2. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ‘decolonization’ (sömürgeleri serbest bırakma) sürecinden itibaren dünyada farklı ülkelerin yükseldiğini görüyoruz. Özellikle Soğuk Savaş’ın bitmesiyle bu tür ülkeler kapitalist ekonomi ve barış ortamıyla hızlı bir yükselişe geçti. Bu makalede dünyada potansiyel güç olarak görülen, yüksek ve dinamik nufüslara ev sahipliği yapan Latin Amerika ülkelerinin kolonizasyon ve bağımsızlık süreçlerini inceleyeceğiz.
1492 yılından itibaren büyük ivme yakalayarak önce ‘Reconquista’ (yeniden fetih) hareketi ile Müslümanları İberya’dan atmış olan Kastilyalılar, ‘Iberian Marriage’ (İberya Birleşmesi) ile Aragon krallığıyla evlilik yoluyla birleşerek iç sorunları hallettiler ve İspanya Krallığı’nı kurdular. Bundan sonraki süreçte ise Amerika kıtasında hızlı ve acımasız bir kolonizasyon sürecine giriştiler. Bu kolonizasyon süreci ülkeye büyük zenginlik getirmiştir. İleriki zamandalarda da Portekiz tahtını ele geçirerek dönemin en büyük güçlerinden biri olmuşlardır.
16.yüzyılda İspanyollar Yeni Dünya üzerinde büyük koloniler kurmuşlardır. Fakat bu koloniler anakaraya uzak olduğundan güçlü bir otorite tarafından yönetilemiyordu. Bunun üzerine İspanyol Krallar koloniler üzerinde merkeziyetçi bir anlayış yaymaya çalıştı ki buda toprakların valiler, fatihler (Conquistador) üzerinden Kral’a bağlanması demekti. Yeni İspanya, Peru, Yeni Granada, La Plata gibi koloniler kuruldu ve bunlar valiler aracılığıyla yönetildi. Yerliler Konsili [i] adı verilen sistem ile valilikler üzerinde kontroller sağlandı, fakat İspanyol Amerikası’nda hiçbir zaman anakaradaki gibi güçlü bir yönetim sağlanamamıştır. Ayrıca ‘Encomiendo’ sistemi yüzünden topraklardaki verimlilik ve iş gücü seviyesi yüksek derecede bir kar getirememiştir. Bu sistem yerlilerin başkaldırısını tamamen engellemek, Hristiyanlığı yaymak ve köleler aracılığıyla yeraltı kaynakları sömürmeye dayalı bir sistemdir. Bu sistemden dolayı cezalar ve katliamlar o kadar artmıştır ki, öteki sömürgeci devletler bile bu sistemi zamanla eleştirmeye başlamışlardır. Kral tarafından köleliğin yasaklanmasına ilişkin kanunlar getirilse de bunlar Amerika’da görevli yöneticilerin çıkarlarına ters düşmektedir. Bu yüzden aradaki emir-itaat komutasında sıkıntı yaşanmış, coğrafi olarak uzakta olmalarından kaynaklı, yerel yöneticiler bölgede yüksek otonomi ile kendilerine buyruk yönetmişlerdir.
Latin Amerika’nın ilk gerilla lideri Kasik Hatuey’in hikayesi bu sistemi çok iyi anlatır. Hatuey, her ne kadar ilkel silahlarla da olsa İspanyollara karşı savaşan bir yerlidir. İspanyolların neler yaptığını ve ne kadar acımasız olduğunu iyi bilen bu önder, en sonunda yakalanır ve kazığa bağlanır. Ölümü sırasında yanına gelen bir papaz, eğer Hristiyan olursa tanrının onu bağışlayacağını ve cennete gidebileceğini söyler. Hatuey, bu teklife karşın bütün İspanyolların cennete gidip gitmediğini sorar. Papaz ise, ‘Evet, cennetin kapıları iyi İspanyollara açıktır’ der. Bunun üzerinde Kasik Hatuey şöyle cevap verir: ‘O zaman ben cehenneme gideyim, çünkü cennette İspanyollarla karşılaşmak istemiyorum’.
Bu yöntemler ve İspanya’nın Avrupa’daki güç kaybedişiyle Latin Amerika’daki feodal beyler 19.yüzyıla doğru güçlerini kaybettiler. Sebeplerinden bazıları yerlilere yönelik kötü uygulamalar, kölelik sistemi, muhalefetin asla sesini duyuramaması, hiçbir hak ve hukukun göz önüne alınmamasıdır ki bu 19.yüzyılda direniş hareketlerinin oluşmasına sebep olmuştur. Bunun bir sebebi de 1808’den itibaren Portekiz ve İspanya’nın Fransız işgaline uğramasıydı. Bir bakıma Fransız kuklası haline getirilen İspanya’nın güçsüzlüğü, 18.yüzyıl ile birlikte yayılan liberal ve milliyetçi fikirler, ‘kreol’ denilen yerli halkla karışmış İspanyolların isyanlarıyla daha da kötüye sürüklendi.
Buradaki önemli aktörümüz olan ‘Simon Bolivar’, Latin Amerika’nın özgürlüğüne kavuşmasında büyük bir roldür. Simon Bolivar, Bolivar’da varlıklı bir kreol ailesinden gelmekteydi ve eğitim için Avrupa’ya gitmişti. Döndüğünde ise bağımsızlık mücadelesine girişti ve Latin Amerika’nın birliğini sağlamaya çalıştı. O zamanlarda İspanya, Napoleon’un kardeşi Joseph Bonapart tarafından yönetiliyordu. Bonapart, kolonilerin vergilerini ödemeye devam etmesini isteyince, zaten yüksek otonomiyle yönetilen koloniler bağlılıklarını reddedip kreol cuntaları oluşturmaya başladı. Aynı şekilde, İspanya’da da Fransız yönetimine karşı cuntular oluşturulmuştu. Cuntaların kurulması, Latin Amerika’da bağımsızlığın ilk adımlarıdır.
Venezüella, bağımsızlık olarak en erken olgunlaşan ülkelerden biri olarak, 1821 yılında İspanya’dan resmi olarak ayrılan ilk ülke olmuştur. Bu bağımsızlık hareketinde rol oynayan iki önemli isim ise Francisco Miranda ve Simon Bolivar’dır. Fakat buradaki sorunlardan biri Venezüella’da yaşayan Karakaslı elitlerdir ki , onlar bağımsızlıktan çok geçici bir cuntanın kurulmasından yanaydılar. Çünkü isyan İspanya’ya karşı değil, Joseph’e yani Fransa’ya karşıydı. Bu karmaşıklık yüzünden tam bir bağımsızlıktan çok geçici bir bağımsızlık söz konusuydu. Fakat bu hareketin başlamasıyla birlikte kölelik kaldırıldı, yerliler vergi ödemekten muaf bırakıldı, ticaret engelleri kaldırıldı , ABD ve İngiltere’ye elçiler gönderildi. Bir süre bağımsız kalan cuntalar, bağımsızlarını tam olarak eline almak istedi ve Fransa’ya karşı başlayan isyan İspanya’ya karşı olan bir bağımsızlık savaşına dönüştü.
Bağımsızlık hareketleri Venezüella’da başlayıp tüm Latin Amerika’ya yayıldı ve Bolivar’ın önderliğinde 6 bağımsız ülke (Venezüella, Kolombiya, Panama, Ekvador, Peru ve Bolivya) ortaya çıktı. Venezülla bağımsızlık yolunda giden ilk ülke olarak 1811’de tam bağımsızlığı ilan etse de, ülkede çıkan iç savaşta yenilince Venezüella tekrar İspanya’ya bağlandı. Önemli komutan Miranda ise hapse atıldı.
Fakat Bolivar bu teslim olmayı kabul etmeyip ‘Cartagena Manifestosu’nu yayınladı ve tüm Latin Amerika sömürgelerini bağımsızlık hareketine çağırdı. Ardından 15 Temmuz 1813’te Trujillo’da ünlü kararnamesini yayınladı. Bu kararname İspanyollar ve Amerikalıları birbirinden ayırıyor, İspanyolları işgalci olarak gösteriyor ve yeni bir Amerikalı ulus kimliği yaratmaya çalışıyordu.
‘Admirable Campaign’ olarak adlandırdığı mücadelesinde her ne kadar iyi savaşsa da, İspanyol tarafında hala Yerli Amerikalılar Simon Bolivar’a karşı savaşıyordu. Ona göre ‘Amerikan kanı Amerikalılar tarafından dökülüyordu’. Venezüella’nın başkenti olan Karakas’ın düşmesiyle birlikte, Bolivar Jamaika’ya sığınmak zorunda kaldı. Oradan Haiti’ye geçip asker takviyesi alınca tekrar Venezüella’ya yürüdü, büyük savaşlar kazandı ve Kolombiya’ya geçti. Kolombiya’da İspanyol Kuvvetlerini yenilgiye uğratarak 1819’da Büyük Kolombiya Cumhuriyeti’ni kurdu ve Başkan seçildi.
1824’e kadar fiilen devam eden savaş sonucu Latin Amerika’nın özgürlüğü sağlandı ve İspanya kıtadan atıldı. Karayipler’e çekilen İspanyollar, 1899 Paris Antlaşması ile son kalan kıta toprağınıda ABD’ye vermiş bulunmaktaydı.
Bu bağımsızlık mücadelesinde Avrupa’da da etkili olan liberalizm ve milliyetçilik akımları önemli rol oynamıştır. Simon Bolivar eğitim sürecinde gördüğü fikirleri Latin Amerika’da yaymaya çalışmıştır. Büyük mücadeleyi başlatan bu lider, Amerikalı ve Afrikalı tüm sömürge ülkelerine örnek olmuştur. Fakat sürecin sonunda Simon Bolivar’ın tasarladığı bir ulus kimliği oluşturulamamış, eşit ve milli bir yapıdan uzak, uzun bir süre daha çalkanlıtı zamanlar geçirecek olan fakat en azından bağımsız bir Amerika kıtası ortaya çıkmıştır.
Sonuç
Doğal kaynaklar açısından dünyanın en zengin bölgelerinden biri olan Latin Amerika kendini daha yeni yeni toparlıyor diyebiliriz. 20.yüzyılda birçok darbe, savaş ve isyanla anılsada, 21.yüzyılın başlangıcından itibaren toparlanma sürecine girdiler. Uzun yıllar ‘ABD’nin arka bahçesi’ olarak görülen bu devletler kaynak ve nüfus açısından oldukça yeterli durumdalar. Fakat uzun yıllar koloni olarak yönetilen bu ülkeler, zamanında Simon Bolivar’ın uğraştığı sorunla hala uğraşıyorlar: Siyasi bütünlük. Kıtanın neredeyse her ülkesinde siyasi problemler, yozlaşma ve eşitsizlik hakim. Sömürge kültürü peşlerini bırakmıyor ve kaostan çıkamıyorlar. Özellikle Latin Amerika’nın en büyük ülkesi olan Brezilya’da 2010’dan beri süre gelen bir istikrar sorunu var ve bu sorun Başkan Jair Bolsonaro ile çözülebilecek gibi görünmüyor. Aynı şekilde Venezüella ekonomik ambargo ve siyasi sıkıntılar ile boğuşuyor. Zamanında sık sık Türkiye ile karşılaştırılan Meksika ise, ekonomik olarak idare etsede ülkedeki kartelerin etkisi ve ABD ile yaşadığı zira ekonomik zira siyasal sorunlar yüzünden bir türlü ayağa kalkamıyor. Bu kadar büyük kaynak ve potansiyele sahip kıta, ileride eğer bu sorunları aşabilirse gelecek dünyada büyük bir güç olarak ortaya çıkabilir. Fakat en azından yakın tarih için daha Latin Amerika’yı bekleyen birçok sorun var…
Bir Bulgar Propangası. Sam Amca(ABD) Latin Amerika’yı boğuyor.
Emre Güngör
Stratejik Ortak Misafir Yazar
KAYNAK
http://sahipkiran.org/2015/02/21/latin-amerika-bagimsizlik-sureci/
https://www.academia.edu/2541497/Latin_Amerikada_İspanyol_Sömürgeciliği_ve_Simon_Bolivarın_Bağımsızlık_Mücadelesi?auto=download
https://www.yenisafak.com/yazidizileri/latin-amerikanin-yukselisi-578516
https://www.hurriyet.com.tr/yerlilerin-gozyaslari-16571122
https://www.beyaztarih.com/ansiklopedi/simon-bolivar
https://www.dusuncemektebi.com/d/171327/ispanyol-bir-papazin-gozunden-avrupalilarin-karanlik-yuzu
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.