Giriş
Baktığımız bölgenin ve detaylandırdığımız devletlerin geçmişlerinde yaklaşık 300 yıllık süren sömürge aşaması, sonrası dönemde ise kuzeylerinde kendi etkisi altına almak isteyen ve “America’s Backyard” nitelendirmesiyle yaklaşan ABD’yi görmekteyiz. 1820’li yıllarla başlayacak şekilde diğer sömürge bölgelerine nazaran erken bağımsızlık sürecine erişmiş bölgede 19. yüzyıl genel iç sorunlar zinciriyle ve istikrarsızlıklarla geçerken 20. yüzyılda istikrarsızlıkların birtakım dönemlere ve belli devletler üzerine yoğunlaştığını görüyoruz. Meksika ve Brezilya da çok ciddi şekilde bu süreçlerden payını alsa da istikrarsızlık konusunda durumları El Salvador ya da Kolombiya kadar kötü şekilde karşımıza çıkmamıştır. Kurumsallaşma tecrübesinden uzak şekilde devletleşen bu iki benzer aktörün demografik, etnik, coğrafi ve bağımsızlık sonrası tarihlerinde ise farklılıklar görünmektedir. Brezilya, Arjantin ile beraber Latin Amerika’nın güneyinde itici ekonomik güç olmaya aday görünmüşken aynı durum bölgenin kuzeyinde kalan Meksika için ABD ile arasındaki ilişkilerin seyri kapsamında belirtilebilir. ABD ile olan ilişkisi Latin Amerika tarafının tam benimsemesinin önüne geçerken aynı durum Latin Amerika’nın bir parçası olarak görüldüğünden ABD tarafından da yaşanmıştır. Bu sebeple Meksika’nın bir aidiyet probleminin de mevcut olduğundan bahsedebiliriz.
Meksika Birleşik Devletleri
130 milyona yaklaşmış nüfusu ve 1.964.375 km2’lik yüz ölçümüyle dünyada hem konuşan kişi sayısıyla hem de üzerinde konuşulan toprak büyüklüğüyle İspanyolcanın başı çektiği ülkedir. Kişi başına düşen milli gelir 9480 ABD dolarıyken GSYH’si 1.269 trilyon dolar civarındadır. (2019) (Mexico, 2021). Meksika, kuzeyinde 3141 km’lik ABD sınırıyla dünyanın en büyük ekonomisine komşu olmakta, güneyinde ise Guatemala ve Belize ile sınır paylaşmaktadır. Tabi ki kendisini tanımlayan bu özellikler bölgesinde önemli bir aktör olmasına da sebep olmuştur. Latin Amerika bölgesinin Brezilya’dan sonra gelen en büyük ekonomisi olmasında 3141 kilometrenin önemi bir hayli büyüktür. Ekonomik gelişim bakımından Latin Amerika’da en büyük ikinci, dünyada ise on beşinci ülke olarak görülmektedir (Meksika’nın Ekonomisi, 2018).
Meksika ekonomisi her zaman bu şekilde iyi şekilde belirtilmiyordu, özellikle 1980’li yıllarda entegre olmaya çalıştığı uluslararası neo-liberal ekonomik düzenden önce kapalı bir ekonomi modeli sunmaktaydı. Değişim sürecindeki ekonomisiyle beraber günümüzün en büyük serbest ticaret bölgesinin bir parçası olmakla -Kuzey Atlantik Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA)- ekonomisine yansıyan pay büyümüştür (Dolu & Göksel, 2017). Hali hazırda Meksika’nın ticaret ortakları ve onlarla olan ilişkisine baktığımızda, ticaretinin %90’ını 46 ülkeyle arasında bulunan 12 Serbest Ticaret Anlaşması (STA) ile gerçekleştirmektedir. Brezilya’nın ticaret ortakları ile arasındaki ilişki bu kadar STA çerçevesinde akmamaktadır.
Her ne kadar küreselleşme döneminin başlamasıyla beraber belli devletler bazında yüksek ivmeli kalkınmalar sağlanmış olsa da Meksika’nın tarihsel geçmişinde bağlı bulunduğu coğrafyada ve yakın çevresinde olumsuz etkilerde bulunan aktörler olmuştur. Güneyindeki irili ufaklı, iç çatışmalar ve istikrarsızlıklar içerisinde bulunan Orta Amerika ve Güney Amerika devletlerinin ekonomik gelişmişlikleri dünyanın diğer bölgelerine kıyasla daha düşük seviyelerde görülmekteydi. Hal böyle ki Latin Amerika bölgesinin dünya GSYH’si içindeki payı; 1870’te %2,5, 1929’da %5,2 ve 1980’de %9,5 olarak saptanmıştır. Bölgenin o dönem nüfusunun dünya nüfusuna karşılık minimal oranda olduğunu söylemek gerekse de her halükârda GSYH verileri tipik güney ekseni şeklinde çıkmıştır (1820 ve 1870 yıllarında hesaplanan GSYİH oranları Afrika’nın da altında yer almakta). Bununla beraber GSYH’nin oranı 1913-1950 yılları arasında artış göstermişken 1973 yılı sonrasında durağan bir eğilim izlemiştir (Nayyar, 2013).
Meksika, ABD ile komşu olmasının sonuçlarını net bir şekilde hissetmiştir. 19. yüzyılda iki ülke arasındaki ilişki yüzeysel sürerken bağımlılık modeli oluşmamış fakat 20. yüzyılda bu durum değişmiştir. ABD ekonomisi adına kritik bir zaman dilimini teşkil eden İkinci Dünya Savaşı yılları Meksika için de kendi çapında kritik olmuştur. Bu dönemde iki ülkenin ekonomileri de olumlu şekilde değişmiştir. Meksika’da 1940’larda başlayan ve 1970’lere kadar süren, üretimi baz alan olağanüstü bir kalkınma modeli görülmüştür. Bu yıllarda yaşanan değişim de Mexican Miracle (Meksika Mucizesi) olarak anılmaktadır (Yarar, 2018). Üretime odaklanılan ve devlete olumlu geri dönüşlerin yansımasına karşın bu yansımaların halka kadar ulaşmadığını da söyleyebiliriz. 1960’larda özellikle ülkenin kuzey kısımlarında şehirleşmenin başlamasıyla işsizlik oranları da artmış ve insanların çoğu çözümü ABD’ye göçte aramışlardır. Hükümet hem işsizlik hem de göç sorunun önüne geçebilmek adına sınır bölgelerinde “Maquila” ismiyle anılan bir program başlatmıştır. Program sınıra yakın bölgelerde kurulan çeşitli teknoloji fabrikaları vasıtasıyla vatandaşların işsizlik sorunlarını minimal kılma hedefiyle karşımıza çıkmış fakat pratikte pek de başarılı olamamıştır (Cravey, 2012). Brezilya’da ise özellikle sömürge döneminde ve 19. yüzyılda köleliğin kaldırılmasıyla göçe teşvik edici politikalar alındığını görmekteyiz (Tepeciklioğlu, 2017).
Yaklaşık 300 yıl boyunca sömürge şeklinde var olmuş, bağımsızlığını kazandıktan sonra 1914 Anayasa’sına kadar çeşitli iç sorunlarla meşgul olmuş, 1846-1848 yılları arasında o zamanki topraklarının yaklaşık yarısını ABD’ye bırakmak zorunda kalmış ve kurumsal gelenekten uzak bir geçmişle varlık sürdürmüş Meksika’nın 1980’li yıllara gelindiğinde en çok endüstrileşmiş 15 ülke arasında yer alması çok ciddi bir meseledir. Meksika Mucizesi tabiriyle bahsedilen yıllar içerisinde 1946-1952 arasında devlet başkanlığı görevinde bulunmuş Aleman’ın endüstrileşmeyi hızlandıran projeleri, ABD ile entegre hale getirilen demiryolları düzenlemesi ve petrol çıkarma hamlesi ekonomik değişimin seyri adına önemlidir (Yarar, 2018).
NAFTA sürecinin ekonomisinde yarattığı fark ise çok net bir şekilde gözlemlenebilmektedir. Bu döneme kadar kapalı ve korumacı bir ekonomi modelini benimsemiş Meksika STA sonrasında neo-liberal sisteme entegre olma hamlesine yönelmiş bir Meksika şeklini almıştır. Tabi ki bu süreçte devlet tarafından model değiştirilme hamleleriyle birlikte dönemin genel ekonomik eğilimlerinin de liberalleştirmeye etkide bulunduğunu belirtebiliriz. Ayrıca NAFTA ile ilgili bilinen en kesin durum şudur ki; anlaşmanın gerçekleştiği dönemde, hali hazırda iki gelişmiş ekonomiye olacak etkilerinden ziyade Meksika gibi gelişmekte olan bir ekonomi üzerindeki etkileri ilgiyle takip ediliyordu. Aslı Dolu ve Türkmen Göksel’in “eğer Meksika NAFTA gibi bir STA içerisinde yer almasaydı?” sorusunun cevabını olabildiğince doğru tahmin etmek için kullandığı Sentetik Kontrol Metot[1] (SCM) yaklaşımıyla Meksika’nın ekonomisinde meydana gelen değişimleri görme imkanına erişebiliyoruz. 1994’te yürürlüğe girmesiyle beraber STA’nın üç ülkesinin birbirine karşı karşılıklı bağımlı bir ekonomisi yaratılmıştır. Veriler sonucunda STA hiç gerçekleşmemiş olsaydı ise ABD-Meksika ticaret hacminin belli ortanda artacağı görülürken; 1995-2015 döneminde Meksika ticaret hacmini 3 kat arttırdığı derecede olağanüstü bir artış meydana gelmeyecekti. Yine verilere göre Meksika için kişi başına düşen gelir NAFTA’nın ticaret hacminde gösterdiği olumlu bir etkiden ziyade olumsuz şekilde (özellikle 2008 ekonomik krizi sonrasında) yansımıştır (Dolu & Göksel, 2017).
Petrol gelirleri Meksika ekonomisi için oldukça önemli bir etkendir. 1970’lerde ve 1980’lerde ülkenin doğu kıyılarındaki ovalarda bulunan büyük petrol yataklarının devlet kontrolüyle çıkartılmaya başlanması, ülkeyi o dönemde dünyadaki en büyük dört petrol üreticisinden birisi haline gelmiştir (Temel Britannica, 1993). Meksika günümüzde ihracat gelirlerinin yaklaşık %10’unu ve tüm kamu gelirlerinin yaklaşık üçte birini petrolden kazanmaktadır. Son dönemde petrol gelirlerinde azalma görülse de hala oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Devlete ait petrol şirketi Pemex 2015’te en büyük beşinci petrol şirketiyken günümüzde yedinci sıraya gerilemiştir. Petrol gelirlerinin yanında ABD topraklarında doğmuş göçmen nüfusun üçte birinin Meksikalı oluşu ve yurtdışına en çok işçi gönderen ülkeler arasında yer alması, göçmenlerin yolladıkları ve topraklara giren dövizin de ekonomideki payının önemli oluşunun kaynağıdır (Meksika Ülke Raporu , 2020).
Brezilya Federal Cumhuriyeti
Güney Amerika kıtasının hemen hemen yarısını barındıran -aynı zamanda yaklaşık olarak Avrupa kıtası boyutlarında- yüzölçümüyle (8.516.000 km²) dünyada coğrafi genişlik bakımından beşinci sırada yer almaktadır. Yoğun ve farklı etnik kökenlere sahip nüfusuyla (2020 yılı itibariyle 211.742.618 nüfus) da aynı şekilde dünyada beşinci sırada yer almaktadır. 2019 yılında GSYH’si 1,84 trilyon ABD dolarıdır (Brazil, 2021). Tropikal iklim ülkenin genelinde hâkim görünse de ılıman iklimin olduğu güney kesimleri de mevcuttur. Üretim ve sanayi merkezleri de bu ılıman iklime sahip bölgelere ve kıyı kesiminde yoğunlaşmıştır. Meksika’da ise bu yoğunlaşmanın daha çok kuzey kesimlerinde olduğunu görüyoruz. Bunların yanında sömürge tarihi Latin Amerika bölgesiyle aynı döneme denk gelse de sömüren Avrupalı devlet farklıdır. Portekiz sömürgesi olarak 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar varlık sürdürmüş ve bu sırada komşularına oranla farklı bir sömürü şekline uğramıştır. Öncelikle sömürünün etkileri, İspanya sömürüsünde olduğu kadar ciddi kalıtsal olmadığı gibi yine sömürü yıllarında çalıştırılacak insan talebinden dolayı Afrika’dan köle aktarılmıştır. Bu sebepten dolayı Brezilya’nın siyahi nüfus oranı çok yüksektir. Hatta o kadar yüksektir ki dünyada Nijerya’dan sonra ikinci büyük siyahi nüfusa sahip ülke olarak kayıtlara geçmiştir (Tepeciklioğlu, 2017).
Hem ABD ile ilişkilerinde hem de petrol ihracında bağımlılığını azaltmak adına 1970’ler ile beraber etanol üretimini başlamış olmakla birlikte günümüzde dünyanın en büyük ikinci etanol üreticisi konumunda yer almaktadır. Ülkede hizmet sektörünün payı oldukça büyüktür, bununla beraber coğrafi genişliği ve iklimi dolayısıyla çoğu tarım ürününden geniş çapta üretim imkanına sahip olmaktadır. 20. yüzyılın başlarında kayda değer bir ekonomik performansı görülmeyen Brezilya’nın özellikle 1950’li yıllarda dikkat çekici ekonomik büyüme oranları 1970’lerde daha da artıp dünyada ilk sıralarda yer alırken 1980’lere dek bu durumunu sürdürmüştür (Tepeciklioğlu, 2017). Fakat aynı dönemde (1960-1980) ülkede askeri bir yönetimin varlığı ve uygulanan politikaların büyük getirilerine rağmen verimsiz nitelendirilmeleri sonucunda demokratik yönetime dönüş döneminde ekonomik sorunlar kendisini göstermiştir (Wiltse, 2017). 1980’ler ve 1990’lar ekonomik krizlerle ve yüksek enflasyon oranlarıyla geçen ülkede 21. yüzyılın başlarıyla beraber özellikle Luiz Inacio Lula da Silva (2003-2011) döneminde olumlu gelişmeler yaşanmıştır. Bu süre zarfında ülkede sorun halinde olan gelir eşitsizliği gibi meselelerde de iyileşmeler görülmüştür. “Lula döneminde önceden GSYH’nin yüzde 33’üne tekabül eden dış borçlanma 2007 yılında GSYH’nin yüzde 3’üne gerilemiştir.” (Tepeciklioğlu, 2017).
Ekonomisindeki dalgalanmalar geçmişten günümüze kadar ihracında bulunduğu ürünlerin uluslararası piyasalardaki değeri vasıtasıyla şekillenmiştir. Bu şekillenmenin en çok madencilik ve tarım alanlarında kendisini gösterdiğini söyleyebiliriz. Meksika’nın ekonomisinde temel ağırlık petrol gelirleri olurken Brezilya’da ise bu durumun çeşitlendirilmeye çalışıldığını görülmektedir.
Hemen hemen Meksika’nın NAFTA oluşumunda yer aldığı yıllarda Brezilya da Güney Amerika’da bir ortak pazar uygulamasının kuruculuğunda etkili olmuştur. 1995 yılında uygulamasına başlanan Güney Amerika Ortak Pazarı (MERCOSUR), Avrupa Birliği ve NAFTA sonrasında dünyadaki en büyük üçüncü ekonomik entegrasyon olarak kabul edilmektedir. Aslında 1960’lı yıllardan itibaren Latin Amerika adına ticarette kolaylıkların sağlanmasına yönelik devletler tarafından talepler oluşmaktaydı, fakat ilk defa ortak pazar şeklinde karşımıza çıkışı MERCOSUR ile beraber olmuştur. Brezilya, MERCOSUR sayesinde Meksika – ABD ve Kanada üçlüsünün sağladığı avantajı bir miktar dengeleyebilmiştir. Brezilya ve Meksika’nın da kurucu üyeleri olduğu, 1960 yılında Uruguay’da Montevideo Anlaşması ile kurulmuş ve bölgede ilk ekonomik entegrasyon denemesi olan Latin Amerika Serbest Ticaret Birliği (LAFTA), o dönemde yaşanan darbeler ve otokratik yönetimlerin etkisiyle geçerliliğini kaybedip 1980 yılında sonlanmasına dek beklenen faydayı sağlayamamıştır. Bu başarısız girişimin ardından bölgedeki devletler Latin Amerika bölgesel Entegrasyon Birliği (LAILA) şeklinde yeni bir girişim yaratmışlardır. Yine Brezilya ve Meksika’nın kurucu üyeleri arasında bulunduğu bu girişim bölgede devletlerin eşit koşullar altında ekonomik gelişimlerini teşvik edici bir programa sahipken ABD ve Avrupa karşısında pazarlık gücünü arttırma amacı da söz konusudur. Bununla beraber bölge dışından da çeşitli yapılarla iş birliklerine açık bir tavra sahiptir (Önal, 2017).
Brezilya, birkaç örneğini bir önceki paragrafta vermiş olduğumuz iş birlikleri çerçevesinde ticari faaliyetlerini gerçekleştirme güdüsü taşımaktadır. Özellikle 1990’lar sonrasında serbest ticaret anlaşmaları ve bölgesel iş birliklerine verdiği önem artmıştır. STA’lara bakışı bu sebeplerden dolayı Meksika ile benzerlik göstermektedir. Fakat Meksika’dan farklı şekilde Brezilya ekonomisinde 2000’li yıllar itibariyle başlamış bir Çin ağırlığı da söz konusudur. Latin Amerika’nın en kuzeyinde yer alan ülke küresel devlerden birisi olan ABD ile yoğun ilişkiler kurmuşken, Brezilya nispeten partneri olan Çin ile ilişki yoğunluğunda o kadar kapsamlı olmasa da yıldan yıla mevcudiyeti artan bir ilişki içerisindedir. Zaten ekonomisinde de tek bir partnerle olan ilişkisine ya da tek bir alandaki gelişmelere bırakmaktan ziyade çok taraflı bir politika izlemektedir.
BRICS oluşumuna da dahil olan Brezilya, Çin ve Hindistan gibi muazzam nüfusa sahip ülkelerden sonra gelmektedir. Son dönemde sürdürdüğü düşük oranda ekonomik kalkınma yüzdeleri sebebiyle yakın zamanda Rusya’nın da altında kalma ihtimali söz konusudur. Uluslararası iktisadi kuruluşların içerisinde daha aktif bir konumda olabilme amacı taşıdığını söylemekle beraber aynı zamanda bu kuruluşların güney ülkelerini de kapsayacak şekilde bir revizyon süreçlerine yönelmelerine yönelik söylemler gerçekleştirmektedir.
Sonuç
Başı ve sonuyla 20. yüzyılın Meksika ve Brezilya nezdinde yarattığı etki birbirine çok benzemektedir. Birinci Dünya Savaşı öncesi erken küreselleşme döneminde uluslararası ekonomideki payları minimal seviyelerdeyken yüzyılın ortalarına doğru önce Meksika ardından da Brezilya’nın kalkınma serüveni karşımıza çıkmıştır. Kalkınma süreçlerinde devletlerin ithal ikameci politikaları da ilerleyen dönemlerde neo-liberal ekonomik sisteme uygun politikalara dönüşmüştür. Yüzyılın sonunda ise hem yeni dünya düzeni içerisinde edindikleri yer bakımından hem de ekonomik verilerin yorumu bakımından oldukça önemli bir noktaya erişmişlerdir. Aynı zamanda ekonomik gelişmişliğin ekonomik özgürlükle, ekonomik özgürlüğün de siyasal özgürlükle gerçekleştiğini tecrübe eden devletler kendilerini otokratik yönetimden uzaklaştırmaya doğrultmuşlardır.
Brezilya her ne kadar son yıllarda daha düşük kalkınma verileri sunmuş olsa da gelecekte önemli bir ekonomik dev olacağı tahmin ediliyor. Bu bakımdan bölgesindeki devletler için itici bir güç potansiyeli oluşturup Latin Amerika’yı farklı bir düzleme yerleştirebilir. Meksika’nın ise ekonomisinde gerçekleşecek büyük atılımlar adına çözmesi gereken çeşitli sorunları mevcut. Uyuşturucu kartelleri, yolsuzluklar ve göç bu sorunlardan sadece birkaçı.
Semih Çinkılınç
Stratejik Ortak Misafir Yazarı
KAYNAK
Dipnotlar
[1] 2003 yılında Abadie ve Gardeazabal tarafından önerilen ve Abadie, Diamond ve Hainmuller tarafından 2010 yılında geliştirilmiş bir metottur. SCM, 1994 yılında yürürlüğe girmiş NAFTA’nın hiç gerçekleşmediği durumda Meksika ekonomisinin ne şekilde gerçekleşeceğini tahmin edebileceğimiz bir gerçeklik sunmaktadır. “Sentetik Meksika” için verilerin tutarlı olabilmesi adına belirli devletlerin verilerinin ortalaması alınmıştır. Dolu, Göksel (2017) çalışmasında içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu 28 devletin 1980-2015 verilerini almış olup, 1980-1993 yılları arası sentetik Meksika- gerçek Meksika karşılaştırmalarında gerçeğe yakın sonuçları elde etmişlerdir. Bu bakımdan gerçekleştirilmiş çalışmanın doğruluk payı oldukça yüksektir.
Kaynaklar
Önal, B. (2017). Latin Amerika Bölgesinin Ekonomik Entegrasyon Modelleri. İ. Ermağan içinde, Dünya Siyasetinde Latin Amerika (s. 20-42). Ankara : Nobel Yayınları.
Brazil. (2021). The Worldbank Data: https://data.worldbank.org/country/brazil adresinden alındı.
Cravey, A. J. (2012). US – Mexico Borderlands. E. Jackiewicz, & F. Bosco içinde, Placing Latin America (s. 205-218). Maryland: Rowman & Littlefield Publishers.
Dolu, A., & Göksel, T. (2017). NAFTA’nın Meksika Ekonomisi Üzerindeki Etkileri: Sentetik Kontrol Metot Yaklaşımı. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi(3), 915-926.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.