1952 yılında Mısır’da Krallığı yıkan bir darbe ile başa gelen Cemal Abdül Nasır’ın taraftarlarına göre bu bir ‘devrimdi’. Devrimin en önemli amacı Mısır toplumunu refaha ulaştırmak ve modernleştirmekti. Bu amacın en önemli düşü olarak da Nil nehri üstündeki Asvan’a bir baraj yapılmasına karar verildi. Çünkü İngilizler 1930’larda buraya bir baraj yapmış ve açılışını Kral’ın yaptığı baraj, İngiliz medeniyetinin Mısır’daki yansıması olarak tanıtılmıştı.
Yapılacak yeni ve daha büyük barajın, Mısır’a büyük ivme kazandıracağına inanılıyordu. Büyük su kapasitesi ile kurak topraklara derman olacak, hidroelektrik üreterek yok denilecek Mısır sanayisini canlandıracaktı. 1956 yılında ABD ve İngiltere barajı finanse etmeye karar verdi. Amaçları Dünya Bankası kanalı ile Mısır ekonomisini kontrol etmekti. Nasır, düşü için şartları kabul etmek zorunda kaldı. Ancak birkaç ay sonra finansörler Nasır’a ders verme amacıyla, Mısır’ın ülke ekonomisinin altından kalkamayacağı büyüklükte çekler imzaladığını, baraj yapımının ekonomiyi yıkacağını öne sürerek baraj projesini artık desteklemeyeceklerini açıkladılar.
Nasır, gerekçeleri komik bulduğunu sert sözlerle belirterek, İngiltere ve Amerika’nın beklemediği bir şekilde baraja kaynak yaratması için Süveyş Kanalı’nı millileştireceğini ilan etti. Bu tavır ”Süveyş Krizini” doğurdu.
”Mısırlılar, Süveyş Kanalı’nı kazdılar, inşa ettiler ve kanalın yapımı boyunca 120.000 Mısırlı öldü…
…Kanal Mısır’a aittir, Mısır’ındır…
Cumhurbaşkanı’nın Süveyş Kanalı Uluslararası Şirketi’ni millileştirme kararı:
Madde 1: Uluslararası Süveyş Kanalı Denizcilik Şirketi, Mısır Ortaklık Şirketi adıyla millileştirilmiştir.
Tüm finansal varlıklar, hak ve yükümlülükler devlete, Mısır Devleti’ne devredilecektir.”
-Cemal Abdül Nasır, (Süveyş Kanalı’nın millileştirildiğini duyurduğu konuşması)
Mısır Devlet Başkanı Nasır Süveyş Kanalı’nı millileştireceğini duyurduğunda, kanal bir Anglo-Fransız şirket tarafından işletiliyordu.Kanalın çok küçük bir hissesi Mısırlıların elindeydi. İngilizlerin, Fransızların tarih boyunca çok önemsediği ve onu korumak için her şeyi göz aldığı kanal, özellikle Basra Körfezi’ndeki petrolün Avrupa’ya taşınması nedeniyle çok büyük bir ticarete ev sahipliği yapıyordu. Bu ticaret ve kar, Mısır dışına akıyor, karşılığında ise hiçbir şey gelmiyordu.
Nasır, dünyanın kök salmış büyük güçlerine meydan okuyordu. Uluslararası hukuka göre bu meydan okuma tamamen yasaldı. Hatta Nasır kanalda hissesi olan devletlere tazminat ödemeyi bile teklif etmişti. Ancak tarihsel süreçte, artık alışılmış durumlara tersti. Nasır, Soğuk Savaş’ın en bilindik kartını oynuyordu. Krallık döneminden gelen tarihsel kin ve Aswan Barajı yapımına karşı çıkmaları sonucu Batı ile arası açılmış, daha önce Çekoslovakya üzerinden silah antlaşmaları yaptığı Sovyetler ile ise daha iyi ilişkilere girmeye başlamıştı. Bu durum Mısır’ın elini güçlendiriyor, Nasır’ın hedeflerine ulaşması için adımlarını daha sağlam atmasına neden oluyordu.
Nasır tarafından yapılan uzlaşma tekliflerine, İngiltere başbakanı Eden karşı çıktı. Nasır’ın sözüne güvenilmeyen birisi olduğunu söyleyerek onu kendi halkını ateşli sözlerle kandıran bir diktatöre benzetti. Batılılar Nasır’ı, Mussolini ve Hitler ile bir tutuyordu. Bir yandan da kendi ülkelerinde yapılacak bir konferans ile durumu çözmeye çalışıyorlardı. Ancak Nasır aleyhine söylenenler o kadar sertti ki bu sefer de Mısır konferansa katılmayı reddetti.
İngiltere’nin niyeti daha sonradan anlaşılacaktı. Onlar bir anlaşma istemiyorlar sadece kafalarında çizdikleri plana zemin hazırlıyorlardı.
İngiltere ve Fransa, kapalı kapılar ardında İsrail’le bir antlaşma yaptı. Bu ülkelerin tarihsel süreç içerisindeki beraberlikleri ile Mısır’ın Arap dünyasının liderliğine soyunması ve açıkça Filistin’e destek vermesi antlaşmayı daha kolaylaştırdı.
Antlaşmaya sonucunda İsrail, Mısır’a savaş açmayı kabul etti. Daha önceden alınan kararlara göre İngiltere ve Fransa’nın Süveyş Kanalı’nı korumak için asker sevk etmeye hakkı vardı.
Plana göre İsrail, Sina yarımadası üzerinden saldırıya geçecek İngiliz ve Fransız ordusu da kanalı, korumak bahanesi ile işgal edecekti. Bu olaylar sonucunda Nasır idaresi zayıflayacak, İsrail, Mısır ile barış antlaşması imzalayacak ve resmen varlığını kabul ettirecek, Filistin ve Cezayir halkları Mısır’dan açıkca destek alması son bulacak ve en önemlisi Kanal idaresi Batılılarda kalacaktı.
1956 yılı Ekim ayında İsrail ordusu Mısır sınırını geçti ve Süveyş kanalına doğru ilerlemeye başladı. Ertesi gün İngilizler ve Fransızlar her iki tarafa da bir ültimatom vererek savaşı durdurmalarını istedi, aksi halde müdahale edeceklerini bildirdiler. Savaşı başlatan taraf İsrail, hemen bu ültimatom kabul ederken, Mısır reddetti. Buna cevap ise sert bir şekilde Mısır’ı bombalamak oldu. Batılı devletler açıkca tarafını belli ediyordu. Kasım ayında karaya çıktıktan sonra hızlıca kanala doğru harekete geçip, kontrolü ele aldılar.
Tam bu dönemde beklenmedik bir karşı saldırı ile karşılaştılar. Bu saldırı Mısır birliklerinden değil, diğer Arap ülkelerinin petrol tankerlerinden geldi. Petrol ambargosu konulunca tarihte ilk kez Batı dünyası petrol kıtlığı ile karşılaştı. Bu sefer Doğu, Batı’nın günlük yaşamını etkiliyordu. İngiliz halkı yakıt karnesi ile tanışıyor, medya durumu eleştiren haberler yaptı.
Savaş açan İngiliz ve Fransızlar içte bu sıkıntılar ile uğraşırken, dışta ise -özellikle İngiltere- dünyanın tek hakimi oldukları dönemi mumla arıyorlardı…
1950’li yıllarda Ortadoğu’da baskın güç artık İngiltere değil ABD idi. Ülkelerle ilişkide yavaş yavaş İngiltere’nin yerini Amerika almaya başlıyordu. 1956 yılında İngiltere ve Fransa Süveyş’e asker çıkarmışken Amerika’da başkanlık seçimleri vardı. Başkan Eisenhower yeniden seçilmek için kampanya yapıyordu.
İngiliz ve Fransız kamuoyunun savaş ile ilgili görüşü ortadayken, Amerikan halkı da eski sömürgeci güçlerin kanaldaki emellerine karşıydı. Sonuçta bu Mısır’ın hukuki bir hakkıydı ve İngiliz-Fransız ortak tavrı Mısır’ı Batı bloğundan uzaklaştırıyordu. Amerikan politikacıları Arap halklarını Sovyetler Birliği’ne yaklaştıran her hamleyi hoş karşılamıyordu. İngiliz Başbakanı Eden ise İngiltere’yi canı ne isterse yapabilecek büyük bir güç olarak görüyordu.
Tam günlerde benzer bir olay daha yaşanıyor. Macaristan’da halkın değişim ve özgürlük talepleri Sovyetler tarafından bastırılıyordu. İlerleyen günlerde Amerika, İngiltere’yi Batı’nın yüksek ahlaki değerlerini ve çıkarlarını hiçe saymakla suçladı, peşi sıra BM İngiltere’nin tavrını kınayan bir açıklama yaptı. Sovyetler Birliği’nin ise tavrı netti. İngiltere ve Fransa’nın işgalini onaylamıyor açıkca Nasır’a destek veriyordu. ABD ve Sovyetler’in savaşa karşı ortak tavır koymaları, Soğuk Savaş’ın ender olaylarından biridir.
ABD İngiltere’ye ekonomik olarak saldırdı. Bazı yaptırımlar ile İngiltere’nin savaş sonrası refah durumunu sarstı. Kulislerde ise Sovyetler’in, Mısır’dan çekilmemeleri durumunda Paris ve Londra’ya nükleer saldırı yapma tehdidi dolaşıyordu. Açıkca iki ülke de ateşkese zorlandılar.
İşgal Nasır’ı koltuğundan etmeyi amaçlıyordu. Ancak yenilgi ile başladığı bir savaştan bütün dünyada ününü arttırarak çıkıyordu. Sahada kaybetmiş, ancak masada kazanmış, büyük asker kaybı vermiş olmasına rağmen Süveyş Kanalı üzerinde denetimini kurmuştu. Gücünün en doruk noktasındaydı. Mısır’da 1882 yılından beri var olan Britanya etkisi ortadan kaldırılmıştı. Beklentilerin tam tersine İngiltere başbakanı Antonny Eden, Süveyş Krizi sonunda koltuğunu bırakmak zorunda kalmıştı.
”Kardeşler, vatandaşlar, burada Port Said’de savaştınız, büyük ve güçlü ülkelerle Port Said’de savaştınız, bunların yanı sıra İsrail ile savaştınız ve siz, Port Said’de zafer kazandınız.
Ülkemizde ne kadar güçlü olursa olsun herhangi bir yabancının varlığı olmadığını yüksek sesle bildirdiniz.
Port Said Savaşı, Süveyş Kanalı’nı millileştirmenin değil özgürlük ve bağımsızlık adına uzun süren bir savaşın sonucuydu.
Hiçbir bayrak ülkemizde yükselmeyecek, bizimki hariç!
Hiçbir kelime ülkemizde duyulmayacak, bizimki hariç!
Ve hiç kimse bizim toprağımızda egemen olmayacak, biz hariç!”-Cemal Abdül Nasır
Süveyş Krizi, Birleşik Krallık’ın Falkland Adaları Savaşı’na kadar ABD’nin desteği olmadan yaptığı son harekattır. Bu süre içinde Birleşik Krallık, askeri harekatlarında hep ABD’nin desteğini arayacaktır. Fransa’da ise General de Gaulle, Fransa’nın dış politika amaçları için ABD’ye güvenemeyeceğini anlamıştır. İlerleyen yıllarda iktidara geldikten sonra de Gaulle, Fransa’nın bağımsız bir politika izleyebilmesi için nükleer silah geliştirilmesine başlayacak ve Fransa’yı NATO’nun askeri kanadından çekecektir.
Savaş’ın sonlanmasıyla, Birleşmiş Milletler Barış Gücü kurularak Gazze Şeridi’ne ve Sina Yarımadası’na yerleştirildi. Birçok ülkenin katılımıyla oluşturulan bu gücün “barış sağlanıncaya kadar Mısır ve İsrail’in savaşmasını engellemek” sorumluluğunu üstlenmesi gerekiyordu.
1967’ye kadar bölgede kalan Barış Gücü, bu tarihte çekilmiş ve hemen ardından Altı Gün Savaşı çıkmıştır.
Şehmus Kızılkan
StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.