Mezhep, kabaca bir tanım yapılacak olursa bir dinin çeşitli görüş ayrılıkları, anlayış ve yaşayış biçimleri arasındaki farklılıkları neticesinde ortaya çıkan alt kollarına verilen isimlendirmedir. Özellikle insanın tabiatı gereği bir din veya ideoloji, değerler kümesi ortaya çıktığı itibariyle sabit kalmaz, devingen ve dinamik bir özellik gösterir. Bu noktada insan, zaman, siyaset ve coğrafya faktörü önemli rol oynar. Tarih boyunca neredeyse tüm dinlerde, siyasi ideolojilerde mezhepleşme, farklılaşma olduğu unutulmaması gereken bir olgudur. Bu noktada İslami noktadan bakacak olursak, başta Şii, Sünni, Harici mezhepsel farklılaşması olmak üzere bu mezheplerin de alt kolları olduğu kabul edilir. Şiilik içinde İmamiye (İsnaaşeriyye, Caferilik), İsmailliye ve Zeydilik en büyük üç alt mezheptir. Bunun yanında Nusayrilik, Kalenderilik, Hurufilik gibi mezhep, tarikat ve kültürel oluşumlar da Şia içinde yer alan hareketlerdir. Farklılık noktaları hangi ismin İmam olduğu veya İmam olabileceği noktasıdır. Bunun yanında tabii ki kültürel ve siyasi etkenler de büyük rol oynamıştır. Unutmadan, Zeydilik’in Şia mezhebi içinde alt mezhep olmadığı, kendine has ayrı bir mezhep olduğu da önemli ilahiyatçılar, mezhep tarihçileri tarafından dile getirilmektedir. Sünni düşünce içinde ise itikadi ve fıkhi anlamda alt mezhepler meydana gelmiştir. Eş’arilik ve Maturidilik itikadi, Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli ise fıkhi alt mezheplerdendir. Bunun yanında her ne kadar çoğu Sünni din adamı ve inananı açısından ehli hak olduğuna inanılmasa da başka bazı Sünni mezhepleri de toplum içinde büyük yankı uyandırmış ve uyandırmaktadır. Vahhabilik, Selefilik, Evzailik bunlar arasındadır.
İslam mezheplerinin küresel dağılışını gösteren harita
Mezhepler konusunda daha ayrıntılı ve nitelikli bir anlatım bu yazının konusu olmadığı için genel İslam mezheplerini sadece ismen dile getirmek istedim. Ancak yine de fikir belirtmesi açısından ilk Sünni ve Şii ayrışmasının temelde imamet, hilafet meselesi olduğu hatırda tutulmalıdır. Daha sonra Sünni mezhebi adını alacak olan taraf Hz. Muhammed’in vefatının ardından İslam ümmetinin ve devletinin başına geçmesi gereken kişinin seçimle belirlenmesi gerektiğini ifade ederken, daha sonra Şia adını alacak taraf ise Halifelik yani İmamet hakkının Hz. Ali’de olduğunu savunmuştur. Görüldüğü üzere ilk mezhep ayrışması siyasi bir konuda ayrışma üzerine ortaya çıkmıştır. Günümüze kadar gelen süre içinde ise diğer mezhep ve alt mezheplerin ortaya çıkışı yine siyasi ve kültürel nedenlerden dolayıdır. Bu nedenle mezhepleri beşeri ve süreç içinde değişerek, dönüşerek meydana gelmiş bir olgu olarak ele almak en faydalı olandır. Mezhep farklılıklarını din farklılığı gibi algılamak sağlıklı olmayan bir davranıştır. Genel mezhep bilgisi verildikten sonra şimdi yazının esas konusu olan dış politikada mezhepler konusuna geçebiliriz.
Dış Politikada Mezhep Farklılıkları Örneği
Devletler, tarih boyunca sahip olduğu ve temsil ettiği dini kimlikler nedeniyle birçok tartışma, rekabet ve savaşa girişmiştir. Avrupa için bunun en önemli örneği Hristiyan mezhepleri arasında 1618-1648 yılları arasında meydana gelen Otuz yıl savaşlarıdır. Bu savaşlar neticesinde binlerce insan hayatını kaybetmiş, Avrupa coğrafyası yeniden şekillenmiştir. Bunun yanında tarihsel olarak bin yıl kadar geriye götürülebilecek bir Katolik- Ortodoks ayrışması ile Avrupa devletleri birbirlerini öteki ilan etmiş, uzun ve sonu gelmez çatışmalara neden olmuşlardır. Başta Roma’ya karşı Bizans İmparatorluğu, sonraki tarihlerde de Kutsal Roma İmparatorluğu, Fransa gibi ülkelere karşı, doğu Avrupa ülkeleri ve özellikle 16.Yüzyıl ile beraber Rusya farklı mezhep kutuplarında yer almış ve Avrupa siyasi, askeri ve coğrafi bakımdan rekabetlere sahne olmuştur. Protestanlık, Kalvenizm ve Anglikanizm gibi protest mezheplerin de ortaya çıkmasıyla durum daha karmaşıklaşmıştır.
30 Yıl Savaşları’nı Resmeden Bir Tablo
İslam mezhepleri arasındaki rekabete baktığımız zaman ise en büyük rekabet, 16.yüzyılın başında meydana gelen Osmanlı-Safevi savaşlarıdır. Özellikle Safevi Şahı İsmail, siyasi etkinliğini Şii mezhebi temelinde kurmuş, buna karşı Osmanlı ise Sünni mezhebinin koruyuculuğunu üstlenmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Sünni halifelik makamını Memlukler devletinin elinden alması ile de mezhep temelli siyaset boyut değiştirmiş ve bir anlamda Osmanlı ile İran arasında en kuvvetli rekabet unsuru haline gelmiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki her ne kadar dini sebepler iki taraf için de rekabetin asıl unsuru gibi görülse de, esas amaç siyasi gücün manevi anlamda desteklenmesiyle daha da artırılmasıdır. Safeviler, dönemin en güçlü ülkelerinden birine, Osmanlı’ya karşı gerek maddi gerek manevi destek toplamak ve bu güce karşı büyük bir güç olarak meydan okumak amacıyla Şii mezhebi temelinde politikalar üretmiş, aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğu da yükselen yeni güç Safevi’ye karşı özellikle Anadolu topraklarında etkisini artırma temelinde Şia düşüncesine karşı Sünniliği destekleyerek politika üretmiştir. Daha sonraki tarihlerde de, Safevi devletinin Osmanlı ile girdiği rekabetten yenik ayrılması ve bu devletin giderek zayıflaması Sünni blok karşısında ciddi bir rakibin olmamasına yol açmıştır ve bir anlamda bu topraklarda büyük ve ciddi bir mezhep temelli rekabetin bir süreliğine durmasına neden olmuştur.
Çaldıran Savaşı’nı Resmeden Bir Minyatür
Türkiye-İran Rekabeti
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ile eş zamanlı olarak büyük bir kurtuluş savaşı neticesinde 1923’ te modern devlet anlayışıyla kurulmuştur. Yeni kurulan devleti öncekinden ayıran temel unsur kimlik değişimidir. Osmanlı’nın millet sistemi din üzerine inşa edilen bir sistemdi. Bu nedenle Müslüman ve gayrimüslim ayrımı uzun yıllar sorun edilmeden yürütüldü. Ancak 19. Yüzyıl ile birlikte milliyetçilik akımının imparatorluğun dört bir yanında etkisini göstermesiyle ve tabi ki diğer ekonomik, siyasi, askeri ve teknolojik unsurlarla beraber, Osmanlı diğer imparatorluklar gibi yıkılma gerçeğiyle karşılaştı. Büyük bir dünya savaşı neticesinde kurulan Türkiye ise kimlik anlayışını değiştirerek Müslüman ve gayrimüslim ayrımı üzerinden değil, Türk kimliği üzerinden bina edilmiştir. Cumhuriyet bu kimliğin yanına laik ve Sünni kimliğini de birleştirmiş ve ortaya Türk, Sünni ve laik kimlik portresiyle yeni bir vatandaş tipi çıkmıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca mezhep odaklı dış politika yürütme politikası, hem dış politika temel yönelimleri hem de Ortadoğu coğrafyasında mezhepsel olarak güçlü bir devletin 1980’lere kadar olmayışı nedenleriyle uygulanmamıştır. Türkiye’nin kuruluşundan itibaren Batı yönelimli ve Soğuk Savaş koşullarında da ABD isteği doğrultusunda uyguladığı dış politikası zaten Türkiye’nin dini kimliğini kullanabileceği Ortadoğu coğrafyasında etkin politikalar üretmesine engel olmuştur. Özellikle 21.yüzyıl ile beraber Türkiye’nin tekrar Ortadoğu coğrafyasında etkin olma çabası ile beraber mezhep odaklı politikalar yürütme ihtiyacı gündeme gelmiştir. Önce İsmail Cem, sonrasında Ahmet Davutoğlu politikaları ile beraber bu bölge, Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve kültürel olarak güçlü bağlar kurma arayışında olduğu bölge haline gelmiştir. 2000’li yıllar boyunca Türkiye resmi olarak dile getirmese de özellikle Irak, Suriye ve Körfez bölgesinde mezhepsel yakınlığını da kullanarak etkin olmaya çalışmıştır. 2010’dan sonra ise, özellikle Arap baharı neticesinde yaşanan dönüşümler ile beraber Türkiye açıkça Sünni blok pozisyonunda rol almış, Suriye coğrafyasında İran ile ciddi bir rekabete girişmiştir, yine aynı şekilde Irak coğrafyasında da İran’ın Şii kimlik üzerinden oluşturduğu nüfuzu kırmak için ülke içinde Sünni taraf desteklenmiştir. Suriye’de meydana gelen iç savaşta Türkiye destekli kurulan muhalefet ordularına baktığımız zaman çoğunluğun Sünni olduğu göze çarpmaktadır. Yine aynı şekilde Irak’ta özellikle kuzey bölgelerde yerleşen Sünni topluluklar odaklı dış politika da, Amerika’nın Irak işgali ertesinde meydana gelen güç boşluğunu dolduran İran etkisine karşıt bir hamle olduğu aşikardır. Son dönemlerde ise özellikle Balkanlar’da, Kafkasya’da ve yine komşu Ortadoğu coğrafyasında hızla yayılan Selefilik, Vahhabilik mezheplerine karşı Türkiye gerek siyasi ve askeri gerek yumuşak güç unsurlarıyla mücadele yürütmektedir. Tüm bu bilgiler ışığında, mezheplerin ortak bağlar kurma gücü, onların dış politikada etkin bir şekilde değerlendirilmesine neden olmaktadır.
Diğer tarafta İran ise, 1979 devrimi ile beraber, zaten kültürel olarak yoğun olarak sahip olduğu Şii karakterini devlet yönetimine de aktarmış ve bu tarihten itibaren yakın coğrafyasında mezhep odaklı bir dış politika yürüterek bölgesel devlet olmayı amaçlamıştır. Devrim sonucunda liderlik konumuna gelen Ayetullah Humeyni, devrim ihracı politikası yürütmek istemiş ve bunun neticesinde Irak ile 1980-1988 arasında savaş yaşamıştır. İki tarafın da kazanan olarak çıkmadığı savaş neticesinde Humeyni ve kurduğu yeni devlet, toplumda ciddi bir destek bulmuş, savaş ülkeyi bütünleştirme işlevi görmüştür. Humeyni’nin 1989’da vefatından sonra ise ülke dışa açılma ve batıyla ilişkiler bağlamında liberal ve ılımlı politikalar yürütmüş ancak bu durum, İran’ın kurduğu ve kurdurduğu askeri milis örgütleri ile Irak, Suriye, Lübnan, Afganistan gibi yakın coğrafyasında nüfuz kurma politikalarını değiştirmemiştir. Özellikle 2000’li yıllardan sonra gerek askeri, milis örgütleri yoluyla gerekse çevre ülkelerdeki Şii din adamları vasıtasıyla İran bölgesel bir devlet konumuna yükselmiştir. Irak’ta Haşdi Saabi, Lübnan’da Hizbullah, Suriye’de Nusayri Esad rejimi, Pakistan ve Afganistan’da Fatımıyyun ve Zeynebiyyun tugayları ve Yemen’de Husiler İran devletinin dış politikasında Şiilik unsurunu ne derece etkin kullandığını gösterir. Bunun yanında çoğu bölgede İran, yaptığı müdahaleler ve verdiği destekler neticesinde yerel halk nezdinde de bir emperyalist sıfatla değil, kurtarıcı ve destekleyici sıfatla anılır durumdadır. Din ve özellikle de Şiilik üzerinden kurduğu bu rıza sistemiyle beraber, İran’ın ekonomik, askeri, siyasi ve kültürel gücü artmaktadır. Arap baharı protestoları kapsamında oluşan muhalefete karşı Suriye’de Esed’e verdiği destek, İsrail’e karşı Lübnan’da Hizbullah’ a verdiği destek, Yemen’de Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne karşı Husilere verdiği ve komşusu Irak’a da hem milis hem siyasi destekler yakın coğrafyamızda değerlendirmemiz ve önem vermemiz gereken konulardır.
İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nden bir komutan Ortadoğu’daki Şii milis güçleri bayrakları önünde açıklama yapıyor.
Sonuç
Son olarak meydana gelen bölgesel rekabette Sadece Sünni-Şii temelli bir rekabet de artık çok boyutlu hale gelmiştir. Tarihsel olarak Sünni blok içinde yer alan Türkiye ve Suudi Arabistan, BAE gibi ülkeler de farklı mezhepler, alt mezhepler temelinde politikalar uygulayarak bölgesel jeopolitiği daha da karmaşık hale getirmektedir. Özellikle Suriye coğrafyasında İran-Suudi Arabistan önderliğindeki rekabeti mezhep çatışmaları şeklinde yorumlayabiliriz. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt önderliğindeki Vahhabi, Selefi gruplar bölgede İran destekli milislerle birçok çatışmaya girmiştir. Esasında İran-Körfez monarşileri arasındaki mücadele dini değil, siyasi olmasına karşın bu sahada mezhep unsurunu iki devlet de etkin bir şekilde dış politika faktörü olarak kullanmıştır. Bu tarz savaşların en can alıcı noktası ise, çok kolay bir şekilde destekçi bulmasıdır. İki taraf da ölürse şehit olacağını düşünür, bu nedenle çatışmanın devam etmesini sağlayan manevi sebepler motor işlevi görmektedir. Bu yazıda vurgulanmak istenen, özellikle Ortadoğu coğrafyasında meydana gelen rekabetlerde mezhebin ne kadar kullanışlı bir unsur olduğudur. Bunun yanında mezhepsel özelliklerin, meydana gelen anlaşmazlıkların tek nedeni olmadığı özellikle vurgulanması gereken bir unsurdur. Siyasi anlamda yaşanan güç mücadelesinde ekonomi, ordu gibi güçler nasıl elverişli ve gerekli unsurlarsa yumuşak güç kapsamında değerlendirilebilecek mezhepler de son derece etkin ve önemli bir faktördür. Ancak gerek yaşadığımız yüzyılı daha yaşanılabilir kılmak, gerekse İslami kimlik taşıyan devletlerde akan kanı durdurmak amacıyla, mezhepler nasıl ayrışma unsuru olarak kullanılıyorsa birleşme, birleştirme unsuru olarak da pek ala ele alınabilir. Ancak günümüz devletlerinin yaşadığı rekabette nüfuzlarını artırma istenciyle hareket etmesi daha çok ayrılık, daha çok çatışma getirmekte ve bu kavgada mezhepler gerek o ülke liderleri gerekse bölgede çıkarları olan küresel güçler eliyle işlevsel bir şekilde kullanılmaktadır. Yapılması gereken ise söylemsel bazda oldukça basittir; toplumun bilinçlenmesi ve devletler arası rekabetin barışçıl bir şekilde gerçekleşmesi. Ancak yıllardır görüldüğü üzere bu temenninin uygulanışı, dile getirmekten katbekat güç durumdadır.
Muharrem Filiz
Stratejik Ortak Misafir Yazarı
KAYNAK
Adıbelli,Barış. Pax Persica:İran Jeopolitiği, IQ Kültür Sanat Yayıncılık,2017.
BBC, “Suriye Savaşı Dinsel Çatışmaya Dönüyor”, https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/05/130509_suriye_analiz (Erişim Tarihi:09.01.2021)
Demi̇r, Yeşim . “Emperyalist Devletlerin Ortadoğu’da Mezhep Oyunları: Sünnî-Şiî Çatışması”. Turkish Journal of Shiite Studies 1 / 2 (Aralık 2019): 234-246 .
Demirci, Kadir– Azzan, Muhammed Yahya Salim, “Mezhep Çatışmalarının Sebepleri”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 5/9 7-39.
Ercan, Ceren. “Otuz Yıl Savaşları ve Westfalya Anlaşmaları, https://www.tesadernegi.org/otuz-yil-savaslari-ve-vestfalya-antlasmasi.html (Erişim Tarihi:10.01.2021)
Kıran, A . “MEZHEBİ REKABET Mİ, MEZHEP SAVAŞLARI MI?” . Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 3 (2015 ): 171-191
Müftüoğlu, Bilal. “İran Yemen ve Suriye’de Mezhep Savaşı Yürütüyor”, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/iran-yemen-ve-suriyede-mezhep-savasi-yurutuyor/ (Erişim Tarihi: 10.01.2021)
Onat, Hasan . “İslam Ortak Paydası ve Mezhep Gerçeği / Commonality of Islam and the Truth of Sects / القاسم المشترك الإسلامي وحقيقة المذاهب”. İlahiyat Akademi , 11-36
Onat,Hasan. İslam Mezhepleri Tarihi, Grafiker Yayınları,2000
Onat,Hasan. İslam Ortak Paydası ve Mezhep Gerçeği, Endülüs Yayınevi,2020
Oran,Baskın. ”Kemalşzm,İslamcılık, Küreselleşme(Türkiye’de Yüce Sadakat Odağı Üzerine Düşünceler)”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 54/2
Oran,Baskın. Türk Dış Politikası cilt2-3, İletişim Yayıncılık, 2003,2013
Varlık, Mustafa Çetin, “Çaldıran Savaşı”, https://islamansiklopedisi.org.tr/caldiran-savasi (Erişim Tarihi: 09.01.2021)
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
özetleyici ve güzel bi yazı teşekkürler. ancak ben mezhepsel ayrılıkları devletlerin destekleme sebeplerinin sadece dış politaka ürünrü olduğunu düşünmüyorum. ben bu konuda devlet liderleri, parlementoları,üst düzey asker polis vs sayabileceğimiz bir çok sözüm ona aristokrat kesimin de temelinde bir mezhebe sahip oldumasının ve insanı refkleslerle gercek baglılıklar hissederek davranmasının da etkili olduğunu düşünüyorum. bunun dışında uluslararası ilişkileri ve ülkelerin dış politikada mezhepsel tutumlar göstermelerini tetikleyen önemli bir diğer unsur olarak da iç siyasette kaygının bu davranışlarla baskılanmasını sayabiliriz. politikacıların politik kaygıları özellikle günümüz siyasetinde ülke halklarının taraf olma ait olma dürtülerini en küçük yapı taşına kadar inerek kışkırtmaya ve bu durumdan siyasi çıkar sağlama eğilimiyle baskılanıyor. ayrıca azınlık mezheplerin de bulunduğu kamu düzeninde mezhepsel catıda bir sözgelimi pazar olusturarak bir zümreye yönelik ekonomik ayrıcalıklar elde etme isteğinin de gayet tabii ve ilkel bir refleks olarak bu davranışı tetiklediğini düşünüyorum. bana kalırsa mezhep çatışmalarını dizginlemek yerine bunu bir dış politika haline getirmek davranışı sadece siyasilerin değil toplumbilimcilerin davranışbilimcilerin ve bir çok bilim insanının çokboyutlu olarak incelemesi ve irdelemesi! gereken bir davranış. saygılar