İsrail-Filistin sorunu yalnızca toprak, su ya da diğer kaynakların paylaşımından çok, dinsel mekânların paylaşılamamasıyla birlikte hala devam eden, içerisinde birçok normatif unsur barındıran ve literatürde ‘çözümü zor çatışmalar’ sınıfına giren büyük bir anlaşmazlıktır.
Bilindiği üzere İsrail-Filistin çatışması, I. Dünya Savaşı sonrası Filistin Toprakları’nın İngiliz mandasına girmesi ve bu dönemde Yahudilerin bölgeye göçü ile başlayan bir süreçtir. Yahudiler bölgede sosyal ve askeri örgütlenmeler oluşturdu, ‘Yişuv’ adı verilen yerleşim birimleri kurdu ve böylelikle Yahudiler, 1948 yılında resmen ilan edilecek olan İsrail Devleti’nin temellerini attı.[1]
‘‘1920 yılında Filistin’de ikamet eden bir Fransız ile kolonilerden birinde yerleşmiş bulunan bir Yahudi arasında geçen bir konuşmada Yahudi şöyle diyordu: ‘Filistin’de bizim iki düşmanımız var, sıtma ve Araplar. Sıtma’nın ilacı kinin, Araplara gelince onların ilacı da bu ve böyle diyerek elinde taşıdığı tüfeği göstermekteydi.’ İşte bu tarihlerden itibaren, Yahudiler silah biriktirip savaş için hazırlanmışlardır.’’ [2]
1947 yılında BM Genel Kurulu’nun aldığı meşhur 181-II sayılı kararda; iki devlet kurulması ve de Arapların yâda Yahudiler’in çoğunlukta olduğu bölgelere göre bir taksim yapılması öngörüldü. Unutulmamalıdır ki burada Kudüs üç din açısından da kutsal olmasından dolayı ‘Corpus Seperatum’ statüsünde kabul edildi.
Filistin’de ‘manda’ yönetimi kalkarken, Tel Aviv’de 14 Mayıs 1948 yılında Ben Gurion İsrail Devleti’nin bağımsızlığını ilan etmesi de eş zamanlı olarak gerçekleşti. Bunu yaparken de Theodor Herzl’in resminin altında durmayı ihmal etmedi. Böylelikle siyonizmin kurucusu olan Theodor Herzl’e vefa borcu ödemek istiyordu.[3] Kısa bir süre içinde Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler birliği İsrail’i tanıdığını ilan etti. Bu bağımsızlık ilanından sonra 15 Mayıs tarihinde bölgedeki beş Arap devleti( Suriye, Lübnan, Mısır, Ürdün ve Irak) İsrail’e savaş ilan etti. Araplar ağır bir yenilgi aldı ve böylece Arap-İsrail uyuşmazlığının en önemli sorunlarından biri olan, Filistinli mültecilerin statüsü ve geri dönüş sorunu gün yüzüne çıkmış oldu. Yahudiler kendilerini savaşın tartışmasız galibi olarak görüp savaşı ‘Bağımsızlık Savaşı’ olarak adlandırdılar.[4]
I. ve II. Dünya Savaşından sonra tamamen gücü biten İngiltere ve Fransa artık tarih sahnesinden çekiliyor, yerini özellikle 1956 Süveyş Krizi’nden sonra Amerika ve Sovyetler Birliğine bırakıyordu. Ortadoğu artık Soğuk Savaş’ın en şiddetli olaylarına tanıklık etmeye başlamış ve Arap ülkelerinin de İsrail düşmanlığı giderek artmıştı. 1967(Altı Gün) Savaşı, bölgede önemli sorunlara sebebiyet vermiştir. İsrail sınırlarını genişletirken yeni mülteciler oluştu. Bölgede Nasır furyası eserken savaşın sonunda Mısır bölgedeki Arap liderliğini kaybetti ve şuana kadar süren Pan-Arabizm düşüncesi yerini yavaş yavaş Filistin milliyetçiliğine bırakmaya başladı. Ayrıca kutsalların kutsalı sayılan Doğu Kudüs, İsrail’in eline geçti. Bu tarihten itibaren işgal edilen Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te bağımsız bir Filistin Devleti kurulması düşüncesi iyiden iyiye kendini hissettirmeye başladı. Bu arada Mısır’da Enver Sedat, Suriye’de Hafız Esad dönemi başlamıştı fakat Enver Sedat’ın 1977 yılında İsrail’in başkent ilan ettiği Kudüs’e yaptığı resmi ziyaret, Filistin milliyetçiliği fikrini daha da arttırmıştı.
İlerleyen yıllar da çatışmalar her zaman devam etmiş fakat artık Arap dünyası amaçlarını İsrail’i bu topraklardan çıkarmak yerine kaybettikleri toprakları geri kazanmak üzerine oturtmuşlardı. 1973 Yom Kippur Savaşı da tam da bu amaç üzerinden çıkmış; Mısır, Suriye ve İsrail arasında yaşanmıştır. İsrail’in ‘Yom Kippur’ adı verilen dini bayramda, Müslümanlar içinde ‘Ramazan Ayında’ bu savaş gerçekleşti. Araplar için lehte devam eden savaş Amerika’nın yardımlarıyla aleyhine döndü ve yenilgi kaçınılmaz oldu. Ama önemli olan şudur ki, Arap Dünyası ‘PETROL’ü siyasi bir güç olarak kullanabileceğini görmüştür.
1974 yılına gelindiğin de Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), BM Genel Kurulu tarafından tanındı. Filistin’in efsane lideri Yaser ARAFAT’da, belinde tabancasıyla BM Genel Kurulu salonuna girmiş ve: ‘‘Bugün buraya bir elimde zeytin dalı, bir elimde özgürlük Savaşçısı’nın silahı ile geldim, elimdeki zeytin dalının düşmesine izin vermeyin.’’ cümlelerini üç kez tekrar etmiş ve sözlerini sonlandırdığın da ayakta alkışlanmıştır.
İsrail’in artarak devam eden baskı ve şiddet politikaları, Filistinlilere karşı uyguladığı sürgün politikaları I. İntifada’nın genel sebeplerini oluşturmuştur ve 1987’de başlayan ayaklanmalar 1993 Oslo Anlaşmaları’nın imzalanmasına kadar sürmüştür. 1980‘lerin sonunda FKÖ ‘iki devletli çözüm’ formülüne göz kırpmaya başlamıştır. 1991’de Oslo Görüşmeleri başlamış: Yaser ARAFAT bağımsız bir Filistin Devlet’i kurmak isterken, İsrail ise özerk bir devlet vererek kendi güvenliklerini sağlamayı düşünmektedir. 1995’te İzak Rabin verdiği tavizler sonucunda suikasta kurban gitmiş ve bu tarihten sonra artık barış görüşmelerinin kötüye gittiği herkesçe görülmüştür. 1996’dan sonra gelen Netenyahu, Filistinlilere verilen sözleri yerine getirmiyor, Kudüs’de yeni Yahudi yerleşim yerlerinin açılmasına izin veriyor, dahası Harem-i Şerif’in altında kazılar başlatıyordu. Kısaca barış görüşmeleri Rabin’in ölümüyle bitmiştir denilebilir.
Temmuz 2000’de Camp David(Final Status Talks) görüşmeleri başlamıştır. 1993’te ilk anlaşma imzalandığında 5 yıllık bir anlaşmaydı ve 5 yılın sonunda devam etmesi öngörülmekteydi. Fakat 1998’de Netenyahu’dan dolayı görüşmelerin devamı getirilemedi. 2000’de başlayan nihai statü görüşmeleri’nin dört ana konusu vardır: sınırlar, mülteciler’in geri dönüşü, Yahudi yerleşimlerinin durumu ve en önemlisi Kudüs’ün statüsü. Ancak kısa bir süre sonra anlaşmazlıklardan dolayı gürüşmeler çökmüştür. İsrail ve Amerika Basını’nda Arafat’a karşı suçlamalar başlamıştır ‘biz ne isterse Arafat’a verdik fakat o hiçbirini kabul etmedi’ söylemleri baş göstermiştir. 28 Eylül 2000’de Sabra ve Şatilla kasabı Ariel Şaron’un Mescid-i Aksaya ziyaret gerçekleştirmesi II. İntifadayı başlatmıştır.
Camp David’in çökmesinin asıl sebebi: İsrail’in Harem-i Şerif’in altını almak istemesi(yerin altıda üstü kadar değerlidir) , Ürdün-Filistin sınırını İsrail’in kontrol etmek istemesi, Filistin’in hava sahasını kontrol etmek istemesi kısacası bağımsız bir devlet yerine ‘esir’ bir devlet vaat edilmiş olması. Aynı zamanda Kudüs Filistin’e verilecek ancak, kutsal yerlerin dışındaki Kudüs’ün Filistin’in başkenti olmasına izin verilecekti. (Arafat on Jerusalem Interview by Bora BAYRAKTAR)
Yapılan görüşmelerin sonuçsuz kalmasından sonra İsrail her zaman yaptığı gibi baskı politikaları izlemeye devam etmiş, Filistin halkını kendi ülkelerinde azınlık konumuna getirmiş ve de hayatlarını açık hava hapishanesine çevirerek gün geçtikçe barış ümitlerine son vermiştir.
Ömer Talha Aslan
StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR
(Arafat on Jerusalem Interview by Bora BAYRAKTAR)
Bora Bayraktar, ‘Bir Barış Süreci Örneği Olaral Oslo’(doktora tezi,Marmara üniversitesi,2012)
Mustafa Torlak ,‘Siyonizmin Penceresinden Arap – İsrail Çatışmalarının Orta Doğu’daki Güç Dengesine Yansımaları’(yüksek lisans tezi,Kadir Has Üniversitesi,2010)
[1] Demet Gökçınar, ‘Arap-İsrail Uyuşmazlığında Filistin Sorunu’(yüksek lisans tezi,Atılım Üniversitesi,2009),s.11 [2](KARAMAN, Uluslararası İlişkiler… s.33)
[3](OKUYAN, Aslan ve Androcles… S.147)
[4](SÜER, ATMACA, Arap İsrail… s.36)
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.