Yeni Bir Ekonomi Politik Düzen Mümkün mü?

419
Yazarlık Başvurusu

Giriş

Ekonomi politik kavramı, devletler, piyasalar ve toplumlar arasında karşılıklı bağımlılık olgusuna odaklanan ve uluslararası anlamda ekonomi ve siyaset ilişkisini açıklayan bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda en kapsamlı ve en geniş ölçüde geçerlilik kazanan sistem geçmişi uzun yıllara dayanan Liberalizm olmuştur. İçinde bulunduğumuz 21.yüzyılın hakim düşüncesi haline gelen neoliberal iktisat ve siyaset düzeninin temeli esasında 19.yüzyıla kadar dayanmaktadır. 1800’lü yılların başında İngiltere’de meydana gelen ve dünyanın o tarihe kadar şahit olmadığı inanılmaz boyutlara ulaşan sanayileşme ve teknolojik gelişim, etkisini artan bir şekilde günümüze kadar hissettirmiştir. Teorik anlamda ise Adam Smith’in 1776’da Milletlerin Zenginliği eserini yazması ile başlayan liberal ekonomik düşünce, önce İngiltere’nin, ardından kıta Avrupası ve nihayetinde Amerika’nın bu sistemi benimsemesi ile tüm dünyaya yayılmıştır. Temel olarak bireylerin rasyonel kararlar verebileceğini ve bu doğrultuda insanların kişisel çıkarlarını sürekli artırma peşinde olduğunu, bu uğraşın da sonuç olarak toplumun tümünün kalkınmasına sebep olacağını öngören bu düşünce, ayrıca piyasanın kendi kendine işleyebileceği tezine, yani devlet gücünün piyasaya aktif bir şekilde müdahalesinin gerekli olmadığı varsayımına dayanır. Aynı zamanda bir diğer önemli görüşü ise uluslararası ticaretin olabildiğince serbest olması gerektiğidir. Bu görüş ise tam olarak, devlet müdahalesine karşı olan burjuva ve tüccar sınıfının yaklaşık iki yüzyıldır aşamalı olarak gittikçe güçlenen konumlarını daha da pekiştirmesine neden olmuş, bu doğrultuda siyasi düzeni etkileme potansiyellerini büyük ölçüde yükseltmiştir. Liberal düşüncenin devletler nezdinde kabul edilmesinin ardından ise, kapitalizmin yayılma aşaması başlamış ve bu kapsamda 19.ve 20.yüzyıllar boyunca dünya tarihini derinden etkileyen savaşlar meydana gelmiştir. Emperyal politikalar sonucu, hızla gelişen sanayiye daha fazla hammadde temini sağlamak ve üretilen ürünlerin mümkün olan en geniş pazarlara ulaşımını sağlamak amacıyla Afrika, Asya ve Amerika kıtaları gibi dünyanın çok büyük bir bölümü Avrupa güçleri tarafından sömürgeleştirilmiş, neticede liberal düşüncenin bir sonucu olan kapitalizm her yere yayılmıştır.

Liberal ekonomi politik sistemi en iyi tanımlayan düşünürlerden biri de Immanuel Wallerstein’dır. Marksist bir görüş açısına sahip olan Wallerstein, mevcut siyasi ve ekonomik düzeni kendi ürettiği dünya sistemleri analizi ile incelemektedir. Buna göre, ülkeleri gelişmiş merkez ülke, gelişmekte olan yarı çevre ülke ve gelişmemiş olan çevre ülkeler olarak sınıflandırmakta, bu sınıflandırmayı da ülkelerin dünya ekonomisindeki işlevini ölçüt alarak belirlemektedir.

Immanuel Wallerstein

Buna göre, merkez ülkeler 17. Yüzyıldan itibaren sermaye birikimi sağlamış, üretim teknolojisini geliştirmiş ve bağlantılı olarak siyasi güce erişmiş, aynı zamanda kendi ideolojisi ve kültürünü dünyada baskın hale getiren ülkelerdir. Yarı çevre ülkeler ise, merkez ülkeler kadar olmasa da belli bir ekonomik güce ulaşmış, sanayi ve teknoloji devrimini geç de olsa gerçekleştirmeye başlamış, dünya sisteminde ikincil öneme sahip ülkelerdir. Bu ülke grubu, merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasında yer almakta, merkez ülke ile ithalata dayalı ilişkiyi, çevre ülkelerle ihracata dayalı ilişkiye dönüştürmektedir. Bu ilişki sadece ekonomik değil, kültürel, teknolojik ve siyasi etkileşimi de kapsamaktadır. Son olarak, çevre ülkeler ise merkez ve yarı çevre ülkelere ekonomik, siyasi veya kültürel anlamda bağımlı hale gelmiş, gelişmemiş veya son zamanlarda gelişme trenine atlayan ülkeleri kapsar. Wallerstein’ın geliştirdiği analiz ve ortaya koyduğu karşılıklı bağımlılık ve etkileşim kavramları yardımıyla gittikçe daha fazla iç içe giren ve karmaşıklaşan uluslararası siyaset ve ekonomik ilişkiler, daha net ve açıklayıcı bir şekilde aktarılma şansı bulmuştur.

Dünya Savaşları Belirleyici Konumu

ABD’nin, meydana gelen dünya savaşlarında belirleyici konumda olması sebebiyle liberal düşünce, dünyanın belli bir kesimi tarafından gönüllü veya zoraki bir şekilde kabul edilir hale gelmiş, bu sisteme alternatif olarak ise önderliğini Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yaptığı sosyalist blok tarafından benimsenen sosyalist ekonomi politik sistem belirmiştir. Sosyalist ekonomi politik varsayım, ekonominin serbest piyasada kendiliğinden işlemeyeceğini, kamu gücünün aktif bir şekilde müdahale edebileceği tezi üzerine dayanır. Aynı zamanda, üretim, dağıtım ve bölüşüm gibi iktisadi hayatın temel dinamiklerinin yine merkezden planlanabileceğini, bu nedenle liberal düşüncenin savunduğu şekilde bir serbestliğin bulunamayacağı varsayımını ortaya atarak, liberal düşünceye ciddi bir rakip olabilmiştir.

SSCB

Ancak, 1991’de SSCB’nin dağılması ile beraber başlayan süreçte, sosyalist ekonomi politiğin siyasi güçten yoksun kalması liberal düşünceye gerçek anlamda bir alternatifin sürekliliğini baltalamıştır. Sosyalist ekonomi politiğin en temel ve ayırt edici özelliği, liberal düşünce dünyasından ayrı bir dünya yaratabilmiş olmasıdır. Yaklaşık 50 yıl süren Soğuk Savaş boyunca doğu blokunu oluşturan ülkeler, liberal dünyayı oluşturan batı bloku ülkelerinden tam anlamıyla ayrı bir şekilde varlığını sürdürmüş, iki Almanya’yı ve Berlin’i ikiye bölen meşhur Berlin Duvarı ise bu durumun simgesi haline gelmiştir. Bu simge önemi taşıyan duvarın 1989’da yıkılmasından çok kısa bir süre sonra doğu blokunun dağılması ve Soğuk Savaş’ın bitişi, bu duvarın önemini gösterir niteliktedir.
Soğuk Savaş’ın bitişi ile beraber, liberal ekonomi politikanın rakipsiz kalması Francis Fukuyama gibi düşünen bazı siyaset bilimciler tarafından tarihin sonunun geldiği yorumlarının yapılmasına neden olmuştur. Bu tarihten itibaren liberal değerlere dayalı olan ekonomi ve siyasete ciddi bir alternatifin çıkamayacağını savunan bu görüşe karşı ise Huntington medeniyetler çatışması tezini ileri sürerek, her hegemon iktidarın bir öteki ile, belli bir düşman ile gücünü devam ettirebileceğini söylemiş, bu kapsamda İslam ve Çin medeniyetlerine vurgu yaparak liberal batının bir sonraki rakibinin bu kamplar olabileceğini dile getirmiştir. 1970’lerdem başlayarak gittikçe gelişen Çin’in ekonomik anlamda öne çıkması, ilk bakışta liberal batı ekonomi politik düşüncesine rakip olarak okunabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken unsur, Çin’in daha önce SSCB’nin yaptığı yeni bir dünya kurarak gelişmediği, liberal dünya içinde kalarak ekonomik gücünü pekiştirdiği olgusudur.

Dünya Ticaret Örgütü

2001 yılında, liberal sistemin bir kurumu olan Dünya Ticaret Örgütü’ne katılım Çin’e ciddi anlamda uluslararası erişilebilirlik kazandırmış, böylece günümüze kadar sistem içinde güçlenerek bir ekonomik süper devlet olma yolunda ilerlemiştir. Bu noktada Çin’e özgü olan tek şey, mevcut kapitalizm olgusunu otoriter bir yönetimle sürdürdüğü gerçeğidir. Liberal demokratik bir kapitalizm ile otoriter kapitalizm arasında farklar olmasına rağmen, esas anlamda ikisi arasındaki ayrım aynı sistemin iki farklı uygulanış biçiminden başka bir şey değildir. Dolayısıyla, yukarıda belirttiğim gibi Huntington’ın iddiası başlangıçta geçerlilik kazanmış gibi görünmesine karşın, aslında Fukuyama’nın belirttiği liberal kapitalizm modelinin herhangi bir alternatifi olmadığı için bundan sonra sürekli olacağı vurgusu şuan için daha makul ve inandırıcı bir iddia gibi görünmektedir.
Liberal düşüncenin ekonomi ve siyasette hakim pozisyonda olması, kendisinin de dört dörtlük ve tutarlı bir sistem olduğu anlamına gelmez. Her şeyden önce kendi ilkeleri ve varsayımlarıyla çelişen bir sistemin, günümüzde en güçlü düşünce düzeni olması da güçlü bir paradoks örneğidir. Karl Polanyi’nin de belirttiği gibi, liberal ekonomik sistem, aslında savunduğunun tersine güçlü bir kamu desteği ile beraber hakim pozisyona ulaşmıştır. 19.yüzyılda kritik tarihlerde, hem İngiltere hem ABD siyasi olarak daha fazla çıkar elde edebilecekleri bir sistem olan, liberalizmi benimsemiştir.

Polanyi

Aynı zamanda Polanyi, piyasaların tarihte hiçbir zaman kendi kendine işlemediğini, sürekli br denetleyici, düzenleyici ve kontrol edici bir mekanizma ile var olduğunu belirtmiş, bu mekanizmaların da değişik tarihlerde ve coğrafyalarda kabile, toplum, devlet olduğu vurgulamıştır. Son olarak, liberal düşüncenin temellerinden olan bireylerin rasyonel kararlar alıp sadece çıkarlarını en yükseğe ulaştırma arzusunun da tarihin hiçbir döneminde hiçbir coğrafyada geçerli olmadığını iddia eden Polanyi, buna kanıt olarak da değişik toplumlardaki iktisadi işlemlerin sadece çıkar odaklı olmadığını, merhamet, şan ve şeref kazanma ve otoritesini sürdürme isteği gibi nedenlerin de belirleyici olduğunu dile getirmiştir. Dolayısıyla, kendisiyle çelişen, esasında tutarsız bir sistem olan ve gerektiğinde çıkarlar doğrultusunda dönüştürülebilen bir sistem olan liberal ekonomi politiğin, günümüzde tek ve alternatifsiz bir sistem haline dönüşmesinin en önemli sebebi, devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda bu sistemi sahiplenmesi ve değişik çıkar odaklarıyla kurdukları ilişkiye siyasi destek sağlaması olarak gösterilebilir.

Sonuç

Liberal ekonomik ve siyasi düzen, kökleri 18.yüzyıla kadar uzanmakla beraber, özellikle küreselleşme çağıyla birlikte neredeyse tüm dünyada geçerli ekonomi politik düzen haline gelmiştir. Bunun nedeni liberal ekonomi politik sistemin tamamen doğru olduğu, diğer sistemlerin yanlış ve hatalı olduğu değildir. Aksine, liberal düşünce de kendi içinde çeşitli tutarsızlıkları ve çelişmeleri içermekte ancak hem bireylerin, hem devletlerin hem de büyük firmaların çıkarları doğrultusunda en işlevsel sistem özelliğini taşımaktadır. Oluşabilecek herhangi bir alternatif sistemin siyasi güçten ve toplumun rızasından yoksun olması ise, kendi içinde eksiklikleri barındıran bir sistem olsa da liberal ekonomi politiğin devam edebilmesini sağlayan temel unsurdur.

Muharrem Filiz
Stratejik Ortak Misafir Yazarı

[irp posts=”31428″ name=”Yeni Ekonomik Düzen: Dijital, Kripto Para Birimleri ve Ülkelerin Politikaları”]

KAYNAK

Polanyi, Karl. (1986). Büyük Dönüşüm . Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri. İstanbul: AlanYayıncılık
Smith, Adam. (1948) Milletlerin Zenginliği I İstanbul: Milli Eğitim Basımevi
Buğra, Ayşe. (1986) Önsöz, 7-20 içinde Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm , İstanbul: Alan Yayıncılık.
Koç, Elif Merve. (2019). HUNTİNGTON’DAN FUKUYAMA’YA: MEDENİYETLER ARASI TAHAMMÜLSÜZLÜK VE DOĞU-BATI ÇATIŞMASI . Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi , 6 (1) , 200-207.
Wallerstein, Immanuel. (2005a). Dünya Sistemleri Analizi: Bir Giriş. Ender Abadoğlu-Nuri Ersoy (Çev.), İstanbul: Aram
Kutlay, Mustafa ve Ziya Öniş. (2020). Otoriter Kapitalizmin Yükselişi: Değişen Küresel Dengeler ve Demokrasinin Geleceği Üzerine. İktisat ve Toplum Dergisi, Sayı: 120 , 42-53.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz