1967 Altı Gün Savaşı ve Savaşın Uzun Vadeli Bölgesel Sonuçları
Orta Doğu coğrafyasının bugünkü siyasi haritası 20.yüzyılda şekillenmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Orta Doğu’nun büyük bölümü o zamanın süper güçleri Birleşik Krallık ve Fransa arasında doğrudan ve dolaylı nüfuz alanlarına bölünmüştür. İki savaş arası dönemde (1919 – 1939) bazı bağımsızlık hareketleri görülse de bölge devletlerinin büyük çoğunluğu İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bağımsızlıklarını kazanmıştır. Soğuk Savaş yıllarında ise bölge, dönemin iki süper gücünün – Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Rusya – kendi nüfuzları altına almak için mücadele ettiği ve bu bağlamda vekâlet savaşlarının gerçekleştiği bölgelerden birisi olmuştur. 1948’den itibaren Orta Doğu politikaları Arap – İsrail çatışması çerçevesinde şekillenmiştir. (Owen, 2006; Orfy, 2011).
İsrail Devleti’nin kuruluşu, Birleşmiş Milletlerin Filistin Taksim Planı [1]hukuki düzleminde 14 Mayıs 1948’de ilan edildi. Aynı gün, bölgeyi 1922’den beri yöneten İngiliz mandası sona erdi. İsrail’in ilanı Filistinliler ve Arap devletleri tarafından kabul edilmedi. Bağımsızlık ilanının ardından bir gün içinde Mısır, Suriye, Ürdün, Irak ve Lübnan İsrail’e savaş ilan ettiler ve böylece Birinci Arap – İsrail Savaşı başlamış oldu. Bir yıla yakın süren savaş İsrail zaferiyle sonuçlanmış ve İsrail’in topraklarını genişletmiştir. Aynı zamanda Mısır Gazze Şeridi’ni, Ürdün ise Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü ele geçirmiştir. Bu savaşın en büyük sonucu 750.000 Filistinlinin mülteci durumuna düşmesiyle günümüze kadar gelen Filistinli mülteciler sorununun başlaması olmuştur. İkinci Arap – İsrail Savaşı ise 1956’daki kısa süreli Süveyş Savaşı’dır. Mısır lideri Cemal Abdünnasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi üzerine, 75 yıldan uzun bir süredir bir İngiliz – Fransız şirketin kontrolünde olan kanalın statüsünün bu iki ülkenin çıkarlarını tehdit etmeye başlamasıyla bir askeri harekât kararı alınmıştır. Birleşik Krallık ve Fransa’ya, Mısır’ın Sovyetlerden aldığı silahları kendisine bir tehdit olarak gören ve Nasır bunları kendisine karşı kullanmadan ortadan kaldırmak isteyen İsrail de katılmıştır. Bu üçlü, harekâtı askeri olarak başarıya ulaştırmışlar fakat dönemin süper güçlerini karşılarına alarak siyasi mücadeleyi kaybetmişlerdir ve Nasır politik gücünü artırmıştır. Üçüncü Arap-İsrail Savaşı ise, kendisi ve uzun vadeli bölgesel sonuçları bu yazıda incelenecek olan, çok kısa bir süre içinde İsrail zaferiyle sonuçlanan 1967 Altı Gün Savaşı’dır. Bu savaşı ve sonuçlarını anlamak bugünkü Orta Doğu’yu anlamak için elzemdir. Son olarak Dördüncü Arap – İsrail Savaşı ise 1973’teki Ekim Savaşı olarak da bilinen Yom Kippur Savaşı’dır. Mısır ve Suriye, 1967’de kaybettikleri toprakları geri kazanmak için İsrail’e saldırmışlar fakat başarısız olmuşlardır. Bu savaşın ardından patlak veren Petrol Krizi tüm dünyayı etkilemiştir (Martin, 2011; Kemiksiz, 2018; Sönmezoğlu et al., 2020; Kıllıoğlu, 2021).
1967 Savaşı’nın Öncesi
Kurulduğu günden itibaren bir Yahudi devlet olarak İsrail’in Orta Doğu’daki varlığı, Arap ülkeleri için kabul edilemez bir durumdu. Başta Mısır ve Suriye olmak üzere bölge ülkeleri İsrail’i kendilerine karşı bir tehdit olarak görüyor ve – 1948 ve 1956’daki savaşlarda hayal kırıklığına uğramış olsalar da – bu tehdidi ortadan kaldırarak İsrail’in topraklarını kendi aralarında paylaşmayı hedefliyorlardı. İsrail ise bölgedeki yerini sağlamlaştırmayı ve o dönemde hiçbirisi İsrail’i resmi olarak tanımayan Arap ülkelerine bölgedeki varlığını kabul ettirmeyi hedefliyordu (Martin, 2011; Kemiksiz, 2018). Savaş öncesi süreçte Suriye ve Mısır’da yaşanan bazı gelişmeler savaşın habercisi oldu.
Suriye’deki durum: Baas Partisi’nin Suriye kolu 8 Mart 1963’te gerçekleştirilen bir darbe ile ülkede iktidara geldi. Şubat 1966’da ise, iktidar partisinin içinden bir grubun da katılımıyla düzenlenen bir askeri darbe ile yeni bir Baas rejimi kuruldu. Bu yeni rejim halktan istediği oranda destek alamıyordu ve İsrail düşmanlığını merkeze alan bir dış politikayı kendilerine olan desteği artırmak için bir çıkış yolu olarak görüyordu. Baas rejiminin kurulmasıyla birlikte Filistinli El Fetih hareketi gerilla savaş taktiğini kullanarak veya Filistinli mültecileri örgütleyerek Suriye toprakları üzerinden İsrail’e olan saldırılarını artırdı. Aynı zamanda Ürdün ve Lübnan topraklarından da saldırılar gerçekleştiriliyordu. Artan saldırılar üzerine İsrail BM Güvenlik Konseyi’ne başvuruda bulundu. Fakat Sovyet Rusya’nın BMGK’nın 5 daimi üyesinden birisi olması ve Sovyetlerin Araplara olan desteğinden dolayı Suriye’ye karşı bir karar alınamadı. 1967’nin ilk günlerinden itibaren Suriye – İsrail sınırından çatışmalar artmaya başladı. 7 Nisan 1967’de taraflar arasında şiddetli bir hava savaşı patlak verdi. Bu savaşta İsrail altı adet Sovyet yapımı Suriye uçağını düşürdü. Bu olaylardan sonra Sovyetlerin Suriye’ye olan desteği daha da arttı (Martin, 2011; Kemiksiz, 2018).
Mısır’daki durum: 13 Mayıs 1967’de Sovyet istihbaratı Mısır’a, İsrail’in İsrail – Suriye sınırına askeri birliklerini konuşlandırarak yığınak yaptığına dair yanlış bir istihbaratta bulundu. Bunun üzerine 14 Mayıs’ta Cemal Abdünnasır hükümeti Sina Yarımadası’na askeri birliklerini gönderdi. Mısır 16 Mayıs’ta ise, 1956 Süveyş Savaşı’ndan beri Sina Yarımadası’nda görev yapan UNEF (United Nations Emergency Force) güçlerinin çekilmesi için BMGK’ya talepte bulundu ve bu talep BM Genel Sekreteri U Thant tarafından olumlu karşılandı. Böylece İsrail ile Mısır arasındaki tampon bölge ortadan kalkmış oldu. İsrail için bardağı taşıran son damla ise, Mısır lideri Nasır’ın 22 Mayıs’ta aldığı, Kızıldeniz ile Akabe Körfezi’ni birbirine bağlayan Tiran Boğazı’nı kapatma kararı oldu. Nasır’ın bu iki manevrası İsrail tarafından savaş nedeni olarak kabul edildi (Martin, 2011; Kemiksiz, 2018).
Üçüncü Arap – İsrail Savaşı: 1967 Altı Gün Savaşı
Savaşın ayak seslerinin duyulduğu 1967 yılının ilk aylarında, iki tarafın askeri güçleri şu şekildeydi (Yalçın, 2021):
Arap koalisyonu: 537.000 asker, 957 savaş uçağı, 2904 tank.
İsrail: 246.000 asker, 300 savaş uçağı, 800 tank.
Verilerin de gösterdiği üzere Arap devletlerinin toplam güçleri İsrail’den çok daha fazlaydı. Sovyetlerden de yoğun bir destek alan Arapların zafere ulaşacaklarına inançları tamdı. Öte yandan ABD ve Birleşik Krallık gibi batılı devletlerin askeri kaynakları ise İsrail’in iyi eğitimli ve dayanıklı askeri gücünü vurgulayarak olası bir savaştan İsrail’in galip çıkacağını düşündüklerini belirtiyorlardı. İsrail güçlü istihbaratı ve doğru savaş taktikleriyle – önleyici savaş taktiğini de kullanarak – bu savaşta kısa süre içinde zafere ulaşacaktı. (Bowen, 2017).
İsrail 5 Haziran 1967 sabahı, Arap devletlerinin hiç beklemediği bir zamanda, Odak Operasyonu isimli hava harekâtını başlattı. İsrail savaş uçakları ilk olarak, Mısır hava kuvvetlerinin yüzde seksenine tekabül eden 304 Mısır savaş uçağını henüz havalanmadan, yerdeyken bombalayarak yok etti. İsrail bu şekilde 16 Mısır havalimanını tahrip etmiş ve 100 Mısırlı savaş pilotunu öldürmüş oldu. Aynı gün içerisinde Suriye ve Ürdün hava güçlerinin de büyük kısmı yok edildi. Mısır’ı şoka uğratan ilk saldırının ardından Nasır, savaşta Mısır’ın İsrail’e karşı üstünlüğü olduğunu söyleyerek Arap ülkelerine şişirme (asparagas) haberler yaymaya başladı. Bunu yaparak Nasır, Suriye ve Ürdün’ü savaşta yanına çekmeyi hedefledi ve başarılı oldu. Savaşın devamında karada ve denizde de çatışmalar gerçekleşti fakat İsrail için savaşın geri kalanı kolay geçecekti çünkü ilk günden hava üstünlüğünü eline geçirmişti. BMGK’nın 7 Haziran’da önerdiği ateşkes dört savaşan ülke tarafından da arka arkaya kabul edildi. 10 Haziran 1967’da, tüm Arap koalisyonu devletleri İsrail tarafından geri püskürtülmüştü ve savaş İsrail’in kesin zaferiyle sonuçlandı. Savaş sonunda İsrail yaklaşık bin kayıp verirken, Arap devletlerinin toplam kaybı yirmi bini bulmuştu (Martin, 2011; Kemiksiz, 2018; Yalçın, 2021).
5 Haziran 1967’de başlayıp 10 Haziran 1967’de sona eren bu savaşa İsrail ve Batı ‘Altı Gün Savaşı’ ismini verdi. Bu adlandırmayı aşağılayıcı bulan Araplar bu savaş için ‘talihsizlik’, ‘geçici başarısızlık’, veya ‘eninde sonunda hastanın iyileşeceği öngörülen bir hastalık’ anlamlarına gelen ‘Naksa’[2] ifadesini kullanmayı uygun gördüler. Maalouf’a göre, o hasta bir daha hiç iyileşemedi, Arap milliyetçiliği bir günde tüm etkisi yitirdi ve en önemlisi, yine Maalouf’a göre, 5 Haziran 1967’den sonra Araplar umut etmeyi bıraktılar (Bowen, 2017; Maalouf, 2019).
Savaşın Orta Doğu için Uzun Vadeli Sonuçları
- İsrail’in Topraklarını Genişletmesi
Savaşın sonunda İsrail, Taksim Planıyla kendisine bırakılan topraklarını yaklaşık dört katına çıkardı. Mısır’dan Sina Yarımadası ve Gazze Şeridi’ni, Ürdün’den Doğu Kudüs’ü ve Batı Şeria’yı, son olarak Suriye’den de Golan Tepeleri’ni ele geçirdi. Bu aynı zamanda şu anlama geliyordu: 1947 BM Taksim Planıyla Filistinlilere bırakılan bölgelerin tümü İsrail kontrolüne geçmişti (Kemiksiz, 2018; Sönmezoğlu et al., 2020).
Savaş yoluyla toprak kazanmak uluslararası hukukta BM Şartı’na aykırı olduğu için, BMGK’nın 22 Kasım 1967’de aldığı 242 sayılı karar, İsrail’in Altı Gün Savaşı’nda işgal ettiği topraklardan çekilmesini ve savaş öncesi sınırlarına dönmesini öngörüyordu. İsrail, 1978 Camp David Anlaşmalarıyla İsrail–Mısır barışının sağlanmasıyla birlikte Sina Yarımadası’ndan çekilmeye başladı ve 1982’de çekilmeyi tamamladı. 2005’te ise Gazze’den tek taraflı olarak çekildi. Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan Tepeleri’nde ise İsrail varlığı devam ediyor. İsrail 1980’de Doğu Kudüs’ü ilhak ederek Kudüs’ü İsrail’in ‘ebedi ve bölünmez başkenti’ ilan etti. 1981’de ise Golan’ı ilhak etti. BM 476 ve 478 sayılı kararlarıyla İsrail’in bu ilhak eylemlerini kınadı (Kemiksiz, 2018; Yıldırım, 2021).
Filistinli Mülteciler Sorununun Kötüleşmesi
Giriş kısmında da bahsedildiği gibi, İsrail Devleti’nin ilan edilmesinin hemen ardından patlak veren 1948 Savaşı’nda 750.000 Filistinli mülteci durumuna düşmüştür. Bir daha geri gelmelerine izin verilmeyen bu Filistinliler, 20. yüzyılın en büyük mülteci krizlerinden birisinin içinde kalmıştır. 1967 Savaşı’nda ise, özellikle toplamda 1,5 milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze Şeridi ve Batı Şeria’nın İsrail’in kontrolüne girmesiyle bu kriz derinleşmiştir. İsrail 1967 zaferini, bölgedeki Filistinli nüfusunu mümkün olduğunca azaltarak bölgenin demografisini kendi lehine değiştirmek için bir avantaj olarak kullanmıştır. Savaşın ardından çeşitli operasyonlar düzenleyerek toplamda 420.000 Filistinli yerlerinden edilmiş, devamında getirilen düzenlemelerle ise bu Filistinlilerin evlerine dönmeleri engellenmiştir. Nuseibah’a göre (2017), İsrail bu operasyonlarda Batı Şeria’nın batı ucundaki Latrun gibi belirli stratejik bölgelere odaklanmış, bu bölgelerdeki Filistinlileri tahliye ederek yerlerini İsrailli Yahudi yerleşimcilerin almasını sağlamıştır. Sadece Latrun’da 10.000 Filistinli yerinden edilmiştir. Filistinli mültecilerin çoğu Ürdün, Lübnan, Suriye ve Mısır gibi çevre ülkelere göç ederek bu ülkelerde demografik değişimlere sebep olmuştur. Ayrıca Avrupa ve Kuzey Amerika’ya da göç etmişlerdir. Filistinlilerin çıkarıldığı bölgelere ise İsrailli Yahudi yerleşimciler yerleştirilmiştir. 2019 verilerine göre, 1967’ye kadar Araplara ait olan topraklarda günümüzde yarım milyon İsrailli Yahudi yaşamaktadır. Bu yerleşimler İsrail’in iç ve dış siyasetinde her zaman tartışma konusu olmuştur. Fakat Maalouf’a göre (2019), İsrail’in 1967’den beri kolonizasyon faaliyetleri uygulayarak Yahudilerin yerleşimine açtığı bu topraklardan, herhangi bir sebeple yüz binlerce Yahudi yerleşimcinin ayrılmasını emredecek bir İsrail hükümetinin iç savaş tehdidini göz önünde bulundurması gerekir (Nuseibah, 2017; Kemiksiz, 2018; Maalouf, 2019).
Filistin Milliyetçiliği’nin Güç Kazanması
Arapların ağır yenilgisi özelinde 1967 Savaşı, Filistin milliyetçiliğinin 1948’den beri ilk kez gün yüzüne çıkmasına sebep olmuş, bundan böyle Filistinliler kendi davalarında asıl aktör olmaya başlamışlar ve bir Filistin milli kimliği oluşturmuşlardır. 1948 – 1967 arası, başta Nasır olmak üzere Arap liderler, Filistin davasıyla Arap milliyetçiliği kapsamında ilgileniyor, Filistin ve Filistinliler adına konuştuklarını ileri sürüyor fakat Filistinlilerin siyasi sürece katılmasını ve aktif rol almasını istemiyorlardı. Makovsky’e göre (2004), Arap milliyetçileri Filistin davasını, İsrail tehdidini yok etme amaçları için bir araç olarak kullanıyorlardı. 1967’de Arapların aldığı yenilgiyle durum değişti. El Fetih lideri Yaser Arafat 1969’da Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) başına geçti. Arafat’ın başa geçmesiyle FKÖ, Arap ülkelerinden bağımsız bir politika izledi ve Filistin milli kimliği oluşturarak Filistinlilerin uluslararası arenadaki temsilcisi haline geldi. Bu sayede İsrail kontrolü altında da olsa Filistinliler 1948’den beri ilk kez birlik olabildiler ve uluslararası topluma Arap – İsrail çatışmasının aslında Filistin – İsrail çatışması olduğunu anlattılar. 1973 Yom Kippur Savaşı’nın ardından Filistin probleminde diplomasinin öne alındığı görülmektedir. Arap Birliği’nin 1974 Rabat Zirvesi’nde FKÖ Filistinlilerin meşru temsilcisi kabul edildi ve Arafat BM Genel Kurulu’nda konuşma yaptı (Makovsky, 2004; Kemiksiz, 2018; Sönmezoğlu et al., 2020).
Lübnan’a Etkisi: Lübnan hükümeti ile FKÖ lideri Yaser Arafat arasında Kasım 1969’da Kahire Anlaşması imzalandı. Maalouf’a göre (2019) bu anlaşma, bir devletin, ulusal egemenliğini ve ülke içi barışı korumak istiyorsa imzalamaktan imtina etmesi gereken bir anlaşma olarak tarihe geçmiştir. Çünkü bu anlaşma, Filistinlilerin İsrail’e karşı silahlı eylemlerini Lübnan topraklarından yapmasına izin veriyordu. Aynı zamanda Lübnan topraklarındaki tüm Filistinli mülteci kampları FKÖ’nün kontrolüne geçmişti. Bu durumlar aynı zamanda Lübnan ordusunun birtakım yetkilerinin elinden alınarak Filistinli silahlı gruplara devredilmesi anlamına geliyordu. Zaten kırılgan bir siyasi yapıya sahip olan Lübnan’ın 1975’te 15 yıl sürecek olan bir iç savaşa sürüklenmesinde bu durumun da rolü büyük olacaktı (Maalouf, 2019)
Orta Doğu’da Siyasal İslam’ın Güç Kazanması
1967 Savaşı’nda Arapların yenilgisi Siyasal İslam’ın kitlelerin nezdinde popüler hale gelmesinin dönüm noktası sayılır. Mısır gibi bazı Arap Orta Doğusundaki devletler, 20.yüzyılın ilk yarısında bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Arap milliyetçiliğine dayanan ordu destekli sosyalist rejimler kurdular. Bu rejimler Soğuk Savaş’ın erken dönemlerinde Sovyet desteği alıyorlardı fakat 1967’deki yenilginin ardından (Sovyet desteği kısmen devam etse de) bu ülkelerdeki durum değişti. Maalouf’a göre (2019), Arap milliyetçiliğinin tüm inandırıcılığı bir günde kaybolmuştu. İslamcılar savaştaki yenilgiyi bu rejimlerdeki İslam inancı eksikliğinden ötürü ilahi bir cezalandırma şeklinde yorumladılar. Özellikle o dönemde Arap dünyasının lideri olarak görülen Nasır’ın imajının yerle bir olmasıyla Arap halkları pan-Arabizm’e ve Nasırcılığa olan inançlarını yitirerek siyasette yeni bir arayış içerisine girdiler.
Bunun sebeplerinden biri de Mısır başta olmak üzere bölge ülkelerinin savaşın ardından politik istikrarsızlıklar ve ekonomik krizlerle boğuşmaya başlamasıydı. Nasır, savaşın bitiminden birkaç gün sonra yaptığı konuşmada yenilgiyi kabul ederek istifa ettiğini duyurmuştu fakat Mısır, Lübnan ve diğer bazı Arap ülkelerinde kitlelerin sokaklara dökülüp Nasır’a destek sloganları atmasıyla kararını geri aldı. Fakat eninde sonunda 1970’te istifa edecekti. Nasır’ın liderliğinden ve pan-Arabizm’den oluşan politik boşluğu pan-İslamistler dolduracaktı. Mısır’daki Müslüman Kardeşler ve benzeri hareketler siyasette etkilerini artırmaya ve daha çok destekçi bulmaya başladı. Hamas da buna bir örnekti. 1987’de başlayıp 1990’ların ilk yıllarında da devam eden Birinci İntifada[3]’dan doğan Hamas, 2005’te İsrail’in Gazze Şeridi’nden çekilmesinin ardından 2006’da yapılan seçimleri kazandı. Aynı dönemde, Yaser Arafat’ın Kasım 2004’teki ölümünün ardından Ocak 2005’te yapılan seçimlerde Mahmut Abbas Filistin cumhurbaşkanı seçilmişti. Hamas hükümetinin kurulmasıyla Filistin yönetiminde oluşan çift başlılık, Abbas’ın şiddet karşıtı tutumunun Hamas’ın hoşuna gitmemesiyle devam etti ve iki taraf arasında artan olaylar silahlı çatışmaya dönüştü. Olaylardan sonra, özellikle 2007’den itibaren Abbas yönetimindeki FKÖ Batı Şeria’da, Hamas ise Gazze Şeridi’nde inisiyatifi ele aldı (Makovsky, 2004; ‘1967’, 2009; Viotti & Kauppi, 2017; Kemiksiz, 2018; Sönmezoğlu et al., 2020).
Sonuç
Bu çalışmada, Üçüncü Arap – İsrail Savaşı olan 1967 Altı Gün Savaşı’nın Orta Doğu üzerindeki siyasi, demografik ve coğrafi etkilerini İsrail’in toprak genişlemesi, Filistinli mültecilerin kötüleşen durumu, Filistin milliyetçiliğinin güç kazanmasıyla Filistinlilerin kendi davalarının sorumluluğunu üstlenmeleri ve son olarak Orta Doğu’da Siyasal İslam’ın popülerlik kazanması özelinde incelenmiştir. Makovsy’e göre (2004), dünya Altı Gün Savaşı’nın yedinci gününü yaşamaktadır. Buradan da anlayacağımız üzere, bu savaşın sonuçları sadece Orta Doğu’daki birçok dengeyi değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda Soğuk Savaş’ın uluslararası konjonktüründe dünya siyasetinde de hatırı sayılır etkilere sebep olmuştur. Bir asırdan fazladır sınır ihtilaflarının ve çatışmaların sürdüğü Orta Doğu’da 1967 bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Arap devletleri İsrail’i savaş yoluyla yenemeyeceklerini anlamış, politik arenada pan-İslamizmi öne alarak laiklikten uzaklaşmışlar ve yıllar boyu iktidarda kalacak diktatör rejimlerin önünü açmışlardır. Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Golan Tepeleri’nin ihtilaflı durumu devam etmektedir (Makovsky, 2004; Kemiksiz, 2018). Sonuç olarak, bugünün Orta Doğusunu anlamak için 1967 Savaşı’nı iyi okumak gerekir.
Stratejik Ortak Misafir Yazarı
Ece Kuzu
Kaynakça ve Dipnotlar
Kaynakça
Bowen, J. (Haziran 6, 2017). 1967 Arap-İsrail Savaşı: Orta Doğu’yu sarsan 6 gün. BBC News Türkçe.
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40157650
Kemiksiz, N. N. (2019). Arap-İsrail Sorunu ve Bölgesel Yansımaları. Journal of Awareness, Volume; 3, Issue; Issue Special, 127-144. DOI: 10.26809/joa.2018548623
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/659643
Kıllıoğlu, M. E. (2021). 1956 Süveyş Krizi ve Ortadoğu’ya Etkisi. Vakanüvis-Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, 6 (2) , 726-757.
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1782073
Maalouf, A. (2019). Uygarlıkların batışı. Yapı Kredi Yayınları.
Makovsky, D. (Ocak 12, 2004). Consequences of the 1967 War. The Washington Institute for Near East Policy.
https://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/consequences-1967-war
Martin, G. (2011). At odds in the Middle East: Paris, Washington, and the Six-Day War, 1967. In Daniel Möckli and Victor Mauer (Eds.) European–American Relations and the Middle East From Suez to Iraq, (62-73) London: Routledge.
Nuseibah, M. (Temmuz 1, 2017). The Second Nakba: Displacement of Palestinians in and after the 1967 Occupation. Orient XXI.
Orfy, M. M. (2011). Western interests and stability in the Middle East. NATO and the Middle East: The Geopolitical Context Post-9/11, (35-66). London: Routledge.
Owen, R. (2006). The end of empires: The emergence of the modern Middle Eastern states. State, Power and Politics in the Making of the Modern Middle East, (5-22). London: Routledge.
Sönmezoğlu, F. & Güneş, H. & Keleşoğlu, E. (2020). Uluslararası ilişkilere giriş. Der Yayınları
Viotti, P. R. & Kauppi, M. V. (2017). Uluslararası ilişkiler ve dünya siyaseti. Nobel Yayınları.
Yalçın, O. (2021). 1967 Arap-İsrail Savaşı ve Savaşta Hava Harekatı. Akademik Tarih ve Araştırmalar Dergisi. Volume; 4, Issue; 5, 53-104. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2106633
Yıldırım, Y. (2021). İsrail-Filistin Sorununda İki Devletli Çözüm Arayışları. OPUS International Journal of Society Researches, 18 (41), 3840-3884. DOI: 10.26466/opus.874933
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1557749
‘1967 and the rise of extremism’. (2009, Temmuz 13). Al Jazeera.
https://www.aljazeera.com/news/2009/7/13/1967-and-the-rise-of-extremism-2
[1] 1917 Balfour Deklarasyonuyla Yahudilere Filistin topraklarında bir vatan vaat edilmesinin ardından iki savaş arası dönemde Avrupa’daki antisemitizmden kaçan Yahudilerin bölgeye göçü artmış ve yirmi yıllık süreçte 370.000 civarında Yahudi’nin Filistin topraklarına göç etmesiyle bölgede demografik değişimler yaşanmıştır. Bu göçler bölgedeki Arapları rahatsız etmiş ve İngiliz mandası ve Yahudilere karşı ayaklanmalar çıkmıştır. Bölgedeki sorunun çözümü için BM Kasım 1947’de 181 sayılı karar ile bir taksim planı önermiştir. Yahudiler bu planı kabul ederek İsrail Devleti’ni ilan etmişlerdir (Sönmezoğlu et al., 2020).
[2] ‘Naksa’ yerine ‘İkinci Nakba’ tabiri de kullanılır. Araplar ‘El Nakba’ ve ‘Nakba’ tabirlerini, 1947-49 sürecini ve 1948 Savaşı’ndaki İsrail zaferi sonrası oluşan yıkımı tanımlamak için kullanır (Nuseibah, 2017)
[3] İntifada ‘Filistin ayaklanması’ anlamına gelir. Filistin İslami Cihad da Hamas gibi Birinci İntifada’da doğdu (Viotti & Kauppi, 2017).
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
Güzel çeviri. Teşekkürler.