Tarihsel Bir Bakış Açısıyla Batı ve Doğu Rekabeti

1181
Yazarlık Başvurusu

Günümüzde batının doğu üzerindeki üstünlüğü uzun yıllar boyunca tartışılan bir meseledir. Bu tartışma konusuna yeni bir perspektif eklemek için batı ile doğu arasındaki bu rekabeti daha iyi analiz etmek amacıyla geçmişe dönüp bu rekabetin köklerini incelemeliyiz. Her doğuşun bir yükselişi, her yükselişin ise bir düşüşü vardır. Batının bugünlerdeki doğu üzerindeki söz konusu üstünlüğü, doğu üstünlüğünün sona ermesiyle birlikte başlamıştır ya da doğu üstünlüğünün sona ermesi; batı üstünlüğünün başlangıcını tetiklemiştir. Bu çalışmamızda tarihsel bir bakış açısıyla batı ile doğu rekabetini objektif ve kronolojik bir yöntemle inceleyeceğiz.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki batı ve doğunun temsilcileri dönemlere göre değişiklik göstermiştir. Yunan-Pers dönemlerine kadar indiğimizde net olan bir üstünlükten söz etmek mümkün değildir. Daha çok tarafların ideolojik farklılıkları söz konusuydu. Persler son derece otoriter ve yayılmacı devlet yönetimleriyle batı kültürlerini tehdit etmişler ve batılılar ise kendi kültür ve egemenliklerini korumak amacıyla büyük bir savunma dönemine girmişlerdir. Burada batılılar diye bahsettiğimiz elbette dönemin batı temsilcisi Yunanlılardır. Kendi içlerinde birlik olamamış ve şehir devletlerince siyasi anlamda bölünmüş olan Yunanlılar; Pers tehditlerine karşı kendi birikimlerini korumak amacıyla kısa vadeli de olsa kendi aralarında çeşitli ittifaklar kurmuşlardır.

Büyük İskender ile birlikte büyük bir siyasi ivme yakalayan batılılar, önce kendi içlerinde güçlü bir siyasi yapı haline gelmiştir sonrasında ise doğunun üzerine yürümüştür. Büyük İskender; Anadolu, Pers ve Hint seferleri aracılığıyla büyük fetihlerinin neticesinde güçlü bir imparatorluk kurmayı başarmıştır. Basit bir Makedon Kralı olarak siyaset sahnesine atlayan Büyük İskender, evvela yerel bir güç olduktan sonra bölgesel bir güç olmayı başarmıştır. Ardından batının yegâne temsilcisi olarak doğunun ihtişamlı Pers İmparatorluğu’nun üzerine yürüyerek bu görkemli imparatorluğu kendi sınırlarına katmıştır. İskender’in ölümünden sonra imparatorluğu parçalanmış ve İskender’in henüz hayatta iken hükmettiği topraklar; Büyük İskender’in ölümünden sonra ‘savaş öncesi duruma’ dönmüştür.

Büyük iskender

Roma İmparatorluğu’nun bir küresel güç olarak tarih sahnesine çıkmasına kadar geçen sürede doğu ile batı arasında küçük çaplı çatışmalar devam etmiştir. Fakat Romalılar; neredeyse tüm Avrupa’yı ilhak ettikten sonra sınırlarını Büyük İskender dönemindeki gibi doğuya yönelmemişler, Perslerle komşu olduktan sonra hüküm sürdükleri üç kıtada bulunan topraklarında bir ‘barış sağlayıcısı’ olarak devam etmişlerdir. ‘‘Pax Romana’’ (Roma Barışı) diye adlandırabileceğimiz bu dönemde batı, yanı Roma; askeri, siyasi, ekonomik, sanatsal ve teknolojik üstünlüğü ile bilinmektedir.

Asya’dan Rus bozkırları üzerinden Avrupa’ya göç eden Hun güruhlarının Avrupa kıtasında yaratmış olduğu kargaşa batı için büyük bir tehdit haline gelmiştir. Kavimler Göçü‘nü tetikleyen Hunların bu devasa göçleri Avrupa kıtasında yeni siyasi aktörlerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Roma İmparatorluğu; Hunların baskılarından kaçıp Roma topraklarına giren barbar Cermen kavimleri tarafından talan edilmiş ve İmparatorluk milattan sonra 476 yılında yıkılmıştır. Roma’nın yıkılması ile birlikte Avrupa/batının üstünlüğü sona ermiş ve İslamiyet’in doğuşu ile birlikte doğunun üstünlüğü yavaş yavaş başlamıştır.

Kavimler Göçü haritası

İslam dininin ekonomi, bilim, sanat ve benzeri alanlarla olan iyi münasebeti; Müslümanların büyük devletler ve medeniyetler kurmalarına yol açmıştır. Abbasiler ve Emeviler gerek Doğu Roma İmparatorluğu gerekse diğer batılı aktörler üzerinde bir hâkimiyet kurmuştur ve Bağdat adeta bir bilim merkezi haline gelmiştir. İslam âlimlerinin İskenderiye Kütüphanesi’nde bulunan eski Yunanca eserlerinin Arap diline kazandırmaları doğu kültürü için büyük bir kazanım olarak kabul edilmektedir. Özellikle İslam dininin eski Yunan felsefi doktrinlerce oluşturulmuş sentezi, doğunun temsilcisi olan Müslümanları batı üzerinde mutlak bir üstünlüğüne götürmüştür. Yani eski öğretileri kendi dinlerine uygun bir şekilde ilave eden Müslüman düşünürler; İslam dinini teorik anlamda reform etmiş ve çağa uygun olarak güncellemiştir. Bilim, felsefe, sanat, ekonomi ve teknoloji alanlarında mutlak bir üstünlük kuran doğulular; Türklerin kitlesel bir şekilde İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra daha da üstün bir duruma geçmiştir.

Türklerin özellikle askeri üstünlükleri, Müslüman Arapların bilim, felsefe, sanat, ekonomi ve teknolojik üstünlükleriyle birleştiğinde tarih sahnesinde yeni güçlü Türk-İslam imparatorlukların kurulduğunu görmekteyiz. Selçuklular ve ondan sonra özellikle Osmanlıların tarih sahnesindeki yerleri doğuluların zirve noktası olarak kabul edilebilir. Fatih sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nu Roma’nın devamı olarak ilan etmesi ve özellikle Kanuni sultan Süleyman’ın artık ordusuyla birlikte Alman topraklarına kadar gelip Avusturya’yı talan etmesi batılıları ciddi anlamda sarsmıştır. Dönemin Kutsal Roma İmparatoru Şarlken; 1532 yılında Regensburg Diyeti aracılığıyla batılıları ilk defa bir araya getirmeye çalışmış ve Osmanlılara karşı yapıcı önlemler alınması öngörülmüştür. Esasında İstanbul’un 1453 yılında alınması ile birlikte Bizanslı düşünür ve bilim insanlarının İtalya’ya kaçmaları; İtalya’da bulunan Latin düşünürlerin bu Grek mültecilerden epey faydalanmaları gözlemlen ilmiştir. Avrupalılar uzun yıllar sonra bu Bizanslı mülteciler sayesinde eski Yunanca eserlerden haberdar olmuşlar ve bu eserler Avrupa kıtasındaki batılıların Rönesans’ını tetiklemiştir.

Rönesans kelime itibariyle ‘öze dönmek’ anlamını taşımaktadır. Batılılar; Roma’nın yıkılışından Rönesans’a kadar neredeyse bin yıldır büyük bir kimlik bunalımı içerisindeydi. Özellikle feodal düzen içerisindeki kilisenin Hristiyanlığı kendi çıkarlarına göre değiştirmesi ve bilimsel gerçeklerden uzak kalmaları skolastik düşünceyi arttırmış ve kilisenin bu söz konusu oluşturmuş olduğu düşünce modelinin dışına çıkanlar da yine kilise tarafından cezalandırılmıştır. İşte bu noktadan sonra batılıların yavaş yavaş kendi özlerine dönmeleri ve doğuluların ise uzun ve keskin üstünlüğün getirmiş olduğu rehavetle birlikte kendi özlerinden kopmaları yeni bir dengeler bütününün oluşmasına zemin hazırlamıştır. Baharat ve İpek yollarını kontrol eden Osmanlılar büyük zenginlikler elde ediyordu. Bu zenginlikleri elde etmek isteyen batılılar ise alternatif ticaret yollarını aramakla başladılar ve coğrafi keşifleri başlatmışlardı.

Reform ile birlikte Katolik Kilisesi ilk defa bir değişimi kabul etmiş ve Protestanlığın dışında da bazı diğer mezhepleri resmi mezhepler olarak kabul etmiştir. Protestanların Avrupa’nın kuzeyinde hâkimiyet kurmaları özellikle bu bölgelerde özgür düşüncenin hâkim olmasını sağlamıştır. Akabinde hümanizm ve aydınlanma döneminin başlanması, batılıları doğulular karşısında teorik anlamda bir eşitlemeye götürmüştür. Zihinsel arka planda aydınlanma çağı ile birlikte tekrar güç kazanan batılılar, yeni teknolojik buluşlar ve felsefi düşünceler ile birlikte devletlerini güçlendirmişler ve özellikle 1648 Westphalia Antlaşması ile birlikte ulus devletlerin önemi artarak Avrupa’daki devletlerde modernizasyonların da başladığını görmekteyiz.

Aydınlanma dönemi ile sanayi devrimi arasındaki dönemde batılılar; özellikle Arap (İslam) ve eski Yunanca eserlerden faydalanarak bu iki medeniyetin üzerine ilavelerle yepyeni keşifler yapmışlardır. Bu keşifler batılıların özellikle iktisadi yaşam standartlarını büyük ölçüde yükseltmiştir.

Artık teknolojik gelişmeler ve sanayi devrimi ile birlikte ekonomik, askeri ve politik anlamda doğu üzerine mutlak bir hâkimiyet kuran batılılar; coğrafi keşifler döneminde buldukları toprakları sömürerek kendi ihtiyaçlarını gidermeye çalışmışlardır ve bu noktada kendi ihtiyaçlarını tamamen bir baskı ve sömürgeci yöntem ile neredeyse maddi anlamda bir şey harcamayarak karşılamışlardır.

Söz konusu bu sömürgecilik dönemi o kadar tavan yapmıştır ki neredeyse tüm güçlü Avrupalı devletler, bir sömürgecilik yarışına girişmişlerdir. Deniz aşırı memleketleri sömürerek güçlerine güç katan bu batılı güçler, doğunun üzerinde belki de dönüşü olmayan bir üstünlük sağlamaya başlamışlardır ve bugün dahi neredeyse çözülemeyen bir eşitsizlik ortamını oluşturmuşlardır. Batılı güçler arasındaki ham madde dağılımının yaratmış olduğu kargaşa birinci ve ikinci dünya savaşını başlatmıştır ve bu savaşta batılılar kendileri aralarında savaşmışlardır. İkinci dünya savaşının sona ermesiyle başlayan soğuk savaş ve bunu takip eden SSCB’nin dağılması ve komünizmin çöküşüyle birlikte kapitalizm ve liberalizmin doğuşu batılı ülkelerin gücüne güç katmıştır. Kapitalizm ve özellikle liberalizmin tüm dünya pazarlarına yayılmasıyla birlikte dünya büyük bir köy haline gelmiştir ve güç dağılımları tarihte hiç görülmemiş bir boyuta ulaşmıştır. Batılılar doğululara tarihte görülmemiş bir üstünlük sağlamıştır. Bu üstünlüğü şu bilgi ile özetlemekte fayda var:

“Dünyanın yüzde 1’i, küresel servetin yüzde 82’sine sahip.”

Sonuç

Günümüzde batının doğu üzerindeki üstünlüğü belki dönüşü olmayan bir noktaya ulaşmıştır. Soğuk savaş döneminde hâkim olan çift kutuplu dünya sistemi, soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte tek kutuplu dünya sistemi olarak değişmiştir. ABD; sadece batının değil aynı zamanda dünyanın en güçlü devleti olarak SSCB’yi devirdikten sonra tarih sahnesine çıkacaktır ve kapitalizm, liberalizm ve küreselleşmenin beraberinde getirdiği sinema ve (sosyal) medya ile birlikte kendi hâkimiyetini tüm dünyaya yayacaktır. Bahsettiğimiz bu üstünlük günümüzde hala geçerlidir. Teknolojinin daha da gelişmesiyle birlikte robotik çağa yavaşça adım atmaktayız. Batının doğu üzerindeki üstünlüğünü tarihi bir perspektif ile izah etmeye çalıştık. Bu serüvenin geleceği ise mantıksal olarak bilinemez. Fakat tahminleri göz önünde bulundurursak sorularımıza gerçekten elverişli cevaplar bulabiliriz.

Muhammed Emin Ayverdi

Stratejik Ortak Misafir Yazar

KAYNAKLAR

Krallar ve Başkanlarla 50 yıl ………Lütfü Akdoğan cilt 2

Mensur Akgün: Camp David Düzeni Sarsılırken Türkiye/TESEV

Doç. Dr. Murat GÜL ve Bekir Ali YÜKSEL:İSRAİL’İN DIŞ POLİTİKASINI ANLAMAK: TEVRAT, “ON EMİR”, “VADEDİLMİŞ TOPRAKLAR” VE ÜSTÜNLÜK

Orhan Savaş: Mısır ve Tescilli İhaneti: Camp David Antlaşması-http://akademikperspektif.com/2014/06/04/misir-ve-tescilli-ihaneti-camp-david-antlasmasi/

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz