Neorealist teoride uluslararası ilişkiler, belirli yasalara göre işleyen bütüncül bir sistem olarak görülüyor. Yalnızca, sistem analizi uluslararası ilişkilerin doğasını ortaya çıkarabilir. Bu nedenle bir ülkenin dış politikası incelenirken Neorealist teoriye göre yapılan analiz, devletlerin eylemlerinin ve uluslararası sistemin değerlendirilmesinin anlaşılmasını kolaylaştıran bir teoridir (Waltz: 1979). Bu yazıda, 1945-1980 yılları arası Türkiye’nin Yeni-Gerçekçi Dış Politika Teorisi Çerçevesi değerlendirilecektir. İkinci Dünya Savaşı’nın 1945 yılında sona ermesi uluslararası sistemde büyük değişikliklere neden oldu. Bu değişikliklerden en önemlisi iki kutuplu sistemdi.
Bu dönemde Türk dış politikasını oluştururken en dikkat çekici şey sistemdeki varlığını sürdürmek oldu (Zürcher: 2000). Ancak bu geniş aralıkta hükümetler defalarca değişti, Türkiye’de askeri darbeler yapıldı ve bu Türk dış politikasına da yansıdı. Değişmeyen şey ise sistemin varlığı ve ülkelerin sisteme uyum çabaları olmuştur. Ancak Türkiye’nin çizgisi, yeni dünya düzeninden bu yana her zaman Batı’ya daha yakın olmuştur.
Buna rağmen Doğu bloğu ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerini de sürdürmüştür. Zamanla Sovyetler Birliği ile ilişkilerin kötüleşmesinde cumhuriyetin kuruluşunda ortaya konan değerler etkili oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda demokratik ve liberal bir “Batılı” model örneklemi alınmıştır. Batı bloğu ile Türkiye arasında inişli çıkışlı bir ilişki olmasına rağmen, Türkiye sahadaki varlığını sürdürdü. Çünkü sistemin yapısı bunu gerektiriyordu. İki kutuplu dünya sisteminde bir tarafa ait olmayan ülkeler çok daha büyük tehdit altında olacaktır. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle dünyada eşi görülmemiş bir siyasi ortam ortaya çıktı. İki süper güç arasında bazen çalkantılı bazen de sakin geçen Soğuk Savaş dönemi, Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar devam etti. Sistemin temel yapısını oluşturan bu ilişki, diğer tüm ülkelerin iç ve dış politikalarında etkili olmuştur. Ülkeler sistemdeki yerlerini bulmak ve sağlamlaştırmak için mücadele ettiler. Blok liderleri, ABD ve Sovyetler Birliği, bloklarını güçlendirmenin ve müttefik bulmanın yollarını aradılar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Türkiye’nin, gergin geçen Soğuk Savaş döneminde kendi yerini bulması, coğrafi konumu ve siyasal durumu bakımından önemli bir ülke niteliği taşımaktadır. (Oran: 2001). İkinci Dünya Savaşı ve sonrası, Sovyetlerin sosyalizmi yaymaları için gerekli ortam hazırlanmıştı. Türkiye, Sovyetlere ve batıdaki sosyalist ülkelere olan coğrafi yakınlığı sebebiyle, etrafı sosyalist tehlikelerle dolu bir ülke imajı çiziyordu. Ancak Sovyetleri oluşturan kurucu temeller, Türkiye’nin değerlerinden çok farklıydı. Türkiye, yeni düzende Batı’nın yanında yer alması gerektiğini biliyordu. Bu nedenle 1947’de IMF’ye üye oldu. ABD, Ortadoğu’daki gücünü artırmak ve bu ülkelerin sadakatini kazanmak için 1948’de Truman doktrinine dayalı Marshall yardımını başlattı (Oran: 2010). Türkiye bu yardımlardan yararlanan ülkelerden biri oldu. Ancak bunlar komünizm tehlikesiyle savaşmak için yeterli değildi.
Türkiye, bu kadar gergin bir dönemde yeni bir savaş çıkmasından korkuyor ve bu sebepten askeri bir ittifak içinde bulunması gerektiğini biliyordu. NATO ittifakı bu koşullarda Türkiye için en tutarlı olandı. Bunun bilincinde olan İnönü hükümeti, 1949’da NATO üyeliği için başvurdu ancak üyeliği reddedildi. 1950 yılı, Türkiye için hem iç hem de dış politikada önemli gelişmelerin yaşandığı bir yıl oldu.
1950, Türk siyasi hayatının en önemli dönüm noktalarından biriydi. Türkiye kuruluşundan bu yana tek partili rejimle yönetilen bir ülkeyken, 1950 seçimleriyle çok partili hayata geçiş yaptı. Seçimlerin galibi sağcı liberal politikalarıyla Demokrat Parti (DP) oldu. Tam da bu dönemde uluslararası arenada yaşanan olaylar Türkiye’nin NATO’ya girişinin önünü açtı. Batı ve Doğu bloklarının en büyük muharebelerinden biri olan Kore Savaşı bu yıl patlak verdi. Bu savaş Türkiye için Batı bloğuna katılmak için önemli bir fırsattır. Kore Savaşı sırasında ABD’ye en büyük askeri destek Türkiye’den geldi (Hale: 2013). DP döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinde önemli ilerlemeler kaydedildi. Bu dönemde Türkiye’nin komşularıyla da ilişkilerini gelişti. Balkan ülkelerini bir araya getiren Balkan Paktı, Sovyet tehdidine karşı imzalandı. Ama bu sefer Türkiye kendisini yeterince Batı bloğuna ait hissetmedi. Bu nedenle Süveyş Kanalı krizinde Avrupa ülkelerine (İngiltere ve Fransa) karşı sert bir duruş sergilemedi. Türkiye, Kıbrıs sorunu için 1959’da İngiltere ve Yunanistan ile Londra’da bir araya geldi. Tüm bu gelişmeler Türkiye’yi ve Batı bloğu ile ilişkilerini güçlendirdi. 1950’ler Türkiye için Batı bloğuna uyum süreciydi. Ancak iç siyasette çeşitli zorluklar yaşandı. 1960 yılında Türk ordusu bir darbeyle hükümeti devirdi. Darbe anayasası hazırlandıktan sonra Türkiye kendi tarihindeki en liberal anayasaya sahip olmuş ve bu anayasayla geniş bir kamu özgürlüğü sağlanmıştır (Zürcher: 2000).
Bu dönemde dünya da artık yeni iki kutuplu uluslararası sisteme alıştı.1961’de Türkiye-ABD ilişkileri, Türkiye topraklarına füze yerleştirilebilecek kadar ilerledi. Sovyetlerin Küba’da füze yapımına başlaması da Soğuk Savaş’taki gerilimi artırdı. Ancak, her iki ülke de nükleer silahların olumsuz sonuçlarından korktuğu için Küba Füze Krizi kısa sürede çözüldü. Soğuk Savaş’ın diğer patlama noktalarından biri olan Vietnam Savaşı, 1963’te ABD’nin savaşa katılmasıyla tırmandı. Bu savaş ABD’yi ve dolayısıyla Batı bloğunu Soğuk Savaş’ın içine geri çekti. Johnson Mektubu, 1964 yılında Türkiye ve ABD’nin ilişkilerinin kötüye gitmesine sebep olan gelişmelerden biridir. Mektubun gönderilmesinden birkaç gün önce Türkiye, Kıbrıs Rum kesiminin silahlanması üzerine adaya askeri müdahale yapacağını duyurdu. Mektupta, Türkiye’nin NATO üyeliğinden dolayı, Kıbrıs’a tek taraflı müdahalesinin ve iki ülke arasında çıkabilecek savaşın kabul edilemez olduğu belirtildi. Türkiye müdahaleden vazgeçti. Ancak, bu mektubun kaba ve sert dili ABD ittifakının güvenilirliğini sorguladı. Bu, Türkiye’de sol grupların anayasadan aldıkları güçle ABD karşıtı duyguları ve etkinliklerini arttırdı. Çok taraflı kuvvet (ÇTK) sorunu bu dönemde yaşanan önemli gelişmelerden biridir. Türkiye, ABD’nin Vietnam politikasını desteklemedi ve 1965’te ÇTK’ye katılmayı bu sebepten reddetti (Hale: 2013).Bunlar, Türkiye’nin Johnson’ın Mektubunu alması nedeniyle ABD’ye yönelik tutumunun bir sonucuydu. 1960’ların sonlarına doğru Yunan askeri cuntasının iktidara gelmesi, Kıbrıs’taki tansiyonu artırdı. Buna göre, Türkiye’nin dış politikası agresif hareket etmeye başlamanın yolunu açtı.
Johnson’ın Mektubu’nun ardından 1964’te Kıbrıs’ta geri adım atan Türkiye, 1974’te Kıbrıs’a müdahale etmekten çekinmedi. Bu, Türkiye’nin Batı bloğuna ilk karşı duruşu oldu. Bu müdahale, Türkiye’nin Kıbrıs sorunundaki ciddiyetinin altını çizmek önemliydi. Daha önce Türkiye’yi çekilmeye zorlayan Batılı devletler, bu dönemde Türkiye ile masaya oturmak ve müzakere etmek zorunda kaldılar. Müdahaleden birkaç gün sonra taraflar Cenevre’de müzakerelere başladı.
Cenevre Konferansı sonucunda Kıbrıs’ta iki özerk hükümet tanındı. Ancak görüşmeler devam ederken Rum tarafı silahlı saldırılarına devam etti. Türk hükümeti, adadaki Türklerin güvenliğini sağlamak için ikinci bir müdahale kararı aldı. Buna rağmen ikinci operasyon BM tarafından onaylanmadı. Türkiye’ye ekonomik yardım ve silah satışları ABD tarafından durduruldu. Bütün bu ambargolar ve yaptırımlar, Türkiye’deki ABD karşıtı duyarlılığını artırdı (Zürcher: 2000). Daha önce de belirtildiği gibi, Türkiye-ABD ilişkileri hiçbir zaman istikrarlı olmamıştır. 1945-1980 dönemi boyunca, başlangıçta DP’nin liberal sağ politikalarla yavaş yavaş gelişirken, 1964’ten 1980’e kadar sürekli gergin bir süreçten geçti. Türk kamuoyunda ABD sempatisi giderek azaldı. Ancak tüm bu kötü eğilimlere rağmen Türkiye ne BM’den ne de NATO’dan asla çekilmedi. Çünkü iki kutuplu dünya sisteminde Türkiye’nin sadece iki seçeneği vardı. Soğuk Savaş’ın gergin atmosferinde ya bir blokta yer alır ya da iki blok arasında ezilirdi. Türkiye, cumhuriyetin değerleri doğrultusunda yüzünü hep Batı’ya çevirdi. Çünkü komünizm tehdidi Türkiye tarafından her zaman çok ciddiye alındı. Ayrıca Türkiye’nin Batı bloğundaki varlığı blok açısından önemliydi. Çünkü Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile yakınlaşması Türk boğazlarında Sovyet kontrolü anlamına geliyordu. Bu ortak menfaatler üzerinden kimse Türkiye’yi bloktan çıkarma girişiminde bulunmadı. Hayatta kalma içgüdüsünü sistem yapısına adapte ederek, Türkiye Batı bloğundaki yerini korumuştur. Türkiye’nin hayatta kalma içgüdüsü, sistem yapısına adapte olmasına ve Batı bloğunda yerini korumasına yol açtı. 1945-1980 yılları arasında, Türkiye’nin dış politikasında deneyimlediği bütün bu gelişmeler, hükümetlerin kararlarını da doğrudan etkiledi. Bütün bunlar, “sistemin yapısının devletlerin davranışını belirlediği” şeklindeki Yeni-Gerçekçi argümanı doğrular. Türkiye de, sistemde kalmak için uluslararası sistem yapısına göre dış politikadaki davranışlarını şekillendirdi.
[irp posts=”30371″ name=”1960 – 1980 Kıbrıs Sorunu Ekseninde Türkiye-Yunanistan İlişkileri”]
KAYNAK
Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, 2000, İstanbul.
Baskın Oran, Türk Dış Politikası Cilt 1, İletişim Yayınları, 2001, İstanbul.
William Hale, Turkish Foreign Policy, 2013, Routledge, New York.
Baskın Oran, Turkish Foreign Policy 1919-2006: Facts and Analyses with Documents, The University of Utah Press, 2010.
Kenneth Waltz, Theory of International Politics, Longman Higher Education, 1979.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.