Küresel Tehditlerin Ortak Nedeni ve Sonucu; Küresel Isınma ve İklim Değişikliği

197
Yazarlık Başvurusu

Küresel tehditlerin en önemlisi küresel ısınma ve iklim değişikliğidir. Çünkü insanların dünyada bulunan kıt kaynakları ihtiyatsız bir şekilde tüketmesi sonucunda küresel ısınma ve iklim değişikliği artmaktadır. Oluşan durum da yeni tehditleri ortaya çıkarmaktadır. Buzulların erimesi sonucu salgın hastalıklar ortaya çıkmakta, atmosfere salınan gazlar sonucu ozon tabakası incelmekte ve sıcaklığın artmasıyla iklim değişiklikleri yaşanmaktadır. Aslında iki olgu da küresel tehditlerin tam ortasında yer almaktadır.

Küresel ısınmayı tetikleyen en önemli etken olan sera gazı, atmosferde halihazırda bulunmaktadır. Ancak insan kaynaklı yayılan gazların da doğada artması sonucu, güneş ve radyasyon atmosfer tabakasında toplanır, bu durum troposferin ısınmasına ve stratosferin ise soğumasına neden olarak ısınmayı arttırmaktadır. Atmosferde bulunan karbondioksit ve metan gibi gazların Sanayi Devrimi sonucu ciddi artış göstermesiyle özellikle son çeyrek yüzyıl içinde gözle görülür etkileri artmaya başlamıştır. Sanayi Devrimi ile hızla artan nüfus, kentleşme, sanayileşme ve artan tüketim, toprağın aşırı ve yanlış kullanılması ile doğal dengenin bozulmasına neden olmuştur. Böylece ülkeler 1995 yılında BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nde (IPCC) sorunun en çok insan kaynaklı olduğunu kabul etmiştir. Bu konuda yapılan çalışmalar sonucu her bölgenin aynı sorundan kaynaklı farklı etkilere maruz kalacağı vurgulanmıştır. Nitekim bol yağış alan ve ılıman iklime sahip olan bölgelerin sel ve taşkın ve fırtınalara maruz kalacağı, iklimi daha çok kurak ve az yağış alan bölgelerde – ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgesi gibi- kuraklık, çölleşme ve tarımda kötüleşmeye maruz kalacağı vurgulanmıştır[1].

BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli

Küresel ısınmanın oranlarını incelediğimizde, 1880 yılından itibaren yapılan incelemelerde artışlar negatif düzeyde artarken 1965 yılından itibaren pozitif düzeyde artmaya başlamıştır. 1965 yılında sıcaklık 0.09°C artarken 1981yılında 0.45°C, 1995 yılında 0.50°C, 2016 yılında 1.31°C, 2020 yılında 1.18°C ve 2021 yılında ise 0.85°C oranlarında değişimler görülmüştür. Sürekli artış eğiliminde olan sıcaklık 2021 yılında yaşanan Covid-19 pandemisinin etkisiyle çok az azalsa da hâlâ yüksek seviyelerdedir. Bu artışın 1.5°C’nin üzerine çıkması durumunda dünyada çölleşmenin artacağı tahmin edilmekte ve sıcaklık artışının 1.5°C altında tutulmasının doğal denge açısından elzem olduğu noktasında görüşler sabittir[2]. İklim değişikliği, iklimi oluşturan temel noktalar olan sıcaklık ve yağış gibi durumların zaman içinde doğal veya beşerî (insanı) saiklerle değişime uğradığını ifade etmektedir (IPCC’ye göre). Bu değişim de temel nokta atmosferde yaşanan değişimlerdir. Bu değişim haliyle küresel ısınmayı da kapsadığından iklim değişikliği ve küresel ısınmayı birbirinden ayrı düşünmek rasyonel olmayacaktır[3]. Bu nedenle iklim, dünyanın güneş, okyanus ve atmosfer arasındaki etkileşimden oluşmaktadır. Yani atmosferin alt katmanlarındaki değişimlerden etkilenmektedir. Son yarım yüzyılda insanlığın, dünya üzerinde yarattığı baskının artmasıyla iklim değişikliği gözle görülür seviyelere ulaşmıştır. Bu değişiklik beraberinde göç artışı, nüfus artışı, sağlık problemleri, hava kirliliği, sera gazı artışı, çevre kirliliği vb. beraberinde getirmiştir. Bu durum yine aynı şekilde var olan işsizlik ve yoksulluğun da artmasına neden olmuştur[4]. Öte yandan sadece insanları değil, deniz ve kara ekolojik ve biyolojik sistemlerini de etkilemiştir. 80’lerden itibaren buzulların artan şekilde erimesi doğal felaketleri tetiklemekte ve tüm canlı ekosistemlerini tehdit etmektedir. Özellikle bölgeler arasında halihazırda bulunan eşitsizlikleri, sel ve kuraklık gibi felaketleri de tetiklemeye devam edecektir[5].

Küresel ısınma ve İklim değişikliğini ortaya çıkaran nedenler;[6]

  • Sanayileşme
  • Nüfus artışı
  • Kentleşme
  • Ozon tabakasının incelmesi
  • Atmosfere salınan gazlarının artması
  • Artan ihtiyaçlar tüketilme
  • Toprağın yanlış kullanımı
  • Yanlış sulama
  • Ormanların yok edilmesi
  • Nükleer faaliyetlerdeki artış
  • Artan silahlanma
  • Doğada kullanılan kimyasal zararlı maddelerin artışı

İklim değişikliği ve küresel ısınmanın tarihsel gelişimi Big Bang patlamasına kadar geri götürülebilecek bir olgudur. Nitekim evren sürekli bir değişim içinde olduğundan iklim ve sıcaklıklarda sürekli bir değişim içindedir. Bu durum aslında bir döngüdür. Ancak zamanın göreceli olduğu bir evren olduğu bilinmektedir. Yine de bir değişimin olduğu sabit bir gerçektir. Bu bakımdan dünyamızdaki iklim ve sıcaklıklar zamanla değişimler geçirmiştir. Ancak bu can alıcı nokta, endüstriyelleşmenin artmasıyla ciddi boyutlara ulaşan insan etkisidir. Bu dönemden önce bazı iklim olaylarının yaşandığı bilimsel çalışmalarda ortaya konmuştur. Örneğin MÖ. 11. 000 yılında ‘Genç Buzullaşma’, MS. 535-536 yılları arasında ‘Aşırı Hava Olayları’, 900-1300 yılları arasında ‘Orta çağ Sıcak Dönemi’, 1300-1800 yılları arasında ‘Küçük Buz Devri’ ve 1816 yılında ‘Yaz Olmadan Geçen Yıl’ olaylarının yaşandığı bilinmektedir[7].

Son yıllarda yaşanan olaydan sonraki en önemli nokta 1760’larda başlayan Sanayi İnkılabı ile insanın doğa üstündeki baskısının artması olmuştur. Günbegün insanlık sınırsız isteğiyle doğal dengeyi bozmaya devam etmekte iken yaşanan dünya savaşlarının ardından yıkılan Avrupa’nın imarı için müthiş bir hızla büyüyen sanayileşme ağının dünyadaki ayak izini arttırdığı görülmüştür.

Çok fazla zehirli gaz atmosfere salındığı için bu durum atmosfer dengesini bozarak dünyanın ısısını arttırmaktadır. 1950’lerde artan bu faaliyetler sonucu çok geçmeden 1970’lerde göstermeye başlamıştır. Gözle görülür etkiler tehdidin küresel olduğu konusunda bilim camiasının ortak görüşe getirmiştir. 20. yy’den itibaren sıcaklığın artışı gözlemlemektedir. IPCC’nin yayınladığı rapora göre Grönland ve Antarktika buzullarının küçüldüğü, okyanus ve deniz seviyelerinin arttığı görülmektedir. Deniz seviyeleri yaklaşık olarak 10-20 cm arasında artış göstermiştir. Yine Kuzey Kutup bölgesinde 2014-2018 yılları arasında en yüksek sıcaklık yaşanırken, 1981-2010 yıllarının ortalaması 6 °C’nin üstünde olması devasa buz kütlelerinin yok oluşuna zemin hazırladı. Güneydeki okyanuslarda 1998-2014 yılları arasında canlı çeşitliliğinin %3,9-1,3 aralığında azaldığı görülmüştür. 1979 yılından günümüze dek ise yaşlı buzulların boyutlarının %90 a varan oranlarda azaldığı görülmüştür. IPCC’nin yaptığı araştırmalara göre küresel ısınmanın üzerinde insan etkisiyle 2017 yılında, Sanayi Devrimi öncesinde göre yaklaşık olarak 1 °C arttığı ve 1,5°C’nin altında kalmasının ekseriyetle gerekli olduğunu, aksi takdirde dünyanın yok oluş silsilesi içine gireceği vurgulanmıştır[8].

Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin tarihi çok gerilere götürürse de asıl önemli olan son 70 yıllık periyottur. Nitekim 20.  yy ortalarından itibaren artan   sanayileşmeyle insanlığın doğayı kısır döngüye sokacak olan değiştirme ihtirasıyla duruma bakmak önemlidir. Bu noktada ortaya çıkışı konusunda çok gerilere gitsek de asıl gelişimin son 70 yıllık dönem olduğu aşikardır. Son yaşanan COVİD-19 ile kısmen bu değişimi frenlense de hâlâ büyük bir sorun teşkil etmektedir. Soğuk Savaş sonrası küreselleşme de yaşanan hızlı değişimin doğal dengeyi bozmuş olduğu açık bir gerçek olsa da bunu değiştirmek bizim elimizdedir. Başka yaşanacak bir dünya yok! diğer gezegenlerde yaşam aramak yerine elimizde bulunan cevherin kıymetini bilmeliyiz. Bu nedenle her birey, insanlığa ve dünyaya karşı sorumluluğu yerine getirmekten geri durmamalı.

Küresel ısınma ve iklim değişikliğinde gözle görülür artış beraberinde extrem olayları da arttırmıştır. Buzullarda yaşanan erimelerin 1980 sonrası ciddi oranda artması, 1990’lara gelindiğinde feci boyutlara ulaşmıştır. Bu açıdan, dünya üzerinde 1997-98 yılları, 19. yy’den beri en sıcak sene olmuştur. Nitekim bu yılda gerçekleşen aşırı sıcaklığa sıcaklık olayı anlamına gelen El Nino adı verilmiştir. El Nino olayı ile Pasifik ve Hint Okyanusların sıcaklık artışı beklenenin üzerinde olmuştur. Normal sıcaklıklardan 2-5°C daha fazla olmasına karşın La Nina’nın (Soğuk)devreye girmesiyle sıcaklıklar 1-2°C soğutulmuştur. Bu iki önemli olayı 1990’lı yıllarda gerçekleşmiş ve dünyayı harekete geçirmiştir. Bunun dışında, 2003 yılında Avrupa’yı vuran sıcaklık ile küresel ısınma ve iklim değişikliği dünya gündeminin üst sıralarında olmaya başlamıştır[9]. Bu krizler için ilk olarak en ciddi adım 1988 yılında BM bünyesinde atılmıştır. ‘Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’ (IPCC) denilen bu yapı BM’ye bağlı olan Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve BM Çevre Programı (UNEP) aracılığı ile iklim değişikliği ile ilgili teknik, sosyal, ekonomik ve bilimsel bilgilerle yapılan çalışmaların sonuçlarıyla ilkim değişikliğiyle yapılan mücadeleye yol göstermesi amacıyla kurulmuştur. IPCC 5 veya 7 yıl arayla iklim değişikliğinin geldiği nokta ile ilgili değerlendirme raporları sunmaktadır. Merkezi İsviçre’nin Cenevre kentidir[10]. Bir diğer önemli adın ise yine BM bünyesinde gerçekleşmiş olan ‘BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’dir. 1992 yılında imzalanan sözleşme 1994’te yürürlüğe girmiştir. Atmosferde biriken sera gazını tehlike boyutu dışında tutmak amacıyla imzalanan anlaşma, çevrenin iklim değişikliğine uyumluluğunun hedeflemesi, ekonomik gelişmeyi ve besin üretimini etkilemeyecek bir döneme ulaşılması hedefi vurgulanmıştır[11].

Ülkeleri ekseriyetle oluşan tehlikelere karşı harekete geçirmeye teşvik eden BMİDCS, özellikle sanayileşmede ileri olan, çevrede daha fazla etki bırakan Çin, ABD, Japonya ve Almanya gibi ülkeleri daha fazla sorumluluk almaya çağırmıştı. Sözleşmede taraf ülkeler üç ayrı kategoriye ayrılmıştır. ‘Birinci Taraf’ Ek-I, AB, OECD, eski Doğu Bloku ülkeleri, ‘İkinci Taraf’ Ek-II, refah ülkeleri, AB ve OECD ve ‘Üçüncü Taraf’, mali sorumluluğu bulunmayanlardır. Bu çerçevede daha somut adımların atılması için Berlin’de düzenlenen Birinci Taraflar Konferansı’nda alınan kararlara yeni düzenlemeler için Kyoto da bir konferansın düzenlenmesine karar verilmiştir. İlk defa sözleşme düzeyinde iklim değişikliğine karşı mücadelede edilmeye başlandı. Daha somut adımlar için Kyoto protokolünün oluşturulması sorunun ciddiyetini göstermektedir[12]. Japonya’nın Kyoto kendimi imzalanan Kyoto Protokolü, BMİDCS bünyesinde oluşturulan atmosfere salınan sera gazı emisyonlarının azaltılmasını amaçlayan bir protokoldür. (%5-2 oranında) 1997 yılında imzalanmış ancak 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu çerçevede özellikle insan kaynaklı artan karbondioksit, azot ve metan gibi atmosfere zarar veren sera gazlarında 2008-2012 arası yıllarda hedeflenen azalmayı gerçekleştirmek temel amaçtır.  İmzacı devletler arasında Çin ve Hindistan gibi daha çok sera gazı salan ülkeler de olmasına rağmen beklenen hedeflerin tam anlamıyla gerçekleştiremediği görülmüştür. ABD ise çıkarları için protokol imzalamak imzalamaktan geri durmuştur. Sanayide gelişmiş ülkelerin sorunda daha çok sorumlulukları bulunmasına rağmen geri durdukları görülmüştür.[13]Yine de devletlerin iklim konusunda yeni arayışlara girdiği görülmüştür. IPCC’nin 2007 yılında yayınladığı değerlendirme raporunun dördüncüsünde yeni bir anlaşma yapılması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Bu doğrultuda 2009 yılında Kopenhag’da toplanan zirveden de sonuç çıkmayınca yeni arayışlara girilmiştir.[14]

Yeni arayışlar sonucunda COP-21 adıyla bilinen Paris iklim Zirvesi, 2015 yılında gerçekleşmiştir. COP-21 ismi aslında Kyoto Protokolü’nde hedeflenen 2020 yılı sonrası “Küresel İklim Rejimi” hedefleri doğrultusunda verilmiştir. Zirve sonucunda 195 ülkenin imzasıyla “Paris İklim Anlaşması” imzalanmıştır. Bu anlaşma yapılan girişimler için de belki de etkilisi olmuştur. Kyoto Protokolü’nün sonuç vermemesi Paris iklim anlaşması son derece önemli kalmıştır. Nitekim 1.5- 2°C senaryolarının yaşanmaması ve sıcaklığın 1.5°C’nin altında tutulması öncelikli nokta olmuştur. Bununla beraber emisyon oranının azaltılması ve mümkünse ortadan kaldırılması, fosil yakıt kullanımının azaltılması ve ülkelerin bu konuda gerekli sorumlulukları almaları gerektiği vurgulanmıştır. Bir sonraki yıl düzenlenen COP-22 adlı ‘Marakeş Zirvesi’ ile Paris İklim Antlaşmasını uygulama aşamasına geçilmiştir. Ancak Marakeş Zirvesi’nde de anlaşmazlıkların çıkması üzerine ertesi yıl düzenlenen COP-23 adlı ‘Bonn Zirvesi’ düzenlenmiş ve bu zirvede de 2016 yılında ABD Başkanı Donald Trump’ın anlaşmadan çekileceğini açıklamasıyla tıkanıklıklar yaşanmıştır. Bonn Zirvesi, Paris iklim Antlaşması’nda bürokratik açıdan düzenlemeler yapmayı hedeflese de ABD’nin tutumu Çin ve Hindistan’a da etkilediğinden zirveden tam anlamıyla sonuç alınamamıştır. [15]2021 seçimlerinde başa gelen Joe Biden’in, Trump’ın çekildiği Paris İklim Anlaşması’na yeniden gireceği konuşulurken bu durumun yaşanan tıkanıklıklar olumlu yansıyacağı beklenmektedir.

Sonuç olarak, iklim değişikliği ve küresel ısınma konusunda devletlerin gerekli sorumluluğu almaktan kaçındıklarını ve pragmatik davrandıklarını görüyoruz. Yani pragmatik davranmanın yolu iklim değişikliğiyle mücadele etmekken, insanlık her geçen gün doğaya daha fazla baskı uygulamakta, daha fazla zarar vermekte ve daha fazla sömürmektedir. Ancak unuttukları bir şey var ki; bu hikâyeyi yazanda, yaşayan bizleriz. Sonuçlarına hep birlikte katlanacağız. Bu yüzden geç olmadan gerekenleri yapmalı, yaşamak için farklı gezegenler aramak yerine kendi gezegenimizi güzelleştirmeliyiz.  Bu konuda samimi olursak, çıkarlarımızı geri plana koyarsak doğal dengenin düzenini korumayı başaracağız.

[irp posts=”32740″ name=”Avrupa Birliği’nin Çevre ve İklim Değişikliği Programları”]

KAYNAK

KAYNAKÇA

AKALIN Mehmet, “Küresel Isınma ve İklim Değişikliği Nedeniyle Oluşan Doğal Felaketlerin İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri”, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.6, S.2, 2013, s.29-43

ÇİMEN Mesut ve ÖZTÜRK Sami, “Küresel Isınma, İklim Değişikliğinin Solunum Sistemi Üzerine Etkisi ve Büyükşehir Bronşiti”, F.Ü. Sağ. Bil. Tıp Dergisi, C.24, s.2, 2010, s.141-146

DOĞAN Seyhun ve TÜZER Mutlu, “Küresel İklim Değişikliği ve Potansiyel Etkileri”, CÜ İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, C.12, S.1, 2011

HEKİMOĞLU Burhan ve ALTINDEĞER Mustafa, “Küresel Isınma ve İklim Değişikliği”, T.C. Samsun Valiliği İl Tarım Müdürlüğü, 2008

IPCC Web site, 01.01.2022, https://www.ipcc.ch/

National Oceanic and Atmospheric Administration (NOAA), 01.01.2022, https://www.ncdc.noaa.gov/cag/global/time-series

ÖZMEN M. Tamer, “Sera Gazı-Küresel Isınma ve Kyoto Protokolü”, İMO Dergisi, C.453, S.1, 2009, s.42-46

PERÇİN Deniz, “Paris Zirvesi’nden Bonn Zirvesi’ne Küresel İklim Zirveleri”, 2017

PINARCIOĞLU Nihal Şirin, “İklim Değişikliği Müzakerelerinde Gelinen Nokta: Paris Anlaşması ve Sonrası”, Turkish Studies, C.13, S.23, 2018, s.211-224

T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Remi Web Sitesi, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, 01.01.2022, https://iklim.csb.gov.tr/birlesmis-milletler-iklim-degisikligi-cerceve-sozlesmesi-i-4362

TÜRKEŞ Murat, SÜMER M. Utku ve ÇETİNER Gönül, “Küresel İklim Değişikliği ve Olası Etkileri”, Çevre Bakanlığı, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Seminer Notları, 2000

Wikipedia, Paleoklimatoloji, 01.01.2022, https://tr.wikipedia.org/wiki/Paleoklimatoloji

DİPNOT

[1] HEKİMOĞLU Burhan ve ALTINDEĞER Mustafa, “Küresel Isınma ve İklim Değişikliği”, T.C. Samsun Valiliği İl Tarım Müdürlüğü, 2008, ss.1-3

[2] National Oceanic and Atmospheric Administration (NOAA), 01.01.2022, https://www.ncdc.noaa.gov/cag/global/time-series

[3] DOĞAN Seyhun ve TÜZER Mutlu, “Küresel İklim Değişikliği ve Potansiyel Etkileri”, CÜ İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, C.12, S.1, 2011, s.21-34, ss.22-24

[4] ÇİMEN Mesut ve ÖZTÜRK Sami, “Küresel Isınma, İklim Değişikliğinin Solunum Sistemi Üzerine Etkisi ve Büyükşehir Bronşiti”, F.Ü. Sağ. Bil. Tıp Dergisi, C.24, s.2, 2010, s.141-146, ss.141-144

[5] AKALIN Mehmet, “Küresel Isınma ve İklim Değişikliği Nedeniyle Oluşan Doğal Felaketlerin İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri”, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.6, S.2, 2013, s.29-43, ss.30-35

[6] HEKİMOĞLU Burhan ve ALTINDEĞER Mustafa, a.g.e, ss.1-3

[7] Wikipedia, Paleoklimatoloji, 01.01.2022, https://tr.wikipedia.org/wiki/Paleoklimatoloji

[8] IPCC Web site, 01.01.2022, https://www.ipcc.ch/

[9] TÜRKEŞ Murat, SÜMER M. Utku ve ÇETİNER Gönül, “Küresel İklim Değişikliği ve Olası Etkileri”, Çevre Bakanlığı, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Seminer Notları, 2000, ss. 5-9

[10] IPCC Web site, 01.01.2022, https://www.ipcc.ch/about/

[11] T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Remi Web Sitesi, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, 01.01.2022, https://iklim.csb.gov.tr/birlesmis-milletler-iklim-degisikligi-cerceve-sozlesmesi-i-4362

[12] PINARCIOĞLU Nihal Şirin, “İklim Değişikliği Müzakerelerinde Gelinen Nokta: Paris Anlaşması ve Sonrası”, Turkish Studies, C.13, S.23, 2018, s.211-224, ss.214-217

[13] ÖZMEN M. Tamer, “Sera Gazı-Küresel Isınma ve Kyoto Protokolü”, İMO Dergisi, C.453, S.1, 2009, s.42-46, ss.45,46

[14] PINARCIOĞLU Nihal Şirin, a.g.e, ss.217

[15] PERÇİN Deniz, “Paris Zirvesi’nden Bonn Zirvesi’ne Küresel İklim Zirveleri”, 2017, ss.1-9

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz