [8].

Kral Hüseyin

Tüm bu yaşanan gelişmeler ve Mısır’ın kışkırtıcı, tehditkar eylemleri neticesinde İsrail halkında bir karamsarlık ve korku başladı. Çünkü kaybedecekleri tek savaşta devletlerinin yıkılabileceğinin farkındaydılar. Bu nedenle de devlet olarak savaşı kazanmak zorundaydılar ki İsrail ordusu hiç savaş kaybetmeme, her zaman kazanma temeline dayalı olarak kurulmuş ve ona göre eğitilmiştir. Akabinde İsrail’de savaş hazırlıkları başladı. 50 yaş altı tüm erkek nüfus silah altına alındı. Diplomasi trafiğine başlandı. Fakat ordu içerisinde ikilem vardı. Kimi taraf hemen saldırılmasını, bir grup ise bir süre daha beklenilmesi gerektiği görüşündeydiler. Fakat Mısır ve diğer düşman ülkeleri gün geçtikçe güçlenmekteler ve Nasır tüm Arap dünyasını İsrail’e karşı birleştirmekteydi. Bu durum İsrail’i savaşta çok daha zor bir durumda bırakmaktaydı. Bu nedenle ani ve sürpriz bir saldırıyla derhal saldırılması kararı alındı. Tarihler 5 Haziran 1967’yi gösterirken İsrail bir yıldırım harekatıyla savaşı başlattı. Bu bir hava harekatıydı ve sürpriz bir saldırıyla İsrail hava kuvvetleri ilk olarak Mısır’ın hava üslerini ve savaş uçaklarını vurarak imha etmiştir [9]. İsrail bu savaşa askeri ve istihbari olarak hazırlıklı girmişti. Yıllardır topladıkları veriler sayesinde Mısır’ın hava gücünü kısa bir sürede imha edebilmişlerdir. Hava saldırısı ani ve oldukça başarılı olmuştur. Hatta o kadar aniden olmuştur ki Sina’daki bir hava üssünde toplanan üst düzey generaller, İsrail bombardımanı başladığında akıllarına gelen ilk şey darbe olasılığı olmuştur.

İsrail tarafından henüz havalanamadan vurulan Mısır savaş uçakları.

Akabinde Ürdün ve Suriye’nin de hava kuvvetlerine büyük zayiatlar verilmesi neticesinde hava üstünlüğü İsrail’e geçmiştir. Bu bir bakıma savaşın kazanılması anlamına da geliyordu. Havadaki üstünlük karadaki üstünlüğü de beraberinde getirdi. İsrail ordusu bir dizi çatışmalar sonucu Doğu Kudüs’e girerek Suriye’ye yöneldi, güneyde ise Gazze’yi ele geçirerek Sina çölüne doğru ilerlemelerini sürdürdüler.

Tüm bunlar yaşanırken Mısır’daki radyolar halka savaşı kazanılmaya başlandığı propagandasını yapıyorlardı ve bunu duyan halk da sevinç gösterilerine, kutlamalara başlamıştır [10]. En son 2. Dünya Savaşı sonlarında Berlin düşene kadar Almanlar da hükümet kontrolündeki radyonun bu yöndeki propagandaları nedeniyle savaşı kazandıklarını sanıyordu. Bu iki olayda da medyanın gücünü ve tarafsızlığının, bağımsızlığının önemi görmekteyiz. İsrail kuvvetleri bu savaşa düşmanlarının aksine oldukça hazırlıklı bir şekilde girmiş bir diğer deyişle ödevlerine iyi çalışmışlardı. Arap devletlerinin ise gerçekçilikten uzak bakış açıları doğal olarak mağlubiyeti beraberinde getirmişti. O dönemde Türk basını tarafından “84 saatlik savaş” olarak nitelendirilen ve yaklaşık altı gün süren savaş 10 Haziran 1967’de son bulmuştur [11]. Yapmış oldukları hazırlık ve iyi planlama İsrail’e Arap devletlerine karşı bir kez daha zafer getirmiştir. Savaş sonrası İsrail, Doğu Kudüs’ü ele geçirmiştir. Mağlup ettiği devletlerden de kazanımları olmuştur. Ürdün’den Batı Şeria’yı geri almış, Suriye’den Golan tepelerini ve Mısır’dan da Gazze Şeridi ve Sina Yarımadasını ele geçirmiştir. Daha sonrasında 1979’da Mısır ile imzalanan barış antlaşmasıyla Sina yeniden Mısır yönetimine geçmiştir. İsrail halkı bu savaş sonrası kazanılan toprakları Tanrı’nın kendilerine olan bir hediyesi olarak görmüş ve büyük bir sevinçle gelen zaferi kutlamıştır.

İsrail büyük bir prestij kazanmıştır. Hatta askeri prestij bakımından bu savaş bir dönüm noktasıdır. Çünkü genç bir devlet aynı anda kendisine karşı koalisyon oluşturan Arap devletlerini bozguna uğratmıştır. Tabi bu savaş sonucunda İsrail’e karşı duyulan öfke, kin ve nefret duyguları da artmıştır. Savaş sonrasında Arap ülkeleri duydukları nefret ve olanları hazmedememeleri nedeniyle barış masasına oturmayı bile reddetmişlerdir. Diğer tarafta bulunan Mısır’da ise savaş sonunda Nasır istifa etmiş fakat halkının isteği üzerine iktidara tekrardan ele alarak, vefat ettiği tarih olan 1970 yılına kadar iktidarı elinde tutmuştur. Cemal Abdülnasır’ın ölümü sonrası Enver Sedat devletin başına geçmiştir. 1978’de İsrail ile masaya oturmuş ve “Camp David Antlaşması” nı imzalayarak İsrail’le olan savaş haline son vermiş ve İsrail’in Sina’dan çekilmesini sağlamıştır [12]. Ürdün’de ise Kral Hüseyin savaşı kaybetmiş olmasına karşın tahtını koruyabilmeyi başarmıştır. İsrail ile görüşmelerini gizli olarak devam ettirerek 1994 yılında İsrail ile barış imzalamıştır. Ürdün ve Mısır ile normalleşme süreci yaşayan İsrail, diğer Arap devletleriyle herhangi bir barış anlaşması imzalamamıştır. Hatta savaş sonrasında Ağustos 1967’de Sudan’da buluşan Arap liderleri, İsrail’e karşı herhangi bir tanıma, müzakere veya barış olmayacağına dair bir kararnameye imza atmışlardır [13].

Enver Sedat (Sağdaki)

İsrail, Doğu Kudüs ve Golan tepelerini de ilhak etmiştir. Bu hamleleri ise uluslararası kurumlar ve hukuk tarafından meşru sayılmamaktadır. Diğer ülkeler tarafından Batı Şeria, Gazze ve Golan tepeleri dışındaki toprakların İsrail toprakları olduğu kabul edilmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından da Batı Şeria, Gazze ve Golan tepeleri işgal edilmiş topraklar statüsündedir ve bu kararda daimi ve geçici tüm ülkelerin imzası da bulunmaktadır [14].

Uluslararası hukuka göre işgal edilen topraklarda kendi vatandaşlarına yerleşim yerleri kurmak yasak olmasına rağmen İsrail, günümüzde Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da bu eylemlerine devam etmektedir. Ayrıca ABD yukarıda bahsedilen kararı onaylamasına rağmen İsrail’in Golan tepelerini ilhak etmesini ve başkentin Kudüs yapılmasına destek vererek büyükelçiliğini geçtiğimiz yıllarda Kudüs’e taşımıştır. Lakin, BM Güvenlik Konseyi üyelerine baktığımızda, birçok üye ve Avrupalı devletler İsrail-Filistin sorununa çözüm olarak, 1967 sınırlarında başkentleri Kudüs olan (Doğu – Batı) 2 devletli çözümü desteklemektedirler. Sonuç olarak İsrail, Arap devletlerine karşı üstünlüğünü onlara kabul ettirmiş oldu. Savaştaki üstünlüğü bölgedeki halklar nezdinde İsrail nefretinin katlanarak artmasına sebebiyet verdi. 1967’nin etkilerini ,doğal olarak ,en çok İsrail ve Filistinliler hissettiği söylenebilir. İsrail, devletini işgalci bir ülke haline gelerek, Filistin topraklarının işgalini başlattı ve yarım yüzyıl sonra da hala bu toprakları işgal etmektedir. Bu işgaller sonrası İsrail de o topraklarda beklenmedik bir direnişle karşılaşarak kayıplar verdi. Savaşta kazanılan zafer İsrail için gelecekte yeni işgallere girişmesine de önayak oldu. Lübnan’daki işgal denemeleri buna bir örnek olarak verilebilir. Bu işgal girişimine tepki olarak bölgede, İran’ın desteği ve yönlendirmesiyle Hizbullah oluşumu ortaya çıkmıştır.

Seyyid Hasan Nasrallah

Örgüt, o dönemden günümüze İsrail Devleti’ne çeşitli sıkıntılar yaşatmıştır. Savaş süreci ve sonrasında yaşanan bu işgal deneyimleri hem İsrail hem de Filistin için yıkıcı etkiler bıraktı. İsrail halkının, Filistinli direnişçiler ve Hizbullah tarafından yapılan saldırılar nedeniyle can ve mal güvenliklerinin tehlikede olması savaşın bir yansımasıdır. Fakat Filistin halkı için durum çok daha vahim bir hal almıştır. İlk etapta topraklarını kaybetmiş ve yüzyıllardır yaşadıkları topraklarda bir nevi mülteci, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeye başlamışlardır. İsrail Devleti’nin Filistin bölgelerine, uluslararası hukuku hiçe sayarak, kendi Yahudi yerleşimcileri yerleştirmesiyle Filistin halkına tanıdığı yaşam alanı o günden günümüze gün geçtikçe azalmaktadır. Buna karşılık bölgedeki diğer Arap devletleri sembolik kınama söylemlerinden fazlasını yapmamaktadır. Hatta ABD Başkanı Trump’ın girişimleriyle, Birleşik Arap Emirlikleri, Fas, Suudi Arabistan gibi Arap ülkeleri İsrail ile olan ilişkilerini geliştirme, işbirlikleri yapma yoluna gitmişlerdir. Kendi milletlerinden olan devletlerin tutumu ve Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Türkiye hakkındaki söylemlerine rağmen Türkiye, uluslararası arenada Filistin halkının hakkını savunmaya devam etmektedir. Tek bir cümleyle durumu özetleyecek olursak, “1967’de yaşanan o 6 günlük savaş, bölgedeki halkların 50 yıldır hala barış içinde yaşayamaması sonucunu yarattı” [15] denilebilir.

[irp posts=”20034″ name=”‘İsrail-Filistin Barışı’: Yüzyılın Anlaşması’nın 10 Maddesi”]

Hüseyin Anıl Kaya 

Stratejik Ortak Misafir Yazarlar 

KAYNAK

Dipnotlar

[1]:Ahmet İşler, “İsrail’in Kuruluşunda Muhafazakar Camianın Yaklaşımı,” İçtimaiyat, 3(2), s.122.
[2]: Ahmet İşler, “İsrail’in Kuruluşunda Muhafazakar Camianın Yaklaşımı,” s. 123.
[3]: Kenan Olgun, “Türk Basınında 1967 Arap-İsrail Savaşı,” 2232.
[4]: Kenan Olgun, “Türk Basınında 1967 Arap-İsrail Savaşı,” 2235.
[5]: Kenan Olgun, “Türk Basınında 1967 Arap-İsrail Savaşı,” 2232.
[6]: “1967 Arap- İsrail Savaşı: Orta Doğu’yu sarsan 6 gün,” BBC, Haziran 6, 2017, Son güncelleme: 5 Haziran 2019, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40157650 .
[7]: “Davutoğlu: Suriye PKK’ya destek veriyor,” Aljazeera, Haziran 21, 2012, http://www.aljazeera.com.tr/haber/davutoglu-suriye-pkkya-destek-veriyor .
[8]: Kenan Olgun, “Türk Basınında 1967 Arap-İsrail Savaşı,” 2238.
[9]: Kenan Olgun, “Türk Basınında 1967 Arap-İsrail Savaşı,” 2240.
[10]: “1967 Arap- İsrail Savaşı: Orta Doğu’yu sarsan 6 gün,” BBC, Haziran 6, 2017, Son güncelleme: 5 Haziran 2019, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40157650 .
[11]: Kenan Olgun, “Türk Basınında 1967 Arap-İsrail Savaşı,” 2240.
[12]:“Enver Sedat Suikasti,” Mepa News, Ekim 6, 2020, https://www.mepanews.com/enver-sedat-suikasti-20546h.htm .
[13]: “Six-Day War,” History, Mayıs 11, 2018, Son Güncelleme: 21 Ağustos 2018, https://www.history.com/topics/middle-east/six-day-war .
[14]: “UN Transcription of session referring to Chapter VI prior to the introduction of the Resolution,” United Nations, https://web.archive.org/web/20090221085933/http://domino.un.org/unispal.nsf/db942872b9eae454852560f6005a76fb/9f5f09a80bb6878b0525672300565063!OpenDocument .
[15] : “1967 Arap- İsrail Savaşı: Orta Doğu’yu sarsan 6 gün,” BBC, Haziran 6, 2017, Son güncelleme: 5 Haziran 2019, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40157650 .

Kaynakça

Aljazeera. “Davutoğlu: Suriye PKK’ya destek veriyor.” Haziran 21, 2012. Erişim Tarihi: 30 Ocak 2021. http://www.aljazeera.com.tr/haber/davutoglu-suriye-pkkya-destek-veriyor .

BBC. “1967 Arap- İsrail Savaşı: Orta Doğu’yu sarsan 6 gün.” Haziran 6, 2017. Son Güncelleme: 5 Haziran 2019. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40157650.
History. “Six-Day War.” Mayıs 11, 2018. Son Güncelleme: 21 Ağustos 2018. https://www.history.com/topics/middle-east/six-day-war .

İŞLER, A. (2019). İsrail’in Kuruluşunda Muhafazakâr Camianın Yaklaşımı. İçtimaiyat, 3(2), 121-128.

Mepa News. “Enver Sedat Suikasti.” Ekim 6, 2020. Erişim Tarihi: 30 Ocak 2021. https://www.mepanews.com/enver-sedat-suikasti-20546h.htm .

OLGUN, K. TÜRK BASININDA 1967 ARAP-İSRAİL SAVAŞI.

United Nations. “UN Transcription of session referring to Chapter VI prior to the introduction of the Resolution.” Erişim Tarihi: 30 Ocak 2021. https://web.archive.org/web/20090221085933/http://domino.un.org/unispal.nsf/db942872b9eae454852560f6005a76fb/9f5f09a80bb6878b0525672300565063!OpenDocument .

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz