“İstihbarat elbette hem hücumda hem de savunmada bulunur; ancak, değişik şekillerde… Fark, eşlik eden bir karakteristik ile belirleyici bir karakteristik arasında gizlidir. Bütün filler gridir; ancak grilik fillerin belirleyici karakteristiği değil, ancak eşlik eden bir özelliğidir. İstihbarat, savunmanın belirleyici bir özelliğidir; diğer taraftan saldırının sadece eşlik eden bir özelliğidir.”[1]
Taktik ve stratejik olarak ikiye ayırabileceğimiz istihbarat faaliyeti, yukarıda açıklandığı üzere savunma faaliyetinin belirleyici karakteristiğidir. İkinci dünya savaşından önce istihbarat sadece taktik boyutu ile sınırlı şekilde askeri operasyonlarda icra edilen bir faaliyet olarak görülüyordu. Ancak ABD’nin öncülük ettiği akım üzerine devletler, istihbaratın “savaşı kazanmanın yanında barışı sürdürmenin de anahtarı” olduğu fikrini benimsedi ve bu yönde istihbarat teşkilatları kurulmaya başlandı.
Savunmayı en basit şekilde “hattı müdafaa” olarak tanımlayabiliriz. Düşmanın belli bir bölgeden uzak tutulmasını veya duruma göre zayiatın mümkün olduğu kadar azaltılması amacını taşıyan savunma faaliyetinde hiç şüphe yok ilk belirlenecek husus “hattın” neresi olduğudur. Uluslararası hukuk çerçevesinde kabul görmüş olan siyasi sınırlarımızın ise yaşadığımız coğrafyada “fiili savunma hattı” olarak kabul edilmesi imkânsızdır. Burada karşımıza dış politikada üzerinde dikkatle durulması gereken “stratejik ön hat” kavramı çıkmaktadır. Gerek siyasi etkileri bakımından, gerekse askeri zorunluluklar sebebiyle ülkemizin stratejik ön hatları çok geniş coğrafyalara yayılmaktadır. Bu da şu anda devam eden “Fırat Kalkanı” harekâtında olduğu gibi savunma faaliyetinin, istihbarat boyutu ile de sınır dışına taşmasına sebep olmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslararası hukuk kurallarına, kendisine her ne kadar çifte standart uygulansa da, riayet eden büyük ve saygın bir devlettir. Bu sebeple doğal olarak istihbarat faaliyetleri de belli hukuk kuralları çerçevesinde icra edilmektedir. Hukuki açıdan öncelikle şunu söylemek gerekir ki; istihbarat örgütlerinin kendi ülkeleri dışındaki tüm faaliyetleri aslında illegaldir. Ancak bu durum hayatın olağan akışına aykırıdır ve tüm istihbarat teşkilatları sınır dışında haliyle faaliyet göstermektedir. Ancak bu yine de iç hukuk bağlamında yürürlükteki hukuk kuralları ile bağlı olmadıkları anlamına gelmez.
Hal böyle iken istihbarat teşkilatımızın yurt içinde ve özellikle yurt dışında istihbarat çalışması yaparken zaman zaman askeri operasyon düzeyinde faaliyetler icra etmesi gerekebilir. Peki, bu askeri operasyonları istihbarat teşkilatı personeli bizzat mı icra edecek, yoksa bu alanda yetkin olan devletin başka birimlerine mi havale edecektir? Size bir soru daha sorarak durumu daha da açık hale getireyim. PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ı Kenya’da kim yakalayıp Türkiye’ye getirdi? MİT diyenler doğru cevap verdi. Ancak Bordo Bereliler diyenler de doğru cevap verdi. Şöyle ki operasyonun bilgi alma kısmını MİT yaparken taktik kısmını askeri personel icra etmiştir. Bunda ne sorun var diye düşünenler olabilir ancak teşkilatın operasyonel yetkiye ve kabiliyete sahip olmaması ülkedeki birçok kurumu dolaylı olarak yıpratan bir faktördür.
Özellikle 90’lı yıllarda MİT, operasyonel yetkisi ve kabiliyeti olmadığı için yurt içinde ve dışında yürüttüğü önemli görevlerde EGM ve TSK personelleri vasıtasıyla faaliyet icra etmiştir. Bunlar her ne kadar bu ülkenin en güzide kurumları dahi olsalar konu istihbarat olduğu zaman bazı sıkıntılar olması muhtemeldir. Şöyle ki; yurt içi ve dışı istihbarat faaliyetlerinde bu teşkilatların kullanılması “bilginin gereğinden fazla yayılımını” getirmiştir. İstihbarat tarihimize bakacak olursak MİT’in TSK ve EGM eliyle gerçekleştirmiş olduğu faaliyetlerde zaman zaman başarısızlıklar meydana gelmiş ve bu durumda tüm kurumlar birbirlerini “operasyonu satmak” ile itham etmiştir.
İstihbarat teşkilatının operasyonel yetki ve kabiliyete sahip olmadığı durumlarda hem bilginin aşırı yayılımından doğan başarısızlıkların görülme olasılığı yüksektir hem de bu başarısızlıklar sonucunda kurumlar birbirlerini suçlayarak yıpranmalara sebep olmuşlardır. Bunun en güzel örneği PKK elebaşı Abdullah Öcalan’a karşı MİT, EGM ve TSK tarafından dönemin Başbakan’ı Tansu Çiller’in direktifleri ile kurulan “Müşterek Faaliyet Grubu’nun” gerçekleştiremediği(!) “ Mercedes Operasyonu ”dur. Uzun süren suikast hazırlıklarından sonra operasyon haberinin basına sızması ile operasyon iptal edilmiştir ve operasyonu yürüten görevliler birbirlerini operasyonu satmak ile suçlayarak neredeyse birbirlerinin boğazına sarılmıştır. [2]
2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununa baktığımız zaman açık olarak operasyonel yetki verilmediği görülebilir ancak kanunun 4. maddesine 17/4/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6532 sayılı kanunun birinci maddesi ile eklenen “h” bendi yurt içi ve dışında operasyonel yetki anlamında açık kapı bırakmıştır. Madde metni şu şekildedir:
- h) (Ek: 17/4/2014-6532/1 md.) Dış güvenlik, terörle mücadele ve millî güvenliğe ilişkin konularda Bakanlar Kurulunca verilen görevleri yerine getirmek.
Bu madde metni kanun koyucu tarafından teşkilata operasyonel yetki sağlaması amacıyla ihdas edilmiştir ama aynı maddenin devamında yer alan bir başka hüküm daha vardır:
- (Değişik birinci cümle: 17/4/2014-6532/1 md.) Millî İstihbarat Teşkilatına bu görevler dışında görev verilemez. Milli İstihbarat Teşkilatı birimlerinin görev, yetki ve sorumlulukları Başbakanca onaylanacak bir yönetmelikte belirtilir.
Buradan anlamamız gereken şey 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 4.maddesinde yer alan görevlerin “tahdidi” bir şekilde belirlendiğidir. Yani bu maddenin kapsamıyla alakalı yapılacak yorumların hukuken “dar yorumlanması” gerekmektedir. Kanun koyucunun maddenin “h” bendi ile getirmeyi amaçladığı yenilik bu sebepten dolayı uygulamada karışıklığa, daha doğrusu operasyonel yetkinin var olup olmadığına ilişkin tartışmaya yol açmaktadır. Operasyonel yetkinin madde metninden açıkça anlaşılacak şekilde verilmesi, kurumun siyasi tartışmalara konu olmasının ve bundan dolayı yıpranmasının önüne geçecektir.
Fiili duruma bakacak olursak, istihbarat teşkilatımız özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra daha da kapalı hale gelmiştir. Operasyonel faaliyetleri icra edecek birimler daha özenli seçilmekte ve Özel Kuvvetler Komutanlığı personellerince askeri eğitime tabi tutulmaktadır. Yani artık olması gerektiği gibi taktik operasyonlar askeri birimlerle müşterek yapılmayacak, askeri birimlerin eğitmiş olduğu istihbarat elemanlarınca yapılacaktır. Son kertede diyeceğim o ki; istihbarat teşkilatımız ülkemizin göz bebeğidir ve dünyadaki muadilleri olan teşkilatlarla aynı yetki ve imkânlara sahip olmak istihbaratçılarımızın hakkı, bizim ise millet olarak var olmayı sürdürebilmek için büyük bir ihtiyacımızdır. Bu imkân ve yetkilerin ise Türkiye Cumhuriyeti Devletinin büyüklüğüne ve saygınlığına yakışacak şekilde hukuk kuralları çerçevesinde açık bir şekilde verilmesi uygun olacaktır. Hukuken açık bir şekilde operasyonel yetkiye sahip ve bu yönde faaliyet icra edebilecek kabiliyette bir teşkilat bize önemi azımsanamayacak getiriler sağlayacaktır.
Yazımı istihbarat alanında önemli isimlerden biri olan Reinhard Gehlen’in bir sözü ile bitirmek istiyorum ve takdiri sizlere bırakıyorum: “Bir istihbarat servisinin, devletin diğer kurumları için koyulan kurallarla yönetilmesi her zaman mümkün değildir.”
[1] David KAHN, “ İstihbaratın Tarihsel Teorisi”, Avrasya Dosyası İstihbarat Özel, Yaz 2002, Cilt: 8, Sayı: 2, sf.14
[2] Saygı ÖZTÜRK, Devletin Derinliklerinde, Doğan Yayıncılık, 17.Baskı, Şubat 2010, sf.54
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
İnsan büyür beșikte mezarda yatmak için, Ve kahramanlar can verir Yurdu yașatmak için…!
Mahmut Bey kaleminize sağlık. Yine bilgilendirici bir yazı olmuş.
Teşekkür ederim Talha Bey.