Alparslan Türkeş mücadeleci hayatı, siyasi fikirleri ve yaptıklarıyla Türk siyasi tarihine damga vurmuş liderlerden biridir. Bu çalışmamızda Alparslan Türkeş’in erken yaşamı ve siyasi serüvenine kısaca değindikten sonra Türkeş’in Türk milliyetçiliği anlayışının temel prensiplerini ele alacağız. Akabinde ise Alparslan Türkeş’in Türkiye için öngördüğü siyasal, sosyal ve ekonomik kalkınma modeli olan “Demokratik Milliyetçi Devlet” modelini inceleyeceğiz.
Alparslan Türkeş’in Erken Yaşamı
Alparslan Türkeş’in baba tarafından dedesi Kıbrıs’ın Tuzla kasabasından Ali Ağa’dır. Ali Ağa’nın dedesi ise köken olarak Avşar Türkleri’nden olan ve Kayseri Pınarbaşı’nda ikamet etmiş Arif Ağa’dır. Baba tarafından dedesi Ali Ağa, Koyunoğlu soyuna mensuptur, ancak babaanne tarafının lakabı ise Kırmızılı’dır. Türkeş’in büyük dedesi Arif Ağa, çalışkan, uyumlu, zeki ve çevreye çabuk uyum sağlayan bir insan olarak tanınmıştır. Alparslan Türkeş, 25 Kasım 1917 günü öğle vakitlerinde Kıbrıs’ın Lefkoşa ilinde, Haydarpaşa mahallesi Kirlizade sokağında, 13 numaralı mütevazı bir evde doğmuştur. Doğduğu gün anne ve babası Ali adını vermek istemişler, fakat kendisinden önce doğan abisinin de adının Ali olduğu için Ali Arslan ismini koymaya karar vermişlerdir. Türkeş’in beş üvey kardeşi vardır. Erkek kardeşleri Mehmet Ragıp, Kazım, Ahmet, Mustafa ve Ali Bey ile babaları ayrı iken, kız kardeşi Dervişe Hanım’la anneleri ayrıdır. Günümüzde çocuk sayılabilecek bir yaşta olan Alparslan Türkeş, annesi tarafından dördüncü yaşının dördüncü ayının dördüncü gününde Kıbrıs’ta bulunan Sarayönü Sübyan mektebine (ilkokuluna) yazdırılmıştır. İlkokul eğitimi sırasında dönemin Osmanlı ulemalarından ders almış ve dört işlem, okuma-yazma ve İslami bilgilerin yoğunlukta olduğu bir eğitim programından geçmiştir. İlkokulu bitirdikten hemen sonra Rüştiye’ye kaydolan Türkeş’in çocukluk ve ilk gençlik döneminde milliyetçi kimliğinin şekillenmesinde Faiz Kaymak Bey, Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey ve Turgut Bey gibi Kıbrıslı vatansever öğretmenlerin etkisi ve emeği büyük olmuştur. (Işık, 2016: 9-25)
Alparslan Türkeş, rüştiye eğitimini tamamladıktan sonra subay olmaya karar vermiş, ancak bunun için Türkiye’ye giderek askeri liseye kaydolması gerekmiştir. Bu sebeple Türkeş, annesini ve babasını ikna ederek 3 Haziran 1933’te Limasol’dan kalkan İtalya bandıralı “Viyana” adlı gemiyle ailesi ile birlikte Kıbrıs’tan İstanbul’a göç etmiştir. Sonrasında Türkeş, 30 Ağustos 1938’de Harp Okulu’ndan asteğmen olarak mezun olmuştur. İlk görev yeri için kura çekmiş, tayini Kars’a çıkmasına rağmen arkadaşı Emin Eremen’in ısrarı üzerine görev yerlerini değiştirerek, Kars yerine Isparta’ya tayinini aldırmıştır. İlk görev yeri olan Isparta’da göreve başladıktan iki yıl sonra, 14 Ocak 1940’ta arkadaşı Refik Yurtsever’in yeğeni Muzaffer Hanım ile evlenmiştir. Bu evlilikten Ayzit, Selcen, Umay, Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul dünyaya gelmiştir. Türkeş, bir yıl Isparta’da kaldıktan sonra tayini Gelibolu’ya çıkmıştır. Gelibolu’dan sonra Balıkesir, Edincik ve Erdek-Marmara adasında görev yapmıştır. (Alpdoğan, 2022:1-31)
Alparslan Türkeş’in Siyasi Yolculuğu
Alparslan Türkeş’in Türk sosyal ve siyasal hayatında adını lider olarak duyurduğu ilk olay, 1944’te “Irkçılık ve Turancılık Davası” adı altında yapılan yargılamalar sırasında olmuştur. Bu yargılamalar, Türkeş’in kamuoyunda ve Türk milliyetçileri arasında büyük ilgi görmesine yol açmıştır. Türkeş’in, Irkçılık Turancılık davasındaki tutuklama usulüne dair ifadeleri bu hususta dikkat çekicidir: “Bu davada tutuklanmak ve yargılanmak için Orhun dergisine abone olmak, dergide yazı yazmak ve Nihal Atsız’a sokakta bir defa selam vermek ya da mektup göndermek bile yeterli olmuştur.” (Türkeş, 1976: 40)
3 Mayıs 1944’te “Irkçılık ve Turancılık” davası çerçevesinde yurt genelinde 500 milliyetçi tespit edilmiş, 57’si gözaltına alınmış ve 23 kişi hakkında dava açılmıştır. Türkeş’e yöneltilen suçlamalardan biri, teğmenlik döneminde yazdığı ve sanatsal bir dil kullandığı “Tuna” adlı yazısıdır. Türkeş, bu yazıyı 19 Mart 1939’da yirmi iki yaşındayken kaleme almıştır. Yazı, Türk milletinin var olduğu ve hüküm sürdüğü yerleri kalkındırmasına dönük çeşitli ifadeler içermektedir. Yazının bir kısmı şu şekildedir:
“Bu bir isim değil, bir su değil, kalbimizde çağlayan bir tarihtir, Türk’süz Tuna öksüz, Tuna’sız Türk yaslıdır, Binlerce yıl evvel bu su ıssız akıyordu, kenarlarında ölgün, medeniyetsiz insanlar sürünüyordu. Bir gün ansızın Tuna’nın bitmeyen geceleri sabaha erdi. Toprakta bir sarsıntı başladı. Havada bir toz ve duman bulutu başladı. Türk gelmeden önce Tuna yoktu, Tuna’yı Türk yarattı.” (Cengiz,2015: 58,59)
“Irkçılık ve Turancılık” davası kapsamında Türkeş ile birlikte yüzlerce kişi tutuklanmış, 23 kişi mahkemeye verilmiştir. Üç yıldan fazla süren duruşmalar ve işkenceler sonucunda bütün sanıklar dönemin iki numaralı sıkıyönetim komutanlığı ve iki numaralı sıkıyönetim mahkemesi tarafından 31 Mart 1947’de ittifakla beraat ettirilmiştir. Aleyhte yapılan kararı bozma isteklerine karşın Yargıtay davayı onamıştır.
Alparslan Türkeş, 1948 yılına geldiğimizde Genelkurmay Başkanlığı tarafından açılan sınavları kazanarak bütün eğitim dönemlerindeki başarısı da göz önünde bulundurularak Amerika’ya eğitim için gönderilmiştir. 1950 yılında eğitim aldığı Amerika’dan Türkiye’ye dönmüş ve 1951’de başvuruya açılan Kurmay Subaylık sınavına başvurmuştur.
Türkeş, 1950 ve 1955 yılları arasında Orkun isimli dergide resmi göreviyle ilgili sorun teşkil etmemesi için “A. Kazganoğlu” takma adıyla birçok yazı kaleme almıştır. Bu yazılardan ilki, 10 Kasım 1950’de kaleme aldığı Orkun dergisinin 6. sayısında yayınlanan “Türkçülük ve Türk birliği” isimli yazıydı. Bu süreçte “Son Vatan, Taassup, Celadet, Çankırı” isimli dört yazı daha kaleme almıştır. (Alpdoğan, 2021:22)
1955’te Kurmay Binbaşı olan Alparslan Türkeş, Washington’da bulunan daimi grup nezdinde Türk Genelkurmayı’nın temsil heyetine tayin edilmiş ve bu görevini 1957 yılının sonuna kadar sürdürmüştür. Bu yıllar içerisinde University of America’da uluslararası ekonomi eğitimi almış, eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönerek 1959’da Almanya’ya Atom ve Nükleer Okulu’na gönderilmiştir.
Alparslan Türkeş bu zaman zarfında siyasi gelişmelere de kayıtsız kalmamış, 27 Mayıs 1960 darbesine giden süreçte ülkenin içinde bulunduğu olumsuz politik ve siyasi atmosferi değerlendirmiştir. Darbenin yapılacağını sezdikten sonra ülke yararına çeşitli atılımlarda bulunabilmek için darbe sürecinde yer almış ve 1960’tan itibaren “Kudretli Albay” olarak anılmaya başlamıştır. Türkeş, bu dönemde kendi ifadesiyle “Türk Rönesansı”nı gerçekleştirmeyi hedeflemiştir.
Türkeş, 27 Mayıs’tan hemen sonra 30 Mayıs 1960’ta üstlendiği Başbakanlık Müsteşarlığı görevi ile Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) başta olmak üzere, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TUBİTAK), Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE), Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ve Toprak Reformu Müsteşarlığı gibi birçok önemli kuruluşun ortaya çıkmasına öncülük yapmıştır.
Aynı dönemde Milli Birlik Komitesi (MBK) içindeki fikir ayrılıkları nedeniyle Alparslan Türkeş, Hindistan’a sürgüne yollanmıştır. Sürgün döneminde Türkiye’deki gelişmelerden uzak kalmamıştır. Demokrat Parti (DP) üyeleriyle ilgili yargılamalar henüz başlamadan, 7 Eylül 1961 tarihinde devlet başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’e bir mektup yazarak, Yassıada’da yapılacak duruşmalar sonucunda çıkacak olan idam kararının Türkiye’nin dış itibarını zedeleyeceğini, ülkedeki huzursuzluğu artıracağını ve Milli Birlik Komitesi’nin ruhuna aykırı olduğunu vurgulayarak siyasi suçlar sebebiyle alınacak idam kararının devrin insanlık duygularıyla bağdaşmadığını ifade etmiştir.
Alparslan Türkeş’in 1960 ve 1970’li yıllar arasındaki dönemi, askerlik mesleğinden ayrılarak siyasete geçiş yaptığı yıllar olarak yorumlanabilir. Bu dönemde Türkiye’nin gelişimine dönük fikirlerini uygulayabileceği bir zemini hayata geçirmeye çalışmıştır. Hem 1960 darbesi içindeki rolü hem de Milli Birlik Komitesi (MBK) içinde yürüttüğü çalışmalar ve Başbakanlık müşaviri olarak imza attığı kararlarda bu amaca dönük çeşitli girişimleri görmek mümkündür.
Alparslan Türkeş’in sürgün hayatı 22 Şubat 1963’te sona ermiş ve yurda dönmüştür. Türkeş, sürgün yıllarında beraber hareket ettiği isimlerle bağlantı kurarak fikirlerini siyaset sahnesinde yürütme kararı almıştır. Çeşitli davetler üzerine Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)’ye katılan Türkeş, İstanbul’da basın toplantısı düzenleyerek daha önceden hazırladığı “Millete Beyanat” adlı metni kamuoyuna açıklamıştır. Bu mektup Alparslan Türkeş’in siyasi ve fikri prensiplerini tespit için ilk kaynak olarak görülebilir. (Alpdoğan, 2021: 20,41)
Alparslan Türkeş’in siyasete girmesiyle CKMP cephesinde siyasi hareketlilik yoğunlaşmıştır. Türkeş, CKMP’ye girdikten sonra hızlı bir şekilde çalışmalara başlamış ve önce parti müfettişi olmuştur. Bu görevi sırasında, parti teşkilatlarını denetlerken Türkçülerin partiye kaydolmalarını sağlamış, aynı zamanda birçok ilde yeni gençlik kolları kurarak bu kolların yönetim kurullarına Türkçü ve Milliyetçi gençlerin hâkim olmasını amaçlamıştır.
Alparslan Türkeş, 1969-1973, 1973-77, 1977-12 Eylül 1980’e kadar dört dönem Ankara ve Adana milletvekilliği yapmıştır. 1975’ten sonra Birinci ve İkinci Milliyetçi Cephe Hükümetlerinde Başbakan Yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. Türkeş, I. Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde başbakan yardımcılığı görevini yürütmüştür. 1970’lerde yaşadığı önemli olaylardan biri 11 Haziran 1974’te eşi Muzaffer hanımı kaybetmesidir. İkinci evliliğini ise 1976 yılında Seval Hanım’la gerçekleştirmiştir, bu evlilikten Ayyüce ve Ahmet adında iki evladı daha dünyaya gelecektir.
12 Eylül 1980 dönemine geldiğimizde gözaltına alınan siyasi liderlerin içinde Türkeş yoktur. Türkeş’in evde olmaması üzerine Radyo ve Televizyon tarafından teslim olması gerektiği ve aksi takdirde sorumlu tutulacağı yönünde duyurular yapılmıştır. Bu duyuruların ardından Türkeş, darbenin sorumlusunu üç gün boyunca araştırmış ve darbenin kimler tarafından yapıldığından emin olmak istemiştir. Sonunda evden çıkarak teslim olmaya karar vermiş ve 15 Eylül 1980’de teslim olmuştur. Teslim olduktan sonra sıkıyönetim tarafından tutuklanmış ve 29 Nisan 1981’de MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası adı altında sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmıştır. Bu dava nedeniyle Türkeş, uzun bir süre tutuklu kalmıştır.
MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası, 5 yıl 11 ay 8 gün sürmüş ve 333 duruşma yapıldıktan sonra 7 Nisan 1987’de sonuçlanmıştır. Ankara I. Askeri Mahkemesi’nde görülen davada 392 sanık bulunmaktaydı. MHP lideri Alparslan Türkeş’e 11 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası verilmiştir. Partinin genel idare kurulu üyelerinin tamamı beraat ederken, 5 sanık hakkında idam cezası verilmiştir. Davada toplam 150 sanık beraat ederken, 9 sanık hakkında müebbet hapis cezası ve 219 sanık hakkında da 6 ile 36 yıl arasında değişen hapis cezaları verilmiştir.
Alparslan Türkeş, Ülkücü Kuruluşlar Davası nedeniyle dört buçuk yıl tutuklu kaldıktan sonra siyasi hayatına geri dönmüştür. 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte bütün partiler kapatıldığı gibi, Milliyetçi Hareket Partisi de kapatılmıştır. Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) ise Milliyetçi Hareket Partisi’nin oylarını toplamak amacıyla kurulmuştur. 1980 darbesiyle kapatılan partilerin, 1992’de yapılan yasal düzenlemelerle yeniden eski adlarını ve tüzüklerini kullanmalarının yolu açılınca buna dönük gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. 27 Aralık 1992 tarihinde, 1980 öncesi MHP’nin son delegeleri çeşitli kararlar almıştır. Bu kararlarla birlikte Milliyetçi Hareket Partisi’nin ismi başta olmak üzere darbe öncesi dönemdeki amblemi ve tüzüğü ile parti simgesinin MÇP tarafından kullanılmasına karar verilmiştir.
Türkeş, 1990’lı yıllarda uzlaşmacı, hoşgörülü ve bütün kesimleri kucaklayan bir politika izlemiştir. Bu tavrı, milli endişeleri nedeniyle siyasi hareket içinde bulunduğu her dönemde kendini belirli bir şekilde konumlandırdığının bir göstergesidir. Dolayısıyla Türkeş, 98 yıllık Cumhuriyetin ve 75 yıllık çok partili hayatın en önemli siyasi ve sosyal aktörlerinden biri olmuştur.
Alparslan Türkeş’in “Türk Milliyetçiliği” Anlayışı
Alparslan Türkeş’e göre, Türk milliyetçiliği ile dünya üzerinde varlığını devam ettiren diğer milliyetçilik biçimleri arasında boyut ve biçim farklılıkları bulunmaktadır. Türk milliyetçiliği, tarihsel, kültürel ve coğrafi bağlamlarıyla kendine özgü bir yapıya sahiptir. Batı’nın milliyetçilik algısından farklı olarak, Türk milliyetçiliği daha çok tarihsel ve kültürel bir kimlik etrafında şekillenmiştir. Türk milliyetçiliği, genellikle Türk kültürünü, tarihini ve dilini vurgulayan bir yapıya sahiptir, bu da onu diğer milliyetçilik biçimlerinden ayıran en önemli özelliklerden biridir.
Ziya Gökalp, Erol Güngör ve Seyyid Ahmet Arvasi gibi isimler Türk milliyetçiliği düşüncesinin önemli temsilcileri arasında yer alır. Bu düşünürler, Türk milliyetçiliğini diğer milliyetçilik türlerinden ayıran özelliklerden biri olarak, ırkçılık fikrine eleştirel bir yaklaşım sergilemişlerdir. Onlar için milliyetçilik, sadece bir ırka dayalı üstünlük anlayışı değil, aynı zamanda ortak kültürel ve tarihsel değerlere sahip bir toplumun birlik ve beraberliği anlamına gelmektedir. Bu yaklaşım, Türk milliyetçiliğinin daha kapsayıcı, hoşgörülü ve evrensel bir nitelik taşımasını sağlamıştır.
Türk milliyetçiliği, şovenizme, enternasyonalizme, totaliter milliyetçiliklere, komünizme, faşizme ve kozmopolitliğe karşıdır. Planlı kalkınmayı ve karma ekonomiyi benimser. Türk tarihini Orta Asya’dan başlatır ve Türk milletinin birleştirici ve kaynaştırıcı unsuru olarak görür. Türk milliyetçiliği, sadece Türk milletinin mutlu bir hayat sürmesini hedefler, diğer milletlerden herhangi bir talebi yoktur. Ayrıca, iç ve dış politikada barışı esas kabul eder.
Türk milliyetçiliği, dört ana kaynaktan beslenmektedir ve bu kaynaklar birleşerek günümüzdeki Türk milliyetçiliğini oluşturmuştur:
- Kökü çok eski olan ve Türk uruğunun şuuraltında yüzyıllardan beri yaşayan milliyetçilik: Bu kaynak, Türklerin tarih boyunca sahip olduğu milliyetçilik duygusunu ifade eder.
- Tanzimat sonrası Avrupa’daki milliyetçiliklere benzeyen halkçı bir hareketin bizde de tatbik olunmasını isteyen milliyetçilik hareketi: Bu kaynak, Tanzimat sonrasında Türkiye’de ortaya çıkan ve Avrupa’daki milliyetçilik akımlarına benzerlik gösteren halkçı milliyetçilik anlayışını ifade eder.
- Devletimizin içindeki yabancı unsurların ihaneti dolayısıyla doğan tepki: Bu kaynak, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde yaşanan ihanetler ve sıkıntılar sonucunda doğan tepkiyi ifade eder.
- Türklerin 200 yıldan beri çektikleri sıkıntılar: Bu kaynak, Türk milletinin tarihindeki son 200 yılda yaşadığı sıkıntıları ve zorlukları ifade eder. (Atsız, 2017: 33)
Türk milliyetçiliği, Türk dilinin yanı sıra Türk karakteri, ahlakı, tarih birliği ve şuuru ile yaşamın her alanında kendini gösteren Türk milli kültürünü sevme ve sayma ülküsüdür. Alparslan Türkeş’e göre, günümüzde insanlık, dostluk ve işbirliği gibi kavramları kullanarak kendi çıkarlarını gütmeye çalışan akımlar oldukça yaygındır.
Alparslan Türkeş, milliyetçiliğin modasının geçtiği ve yerini sosyalizmin alacağı iddialarına şiddetle karşı çıkar. Ona göre, milliyetçilik ve halkçılık, 20. yüzyılın ana ideolojileridir ve hala geçerliliğini korumaktadır. Türkeş, milliyetçiliği bir ülkenin kendi milli kültürünü, tarihini ve değerlerini koruması ve geliştirmesi olarak tanımlar. Bu nedenle, milliyetçiliğin moda olmaktan çok uzak olduğunu ve insanlığın temel değerleri arasında önemli bir yerinin bulunduğunu savunur.
Alparslan Türkeş, yabancı ideolojileri sıradan ve derinlikten yoksun olarak nitelendirir. Ona göre, Komünizm, Nazizm veya Faşizm gibi ideolojiler, güvensiz ve sağlıksız toplumlarda ortaya çıkar ve insanları sıradan, tek tip robotlara dönüştürmek için tasarlanmış ürünlerdir. Türkeş, bu ideolojilerin derin bir fikirsel yapıya sahip olmadığını ve güvenlik eksikliği hisseden toplumların maruz kaldığı sonuçlardan kaynaklandığını düşünür.
Alparslan Türkeş’e göre, Türk milletine sadist Slav Marksizmi’ni kopya etmek ya da soğuk Anglo-Sakson kapitalizmine bağlı kılmak doğru bir yol değildir. Ona göre, Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, dünya proletaryası diktatörlüğü veya sömürücü kapitalizm gibi klişe çözümler değildir. Türkeş, Türkiye’nin kendine özgü bir üçüncü yol bulması gerektiğini savunur. Bu yol, Türk milletinin milli gerçeklerini, milli ruhunu, milli ahlakını ve milli geleneklerini önemseyen, aynı zamanda modern bilim ve teknolojiyle uyumlu bir sistem olmalıdır. Türkeş, Türk milletinin kendine özgü bir kimliği olduğunu ve bu kimliği koruyarak kalkınmanın mümkün olduğunu vurgular. (Türkeş, 2000a: 20,32)
Alparslan Türkeş’in Siyasal, Sosyal ve Ekonomik Kalkınma Modeli: “Demokratik Milliyetçi Devlet”
Alparslan Türkeş’in milliyetçiliği demokratik bir tavır içerisinde şekillenmiştir. Milliyetçilik konusundaki eserlerinde ve görüşlerinde demokrasiyi ve milliyetçiliği birbirinden ayırmamış, aksine demokrasiyi savunurken baskı rejimlerinin olumsuz etkilerine vurgu yapmıştır. Bu nedenle, Milliyetçi Hareket Partisi’nin ideolojisini Türk milliyetçiliği olarak tanımlarken, siyasi tercihini de demokrasi ve milli egemenlik üzerine kurmuştur.
Alparslan Türkeş’in Türkiye’yi kalkındırma yolunda sunduğu Türk milliyetçiliği fikri, doğrudan iki önemli faktöre dayanmaktadır. Birincisi, ecdadımızın bize devrettiği varlığı ve emaneti koruma gerekliliği, yani insanı ve toprağı muhafaza etme zorunluluğu; İkincisi ise Türkiye Cumhuriyeti’ni süper bir güç haline getirme hedefidir.
Alparslan Türkeş’e göre dünya sürekli bir değişim içindedir ve bu değişim dünyayı zaman içinde yeni safhalara taşımaktadır. Son dönemde yaşanan değişimlerle ortaya çıkan mevcut, yeni dünya düzeninde, depremlerin yeterli sağlamlıkta olmayan binalara yaptığı etkinin bir benzeri, yeniliklere açık olmayan ve güçsüzlükle karşı karşıya kalan milletlerde görülmektedir. Türkeş’in tasavvur ettiği sistem insan odaklıdır. Bu felsefe insan haysiyetine, sevgisine, hürriyetine dayanır, bu düşünceleri içermeyen bütün görüşleri dışlar. İnsan hürriyeti ve sevgisine dayanan sistemin temel dayanağını ise insana verilen değerde görür. Türkeş’in yönetim anlayışı emperyalizme ve bölücülüğe karşı milliyetçilik, hürriyet kundakçılığına karşı demokrasi, sosyal adaletsizliğe karşı ahlakçı ve demokratik toplumculuktur.
Türkeş’in “Müreffeh Türkiye” vizyonu, insan haklarına dayanan, hukukun üstünlüğünü esas alan, çok partili ve özgürlükçü bir demokratik düzeni benimseyen ve gelişime açık bir zemin üzerine kurulu bir milliyetçilik anlayışını temsil etmektedir. Bu zemin, halkın aydınlanmasını sağlamak için çeşitli programlar içermektedir. Türkeş’e göre siyaset, milletle birlikte ortaya çıkabilecek toplumsal gelişimin bir ifadesidir. Genel olarak üç temel ilkeye dayanan ve benimsenen sistem şu şekildedir:
- 1. Her durumda kanun yolunu, hukuk yolunu ve meşruiyeti benimsemek ve savunmak.
- 2. Hukukun üstünlüğüne dayanan çok partili, özgürlükçü demokrasiyi benimsemek ve savunmak.
- 3. İnsan haklarını, sosyal adaleti ve sosyal güvenliği benimsemek ve savunmak. (Türkeş, 1987: 7)
Alparslan Türkeş, demokratik milliyetçi sistemin devlet yönetim anlayışını şu sözlerle açıklar: “Demokratik milliyetçi devlet, milletin bütün sosyal kesimlerinin yükselmesini, ekonomik ve ahlaki kalkınmasını amaçlar. Devlet, faaliyetlerinde bu amacı gerçekleştirmek zorundadır. Bir avuç bireyin veya belirli bir sınıfın çıkarlarını öne çıkaran, birey veya sınıf diktasına dayanan bir devlet milli devlet olamaz. Milli devlet, milleti esas alan hizmet ve refah devletidir; milletin tüm bireylerine hizmet etmeli, onların refahını sağlamak zorundadır.”(Türkeş,1998: 152) Demokratik milliyetçi devlette milletler, siyasi kaderlerinin yanı sıra ekonomik kaderlerini de belirleme hakkına sahiptir. Türkeş’e göre milliyetçi devlet, milli iktisada dayanan ve ekonomisini millileştirmiş bir devlettir.
Türkeş, demokratik milliyetçi model aracılığıyla, yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin Türkiye’nin bölgesel gelişimi için önemli olduğunu vurgulamıştır. Ancak bu konunun “Âdem-i merkeziyetçilik” anlayışıyla ele alınmaması gerektiğini belirtmiştir. Yerel yönetimlerin yetki alanındaki mevcut hakların korunması ve finansal yönden desteklenmesinin önemine dikkat çekmiştir. (Türkeş, 1998: 45)
Türkeş, sosyal kalkınma ve sosyal barışın sağlanması için milli özellikleri temel alan çağdaş anlamda maddi ve manevi ihtiyaçları karşılayacak nitelikte bir planın gerekliliğine işaret etmiştir. Manevi değerler dünyasında siyasi ve sosyal ilişkilerin düzensizliğe veya çatışmaya dönüşmesini önlemek için düzenlemeler yapılması ve planlı çalışmanın toplumsal hayat açısından hayati önem taşıdığını vurgulamıştır.
Türkeş, maddi kalkınmanın manevi kalkınma olmadan, manevi kalkınmanın da maddi kalkınma olmadan yeterli olmayacağını belirtmiştir. Bu nedenle ekonomi politikasının kültürel hayatla desteklenmediği durumlarda veya kültürel hayatın içinde ekonomik hayattan izler görülmediği sürece gerçek bir başarı hikayesinin zor olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla sağlıklı bir toplumun temelinde ruh ve madde, ekonomi ve insan dengesinin birlikte bulunduğunu ifade etmiştir.
Türkeş’in etkilendiği ve önem verdiği iktisadi modellerden biri de ‘Milli İktisat’ ekolüdür. Bu ekol, devlet eliyle yapılan yatırımları desteklerken, özel teşebbüsü koruyan ve cesaretlendiren yasaların çıkarılmasını esas alır. Ayrıca, yabancı sermayeye yönelik ciddi bir yatırım alanı yaratmak da bu ekolün temel esaslarından biridir. “Kana ihtiyacı olan insana kan vermek gibi, sermayeye ihtiyacı olan bir ülkeye yabancı sermayenin girmesi”nin, o ülkenin kalkınması için temel ihtiyaçlardan biri olarak görülmüştür. (Kaçmazoğlu, 2013b: 153)
Türkeş, maddi kalkınmanın bilimsel dönüşümle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğunu vurgulamıştır. Ona göre, Türkiye’nin çağa ayak uydurabilmesi için milliyetçi ahlaka sahip ve uluslararası alanda tanınan birinci sınıf bilim insanlarına ihtiyacı vardır. Bu tür bir kadro oluşturulmadığı sürece modern bir sanayi kurmak, sanayiyi modernleştirmek ve sanayide önemli bir güç haline gelmek mümkün olmayacaktır. Türkeş, Türkiye’nin maddi kalkınmasını bilimsel gelişmelerle ilişkilendirir ve bu gelişmelerin sonucunda yüksek seviyede kimyagerler, makine mühendisleri, madenciler gibi uzmanların yerli üretime dayalı çeşitli atılımlara imza atabileceğini ve ancak bu şekilde Türkiye’nin Batı ile rekabet edebilen bir güç haline gelebileceğini savunmuştur.
Türkeş, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını ekonomik demokrasi ve ekonomik bütünleşme ilkeleri üzerine konumlandırmıştır. Ekonomik bütünleşme ilkesi, kapitalizm veya marksizmin toplumu bölen anlayışlarını dışlayan bir özelliğe sahiptir, daha çok insan haklarını, toplumsal mutabakatı ve milli politikaları esas alır, ekonomik kalkınmanın toplumun tamamına ulaşmasının yine toplumsal hamleler ile bağlantılı olduğunu ifade etmiştir.
Türkeş, ekonomide tüketici değil üretici yatırım siyasetinden yana tavır almıştır. Mevcut yatırımları gösterişten öteye gidemeyen, toplumun basiretini bağlayan cari harcamalar olarak görmüş ve bu durumun toplumdaki üretkenliğe de yansıdığını belirtmiştir. Bu durumu, tüketimin üretimi geçerek “Bir lokma bir hırka” felsefesinin hakim olduğu şeklinde açıklamıştır. Türkeş, mevcut şartları ise “Ne onmakta ne öldürmekte” şeklinde nitelemiştir. (Türkeş, 1996:160)
Türkeş, tarımsal kalkınmanın araçlarından biri olarak kooperatifleşmeye büyük önem vermiştir. Kooperatifleşmeyi toprak reformunun tamamlayıcı unsuru olarak gören Türkeş, küçük çiftçilerin bireysel olarak zor başarabileceği işleri birlikte aşabileceklerine inanmıştır. Bu nedenle tarım işletmeciliğini teknoloji, sermaye ve pazarlama şeklinde üç ana başlıkta ele almıştır, her birini bir diğerinin tamamlayıcı ve kapsayıcı unsuru olarak görmüştür. (Türkeş, 1996: 188)
Türkeş, özel teşebbüsün halk ve yurt yararına ihtiyaçları karşıladığı ekonomik alanlarda, kamu sektörünün sermaye yatırımlarına girişmemesi gerektiğini belirtmiştir. Devletin, kişilerin teşebbüs alanlarında eksik kaldığı dönemlerde ortaya çıkarak bu ihtiyaçları gidermesinden yana tavır almıştır. Ağır sanayi, atom sanayi, stratejik madenler ve enerjinin devlet eliyle ve devlet kontrolünde geliştirilmesinin daha doğru olacağını vurgulayan Türkeş, bir ülke için hayati önem taşıyan bu yatırımların mevcut ölü yatırımlardan vazgeçilerek gerçekleştirilebileceğini ifade etmiştir.
Sosyal kalkınmada milli kültür ve kültürel özelliklerin büyük bir görev üstlendiğini vurgulayan Türkeş, aydınların ve sanatçıların Türk toplumunu içinde bulunduğu rüyadan uyandırması gerektiğini ve millete kendi öz benliğinin önemini ve yapısını anlatması gerektiğini belirtmiştir. Bu şekilde milli kültürün korunması, yayılması ve hatta yeniden yaratılmasının milli kalkınmada rol oynayabileceğini vurgulamıştır. Aydınlar, ilim ve sanat adamlarının kültür politikasının kurmayları olduğunu düşünen Türkeş, sosyal kalkınma içerisinde bu kesime büyük bir önem vermiştir.
Türkeş, sosyal kalkınmanın temeline sosyal adalet ilkesini yerleştirmiştir. Türk milletinin sosyal ve kültürel alanda güçlü, medeni ve gelişmiş bir millet haline gelebilmesinin en önemli şartını milliyetçilik ülküsünün milletin bütün kesimlerinde karşılık bulması olarak görmüştür. Milli ülkünün ve milli davanın önemini vurgulayan Türkeş şöyle demiştir: “Ülkülerimizi milli davalarımızı kalplerimizden silecek olursak bize yapılan haksızlıkları kabul edersek unutursak, bizim olan vatan topraklarını ve bizim gibi konuşan insanları unutursak insan olmaya insanca yaşamaya layık görülmeyiz.” (Türkeş, 2000b: 109)
Türkeş, belirli bir program çerçevesinde ilkokuldan itibaren verilecek olan bilimsel eğitim faaliyetlerinin sürdürülmesini savunmuştur. Aynı şekilde, çocuk yaştan itibaren toplumu meydana getiren insanlara kendi toplumunu düşünmek, topluma hizmet etmek, vatanın ve devletin çıkarlarına göre hareket etmek, gerçeklere saygılı olurken ahlaklı olmak, diğer insanlara yararlı olmak gibi fikirlerin aktarılmasından yana tavır almıştır. Türkeş, bununla birlikte başka milletlerin nesillerini “kurt” olarak yetiştirdiği bir dönemde nesilleri “kuzu” olarak yetiştirmenin gaflet ve suç olduğunu ifade etmiştir. (Türkeş, 1973: 41) Ayrıca, üniversitelerin daha verimli kullanılması ve üniversite gençliğinde mevcut olan bilinç yetersizliğinin ortadan kaldırılması için çeşitli çalışmalar ve eğitimler verilmesini gerektiren mevcut problemlere dikkat çekmiştir.
Türkeş, toplumdaki cinsiyet rollerine ve insanların cinsiyetlerine göre değil yetişkinlik seviyelerine göre değerlendirilmesi gerektiğine inanarak kadın ve erkek eşitliğine büyük önem vermiştir. Kadını, nesilleri yetiştiren ana ve erkeklerin hayatına yoğun şekilde etki eden eş olarak değerlendirirken, kadının toplumun başarısını ve mutluluğunu etkileyen önemli bir role sahip olduğuna inanmıştır. Türkeş ayrıca sosyal kalkınmanın araçlarından biri olarak dil konusuna da büyük önem vermiştir. Atatürk’ün “İstanbul’daki Tebriz’deki ve Kaçkar’daki Türk’lerin anlaşacağı kopuk olmayan bir dil çalışması” anlayışını benimsemiş ve dilin birleştirici gücünü vurgulamıştır. (Türkeş, 2000b: 38,39) Tarih bilincinin de bir milleti ayakta tutan en önemli unsurlardan biri olduğunu savunmuş ve tarihi bilmeksizin bir milletin kendi kimliğine sahip olamayacağını ifade etmiştir.
Türkeş, bir ülkenin gelişimine katkı sağlayan en önemli konulardan birinin liyakat ve ehliyet olduğunu vurgulamıştır. Ona göre, iyi yetişmemiş ve boş kafalı insanlar makam sahibi olduklarında hem ülkeye hem de kendilerine zarar verebilirler. Bu nedenle, liyakat ve ehliyetin önemi büyüktür çünkü iyi yetişmiş bireyler ve yöneticiler farklı düşüncelere saygı gösterirler ve toplumun gelişimine katkı sağlarlar.
Demokratik milliyetçi devlet modelinde Türk gençlerine fırsat eşitliği sağlanacağını, bütün gençliğe sosyal sigorta garantisi uygulanacağını ve eğitim ve kültür alanındaki sosyal faaliyetlerin ülke genelinde adil bir şekilde dağıtılacağını belirtmiştir. Bu süreçte verimlilik ve rasyonellik ilkelerinin esas alınacağını vurgulamıştır. Sosyal kalkınmada ise dengeli ve düzenli nüfus, cinsiyet eşitliği, dil meselesi, eğitim ve kültür aktivitelerinin önemli olduğunu vurgulamıştır. Türkeş, güçlü ve sağlıklı bir toplumu, manevi ve organik dayanışmayı sağlayan, ekonomik gelişime özen gösteren, çağın şartlarına uygun ve ciddi politikaları benimseyen bir toplum olarak tanımlamıştır.
KAYNAK
Alpdoğan, F.F (2021). Lider Portresinin Sosyolojik Boyutları: Alparslan Türkeş.
Alpdoğan, F. F. (2022). Alparslan Türkeş: “Bir Lider Portresi ve Teori Olarak Demokratik Milliyetçilik. Sosyolojik Düşün, 7 (1), 1-31.
Atsız, H.N. (2017). Türk ülküsü. İstanbul: Ötüken Neşriyat
Cengiz, O. (2015). Alparslan Türkeş ve dokuz ışık. İstanbul: Bilgeoguz Yayınları
Işık, F. (2016). Başbuğ Türkeş. İstanbul: Kriminal Kitaplar
Kaçmazoğlu, H.B. (2013b). Türk Sosyoloji tarihi II: II. Meşrutiyetten cumhuriyete. (4. Bs.). İstanbul: Doğu Kitapevi
Türkeş, A. (1973). Türkiye’nin meseleleri. (3.bs.). İstanbul: Kutluğ Yayınları
Türkeş, A. (1976). 1944 Milliyetçilik Olayı. (9.bs). İstanbul: Kutluğ Yayınları
Türkeş, A. (1987). Savunma: MHP ve ülkücü kuruluşlar davası. Ankara: Mayaş Matbaacılık
Türkeş, A. (1996). Temel görüşler. İstanbul: Hamle Yayınları
Türkeş, A. (1998). Milliyetçilik ülkücülük üzerine konuşmalar. İstanbul: Kamer Yayınları
Türkeş, A. (2000a). Ahlakçılık. Ankara: Berikan Yayınları
Türkeş, A. (2000b). Dış meselemiz. Ankara: Berikan Yayınları
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.