Jeopolitik kavramı önceleri askeri terimler için sonrasında ise uluslararası ilişkiler alanında kullanılmaya başlanmıştır. Bunun yanında dünyada önemi gün geçtikçe artan enerjiyle birlikte yeni bir kavram olarak enerji jeopolitiği kavramı ortaya çıkmıştır. Enerji jeopolitiği, sadece enerji kaynaklarının bulunduğu alanları değil, enerji ile ilgili arz-talep ilişkisinin bulunduğu tüm coğrafi unsurları kapsamaktadır. Enerji jeopolitiği ağırlıklı olarak petrol, kömür, doğalgaz rezerv bölgeleri, söz konusu kaynakların taşınmasında kullanılan güzergâh ve ilgili enerji kaynaklarının talep coğrafyasına odaklanmaktadır (Sevim,2020;58). Geçtiğimiz yüzyıl dünyada kömür çağından petrol çağına geçiş yaşanmış ve 20. yüzyıl tamamen petrolün hâkim olduğu bir dönem olmuştur. Dünyadaki siyasal ve ekonomik güç petrol hammaddesi etrafında şekillenmiş, önceleri İngiltere daha sonra Amerika Birleşik Devletlerinin oluşturduğu politikalar çerçevesinde oluşturulmuştur (Sevim,2012:4379). Dünyada enerji kaynaklarına olan ihtiyaçla birlikte petrol rezervlerini ele geçirme ve kontrol etme isteğindeki artış birçok savaşa ve krizlere neden olmuştur.
Savaşların ve krizlerin bazılarının oluşumunda doğrudan ya da dolaylı olarak “enerji jeopolitiği” kavramı yer almıştır. Son yüzyıl içinde yaşanan bazı önemli krizlere ve savaşlara bakıldığında; Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Kore Krizi, Küba Krizi, Vietnam Savaşı, Arap-İsrail Savaşları, Süveyş Krizi, Birinci Körfez Operasyonu, İkinci Körfez Operasyonunun yaşandığı bilinmektedir.
Enerji kaynaklarının bulunduğu ve üretiminin yapıldığı alanlar enerji jeopolitiğinde önemli değişimleri de beraberinde getirmiştir. Enerji tüketiminin sürekli artış gösterdiği ülkelerin enerji taleplerinin de aynı oranda değişmesi, yeni rezervlerin keşfedilmesi, enerji jeopolitiğindeki değişimin başlıca nedenlerini oluşturmaktadır. Dünyanın en fazla nüfusuna sahip Çin ve Hindistan’ın sanayilerinin hızla gelişmesi bu ülkelerin enerji taleplerini de arttırmıştır. Bununla birlikte Orta Doğu’da Arap Baharı denilen halk ayaklanmalarının yaşanması, bunun yanında bölgede yaşanan çatışma ve savaş gibi gelişmeler enerji jeopolitiğinin de yeniden yorumlanmasına yol açmıştır. Dünya üzerinde fosil enerji kaynakları bazı bölgelerde fazla iken bazı bölgelerde yok denecek kadar azdır (Harunoğulları,2017:147). Ayrıca Dünya geneline bakıldığında bazı ülkeler tarihsel dönemler göz önüne alındığında sosyal ve ekonomik önemli avantajlara ve kendisini stratejik kılan fırsatlara sahip olmuştur. Bunlar; uygun iklim koşulları, su kaynakları, verimli tarım arazileri, kara ve deniz ulaşımında önemli ticaret yolları üzerinde bulunması, stratejik enerji kaynaklarında arz coğrafyası olması veya bu kaynakların transferinde geçiş ya da terminal rolde olmasını sayabiliriz. Bu nedenle enerji coğrafyaları 20. yüzyılın başından beri paylaşım ve güç mücadelelerinin odağında yer almıştır. Avrasya ve Orta Doğu ülkelerindeki zengin petrol ve doğal gaz rezervleri üzerinde hegemonya kurma çabası içerisinde olan ABD ve Avrupa ülkeleri bu alanlarda güçlerini kullanarak çeşitli politikalar üretmiştir.
Bu ülkeler enerji yarışında ürettikleri bu politikaların hayata geçmesi için siyasi, askeri ve ekonomik yönden tüm güçlerini kullanmışlardır. Bu hegemonya kurma yarışında Rusya da her zaman başrolde olma çabasını kaybetmemiştir. Türkiye ise çevresinde bulunan bölgelerdeki ve ülkelerdeki zengin enerji kaynaklarının dünya pazarlarına ulaştırılmasındaki önemli ülkelerden olmuştur. Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar ve Orta Asya gibi komşu bölgelerdeki zengin petrol ve doğal gaz rezervleri ve bunların taşınma güzergâhları Türkiye’nin bulunduğu bölgeye özel bir jeostratejik önem taşımaktadır.
Dünya petrol ve doğal gaz rezervlerinin %70’ten fazlası ve küresel tüketimin yaklaşık %30’u Avrupa tüketim coğrafyasında gerçekleşmektedir (Oral, Özdemir, 2017:949). Buna göre Türkiye, kaynak coğrafyaları için enerji talep güvenliği, arz coğrafyaları için de enerji arz güvenliği yönüyle terminal bir ülke konumundadır. Enerji jeopolitiğinde enerji taşımacılığı diğer önemli konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Enerji taşımacılığında ise petrol ve doğalgaz önem oluşturmaktadır. Dünya geneline bakıldığında petrol ve doğalgaz taşımacılığının büyük oranda boru hatları ile gerçekleştirilmektedir. Boru hatları güzergâhları ise ülkelerin dış politikalarından, ekonomilerine hatta iç siyasetlerine kadar büyük oranda etkilemektedir. Türkiye, petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarının boru hatları ile Asya’dan Avrupa’ya ve Orta Doğu’dan Avrupa’ya taşınmasında jeopolitik bir rol oynadığı gibi aynı zamanda petrol ve doğalgaz üreticisi ülkeler bakımından da önemli bir pazardır (Harunoğulları,2017;182). Türkiye’nin enerji politikalarındaki hedeflerinden birisini oluşturan enerji merkezi olma isteğini, bölgedeki ülkelerle yaptığı boru hatları anlaşmalarıyla hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bunlara bakılacak olursa;
• Azerbaycan’dan gelen petrolü; Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye üzerinden geçerek Ceyhan deniz terminaline taşıyan ve buradan Türkiye’nin ve Dünya’nın çeşitli bölgelerine ulaştırılmasını sağlayan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Ham Petrol Boru Hattı’nın faaliyette olduğu bilinmektedir.
• Azerbaycan ile 2014 yılında Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) Projesinin gerçekleştirilmesine yönelik hükümetler arası anlaşma imzalanarak ve 2018 yılında açılışı yapılmıştır.
• 2007 yılında ise işletmeye alınan Türkiye-Yunanistan Doğalgaz Boru Hattı ile Yunanistan’a doğal gaz ihraç edilmeye başlanmıştır.
• Trans Adriyatik Doğal Gaz Boru Hattı Projesiyle (TAP) doğalgazın Yunanistan ve Arnavutluk üzerinden İtalya’ya ulaşması ve Irak Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı Projesiyle Türkiye ve Avrupa için gaz alışı gerçekleşmesi ise bu yıl planlanmaktadır.
Boru hatlarının geçiş güzergâhlarında önemli bir konuma sahip olan Türkiye’nin Dünya enerji piyasasında önemli bir enerji pazarlarından biri olduğu görülmektedir. Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkasya enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırılmasında transit ülke olma özelliği nedeniyle stratejik öneme sahip hem bir merkez hem de bir köprü ülkesidir.
Dünyada gün geçtikçe önemi artan yenilenebilir enerji kaynaklarında da Türkiye diğer coğrafyalara göre şanslı bir konumda yer almaktadır. Türkiye bulunduğu coğrafi konumu ve jeopolitik yapısı nedeniyle bütün yenilenebilir enerji kaynaklarından faydalanma imkânına sahip bir ülkedir. Özellikle hidrolik, jeotermal, rüzgâr ve güneş enerjisi potansiyelleri bakımından AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında, Türkiye’nin son derece verimli bir konuma sahip olduğu görülmektedir. 2023 yılına kadar elektrik üretiminde kullanılan yenilenebilir enerji payını arttırılması hedefi, uzun vadede bakıldığında Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını önemli ölçüde azaltacaktır. Ayrıca yenilenebilir enerji, milli gelirden istihdama, yatırım alanlarından çevresel faktörlere, enerji arz güvenliğinden kaynak çeşitlendirmesine kadar birçok alanda da son derece önemli bir kaynaktır. Bu sayede Türkiye enerji ticaretinde merkez ülke olmanın yanında enerjide kendi kendine yetebilen bir ülke konumuna da gelebilecektir.
[irp posts=”24178″ name=”Avrupa Birliği Enerji Politikalarında Türkiye’nin Yeri ve Önemi”]
KAYNAK
Harunoğulları, Muazzez (2017). Enerji kaynaklarının jeopolitiği ve küresel güçlerin enerji politikaları, International Journal of Social Sciences and Education Research, 3(1), 146-171.
Oral, Muhammed, Özdemir, Ünal (2017). “Küresel Enerji Jeopolitiğinde Türkiye: Fırsatlar ve Riskler”, Journal of History Culture and Art Research, 6(4), 948-959.
Sevim, Cenk (2012). “Küresel Enerji Jeopolitiği ve Enerji Güvenliği”, Journal of Yasar University, 26(7), 4378 – 4391.
Sevim, Cenk (2020). “Yeni Enerji Jeopolitiğine Genel Bakış”, İzmir Sosyal Bilimler Dergisi, 2 (2), 57-63.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.