Hindistan yarımadasında Hindistan ve Pakistan diye iki ayrı devlet oluşmadan önce yarımada İngiliz sömürgesi altındaydı. Uluslararası konjonktürden etkilenen Hintliler ve Pakistanlı Müslümanlar İngiliz himayesinden kurtulmak için örgütlenmelere gitti. İlk dönemde bütün olarak siyasi yollara başvuran yarımada halkı, ilerleyen dönemlerde yaşanan fikir ayrılıklarından ötürü Hintliler ve Pakistanlı Müslümanlar olarak ayrı ayrı bağımsızlık arayışlarını denediler. Bu yazıda ‘İngiliz Egemenliği öncesi Hindistan Yarımadası’ ve ‘Hindistan ve Pakistan’ın Bağımsızlık Kazanması ve Bölünme’ başlıkları yer alacak.
İngiliz Egemenliği öncesi Hindistan Yarımadası
Alt kıta Hindistan, İngiltere’nin egemenliğine girmeden önce burada bir Müslüman egemenliği söz konusuydu. Bu kıtadaki müslüman egemenliği ise 12. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlamıştı.
Bu süreç esas olarak Memlüklüler zamanında Kuzey Hindistan’ın denetim altına alınmasıyla başlamış 1350’den itibaren Güney Hindistan’a da yayılmasıyla devam etmiş, nihayet 1526’da yaklaşık 250 yıl sürecek Hint-Türk İmparatorluğunun kurulmasıyla sonuçlanmıştı.
Bu sürecin gösterdiği ise Müslümanların bu alt kıtadaki egemenliğinin oldukça eskilere dayandığı ve bunun yaklaşık 8 yüzyıl kadar süregeldiğidir.
454-500 tarihleri arasında Hunların egemenliğinde kalan ve 711’de Araplar tarafından işgal edilen Hint yarımadasında 10. yüzyılın başından itibaren Müslümanların egemenliği başlamış ve 1750’ye kadar da devam etmiştir. 1001’de Gazneli Mahmut’la başlayan bu Müslüman egemenliği 1206-1483 yılları arasında Memluklularla devam etmiş, 1526’da Babür Şah’la (1526-1530) bölge Müslüman Moğol devletinin egemenliği altına girmiştir. Bölge Fransa ile İngilere arasındaki 7 yıl savaşları sırasında İngilizler tarafından işgal edimiştir.
İngiltere ve Fransa’nın bu 7 yıl savaşları(1756-1763) sonrasında yaptığı 1763 Paris Barışı ile de Fransa bu toprakları İngiltere’ye bırakmıştır. İngiliz işgaline kadar Moğolların (Babür Şah, Ekber Şah, Cihangir Şah, ve Şahcihan Şah dönemleri boyunca) egemenliğinde kalmıştır.
Özellikle Babür Şah’la başlayan ve Ekber Şah’la doruğa ulaşan İslami geleneklerle Hindu gelenekleri arasında yoğun kaynaşma ortaya hoşgörü ve eşitliğe dayanan bir anlayış ve kültürün ortaya çıkmasına ve gelişmesine yol açmıştır.
İngiltere’nin Hindistan’a yerleşmeye başlaması ise sömürgeciliğin bir sonucu olarak 1761’de İngiliz-Hint Kumpanyasıyla beraber söz konusu olmuş ancak 1773’den itibaren, yavaş yavaş Hindistan’ın denetimi Kumpanya’dan İngiliz Hükümetinin eline geçmiş ve İngiltere Hindistan’ı atadığı genel bir vali aracılığıyla yönetmeye başlamıştır.
1909 yılı Hindistan Haritası |
Bugünkü Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Burma, Afganistan, Nepal, Singapur ve Siyam ülkelerini içine alan bu sömürgenin başında İmparator olarak İngiliz Kraliyeti ve onun atadığı bir genel vali bulunmaktaydı. Kalküta ve Yeni Delhi’nin başkentliğini yaptığı bu Sömürge Devleti 1850’lerden 15 Ağustos 1947’de Hindistan’ın Bağımsızlığını kazandığı güne kadar devam etmiştir.
Pakistan, Hindistan, Çin, Tacikistan ve Afganistan arasında bir bölge olan Keşmir ise uzun yıllar İngiltere sömürüsü ve kontrolü altında kalmış ve 1846’da idaresi Hintli bir mihraceye verilmiştir. Hindistan ve Pakistan bağımsızlıklarını kazandıkları dönemde de bölge yine bu mihrace ailesinin idaresindedir. Fakat 1947’de mihrace Keşmir’i Hindistan’a ilhak ettiğini ilan etmiş ve ilhak kararı altmış yılı aşkın bir süredir devam eden ve uzun bir dönemde devam edeceğe benzeyen sorunun fitilini ateşlemiştir.
Hindistan ve Pakistan’ın Bağımsızlık Kazanması ve Bölünme
Fransız Devrimi ile I. Dünya Savaşı arasında dünyadaki milliyetçilik akımı ve İmparatorlukların dağılması, imparatorlukların içindeki halkları ve sömürge halklarının özgürlüklerini bir nevi bir kez daha düşünmeye teşvik etmişti. Bu olaylarla birlikte Hindistan alt kıtasında da bazı hareketlilikler oldu.
1857’de kurulan Bombay, Bengal, ve Madras üniversiteleri olmak üzere İngiliz eğitim kurumlarında yetişen gençlerin çoğu ya kamu hizmetine girerek ya da avukatlık, gazetecilik ve öğretmenlik gibi mesleklere yönelerek Batı’nın yaşam ve düşünce biçimini benimsediler. Üniversitelerden hukuk, tıp, ve mühendislik eğitimi alan bir orta sınıf meydana geldi. Başlangıçta İngilizlerin kurduğu mekanizma içinde bir yer edinerek ülke yönetiminde söz sahibi olmayı uman bu aydın çevreler, zamanla sömürgeci politikalara karşı ulusal talepler doğrultusunda gelişen muhalefetin odağı durumuna geldiler. Aydınlar seslerimi ve düşüncelerini basın yoluyla duyurmaya başladılar. Bu hareketlerin sonucu olarak ortaya çıkan Hindistan Ulusal Kongresi(Kongre Partisi) 28 Aralık 1885’de ilk toplantısını yaptı.
Nitekim Lord Curzon’un sömürgeci yönetimi pekiştirmek için izlediği keyfi yöntemler ve baskıcı politikalar, Kongre Partisi’nin bir aydın hareketi kimliğinden sıyrılarak geniş bir kitleye yayılmasında önemli bir rol oynadı. Milyonlarca Hintlinin milliyetçi harekete katılması ülke çapında yaygın bir dalgalanma başlattı. Kongre Partisi’nin 1906’da Kalküta’daki toplantısında bağımsızlık isteği gündeme geldi ve bu istek ülke çapında geniş yankı uyandırdı. Diğer taraftan aynı tarihte yani Kongre Partisi’nin bağımsızlık çağrısında bulunduğu 1906’da Tüm Hint Müslümanları Birliği de Doğu Bengal’in başkenti Dakka’da ilk toplantısını yapıyordu. Böylece Hindistan’daki Müslümanlar da sömürgeci yönetime karşı bağımsız bir topluluk olarak çıkarlarını korumayı amaçlıyorlardı.
I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği sıralarda 1916’da Lucknow’da Kongre Partisi ile Müslüman Birliği Hindistan’ın geleceği için bir program konusunda anlaştılar. Bununla her iki topluluğun da temsil edilmesi üzerinde ilkesel birlik sağlanmış oluyordu. Bu işbirliğinin öncülüğünü yapan Muhammed Ali Cinnah, Müslümanlar arasında güçlü bir konum kazandı. Fakat idari özerklik programı konusunda ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve savaşın Osmanlılar aleyhine gelişmesinin Müslümanlar arasında doğurduğu huzursuzluk iki parti arasındaki yakınlaşma havasının 1917’de dağılmasına yol açtı.
Hindistan ve Pakistan Haritasıyla birlikte Keşmir Bölgesi |
Nihayet 1930’ların sonlarından itibaren Hindu-Müslüman sürtüşmesinin gelişmesi ve had safhaya gelmesi iki farklı devletin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. II. Dünya Savaşının etkisiyle çıkan kriz, enflasyon ve bunların ortaya çıkardığı toplumsal rahatsızlıklar iki toplum arasındaki ayrılıkların daha da su yüzüne çıkmasına neden olmuştu. İngiliz sömürge yönetimine son verme mücadelesinde Hindu ve Müslüman milliyetçilerin zaman zaman işbirliği yapmasın karşın, karşılıklı güvensizlik ortamı Müslüman Birliği’ni 1940’da Pakistan adıyla bir Müslüman devleti kurma hedefini benimsemeye yöneltti. Cinnah’a ve Müslüman Birliği’ne göre ”tek bir Hint ulusu olarak bağımsızlık, Müslüman azınlığın Hindu çoğunluğunun elinde oyuncak olacağı için istenmeyen ve tehlikeli bir şeydi. Kongre Partisi’nin ”iki ulus” düşüncesi Cinnah’ın kararlı tutumu ve Müslümanlar ile Hinduların arasındaki gerginliğin sürekli tırmanması nedeniyle sonuç vermedi.
Müslümanların 16 Ağustos 1946’da ilan ettiği Doğrudan Saldırı Günü ile başlayan olaylar, Kalküta’da yaşanan insanlık dramları, İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı’nda içinde bulunduğu konum, İngiliz Hükümetindeki geri çekilme planlarının devreye sokulma güdüleri, İngiliz Kamuoyunun Ghandi’ye ve Hindistan Ulusal Kongesi’ne bakış açısındaki değişikliğin getirdiği tarihi akış 15 Ağustos 1947’de Hindistan Bağımsızlık Yasası’nın İngiliz Parlamentosunda kabulü ile sonuçlandı.
Bu yasa ile birlikte İngiltere, Hindistan ve Pakistan’ın iki ayrı devlet olarak özgürlüğünü tanıdığını dünyaya duyurmuş oldu.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.