Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim tarzı, farklı ırklara ve farklı dinlere mensup olan halklara karşı “hoşgörü” anlayışı üzerine inşa edilmiştir. Bu gelenek, Osmanlı’nın sınırlarını kilometrelerce genişletmesine rağmen yıllarca büyük bir coğrafyayı iyi bir şekilde yönetebilmesinin sebeplerinden biri olmuştur. Ruslar, 24 Nisan 1877’de, Osmanlı’da yaşayan Ortodoks Hristiyan tebaayı Osmanlı İmparatorluğu’nun “sözde” baskısından kurtarmayı bahane ederek ve “Slav kardeşliği” mottosunu kullanarak Osmanlı topraklarına doğru bir ilerleyiş başlatmıştır. Osmanlı bu ilerleyiş karşısında Balkanlar’da Plevne’yi, Edirne ve Tekirdağ’ı kaybetmiş ve Ruslar Yeşilköy sınırına dek gelmiştir. Kafkaslar’da ise Doğubayazıt’ı alan Ruslar, Kars ve Erzurum’a doğru ilerlemeye başlamıştır. Özellikle Balkanlar’da Edirne’yi kaybeden Osmanlı, İstanbul’un da işgal edilebileceği çekincesi ile 31 Ocak 1878’de ateşkes istemek durumda kalmış ve bu doğrultuda 3 Mart 1878’de Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalanmıştır (Öztürk, 2018: 677 – 678).
Ermeniler Osmanlı sınırları içinde gerek kültürel açıdan gerek dini ve ekonomik açıdan oldukça refah içinde yaşamaktaydı. Öyle ki Osmanlı’da mevkii olarak en üst kademelerde bulunan Ermeniler, sadık millet anlamına gelen “millet-i sadıka” betimlemesiyle vuku bulurdu. Fakat 19. yüzyıl itibarıyla misyonerlik faaliyetleri ve milliyetçilik hareketleri onları bir özgürlük arayışına sokmuştu. Ermeniler’in Ayastefanos Anlaşması imzalanırken Ruslar’ın çıkarcı politikalarını desteklemeleri, önce özerk daha sonra bağımsız olma erekleri ile doğru orantılıydı.
Ayastefanos Anlaşmasının 16. maddesinde Ermenilerin birtakım isteklerine yer verildi. Bu istekler Ermenilerin oturduğu yerlerde Ermeniler’in lehine bazı mahalli ıslahatlar yapmak ve Ermenileri Kürt ila Çerkez tehdidine karşı korumaktı. Ruslar anlaşmada Ermeniler’in bağımsızlık taleplerini karşılayacak bir maddeye yer vermemişti çünkü Ermeniler Osmanlı topraklarında özerklik/bağımsızlık kazananırlarsa ilerde Rusya sınırları içinde yaşayan Ermeniler de Ruslardan böyle bir talepte bulunabilirlerdi. İstekleri tam manasıyla karşılanamayan Ermeniler ise yeni umudu İngiltere, Fransa ve Almanya’ya yanaşarak aramaya başlamıştı. Bu doğrultuda “Berlin Kongresi” yapılma kararı alınmıştır. Berlin Kongresi’nde Ermeniler için alınan karar şöyleydi; “Bâbıâli, Ermenilerin mahalli ihtiyaçları gereği ıslahat yapmalı ve bu ıslahatları geciktirmemelidir. Ermeniler’in, bölge halklarından olan Kürtler ve Çerkezler’e karşı güvenliği sağlanmalıdır. Alınan tedbirlerin kontrolü sağlanacaktır.” Bu kararlar Ermeniler’in bağımsızlık taleplerine uygun bir zemin yaratmış ve bu maddeden sonra Ermeni meselesi, uluslararası ortamda diplomatik bir sorun haline gelmiştir (Çelik, 2020).
Aşırı milliyetçi Ermeniler 1890 yılında, bağımsız bir devlet kurma emellerini gerçekleştirmek maksadıyla “Taşnaksütyun” adlı siyasi yapılanmayı oluşturmuştur. Bu yapılanmanın bünyesindekiler amaçlarına ulaşmak için çatışma ve saldırı yolunu da kendilerine bir alternatif olarak görmüştür. Bu doğrultuda, “humba” adında çeteler kurmuş ve silahlı saldırı faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
1905 – 1909 yılları arasında 200’ün üzerindeki bu terör saldırıları “Azeri Türklerine” ve hatta kendilerine karşı gelen “Ermenilere” karşı gerçekleştirilmiştir (Hasanoğlu, Süleymanoğlu: 2013). Osmanlı – Rus Savaşı sonrası peyda olan Ermeni sorununun başlangıcı üç kısımda ele alınabilmektedir. İlk kısım, Ayastefanos Anlaşması sonrası 6 devletin Sefirinin, Babıali’ye bir nota vererek anlaşmadaki hükümlerin yerine getirilmediğini ve bundan memnuniyet duyulmadığını bildirmesiyle başlamıştır. Notanın sonunda yer verilen şu cümleler oldukça dikkat çekicidir; “İngiltere, bu ıslahatın eksiksiz olarak uygulanması için padişah tarafından tayin edilecek vali ve hâkimlerin görevlerini lâyıkıyla yaptıkları sürece memuriyetlerinde belirlenen süre zarfında bırakılmalarının gerektiğini ve konunun tahsildarları da kapsamasını arzu ettiğini bildirir.” Bu son cümlelere karşılık dönemin Hariciye Nazırı Abidin Paşa ise, Nizamiye mahkemelerinin Avrupa usulünce düzenleneceğini, vergi ve aşar konusunda ıslahat yapılacağını, müdür nahiyenin halkın çoğu hangi mezhebe tabii ise o mezhepten seçileceği gibi önemli iltimaslar içeren bir karşı nota vermiştir. Karşılıklı notalardan sonra mevcut durumun ne olduğu 1883 yılına kadar muallakta kalmış, yalnız bu süre zarfında Ermeni sorununu yeniden canlandırmak için Avrupa gazetelerinde çeşitli makaleler yayınlanmıştır.
Hepsinden meşakkatli olan dönem ise ikinci dönem olmuştur. Bu dönem 1894 yılında Sason olayları ile başlamıştır. Bu olaylara göre Müslüman tebaa ve dahilinde askerler, sözde mezalim davranışlarda bulunuyordu. Karşılıklı notalar sonucunda Osmanlı Devleti ülkedeki polis ve jandarmalar arasında Hristiyanların da bulunacağını kabul etmek durumunda kalmıştır. Yıl 1896 olduğunda ise Osmanlı Devleti’ne bu ıslahatların tüm vilayetlere yayılması istekleri bildirilmiştir. Bu istekler Osmanlı’yı oldukça zora sokmuş ve ülke içinde büyük karışıklıkların çıkma ihtimali ülkeyi bu konuda çok hassaslaştırmıştır. 1895 yılına gelindiğinde Avrupa devletlerince Osmanlı’nın paylaşılma planı yapılmıştır. Rus General Mayevski durumu şöyle özetlemiştir;
“1870 yılına kadar Osmanlı Rusya için bir engel oluşturmaktaydı. Bu nedenle bu tarihe kadar Avrupa Osmanlı’ya karşı korumacı bir tavır içine girmemiştir. 1877-1878 Rus-Osmanlı Savaşı’nda Rusya’nın zayıflayacağı planlanmış fakat bilakis Osmanlı devleti savaşı kaybederek güçsüzleşmeye başlamıştır. Özelikle bu savaştan sonra Balkan coğrafyasındaki Rus etkisi daha fazla hissedilmeye başlamıştır. Örneğin Avrupa, Bulgar Krallığı’nın ortaya çıkmasına göz yummuştur. 1890 yılına gelindiğinde ise Avrupa’nın Osmanlı politikaları değişmiştir. Avrupa, Osmanlı’nın kerte kerte ortadan kaldırılmasını istemiştir. Osmanlı’nın varlığı Avrupa için bir utanç meselesi haline gelmiştir. 1895 yılında Avrupalılar, Osmanlı’yı paylaşma projelerini tamamlamışlardır. Bu bağlamda 1895-1896 yıllarında Ermeni olaylarını çıkarmışlardır. Bu olayların sonucunda Avrupalılar Ermeniler’in uğrayacakları zararları bile düşünmemiş, yalnızca kendi çıkarlarını gözeten kışkırtıcı politikalarını uygulamışlardır. 1898-1899 yıllarında ise ortalığı epeyce karıştırmayı başaran Ermeniler, bir kenara atılmış, artık büyük güçlerin dikkatini çekmez olmuştur. Ermeniler artık Avrupa tarafından unutulmaya yüz tutmuş, durumları ise 1894 yılındaki durumlarından daha kötü bir hal almıştır. Yapılan her şey Osmanlı’nın büyük mirasından pay sahibi olabilmek için gerçekleştirilmiştir.”
1897 ile 1912 yılları arasında soruna dair önemli gelişmeler olmamıştır. Başlangıç kısmının son dönemi yani üçüncü dönem ise 1912 yılında başlamıştır. Bu tarihlerde Londra Sefiri Tevfik Paşa Hariciye Nazırına çektiği bir telgrafta, İngiltere’de yaşayan Ermenilerin, Osmanlı’da yaşayan ve sözde zulüm ve haksızlığa uğrayan Ermeni ırkdaşları için endişeli olduğunu belirtmiştir. Kendileri için esef arz eden bu durumun son bulmasını temenni ettiklerini Osmanlı Devleti’ne bildirmesi için Osmanlı Sefaretine bir mebuslar heyeti gönderdiklerinin haberini vermiştir. Osmanlı Devleti hem içerden hem dışardan gelen birden fazla ülkenin baskısıyla aynı anda mücadele ederken epey zorlanmış olacak ki faydayı yeni ıslahat kararları almakta görmüştür. Bu ıslahatlar Ermeni vatandaşların lehine olmakla beraber, diğer müttefik devletlerin Osmanlı’nın iç işlerine karışabilmelerinin yolunu açmaktaydı. Kararların bazıları şöyleydi;
- Ermenilerin diğer bölgelere göre daha fazla bulunduğu doğu vilayetlerine ihtiyaç sayısına göre birkaç Ermeni vali tayin edilecektir.
- Eşkıyaların takibinin sağlanabilmesi için seyyar takip kolları kurulacaktır.
- Askeriyeye hafif süvari kolları da katılacaktır.
- Daha önceden mücbir sebepler dolayısıyla köylerini terk etmek durumunda kalan Ermenilerin terk ettikleri arazileri hakkındaki durumun ne olacağı, hemen karara bağlanacaktır.
- Ermeni taşınmazlarının (okul, kilise, manastır) sahip olduğu arazilerin Osmanlı yönetimine devri geciktirilecektir.
Alınan kararlara rağmen Ermeniler ve olaya dahil olan üçüncü taraflar bu kararlardan memnuniyet duymamış bilakis sözde peyda olan zulümlerin devam ettiğinden muzdarip olarak olaya tüm Avrupa devletlerini dahil etmeye çalışmış ve olayın büyük Avrupa devletlerince incelenmesi gerektiğine vurgu yapmışlardır. Osmanlı Devleti 1914 yılında Meclisi Umumi (Yasama organı)’de Gayrimüslimlerin nispi temsilini onaylamıştır. Bir sonraki seçim tarihine kadar yalnızca Van ile Bitlis’in Gayrimüslimler için “eşit temsil” hakkını kabul etmiştir. Gayrimüslim cemaatlere vergi koyma hakkını bertaraf eden Osmanlı Devleti peyderpey dış mihrakların istediklerini onlara vermeye devam ediyordu. Yalnız Hamidiye Alayları’nın kaldırılma talebini kabul etmemiş, bu konunun askeri olduğu için umumi müfettişin hududunu aştığını belirtmiştir. Başlangıç dönemi için bahsettiğimiz üç kısmın ilk ikisinde İngiltere hâkim ülke pozisyonundayken üçüncü kısımda ipleri Rus Çarlığı eline almış ve bu üç dönemin hepsinde Fransa hiçbir yardımı esirgememiştir (T.C Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 2001).
1917 Bolşevik İhtilaline kadar, olaylar olumlu gelişme kaydetmeden ilerlemiştir. İhtilal gerçekleştiğindeyse ortaya bir denge problemi çıkmıştır. O dönemde bağımsız olan Karabağ’ın durumu stabil kalmıştır çünkü Azerbaycan Türkleri de Ermeniler de o anki rotayı değiştiremeyeceklerini bilmekteydiler. Hatta Kafkasya’da Mavera-i Kafkas Komiserliği kurulmuş, bu iki devlet ve diğer bölge halkları 1918 yılına kadar sorun yaşamamışlardır.
Ruslar’ın 1918’de bölgeden çekilirken buraya Ermeni milislerin yerleştirileceğini açıklamasıyla işler tekrar karışmıştır. Lenin, bölgede Bolşevik rejiminin oluşturulması karşılığında bağımsız bir Ermeni Devleti’nin kendi himayesi altında kurulacağını bildirmiştir. Lenin’in talimatıyla Şaumyan, Ermenilerden oluşan bir ordu oluşturmuş başına da Nazarbekyan’ı atamıştır. Bu ordu Doğu Anadolu odaklı ilerleyerek Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Gümüşhane’ye büyük ziyanlar vermiş, Türk tarafından Kazım Karabekir ise bu alanlar dahi Trabzon’a kadar olan kısımları kurtarmıştır. 3 Mart 1918’de Osmanlı ve Rusya arasında imzalanan Brevst-Litovsk Antlaşması ile Evliye-i Selase yani Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı’ya bırakılmış ve bu durumdan memnun olmayan Güney Kafkasya temsilcileri bölgeden ayrılmak istememelerinin sonucunda Osmanlı ile tekrar çatışmış en nihayetinde bölgeden ayrılmaya başlamışlardır. Rusya’nın Kafkasya üssünü kaybetmesi onlar için oldukça olumsuz bir gelişmeydi fakat askerlerin çatışmaya mecali kalmamıştı. Bu noktada askerler geri çekilirken, Azerbaycan Milli Birliklerine ait erler Rus askerlerinin silahlarını bırakmasını istemişler ve olumsuz cevap alınca tekrar çatışma yaşamışlardır. Çatışma sonucu “Şamhor Katliamı” gerçekleşmiş ve 1000 kadar Milli Birlik askeri şehit olmuş, hemen ardından Rus askerlerin silahlarına el konmuştur. Bu durumdan rahatsızlık duyup telaşa düşen Bolşevik hükümeti halihazırda tetikte bulunan Ermenileri kışkırtarak bölgede bir isyan çıkarmıştır. İsyan, “Mart Ayaklanması” olarak tarihe geçmiştir. Bu Ayaklanmada Bolşevik-Ermeni ittifakı sivil Müslüman halka saldırmış ve bölge oldukça karışmıştır.
Dönemin Soruşturma Komisyonu bir açıklamasında şu sözleri kullanmıştır; “18 Mart 1918 tarihinde dört tane Ermeni askeri, Müslüman Cemiyeti ile Kaspi gazetesi arasında bulunan İsmailiye binasına girmiş kısa süre sonra binada yangın çıkmıştır. Bakü’nün gözdesi olan bu bina artık kül olmuştu. Binayı yakan zabit ise daha sonradan tespit edildiği üzere Taşnaksütyun Partisi üyesi Tasevos Emirov çıkmıştır. Binayı yakan grup bir eve girerek, içlerinde kadın ve çocukların bulunduğu 8 kişiyi katletmişlerdir.” Korkunç katliamlara sahne olan Mart ayaklanmasının sonucunda Bolşevikler Bakü’yü ele geçirmiş, Mavera-yı Kafkas Komiserliği’nin işlevi etkisiz hale getirilmiş ve Ermeni Taşnakları Komiserlikten ayrılmıştır (Neciyev, 2011: 165 – 172).
Lenin bu dönemlerde Azerbaycan’ı ve Ermenistan’ı birbirine düşürmek istemiş ve bunda da başarılı olmuştur. Lenin’in bu isteğinin nedeni ise, kendi ülkesinde yaptığı devrimin çok fazla muhalifinin olması ve Lenin’in, dikkatleri başka bölgelere çekmek istemesiydi. Buna ek olarak Lenin, Büyük Ermenistan’ın sahip olacağı yollarla Hint Denizi ve Akdeniz’e çıkmayı planlamıştır. Böylece kapitalist Avrupa’ya giden tüm yolları kesmiş olacaktı. Rus ve Ermeni askerleri Azeri Türklerine karşı peş peşe katliamlar yapmıştır. Bu saldırılar sonucu Azerbaycan Türkiye’den yardım istemiş ve gelen destek sayesinde saldırılara karşı koyabilmiştir. 28 Mayıs 1918 tarihinde Azerbaycan Milli Şurası, ülkenin bağımsızlığını ilan etmiştir. 1918-1920 yılları arasında Rus ve Ermeni birlikleri tarafından yüz binlerce Azeri Türkü katledilmiştir. Bu saldırıların arkası kesilmemiş ve Ermenistan ile Rusya, “Büyük Ermenistan” ideali uğruna yüz binlerce sivil insanın ölmesine neden olmuştur. Ermenistan 29 Kasım 1920 tarihinde Rus hamisinin önderliğinde Zengezur, Göyce, Dereleyez, Karakoyunlu ve daha birçok yeri ilhak etmeyi başarmıştır. Akabinde Ermenistan’ın 9 bin km2 olan toprakları 29.8 bin km2’lik bir alan olmuştur. Büyük Ermenistan’ın kurulma nedenlerinden bir tanesi de Azerbaycan ile Türkiye arasına bir set çekme gayeleri olmuştur (İbadov, 2007: 62 – 69).
Dağlık Karabağ bölgesi ise bugün Azerbaycan’da bulunan Kür ve Aras Irmakları ile Ermenistan’da bulunan Gökçe Gölü arasında var olan dağlık ve ovalık alanları kapsamaktadır. Coğrafi büyüklüğü 4392 km2 olan Dağlık Karabağ bölgesi Kafkas dağlarının güney doğusunda yer almaktadır. 1920 yılında Ermenistan, Azerbaycan’a ait olan Dağlık Karabağ bölgesinin kendilerine bağlanmasını istemiştir.
Fakat Azerbaycan bunu kabul etmemiştir. Akabinde Bolşevikler bölgeye girmiş ve Dağlık Karabağ dahil olmak üzere Nahçıvan ve Zangezur bölgelerini Ermenilere vermiştir. Bu durum uzun sürmemiş, Rusya Kurtuluş Savaşı mücadelesi veren Türkiye ile anlaşmaya varabilmek için tek taraflı olarak Dağlık Karabağ ve Nahçıvan’ı Azerbaycan’a geri iade etmiştir. 1930’lu yıllarda Ermenistan Devleti SSCB yönetiminden Dağlık Karabağ’ı istemesine rağmen olumlu bir geri dönüş alamamıştır. Fakat 23 Aralık 1947 tarihinde Stalin’in aldığı bir kararla, Dağlık Karabağ’da yaşayan Azeri Türkleri, Azerbaycan’ın başka bölgelerine göç ettirilmiştir. Bu göçten anladığımız kadarıyla SSCB bölgedeki Azeri Türklerini zorla göç ettirerek, bölgenin Ermenistan’a bırakılmasının zeminlerini hazırlamaya çalışmıştır. Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a verilmesi ile alakalı ilk olumlu açıklama 1987 yılında Gorbaçov’un ekonomi danışmanı Abel Aganbekyan tarafından dile getirilmiştir. 1988 yılına gelindiğinde ise Dağlık Karabağ bölgesi Azerbaycan’a bağlı özerk bir cumhuriyetti. Nüfusunun büyük bir kısmı ise zorla göçe tabi tutulan Azeri Türkleri sayesinde Ermenilerden oluşmaktaydı. 13 Şubat 1988 tarihinde Ermeniler harekete geçmiş, Dağlık Karabağ’da bulunan idari kurumları Ermenistan bayrağı asmıştır. Özerk Dağlık Karabağ Yönetim Kurulu ise aldığı bir karar ile Ermenistan’a bağlandığını duyurmuştur. Fakat sonraki gün toplanan Azerbaycan Yüksek Sovyet’i bu kararı kabul etmediğini açıklamıştır. Gorbaçov ise Dağlık Karabağ sınırlarının değiştirilmeyeceğine karar vermiştir. Bu karar sonrasında 24 Kasım 1988’de bölgedeki Ermeniler’in tahliye edilmesine karar verilmiştir. Yalnızca Ermeniler değil Azerbaycan Türkleri de bölgeden ayrılmaya başlamıştır. Olaylar sırasında 87 kişi ölmüş 1500 kişi ise yaralanmıştır. Resmi rakamlara göre 158.000 Ermeni Azerbaycan’dan, 141.000 Azeri Türkü ise Ermenistan’dan ayrılmıştır (Ekici, 2017: 63 – 67).
Ermenistan, Azeri Türklerinin bölgeye Orta Çağ zamanlarında geldiklerini ve onlardan önce bu bölgede Ermeniler’in çoktan yaşadıklarını iddia etmektedirler. Ermeni kaynaklarına göre Ermeniler, Dağlık Karabağ dahil Ermenistan topraklarının “Avtohton”u yani yerlileridir.
Onlara göre Dağlık Karabağ’da yaşayan Azerbaycan Türkleri ise 10 ve 11. yüzyılda Orta Asya’dan göçmüş Moğol Tatarları ve Türklerin torunlarıdır. Azerbaycan ise, sözde Ermeni toprağı olan yerlerde yaşayan Azeri Türkleri’nin geçmişten bu yana Azerbaycan kültürünü devam ettirdiğini, yani orada yaşayan Azerbaycan Türkleri’nin kendi özlerinden olduğunu savunmuştur. Bir nevi sözde Ermeni sınırında kalan bölgenin kültürel anlamda Azerbaycan ile aynı olduğunu vurgulamışlardır. Bölgede Ermeni kültürünün yok denecek kadar az olması bölgenin Azerbaycan’a ait olduğunu göstermektedir. Yapılan bir araştırmaya göre bölgede eski çağlardan kalma isimlerin neredeyse hepsi Türk kökenli çıkmıştır. Buna ek olarak bölgeye Albanların hâkim olması ve Albanların da Türk kökenli olması, Azerbaycan’a göre bölgenin Ermenistan’a değil kendilerine ait olduğunu kanıtlamaktadır (Mustafayev, 2002: 25 – 26).
Rusya 1988 yılında Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’da kalmasını istemiş, 1989 yılında ise bölgeyi direkt kendisine bağlamıştır. 1991 yılında SSCB dağılmış, SSCB’nin dağılmasıyla hem Azerbaycan hem de Ermenistan bağımsızlık kazanmıştır. Fakat 1988’de başlayan çatışmalar bir süre durulmuş gibi olmuşsa da özellikle SSCB dağıldıktan sonra tekrar baş göstermiştir. 1994 yılına kadar sürecek olan bu savaşta, Azerbaycan topraklarının %20’si kaybedilmiş ve 1 milyon Azerbaycan vatandaşı mülteci statüsüne düşmüştür. İşgale uğrayan toprakları şu şekilde sıralamak mümkündür; Ağdam, Fuzuli, Cebrail, Zengilan, Gubadlı, Laçin, Kelbecer, Dağlık Karabağ. Ayrıca bu işgallerde 30 bin kişi ölmüş, yüzlerce kurum, binlerce yapı viran olmuştur. Azerbaycan’ın bağımsızlığı ile Cumhurbaşkanı seçilen Muttalibov, Rusya yanlısı çizgisinden şaşmadığı için bu sorunu Rusya’dan bağımsız bir şekilde çözememiştir. Muttalibov’un Ardından Ebulfez Elçibey cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Elçibey’in ise dış politikada kullandığı yöntem Batıcılık modeli olmuş, bu sebepten ötürü sorunun çözümünü Batı kurumlarında aramış ve AGİK’e başvurmuştur. AGİK toplasında Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne dair olumlu kararlar alınmıştır. Fakat uluslararası arenada alınan bu kararlara rağmen Ermenistan barışçıl bir tutum sergilememiştir. Bilakis Dağlık Karabağ’ı işgal girişimlerinde bulunmuş ve sözde yeni bir devlet kurduğunu iddia ederek AGİK toplantılarını boykot etmiştir. Ermenistan uluslararası arenada yalnız olsa da bu hareketleri ile yeni bir çatışma alanı oluşturmayı başarmıştır. Elçibey, bu çatışma alanında ülkesinin toprak bütünlüğünü garanti altına alamamıştır. O dönem AGİK Minsk grubu başkanlığını yürüten Mario Rafaelli, Bakü’ye ve Erivan’a ziyaretlerde bulunmuş fakat ateşkes yapılamamıştır. Bunun nedeni ise iki ülkenin Dağlık Karabağ konusunda mutabık kalmaması olmuştur. Akabinde Erivan, uluslararası arenada düzenlenen hiçbir toplantıda olumlu adım atmamış ve 1993 senesinde de Kelbecer’i işgal etmiştir. 1993 senesinde Haydar Aliyev iktidara gelmiş ve dış politika stratejilerinde değişikliğe gitmiştir. Haydar Aliyev iç istikrarı sağlamış ve 1994 senesinde Erivan ile ateşkes oluşturmuştur. Bölgede ateşkes sağlanmışsa da Dağlık Karabağ’ın akıbetinin ne olacağına dair net bir anlaşmaya varılamamıştır uzunca bir süre (Yılmaz, 2013).
Haydar Aliyev’in ateşkesi oluşturabilmesine Rusya’da destek vermiştir. Çünkü Rusya’nın nihai hedefi Dağlık Karabağ’ı iki ülke arasında bir baskı unsuru olarak kullanmaktı. 1996’da AGİT Lizbon Zirvesi yapılmıştır. Zirvede Rusya Federasyonu, Azerbaycan ve Karabağ’ın müşterek bir devlet oluşturabileceğinden söz etmiştir. Azerbaycan ise Lizbon kararlarıyla çeliştiği gerekçesini sunarak teklifi reddetmiştir. Rusya Azerbaycan’a belli bir süre boyunca “arka bahçemiz” düşüncesi ile yaklaşsa da 1998 yıllarına gelindiğinde iki eşit devlet gibi davranmaya başlamışlardır. Dağlık Karabağ meselesi ise 2020 Dağlık Karabağ Savaşı’na kadar muallakta kalmaya deva etmiştir (Yiğit – Gülbiten, 2017: 6 – 8).
Sonuç Yerine
Osmanlı İmparatorluğu hoşgörülü yönetim anlayışıyla yüzyıllar boyunca birçok etnik nüfusu bir arada yönetebilmeyi başarmıştır. Ermeniler Osmanlı’ya bağlı bir milletken hatta millet-i sadıka olarak anılırken Rusya’nın yönlendirmeleri sonucu ayaklanmaya başlamıştır. Elbette bunda Fransız İhtilali ve self determinasyon hareketlerinin de etkisi olmuştur. Rusya, Karabağ bölgesini Azerbaycan ve Ermenistan arasında birer baskı aracı olarak kullanmıştır. Kendisi ise karışıklıklardan istifade ederek bu iki devleti uzun süre kendi himayesi altında tutmuştur. 1991’de SSCB’nin çökmesiyle beraber iki devlet de bağımsızlığını ilan etmiştir. Bağımsızlık sonrası gelişim gösteren Azerbaycan hem ordusunda hem de ekonomisinde yapılanmalar yaşamış ve bugünkü halini almıştır. 2020’ye kadar durumu belirgin olmayan ve Ermenilerce ilhak edilmeye çalışılan Karabağ, Azerbaycan tarafından geri alınmıştır. Şu an ki durumun net olarak ne olduğu ise başka bir yazıda açıklanmaya çalışılacaktır.
[irp posts=”29231″ name=”Azerbaycan – Ermenistan Çatışması: Dağlık Karabağ Sorunu”]
KAYNAK
Tezler
İbadov, Adalet. (2007). Azerbaycan Dış Politikasında Dağlık Karabağ Sorunu ve Ermeni Sorunu: Çözümler, Öneriler. (Doktora Tezi). http://acikerisim.deu.edu.tr/. (205405).
Mustafayev, Ramil. (2002). Dağlık Karabağ Problemi. (Yüksek Lisans Tezi). http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/35718.pdf.
Münir Süreyya Bey. (2001). Ermeni Meselesinin Siyasi Tarihçesi. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi). https://www.devletarsivleri.gov.tr/varliklar/dosyalar/eskisiteden/yayinlar/osmanli-arsivi-yayinlar/ERMEN%C4%B0%20MESELES%C4%B0N%C4%B0N%20S%C4%B0YAS%C4%B0%20TAR%C4%B0H%C3%87ES%C4%B0(1877-1914).pdf.
Makaleler
Çelik, Yüksel. Ayestefanos ve Berlin Antlaşmalarıyla Ermeni Meselesi’nin Uluslararası Bir Sorun Haline Gelmesi. Marmara Üniversitesi. https://turksandarmenians.marmara.edu.tr/tr/ayestefanos-ve-berlin-antlasmalariyla-ermeni-meselesinin-uluslararasi-bir-sorun-haline-gelmesi/.
Ekici, Yunus. (2017). Azerbaycan ve Ermenistan Arasında Bitmeyen Dağlık Karabağ Sorunu. VAKANÜVİS- Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, 27 Ocak 2021 tarihinde https://dergipark.org.tr/tr/pub/vakanuvis/issue/28455/303271 adresinden erişildi.
Hasanoğlu, Murteza ve Süleymanlı, Nesrin. (2013). Ermenistan Devleti’nin Oluşum Sürecinde Güney Kafkasya’da Nüfuz Mücadelesi ve Azerbaycan. Avrasya İncelemeleri Dergisi, 22 Şubat tarihinde https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/217865 adresinde erişildi.
Öztürk, Mustafa. (2018). Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları Arası Sürecin Çarlık usya Açısından Değerlendirilmesi. Dergipark, 6 – 15. 6 Ocak 2021 tarihinde https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/621908 adresinden erişildi.
Neciyev, Elçin. (2011). Azerbaycan’ın Sovyetleştirilmesi Sürecinde Karabağ Problemi. Dergipark, 39. 6 Ocak 2021 tarihinde https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/639705 adresinden erişildi.
Yılmaz, Reha. Kafkasya’da Çözülemeyen Kördüğüm: Dağlık Karabağ Sorunu. Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi, 27 Ocak 2021 tarihinde http://www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423872157.pdf adresinden ulaşıldı.
Yiğit, Süreyya ve Gülbiten, Gökhan. (2017). Rusya’nın Güney Kafkas Dış Politikası: Dağlık Karabağ ve Hazar Denizi. Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi, 4 Nisan 2021 tarihinde https://dergipark.org.tr/tr/pub/yalovabaccd/issue/33816/374409 adresinden ulaşıldı.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.