Türkiye 1950 yılı itibariyle ülkeye giren yabancı yatırımcıların da büyük oranda desteğini alarak kapitalistleşme yolunda iveme kazanmaya başlamıştır. Bu dönemlerde Demokrat Parti (DP)’nin baskıcı ve anti komünist politikaları, nicelik bakımından artış gösteren işçilerin nitel anlamda da belli başlı taleplerde bulunmalarına sebep olmuştur. 1961 Anayasası’nın sağlamış olduğu geniş yelpazeli “düşünce ve hak özgürlükleri” bu dönemde en fazla işçiler ve sol ideolojiyi benimseyenlerce kullanılmaya başlanmıştır.
Bunlara ek olarak toplumun siyasette daha fazla yer edinmesine olanak sağlayan geniş çaplı hak ve özgürlükler 274 ve 275 sayılı kanunlarla Türkiye’de ilk kez toplu sözleşme ve grev hakkını içinde barındıran Sendikacılık dönemini başlatmıştır. İşçi sınıfı talep ettiği hakları elde edebilmek amacıyla seslerini duyuramadıkları zaman sokağa çıkmaya başlamış ve bunun devamını siyasal alandaki hareketlenme takip etmiştir (Korkmazhan, 2016, s. 45-46). Bu dönemde hükümetin koalisyon şeklinde olması iç siyaseti hassas bir denge zorunluluğu ile karşılaştırmıştır.
1963 –1964 koalisyon hükümetinin Kıbrıs politikasının muhalefet tarafından eleştirilmesinin, iç politikayla alakalı olduğu düşünülmektedir. Demokrat Parti’nin devamı niteliğinde olduğunu sıklıkla vurgulayan Adalet Partisi (AP), koalisyonu kurmuş olan CHP’yi suçlamaktan geri durmamıştır. Türkiye’de demokratik işleyişin tam manasıyla oturmasından yana olan İsmet İnönü ise Türkiye ve Yunanistan ilişkilerini derinden sarsan Kıbrıs olayının bir iç politika diyeti haline getirilmesinden kaçınmaya çalışmıştır. 1963 – 1964 olaylarında İnönü’nün suçlanma nedeni, Londra ve Zürih Antlaşmaları’nın Türkiye’ye tanımış olduğu “müdahalede bulunma hakkı” nın İnönü tarafından kararlı bir şekilde kullanılmaması olmuştur. İnönü’nün anlaşılmaz bir çekingenlik sergilemesi tepkilere yol açmıştır (Aksu, 2018).
1960 İtibariyle Türkiye Yunanistan İlişkilerinde Gerilimin Tırmanması
1,1 milyon kişiye ev sahipliği yapan Kıbrıs, Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. George Christou’nun vurguladığı gibi Kıbrıs tarihi, bir yandan Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin diğer yandan Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların uyuşmayan çıkarları nedeniyle gerilimlerle ve çatışmalarla karakterize edilmiştir. Süveyş Kanalı’na olan yakınlığı, sömürgecilik yarışı, Büyük Britanya’nın adada güttüğü çıkarlar adanın talihinde belirleyici olmuştur. Bu bağlamda Kıbrıs kimi zaman Rus uydusu olma hayallerini kimi zaman da Akdeniz’in Küba’sı olma isteklerini süslemiştir. Bugüne kadar yaşanan Kıbrıs çatışmaları bölgedeki Türk-Rum milliyetçiliğine indirgenmiştir fakat sorunu çözmek için yalnızca iki ülke değil Birleşmiş Milletler Barış Gücü de bölgeye konuşlanmıştır (Dağlı, 2017).
Rumlar bölgedeki değişikliğe karşı çıksalar da 2019 senesinde dönemin Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı BM Barış Gücü’ne çıkışmış ve Barış Gücü’nün gitmelerine yahut kalmalarına bir şey söylemediğini fakat bölgede herhangi olumlu bir gelişmeye katkı yapmadıklarını dile getirmiştir (Bilge, 2019). 1960 yılında ilan edilen “Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti” ile Yunanistan bölgeye 950 askerden oluşan birlik tasfiye etmiştir. Dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios Kıbrıs’ın bağımsızlığını Enosis’e ulaşmada yani Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasında yalnızca bir araç olarak görmüştür.
Yunan alayı Kıbrıs’a girince aynı şekilde Kıbrıslı Rumlar da Enosis heyecanı yaşamışlardır. Enosis’in hedefleri doğrultusunda oluşan silahlı birlik EOKA İse uzun süredir bulunduğu yer altından tekrar meydana çıkmış ve Yunanistan tarafından desteklenmiştir. Dönemin Yunanistan Başbakanı Karamanlis’in iktidardan düşmesinden sonra yerine Londra ve Zürih Antlaşmalarını tanımayan Papandreu, Yunanistan Başbakanı seçilmiştir.
Akabinde Kıbrıs’ın bağımsızlığı araç olarak gördüğü için Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda Kıbrıslı Türklere çok fazla hak verildiğini düşünen Makarios, Garanti Anayasa’nın feshedilmesini ve Türklerin bazı haklarının kısıtlanmasını istemiştir. Makarios 1963 yılında 13 maddelik ve Türkleri azınlık statüsüne sokan bir Anayasa’yı, reforme etme adı altında Türkiye’ye sunmuştur. Değişiklik teklifi Yunanistan tarafından da desteklenmiştir. Makarios bu teklifi Türklerin reddedeceğini bile bile sunmuş ve bir kaos ortamı yaratarak gücü eline geçirmeye çalışmıştır. 1963 yılı itibari ile Türklere karşı saldırılar başlamıştı (Çeliktaş, 2013). Bilinçli olarak yapılan Akritas Planı ile Kıbrıs Türkleri’nin yok edilme planı başlamıştır.
Türkiye’de buna mukabil ülkede yaşayan Yunan vatandaşlarını sınır dışı etmeye başlamıştır (Keser, 2012, s. 222). Kıbrıs Bağımsız Cumhuriyeti’nin oluşturulmasıyla kabul edilen Anayasaya göre yönetim kadrosu ve ordu teşkilatı, nüfusa oranlanarak belirlendi. Rumların Başpiskoposu olan Makarios Cumhurbaşkanı olurken Türk temsilcilerden Fazıl Küçük Cumhurbaşkanı Yardımcısı olmuştu. Henüz kurulan 2000 kişilik silahlı kuvvetlerine ve 2000 kişilik jandarma kuvvetlerine %40 Türk; %60 Rum vatandaşı katılacaktı. Kamu hizmetlerinden çalışan vatandaşlar ise %30’a %70 olarak oranlanmıştı. Türk halkı kabul etmemişine rağmen Makarios, İngiltere’den kalma vergi sistemini tekrardan yürürlüğe sokmuştur. Makarios’un bu kararı esasen Anayasa’ya aykırı bir durumdu ve Makarios bir de buna ek olarak silahlı kuvvetlerin komutanlarının Rum olmasına karar vermiştir.
Makarios, nüfusun %30’u oranında kamu personeli olma hakkına sahip olan Türk vatandaşlarının, kamuda çalışmak için yeteri derecede donanıma sahip olduğunu düşünmüyordu. Rum Bakanlar Türklerin açtığı belediyelerin hepsinin kapanması için faaliyete geçmişlerdir. Anayasa Mahkemesi ise belediyelerin kapatılması için bir sebep olmadığına kanaat getirmiş, böylece belediyeler kapanmamıştı. Makarios 22-26 Kasım 1963 yılında Anayasa değişikliği için Ankara’yı ziyaret etmiş, dönemin Türkiye Başbakanı İsmet İnönü ise Anayasa değişikliği talebini reddetmiştir. Makarios değişiklik talebi reddine rağmen tek taraflı olarak 30 Kasım 1963 yılında Anayasa’da mühim değişiklikler yapmıştır. Türkiye, hukuka aykırı bir şekilde yapılan bu değişikliği reddetmekte her zaman kararlı bir tutum sergilemiştir. Akabinde Kıbrıs Adası’nda bulunan Türklere yönelik baskıcı ve yer yer şiddet içeren tutum oldukça artış göstermeye başlamıştır (Arık, 2011, s. 5).
Kanlı Noel
21 Aralık 1963 tarihinde Lefkoşa’nın Türk mahallesinde devriye gezen bir Rum polisi, Türklerin kullandığı bir aracı durdurarak arama yapmak istemişti. Arama yapılırken çıkan gerginlikte iki Türk vatandaşı Rum polisinin silahlarına kurban gitmişlerdir. 24 Aralık günü ise Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türklere saldırarak 24 kişinin canına mal olmuşlardır. Tarihe “Kanlı Noel” olarak yazılan bu olaylar Akritas Planı’nın uygulanmaya başlandığını göstermiştir. Bunun üzerine Türkler yaşadıkları yerden mahrum bırakılarak adanın %3’lük bir kısmını kaplayan ve iletişim imkanlarından yoksun bir yerde yaşamak zorunda kalmışlardır. Türkler devletin organlarından da menedilerek ortaklık cumhuriyeti tamamen bozguna uğratılmıştır. Sonralarda adada iki ayrı yönetimin kurulmasını sağlayacak olayın başlangıcı ise, Lefkoşa’nın 30 Aralık’ta güvenliğin sağlanması amacıyla “Yeşil Hat” denen bir sınırla ayrılması olmuştur.
Fiilen zaten bozulan Kıbrıs Cumhuriyeti anlaşmaları, 1 Ocak 1964 tarihinde Makarios’un feshi ile hukuken de bozulmuştur. Anlaşmayı bozduğu gerekçesiyle Türkler, Rumlar’a karşı müdahale girişimine hazırlanmaya başlamış fakat 5 Haziran 1964 yılında ABD Başkanı Johnson’dan gelen tehdit içerikli ve Türkiye’yi esefe boğan mektup neticesinde müdahale durdurulmuştur. 1960 yılında Türkiye’nin de bir parçası olduğu “garanti sistemi” etkinliğini yitirmiştir.
Türk Hükümeti ve İngiltere olanlar karşısında çareyi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne başvurmakta bulmuştur. BM olayları önlemek amacıyla “Kıbrıs Hükümetinin onayı” ile adaya BM Barış Gücü yollamıştır. Türkiye’de Barış Gücüne onay vermiştir ve Barış Gücü onaylanırken Kıbrıs Devleti’nde Rum yönetimi faaliyette olduğu için bu yönetim otomatikman tanınmıştır (Vatansever, 2012, s. 1512-1514). 1964 yılında ABD Başkanı Johnson tarafından İnönü’ye yollanan mektup 1964 yılında basına sızdırılmıştır. Bir ültimatom niteliğinde olan mektubun içeriğinde şunlar yer almaktaydı;
• Türkiye ABD’ye danışmadan böyle bir kararı uygulayamaz.
• ABD tarafından Türkiye’ye hibe edilen silahlar Kıbrıs için kullanılamaz.
• Türkiye Kıbrıs’a müdahale ederse NATO şartlarını çiğnemiş olacak çünkü bu şartlara göre Kıbrıs ve Türkiye arasında savaş olamaz.
• Türk hükümeti Garanti anlaşmasına taraftar olan ülkelerle görüşebilme ihtimalini sonlandırmadan böyle bir müdahaleye başvurmamalıdır.
Türkiye’nin Amerika tarafından yalnız bırakılması, Türkiye’yi “tek bir güce dayanma politikasının” ne kadar hezimetli olduğu görüşüne yakınlaştırmıştır. Yani Türkiye bu olaydan sonra dış politikasında yönünü yalnızca Batı’ya çevirmenin pek de doğru olmadığını anlamıştır (Kurban, 2016, s. 462-463).
Türkler, Kıbrıslı soydaşlarına ancak ve ancak Erenköy’den yardım edebilirdi fakat o bölge de Rumlar tarafından kuşatılmış vaziyetteydi. Türkler bu kez havadan saldırı gerçekleştirerek Rum ilerleyişini durdurabilmişlerdir. Makarios 1967’nin sonlarına dek hem fiiliyatında hem söylemlerinde iki siyaset üzerinde durmuştur: Ya Türkiye’ye adadan toprak vermemek üzere gerçekleşecek bir Enosis modeli olacak, yahut bunu gerçekleştiremezse Kıbrıslı Türkleri azınlık statüsüne indirgeyecek bir bağımsızlık modeli uygulayacaktı.
Köfünye Krizi ve Barış Görüşmeleri (1967-1968)
NATO ya da BM 1964-67 yılları arasında sorunları çözmek için başarılı girişimlerde bulunamamıştır. Türkiye ise Kıbrıs Türklerinden maddi ve manevi olarak desteğini esirgememiştir ve ilgili tarafların hak ve çıkarlarının korunarak bir çözüm üretilmesi gerektiğini sık sık dile getirmiştir. Rumlar, 26 Haziran 1967 yılında Türklerin gıyabında Enosis kararı almıştır. 10 Eylül 1967 günü, Yunanistan’ın Cunta Başbakanı Konstantin Kollias Dedeağaç’ta Süleyman Demirel ile bir araya gelmişlerdir. Kollias Demirel’e Enosis talebinin kabul edilme isteğinde bulunmuş ve karşılığında da Kıbrıs’ta bir Türk üssü tahsis etmeyi önermiştir. Kati surette Ankara bu teklifi kabul etmemiştir. Takvimler 15 Kasım 1967’yi gösterirken Rum askerleri, bir Türk bölgesi olan Köfünye’ye silahlı saldırı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırıda 24 Türk hayatını kaybetmiştir. Fazıl Küçük bu olaydan sonra Türkiye’ye mektup göndermiş ve mektupta Türkiye’den silahlı müdahale talebinde bulunmuştur.
17 Kasım 1967 yılında Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, Adalet Partisi, Millet Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Yeni Türkiye Partisi’nin temsil ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, Kıbrıs’a Türk Ordusunun sevki için yapılan oylamada 432 olumlu oy 1 tane olumsuz oy kullanılmış ve Ordunun sevki için yetki verilmiştir. Amerika ise 1967 krizi sırasında, olası bir Türk-Yunan savaşının çıkmasını engellemek için uzman diplomat Cyrus Vance’i iki ülke arasında “mekik diplomasisi” uygulamakla görevlendirdi ve yine Türkiye’nin hazırlanmakta olduğu askeri müdahaleyi önlemiş oldu. Türkiye, önceden EOKA’nın liderliğini yapıp daha sonra Rum Ordusu’nun başına geçmiş olan General Yorgos Grivas’ın hızlı bir şekilde Kıbrıs’tan uzaklaştırılmasını talep etti.
Türkiye’nin sert tutumu karşısında muhalefet olacak cesareti bulamayan Rumlar ise bu isteği kabul etmişlerdir. 29 Aralık 1967 yılında Kıbrıs Türk Liderliğince geçici Türk yönetimi ilan edilmiştir (Kıralp, 2018, s. 449-450). 1967 yılında kriz sona ermiş fakat Türkiye, uluslararası arenada karşılaştığı yalnızlığı, üçüncü dünya ilişkileri ile iyi ilişkiler kurmaya çalışarak aşmaya çalışmıştır. Bu bağlamda İslam Zirvesi Konferanslarına katılım göstermiştir.1967’de gerçekleşen Arap-İsrail Savaşları’na ilgi göstermiştir (Sarı, 2019, s. 39).
1974 Kıbrıs Çıkarması
1974 yılına dek diplomatik görüşmeler ekseninde vuku bulan görüşmeler nihai bir sonuca varamamıştı. Türk tarafı isteklerini federasyon şeklinde bir devletten ziyade, bölgesel özerklik sistemine dayalı üniter devlet yapılanması olarak revize etmişlerdir. 1973 yılında iktidara CHP-MSP Koalisyonu gelmişti. 1974’te Çandarlı isimli Türk gemisi Ege’nin uluslararası sularında petrol araştırması yapmaya başlayınca kıta sahanlığı anlaşmazlığı ortaya çıktı. Çünkü Yunanistan, Türkiye’nin araştırma yaptığı bu bölgenin kendi karasularında olduğunu iddia etmekteydi. Bir taraftan da Yunanistan ile Makarios’un arası bozulmaya başlayınca Yunan Cuntası adanın ilhakı konusunda aceleci bir tutum sergilemeye başladı. Uluslararası toplumla görüşmeleri sürdüren Makarios’tan rahatsızlık duyan Yunanistan Makarios’u karalama kampanyaları başlatmıştı.
15 Temmuz 1974 tarihinde EOKA mensuplarından biri olan Nikos Sampson, yanına Rum Milli Muhafız Teşkilatı’nı da alarak darbe yapmış ve Makarios’u düşürmüştü. Akabinde sözde “Kıbrıs Elen Cumhuriyeti” ilan edilmiştir. Yunanistan’ın adayı fiilen ilhak etmesi Kıbrıs Buhranı’nı başlatan eylem olmuştur.
1964 yılında Türkiye’nin adaya müdahale etmemesi her ne kadar Johnson mektubuna bağlansa da Ulusoy’a göre o mektup bir bahaneydi ve İnönü bilinçli olarak o mektubu halka teşhir etmişti. Çünkü o dönemde Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmek için yeterli teçhizatı bulunmamaktaydı. 1974’te ise Rumların gerçekleştirdiği darbe Türkler için oldukça güzel bir fırsattı çünkü Türkiye’nin meşru zeminini oluşturmaktaydı. Gerçekleşen darbeyi İngiltere ve ABD tasvip etmediklerini açıklamışlardı. Türkiye, Garanti Anlaşmasında bulunan 4. maddeye dayanarak Kıbrıs’a İngiltere ile ortak müdahale girişiminde bulunmak istediyse de İngiltere buna yanaşmamıştır. Bülent Ecevit 17 Temmuz 1974 yılında İngiltere’yi bu amaçla ziyaret etmiş fakat İngiltere, olayın NATO ve BM çerçevesinde çözülmesinden yana olduğunu dile getirmişti. ABD’nin baskıcı tutumuna rağmen Yunanistan kararından dönmemiştir. ABD, Türkiye’nin olası bir müdahalesinde bölgeye NATO birliklerini göndereceklerini söylemişlerse de 19 Temmuz’da ülkeye dönen Başbakan Bülent Ecevit’in talimatı ile 20 Temmuz günü Türk askeri Girne’den ilerleyerek adaya ayak basmaya başlamıştır. Türk birlikleri Girne-Lefkoşa yolunu ve Girne’nin bir kısmını denetim altına aldıklarında ateşkes istenmiş ve 22 Temmuz günü bir ateşkes yapılmıştı. En nihayetinde Türk hükümeti adaya 40.000 kişilik birlik ve 300 tank gönderme konusunda başarılı olmuştu.Türk hükümetinin muvaffakiyetine mukabil 23 Temmuz’da Yunan hükümeti istifa etmiş; Kıbrıs’ta ise Glafkos Klerides, Sampson’un yerine geçmiştir. Kıbrıs’ta Anayasa düzeninin yeniden oluşturulabilmesi için üç devletin görüşmesi gerekiyordu bu nedenle Türkiye, İngiltere ve Yunanistan Dışişleri bakanları 25 Temmuz’da Cenevre’de buluşmuşlardı. Görüşmelerde herhangi bir uzlaşıya varılamamıştı ve görüşmeler kesilmeye başlamıştı. Görüşmelerin kesilmesi ve herhangi bir uzlaşıya varılamaması nedeniyle 14 Ağustos sabah 4.19’da Türk Silahlı Kuvvetleri “2. Kıbrıs Harekâtı”na başlamıştır (Bal, 2015, s. 12-13).
Vaziyetler bu hale gelene kadar Kıbrıslı Türk halkı pek fazla zulümle karşı karşıya kalmıştır. Megali İdea uğruna Kıbrıslı Rumlar Yunanistan’ın da desteği ile Enosis’i gerçekleştirmek uğruna, sivil halkın hayatlarına kanlı imzalar atmıştır. Basında Rum baskısı yüzünden bu eziyetlerin pek azı yayımlanabilmiştir. Yapılan çalışmalara göre baskı ve zulümle karşılaşan birçok Türk vatandaş yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalmış, mallarından ve canlarından olmuşlardır (Emek, 2014, s. 152-153).
Harekât Sonrası İlişkilerin Gelişme Boyutu
16 Ağustos tarihinde yani harekattan iki gün sonra ateşkes ilan edilmiştir. Türkler, batı tarafındaki Yeşilırmak’tan Karpaz yarımadasına kadar olan kısmı yani bugünkü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin olduğu sınırları nihayet alabilmişlerdir. Türkler tarafından yapılan bu müdahalenin amacı yalnızca zulme uğrayan Türklerin haklarını ve bağımsızlığını korumak değil, aynı zamanda bölgedeki barış ortamını istikrarlı bir şekilde ilerletmek olmuştur. Bölgede bu durumdan rahatsız olup, Türkleri adayı “ilhak etmek” ile suçlayanlar olmuştur.
Ancak unutulmamalıdır ki uzlaşı sağlanan bir ortamda garez çıkarmak ve adadaki Türk halkını tamamen görmezden gelerek adayı Yunanistan topraklarının bir parçası olarak kabul etmek isteyen, Kıbrıs’ı yalnızca kendi çıkarlarının uygun gördüğü şekilde ele geçirmek isteyen ve uluslararası hukuk ile “Garanti” anlaşmalarını tamamen görmezden gelen taraf Rum kesimi olmuştur. Türkiye hem 1. hem de 2. Kıbrıs Harekatlarını başlatırken Garanti anlaşmalarını görmezden gelen bir faaliyette bulunmamış, yalnızca adada bulunan soydaşlarının can ve mal güvenliğini korumaya ve bölgede istikrarlı bir barış ortamı yaratmaya çalışmıştır. Keza bu olaylar peyda olurken kaçırılan ve hala bulunamayan birçok Türk söz konusudur.
Harekât için Bülent Ecevit’e Necmettin Erbakan büyük oranda destek ve motivasyon vermiştir. Harekattan sonra cuntanın arkasında zaten ABD’nin olduğunu düşünen Yunanistan, Kıbrıs olaylarından da ABD’yi sorumlu tutmuş ve 1974 yılında demokrasiye döndüğünde ABD ile olan ilişkilerinde karşıt bir tutum sergilemiştir. Yunanistan’ın bu baskısına maruz kalan ABD ise kendisini Türkiye’ye karşı muhalif bir politikaya maruz bırakma gereği hissetmiştir (Yılmaz, 2017, s. 93). 5 Şubat 1975 senesinde, Kıbrıs Harekatı gerçekleşirken Türkiye tarafından ABD üretimli silahların kullanılması gerekçesiyle ve ABD Başkanı Ford ile Dışişleri Bakanı Kissinger’ın engelleme girişimlerine rağmen, Senatonun Rum kökenli temsilcilerinin yoğun lobicilik faaliyetleri sayesinde Türkiye’ye silah satışı durdurulmuş ve 200 milyon dolarlık yardım muallakta kalmıştır.
Bu ambargo yalnızca Türkiye’ye değil aynı zamanda ABD’ye de zarar vermekteydi çünkü NATO’nun güneydoğu kanadında güvenlik açığı oluşmaya başlamıştı. Ayriyeten bundan böyle İncirlik Üssü yalnızca NATO’nun kullanımına açık olacak ve de Diyarbakır, Karamürsel, Belbaşı ve Sinop istihbarat merkezlerinin faaliyetlerine son verilecekti. Nitekim ABD, Türkiye’nin olası stratejik öneminin farkınaydı ve tarihler 26 Eylül 1978’i gösterirken, Charter’ın de destekleriyle tamamen kaldırılmıştır (Eşel, 2017, s. 414).
Kıbrıs Harekâtı hem Yunanistan hem de Kıbrıs konusu için birer dönüm noktası olmuştur. En son kendi toprakları dışında Kore’ye asker desteği yollayan Türkiye daha sonra Kıbrıs’ta bulunduğu haklı müdahaleden ötürü Avrupa tarafından da eleştiri yağmuruna tutulmuştur. Kıbrıs meselesi fiili olarak 1974’ten günümüze kadar mevcudiyetini korumakta ve Türkiye açısından bir sorun teşkil etmemektedir. Fakat hukuki açıdan olayın netliğe kavuşmaması halen daha milletlerarası kamuoyunun dikkatini çeken bir konu olmaktadır. Harekattan sonra Başbakan Bülent Ecevit’in içerde koalisyon orağı ile sorunları artmış ve Ecevit 16 Eylül’de istifa etmiştir.
İç ortamda birtakım çalkantılar mevcudiyetini korusa da yeni bir seçime gidilmemiş ve hükümet görevini sırayla Sadi Irmak, Milliyetçi Cephe, Ecevit ve Demirel yürütmüştür. Bundan sonra Türkiye’nin gündemi “AET ile ikili ilişkiler” ve “Yunanistan ile Ege sorunları” bağlamında ilerlemiş, Kıbrıs meselesi de kapanmasa bile şu anlık yalnızca Türkiye’nin tanıdığı üniter bir Türk Cumhuriyeti olarak stabilizasyonunu sürdürmeye devam etmiştir (Oran, 2001, s. 748-749).
Sonuç
Kıbrıs adası jeostratejik olarak önem teşkil eden bir konumda bulunmaktadır. Asya, Afrika ve Avrupa’ya neredeyse eşit uzaklıklarda bulunmaktadır. Girit ile beraber su geçiş yollarının kesişim noktasında bulunmaktadırlar. Hem Asya ve Avrupa kıtalarını birbirlerine bağlayan Boğazların; hem de Asya ile Afrika’yı birbirlerine bağlayan Süveyş Kanalı’nın yakınlarında yer alan Kıbrıs Akdeniz’in nabzını şekillendiren bir unsur olagelmiştir (Davutoğlu, 2001, s. 175). Jeostratejik ve jeopolitik önemi bir yana, her şeyden önce asırlardır adada yaşayan Türk halkının can ve mal güvenliği Türkiye için en önemli meseledir. Devletler arasında her ne kadar sorunlar ve çatışmalar meydana gelse de hiçbir sivil halk, kör bir diplomasinin doğurduğu darbelerin hedefinde kurban gitmemelidir. İşte 1960 Zürih ve Londra Antlaşmalarına rağmen, 1974 yılındaki Türkiye müdahalesine kadar, adada sürekli tehditkâr bir tutum sergileyen ve hem cana hem de mala kasıtta bulunan taraf Rum kesimi olmuştur.
Türkiye’nin müdahale girişimleri daha önce üçüncü taraflarca iki kez durdurulmuşsa da, bölgede halen istikrarlı bir barış ortamının yaratılamamasından mütevellit ve de bilakis halen Rum kesiminden gelen tehditvari yaklaşımlar neticesinde, Türkiye soruna askeri olarak da müdahil olmayı başarmıştır. Bugün gelinen nokta Yunanistan ve Avrupa’yı rahatsız etmeye devam etmektedir fakat Türkiye’ye karşı askeri bir cephe alabilme cesaretini de vermemektedir. Türkiye hakkı olanın dışında bir durum vaziyeti sergilemediği için, ikili çıkarların zedelenmediği bir anlaşmaya her daim olumlu baksa da karşı tarafın bugüne dek bir barış girişiminde bulunmaması ve KKTC’yi tanımamaya devam etmesi, aslında ne kadar çıkarcı ve uluslararası hukuka karşı bir tutum olduğunun bir göstergesidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi ‘‘Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece ikmal yollarımız tıkanır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir…’’ Türk halkı Atatürk’ün miras bıraktığı bu mottoyu devam ettirmeye ve Kıbrıslı soydaşlarına her açıdan destek vermeye devam edecektir.
[irp posts=”30088″ name=”En Bilinen Sorun: Kıbrıs Problemi”]
KAYNAK
Korkmaz, A. (2016). Türkiye Solu ve Kıbrıs Sorunu. Kıbrıs Üniversitesi Türk ve Ortadoğu Çalışmaları Anabilim Dalı, 45-46. Erişim adresi: https://gnosis.library.ucy.ac.cy/bitstream/handle/7/39537/Abdullah%20Korkmazhan%20PhD.pdf?sequence=5&isAllowed=y
Aksu, F. (2018). Türk Yunan İlişkileri. Turkish Greek Relations. Erişim adresi: http://www.turkishgreek.org/iki-uelke-arasindaki-iliskileri-etkileyen-temel-faktoerler/ic-ve-dis-politika-kaygilarinin-etkisi/tuerk-d-s-politikas-nda-tuerk-yunan-iliskileri-ve-ic-politika-kayg-s/1960-sonras-doenem
Dağlı, İ. (2017). The Cyprus Problem: Why Solve a Comfortable Conflict ? Oxford Research Group. Erişim adresi: https://www.oxfordresearchgroup.org.uk/blog/the-cyprus-problem-why-solve-a-comfortable-conflict
Bilge, Ö. (2019). Kıbrıs’ta BM Askeri Varlığı Sorgulanıyor. Hürriyet. Erişim adresi: https://www.hurriyet.com.tr/dunya/kibrista-bm-askeri-varligi-sorgulaniyor-41081411#:~:text=BM%20ayn%C4%B1%20zamanda%20K%C4%B1br%C4%B1s%20m%C3%BCzakerelerine,nin%20tatil%20g%C3%B6revi’%20olarak%20adland%C4%B1r%C4%B1l%C4%B1yor.
Çeliktaş, Y. (2013). Türkiye Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu. Uluslararası Politika Akademisi. Erişim adresi: http://politikaakademisi.org/2013/06/24/turkiye-yunanistan-iliskilerinde-kibris-sorunu/
Keser, U. (2012). Kıbrıs Sorunu Bağlamında Türkiye’de 6/7 Eylül 1955 Olaylarına Kesitsel Bir Bakış. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 222. Erişim adresi: https://dergipark.org.tr/tr/pub/cttad/issue/25534/269371
Arık, U. (2011). Kıbrıs Krizi. LAÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 5. Erişim adresi: https://dergipark.org.tr/tr/pub/euljss/issue/6279/84299
Vatansever, M. (2012). Kıbrıs Sorununun Tarihi Gelişimi. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1512-1514. Erişim adresi: https://hukuk.deu.edu.tr/dosyalar/dergiler/dergimiz-12-ozel/3-kamu/9-mugevatansever.pdf
Kurban, V. (2016). Kıbrıs Sorununun Türk Dış Politikasına Etkisi ve ABD – SSCB İle İlişkiler. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 462-463. Erişim adresi: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/473775
Kıralp, Ş. (2018). 1967-1974 Döneminde Kıbrıs Sorunu ve Türkiye ile Yunanistan’ın Kıbrıs Politikaları. Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi, 449-450. Erişim adresi: http://kutaksam.karabuk.edu.tr/index.php/ilk/article/view/1437
Sarı, B. (2018). 1960 – 1980 Dönemi Türkiye’nin Üçüncü Dünya ve İslam Ülkeleriyle İlişkileri. Akademik Ortadoğu, 39. Erişim adresi: (PDF) 1960-1980 Dönemi Türkiye’nin Üçüncü Dünya ve İslam Ülkeleriyle İlişkileri (researchgate.net)
Bal, İ. (2015). Türk Dış Politikası (1960-1980). Türk Tarihi ve Kültür Araştırmaları, 12-13. Erişim adresi: https://www.altayli.net/turk-dis-politikasi-1960-1980.html
Emek, F. A. (2014). 1958-1974 Yılları Arasında Kıbrıs’ta Yerel Basında Rum Mezalimi. Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, 152-153. Erişim adresi: http://adudspace.adu.edu.tr:8080/xmlui/handle/11607/1768
Yılmaz, H. (2017). Kıbrıs Barış Harekâtı ve Sonuçları. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 93. Erişim adresi: https://dergipark.org.tr/tr/pub/inijoss/issue/33663/428016
Eşel, G. (2017). Darbeler Arasında (1960-1980) Türkiye NATO İlişkileri. The Journal of Academic Social Science Studies, 414. Erişim adresi: https://www.researchgate.net/publication/317633709_DARBELER_ARASINDA_1960_-_1980_TURKIYE_-_NATO_ILISKILERI
Oran, B. (2001). Türk Dış Politikası. İstanbul: İletişim.
Davutoğlu, A. (2001). Stratejik Derinlik. İstanbul: Küre Yayınları.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.