Hatıralarla Enver Paşa’nın Çocukluğu ve Harp Okulu Yılları

5355

Enver Paşa yani İsmail Enver 1881 yılının 23 Kasım’ında İstanbul Divanyolu’nda Ahmet Bey ve Ayşe hanımın ilk çocukları olarak dünyaya geldi.

İsmail Enver’in aile şeceresine göre 7 kuşak öncesi dedesine kadar ulaşabilmekteyiz. Bu şecereye göre 7 kuşak önceki dedesi Kırım’da bulanan ve Gagavuz Türklerinden olan Abdullah’tır. Abdullah, Kırımın Rus işgaline uğramasıyla birlikte Ukrayna’da bulunan Kili kasabasına göç etmiş ve Abdullah’ın soyundan gelenler yıllarca burada yaşamışlardır.[1]Daha sonraları Kili Kasabası’da Rus işgaline uğrayınca Abdullah’ın Kili’de doğan torunlarından biri olan Kahraman Ağa Kili’den ayrılarak Karadeniz’in kuzeyine indi ve şimdi Kastamonu’nun bir ilçesi olan Abana’ya yerleşti.[2]Bu aile burada daha önceki memleketleri olan olan Kili nedeniyle “ Killi” diye anılmaya başlandılar.

İsmail Enver’in babası Ahmet Bey, bir Osmanlı memuru idi. Bayındırlık Teşkilatı’nda kondüktör, yani şimdiki tabirle fen memuru olarak çalışıyordu.[3]İsmail Enver doğduğunda Ahmet Bey 21 yaşındaydı ve Ayşe Hanım’dan 5 çocuğu daha oldu. Bunlar; Hasene, Nuri, Mediha, Kamil ve Ertuğrul’dur. İsmail Enver’in kız kardeşlerinden Hasene daha sonra General Kazım Orbay’ın diğer kız kardeşi Mediha ise daha sonra Selanik Merkez Kumandanı Nazım Bey’in eşi olacaklardır.

İsmail Enver’in babası Ahmet Bey, bir Osmanlı memuru idi. Bayındırlık Teşkilatı’nda kondüktör, yani şimdiki tabirle fen memuru olarak çalışıyordu.[4]İsmail Enver doğduğunda Ahmet Bey 21 yaşındaydı ve Ayşe Hanım’dan 5 çocuğu daha oldu. Bunlar; Hasene, Nuri, Mediha, Kamil ve Ertuğrul’dur. İsmail Enver’in kız kardeşlerinden Hasene daha sonra General Kazım Orbay’ın diğer kız kardeşi Mediha ise daha sonra Selanik Merkez Kumandanı Nazım Bey’in eşi olacaklardır.

Okul Yılları

İsmail Enver’in ailesi maddi durum iyi bir aile olmamasına rağmen oğullarının eğitim ve öğretimine kuvvetleri yettiği kadar gayret göstermişlerdi. Ancak İsmail Enver, eğitim hayatında çok başarılı bir öğrenci olamamıştı. İsmail Enver, henüz 3-4 yaşlarında iken okula başladı. Önce Divanyolu’ndaki evlerinin hemen yanındaki bir ibtidaî mektebine, yani ilkokula gitti, mektebin hocası Kara Hafız’ın önünde “Bismillah”deyip besmele çekti ve altı yaşına kadar birkaç ibtidaî değiştirdi.[5] Enver, Fatih’teki ibtidaînin ikinci sınıfında iken babası Ahmet Bey’in Manastır’a tayini çıktı ve buraya taşındılar. İsmail Enver ilkokulunu da burada Manastır’da bitirdi.

Enver, 1889 yılında henüz 8 yaşında iken Manastır Askeri Ortaokulu’na girmek istemiştir. Ancak yaşı bu okula girebilmesi için küçüktü. Yaşı küçük olmasına rağmen ailesinin ısrarları üzerine okula alındı. İsmail Enver, askeri ortaokulu ve askeri idadi(lise) öğrenimini Manastır’da tamamlar. Bu okullarda pek de başarı vaat etmeyen orta dereceli bir öğrencidir İsmail Enver. Mesela Manastır Askeri Rüşdiyesi’nde şahadetname derecesinde yani pekiyi ya da iyi değildir. Bu şahadetnemede onun, mektebi bitirdiği zaman durumu “Karib-i Ala” yani “iyiye yakın” olarak yazılır.[6]Enver, bu mektepten 55 mevcudu olan sınıftan 19. Olarak mezun oldu. Enver, 1893’da Manastır Askeri İdadisi’ne girdi. İdadi tahsili normal geçmişti. Askeri liseye on beşinci olarak girdi, lisenin ikinci yılında on ikinci, üçüncü yılında dokuzuncu oldu. Liseyi bitirip harbiyeye giderken sınıfının altıncısı idi ama Manastır’da ki notlarının genel ortalamaya göre düşük olması yüzünden Harpokulu’na elli altıncı olarak girebilmişti.[7] Bu dönemine kadar derslerinde pek başarılı sayılmamasına rağmen sessizliği ve terbiyesi ile hocaları tarafından sevilen bir öğrenci olmuştu.

Enver, Harpokulu’na gitmek için tekrar doğduğu şehir olan İstanbul’a döndü. Harp Okulu onun karakterinin oturma bir şahsiyet edinme dönemi oluyor. Ancak yine de bir bakışta göze çarpan bir kişi olmuyor. Mesela onu harp okulundan tanıyanlardan Fahrettin Altay, Enver’den şöyle bahseder: “Sakin, çalışkan, fakat vasat zekâlı bir öğrenci…”[8].Yine General Ali Fuat Cebesoy’un ise görüşleri biraz daha etraflıdır: “Enver’i Harbiye’ den tanırım. Harbiye’ de üçüncü sınıftayken görüşürdük. Zaten amcası Halil benim sınıf arkadaşımdı. Atatürk’le de sınıf arkadaşıydık. Enver’in sınıfında bizden Fahrettin Altay vardı. Benim hatırımda kaldığına göre Enver çalışkan, mazbut, ciddi, sözünde durur bir öğrenciydi. Fakat büyük bir zekâ değildi. O sınıfın birincisi Hafız Hakkı’ydı ve bu, büyük zekâydı. Ama Enver için şunları da ilave edebilirim: Vekarlı ve müteşebbis…”[9].

Harp Okulu

Enver artık Rüştiyede’ki o sessiz ve hareketsiz çocuk değildir. O Harp Okulu’nda kendine bir şahsiyet oluşturmuştur. Öyle ki Harp Okulu’ndayken amcası Halil ile birlikte padişahın sarayında bir mahkemeden de geçmişlerdir. Bu mahkeme olayını Enver Paşa’nın kendisinden 2 yaş küçük olan olan amcası Halil Paşa şu şekilde anlatmaktadır:

Ben, hayatımın hikâyesine, daha Erkan-ı Harp(Kurmay)mektebi sınıflarındayken ve yeğenim Enver ile beraber başımızdan geçen bir siyasi tevkif olayı ile başlayacağım. Gerçi bizim siyasi heveslerimiz, bizim neslimizin bütün hürriyet aşığı talebeleri gibi, daha Harp Okulu sınıflarında başlar. Mektebe gizli sokulan siyasi edebiyat, Namık Kemal’in Vatan şiirleri, Avrupa’dan kaçarak gelebilen Genç Türkler yayınlarının elden ele dolaşışı, zalim hükümdara karşı gizli intikam yeminleri, vesaire, hep o mektebin duvarları arkasından geçer.

Ama ilk ve heyecanlı maceramız, yeğenim Enver ile beraber bir gece, Erkan-ı Harp mektebinde tevkifimizdir. Bu tevkifi, bizim muhafaza altında, Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’na sevkimiz, orada sorgularımız takip etti.

Sınıfta bir gece müzakeresindeydik. Birkaç gün evvel bir arkadaşımdan elime geçen “Les Occasions Perdues”(Kaybedilmiş Fırsatlar)isimli eseri okumuş, bitirmiştim. Bu kitap, Keçecizade İzzet Fuat Paşa tarafından yazılmış, Fransızca yayınlanmıştı.

İşte sınıfta tam bu kitabı bitirdiğim sıradaydı ki, “yat!” borusu çaldı. Fakat gene tam boru sesleri arasındaydı ki:

-Halil Efendi Yenimahalle! Enver Efendi Deraliye!.. diye bağıran baykuş gibi ses duydum.Bu vakit, bu saatte, böyle bir çağrının hayra alamet olmadığını anlamamak elbette kabil değildi.Ben de bunu derhal düşündüm.Ama ürkmedim.İçimden de: “Ne olursa olsun,ben şu kitabı bitirdim ya!..” diyerek koridora çıktım. Bağıran dahiliye zabiti idi. Yeğenim de o sırada ve bitişik dershaneden koridora çıkmıştı. İki dahiliye zabiti, Sadri ve Halil Beyler, bizi aldılar, müdüriyet dairesine götürdüler. Orada bir odaya beni bir odaya Enver’i kapattılar. Bu hallerin iyiye çıkmayacağı yolundaki tahminim bei aldatmadı. Az sonra Yüzbaşı Sadri Bey bizi aldı. Nizamiye kapısına indirdi. Orada bir fayton bekliyordu. Kendisine yol vermek için kenara çekildik. Fakat yüzbaşı:

-Hayır, dedi, siz geçin.  Yanyana oturacaksınız ve ben karşınızda oturacağım.. Askerce itaat ettik.Fakat ben bu arada ve arabaya binerken Enver’e: “Sen bir şey bilme her suale be muhatap olacağım… diye fısıldayabildim ama,yüzbaşı duydu.Çok kızdı bağırdı: “Susun, bir kelime bile konuşmanız yasaktır!.. Arabamız Zincirlikuyu üzerinden, Zuhaf alayları kışlaları arasında Yıldız Sarayı’na vardı. Büyük mabeynin kapısından yaya olarak saraya yürüdük. Bu arada beş altı tüfekçi kafileye katıldı. İkinci katta gene beni başka bir odaya, Enver’i başka bir odaya aldılar. Nihayet ben çağrıldım. Uzun koridorlar geçtik ve bir odaya alındım. Büyük bir masanın etrafını bir heyet almıştı. Daha sonra öğrendiğime göre, masanın başkanlık yerinde oturan Serhafiye(baş istihbaratçı) Kadri Bey’di. Etrafındaki yarım dairede 10-12 kişi yer almışlardı. Mahkeme heyetinden biri ittihamname olarak tam bir saçmalık ve hezeyan yazısı okudu. Bize atfedilen suç şuydu:

-Siz, geçen bayram selamlığında, padişahımız efendimize suikast için evinize iki anarşist kabul etmişsiniz!

Bayram selamlığında evimizde, hakikaten iki yabancı vardı. Ama iki anarşist değil.İşin aslını uzun uzun anlattım:

-Ben bir zabitim. Padişahıma sadakat yemini ettim. Bayram selamlığında evimizde iki misafir vardı. Ama biri, Şehzade Abdülmecit Efendi(Son halife) hazretlerinin Almanca muallimi olan genç bir Avusturyalı. Diğeri de onun getirdiği ve tanıttığı yabancı bir gazeteci. Viyana’da çıkan “Neue Freio Presse” gazetesinin yaşlı bir muharriri… Evim selamlık yolu üzerinde. Gelmek istediler. Kabul ettim. Geceden geliniz ki, sabah erkenden belki geçemezsiniz dedim…

O sırada hem savcı hem reis sordular:

– Enver beraber miydi?

– Evdeydi. Ama Enver erken yatar. Odası da ayrıdır. Bu misafirleri o gece tanıdı.Onlarla biraz Almanca konuştu ve odasına çekildi…

Beni çıkardılar. Tabii Enver’i çağırmış olacaklardı. Gece uyku yok. Sabah oldu. Yiyecek içecek yok. İşte o sırada bir de telkinci peyda oldu. Eniştemin uzak akrabasından ve vaktiyle Mecit Efendinin sarayında çalışırken sonradan Efendinin uzaklaştırdığı Cemil Bey isminde bir Gürcü. Mavallarını okumaya başladı:

– “Oğlum Halil, sen mert, dürüst bir çocuksun. Mühim bir istikbalin var. Bulunduğun padişah mahkemesi şaka götürmez. Seni tekrar çağıracaklar. İfadende mahkemeye, bir gece Şehzade Mecit Efendi’nin gönderdiğini ve bu yabancıları sana Şehzade tarafından onun getirdiğini söyle. Hemen serbest bırakılacaksın…” Anladım. Biz bir vasıta olarak kurban edilecektik. Asıl suçlandırılmak istenen Şehzade Mecit Efendi idi. Hulasa karışık bir düğüm içine düşmüştük. Ama bundan çıkmalıydık… Mahkemeye tekrar çağırıldığımda Cemil Bey’ in bana geldiğini söylediklerini anlattım ve eski ifademi tekrarladım. Mahkeme buz kesmişti… Ama reis kızdı. Ağzına geleni haykırmaya başladı ve hatta benim Enver’in saflığı, erken yatışı, kendini derslerine verişi üzerinde cümleler sıralarken büsbütün köpürdü. Enver için:

– Bu efendi kaz mıdır? Diye haykırdı. Ben de cevabını esirgemedim:

– Af buyurunuz reis efendi, Erkânı Harp mektebinin her sınıfında birincisi olan Enver Efendi, bir kaz değildir. Tıpkı benim gibi vatanına ve padişahına sadakat yemini etmiş çok zeki bir zabittir… 

 Böylece iş uzadı, gitti. Salondan çıkarıldık.Gene aykırı odalara götürüldük.Ama gece gene çağırıldık.Reis bu sefer Şehzade Abdülmecit için atıp tutmaya başladı.:

– Abdülmecit Efendi de kim oluyor? Şevketmeap efendimiz Abdülmecit Efendiye para vermese, o ne yapabilirmiş? Siz Abdülmecid’in sarayına gitmeyeceksiniz, vb…

Hulasa Yıldız Sarayı’nda mahkeme edilişimiz, çeşitli safhalar geçirdi. Çeşitli tertipler karşısında kaldık. Ama sonunda ne olduysa oldu ve mahkemen huzurunda reis bize sert birtakım ihtarlardan sonra, “Serbestsiniz!” diye hüküm bildirdi. Aynı şekillerde aynı yollardan mektebe getirildik.

Enver ile benim hayatımızın ilk siyasi macerası böyle geçti. Ama artık Mecit Efendi ile temaslarımız ve saraya ziyaretlerimiz de kesildi.”[10]

İsmail Enver yani Enver Paşa artık Harp Okulunu ve bütün mektepleri sarmaya başlayan siyasi çalkantının içindedir. Balkan coğrafyasında okuyup gelişmesi ve bu bölgede görevlendirilecek olması bölgenin içinde bulunduğu durumla ilgili olarak Enver Paşa’nın karakterini ve hayatını etkileyecektir.

Enver Paşa ve eşi Emine Naciye Sultan

Enver, Harp Okulunu 18 Kasım 1902’de bitirmiştir. Şevket Süreyya Aydemir, Enver’in okulu ikinci olarak bitirdiğini söylese de Enver’in babası Ahmet Bey’in Rumi 5 Teşrînsanî 318 yılında ailesine yazdığı mektupta “Enver’in hamdolsun birincilikle geçtiğini benim de terfi ettiğimi tebşir ederim. Pederiniz Ahmet.[11]cümlesiyle ailesine yolladığı mektupta oğlunun birinci bitirdiğini açıkça dile getirmiştir. O artık Yüzbaşı Enver’dir. Enver Paşa hayatının sonuna kadar sürecek olan macerasına artık başlamıştır.

İlk olarak 3.Ordu’ya, Makedonya’ya tayin edilmiştir. İlk birliği Manastır’da 13.Topçu alayıdır. Ancak usulen sekiz ay müddetle Sunuf-ı Selase’de yani ordunun 3 sınıfını teşkil eden piyade, süvari, topçu sınıflarında staj görmüştür.[12]29 Eylül 1903’te de Üsküp’teki 19.Nizamiye Alayı’nın 1.Taburu’na,21 Ağustos 1906’da da Rumeli’de eşkiyalığın kökünden kazınması için faaliyet gösteren takip heyetine tayin edildi.

Enver Paşa’nın mücadelesinin daha iyi irdelenebilmesi için o dönemin Makedonya’sının da bilinmesi gerekmektedir.

O dönemin Makedonyası bünyesinde bugünün Yunanistan, Sırbistan, Kosova, Makedonya Cumhuriyeti ve Arnavutluk’un bazı bölgelerini içine kapsayan tarihi bir coğrafyadır. İmparatorluğun son dönemlerin Makedonya üç vilayete ayrılmıştır: Manastır, Selanik ve Kosova.

19.yüzyılın sonundan itibaren devletin başını fazlasıyla ağrıtan ve zamanla uluslararası bir mesele haline dönüşmüş olan Makedonya’da milliyetçi hareketler giderek artıyordu. Makedonya’daki mücadele iki yönlüydü: Biri bölge halklarının yani Bulgar, Arnavut, Rum, Sırp ve Ulah’ların Osmanlı hâkimiyetine karşı yürüttükleri ortak başkaldırı diğeri de bu unsurların kendi aralarındaki kavgalarıydı. Üstelik aynı milletten olan cemiyetler de birbirleri ile kavgalıydı ve devamlı olarak kan dökmekteydiler.[13]Makedonya adeta kaynıyordu. Makedonya ve ülkenin birçok yerinde durum aynıydı ve Türk gencinin kafasında; Devlet nereye gidiyor? Ne yapmalı? Gibi sorular dolaşıyordu. İste Enver Paşa’da bu çalkantıların ve soruların tam ortasında kalmıştı. Enver kendine verilen vazifeyi yapıyor ve adına eşkıya denen milliyetçi çetelerle savaşıyordu. Hatta vazifesini yapma konusunda Enver Paşa hatıralarında şunları da söylüyordu: “Herkes hamiyyeten(vatana hizmeti duyguyla)vazifesini yapmalıdır. Bu suretle her şey düzelir… diyordum. Ve bir mülazımın kendi vazifesini yapmazken, Seraskeri tenkit etmesini ayıplıyordum. Ben de böylece vazifemi yapayım diyordum ve bu yolda fevkalade gayret gösteriyordum.”diyor. Ancak yıllar geçtikçe Enver çalkantıların içine iyice çekildikçe durumun sadece vazifesini iyi yapmakla düzelemeyeceğini anlayacaktır. Harekete geçmesi gerektiğinin farkına varacaktır. Biz yine Makedonya’ya geçelim.

Makedonya’da sık sık düzenlenen sabotajlar 28 Nisan 1903 yılında zirveye ulaştı. Amaç Avrupa’nın dikkatini Makedonya’ya çekmekti. Ciddi isyanlar oldu ve Selanik’te sıkıyönetim ilan edildi. O günleri o zaman Batarya Kumandanı yüzbaşı Enver Bey şu şekilde anlatıyor:

1319 senesi nisanın ikinci Hızırilyas günü kışlaya döndüm.40 atlı ile Karazan taraflarına gözcülüğe gönderildim. Bulgarların oralarda da o gün isyan ettikleri haberi alınmıştı. Diğer bir müfrezeyle de erkan-ı harp yüzbaşısı İsmail Hakkı Bey Resne caddesi üzerine gönderildi. Benim müfrezem bir şeye rastlamadı.Ama İsmail Hakkı Bey’in, Sapari köyünde eşkıya ile müsademeye tutuştuğu bildirildi.Şehirde heyecan başlamıştı.Birtakım silah sesleri duyuldu.Dükkanlar kapandı.Ufak çapta çarpışmalar,öldürülmeler oldu.Manastır’da yüz kadar İslam ve Bulgar öldü ya da yaralandı.Ben, derhal bir müfreze ile belediye civarını tutmaya memur edildim.Vakalar bastırıldı ama etrafta Bulgar çetecilerin çoğaldığı anlaşılıyordu.Mayıs ayında 18 kişilik bir Bulgar çetesi ile girişilen çarpışmaya ben de iki topla iştirak ettim.İlk tüfek ve top atışını orada gördüm…”[14] Enver Paşa’da artık Osmanlı Devleti’nin kendi tebaası ile yaptığı savaşın tam ortasındaydı. Artık isyanlar peş peşe birbirini izleyecekti.

Pazar gecesi nöbetçi bulunuyordum. Kışlanın karşısındaki ot yığınları birden yanmaya başladı. Yangını bildirmek için ve usule göre üç top atıldı. Ama yangın genişledi. Manastır etrafındaki ovada, İslamlara ait bütün kulübe, ekin ve ot yığınlarının ateşe verildiği görüldü. Demek, Manastır’da yangın işareti olmak üzere atılan üç top, meğer Bulgarlar arasında ihtilal işareti olmak üzere kararlaştırılmış. İhtilalin işaretini o gün biz kendimiz vermiş oluyorduk. Böylece Manastır etrafındaki bütün Bukgar köyleri isyan etmişlerdi. Halk, dağlara çekilmişti. Her tarafta telgraf telleri ve yollar kesilmişti. Manastır şehri, yani ordu merkezi, bu isyan ve ateş çemberi içinde her tarafla irtibatı kesilmiş olarak kaldı. Olayları bastırmak isteyen ufak jandarma müfrezelerine her taraftan Bulgar köylüleri ve çeteleri saldırıyordu. Çeşitli yerlerdeki askerler de birden saldırıya uğradılar.

Vaziyet buydu. Bu sırada bizim topçu birliklerine de Manastır şehri içinde asilere karşı sokak muharebeleri yapmak için martin tüfekleri dağıtıldı. Topçularımız bu tüfeklerle atlı olarak devriye geziyorlardı. Ama o sıralarda Bulgarlar, Kırçova, Klisora gibi bölük merkezlerini zaptettiler. Hükümet, her taraftan uğradığı saldırılar karşısında şaşırmış kalmıştı.”

Ardı arkası kesilmeyen isyanlar ve sıkıyönetim sonunda ciddi bir asker sevkiyatı oldu bölgeye. İsyancılar tek tek yakalanıp Fizan’a sürgüne gönderilmeye başlandı ve isyan ateşi sönmeye başlıyordu. Ancak isyan hedefine ulaşmış ve Avrupa’nın gözü Makedonya’ya dönmüştü.

Makedonya konusunda Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph, Alman İmparatoru Wilhelm ile 1903 Ekiminde bir araya geldi ve Mürzsteg Mütabakatını yani reform projesini hazırladılar. Proje, Makedonya’ya hem Avrupalı bir Hıristiyan, hem de bir Osmanlı valisi tayin edilmesini ve bölgede Avrupalı müşavirlerin görev yapmasını öngörüyordu ama faaliyetlere İngiltere’nin de müdahalesi ile projede değişiklik yapıldı. Sultan Abdülhamid kendisine sunulan bu projeyi imzalamak zorunda kaldı. Makedonya’daki üç vilayete müfettiş olarak Hüseyin Hilmi Paşa tayin edildi, Paşa’nın yanına iki Avrupalı müşavir verildi, bölgedeki jandarmalar da yabancı subayların kumandası altına girdi.[15]Bir artık Makedonya yabancıların kontrolüne girmişti.

Enver Paşa 1903 Ocak ayında Kurmay Yüzbaşı olarak 3.Ordu’ya tayin edildi. 5 sene boyunca burada çeteler ile ciddi çatışmalara girdi. Enver, burada giriştiği mücadeleler sayesinde ismini hem askeriyede hem de siviller arasında duyurmuştu. O yıllarda Manastır’da meydana gelen acı ve bir o kadar da utanç veri bir olay Enver’in hayatına büyük bir etki etmiş ve görüşlerini de etkilemiştir. Olay bir Rus konsolosun öldürülme hadisesidir. İşte Enver bu olayı şu şekilde anlatıyor:

“…Bu sırada zuhur eden bir vak’a büsbütün işi karıştırdı. Rusya Hükümeti’nin Manastır General Konsolosu Mösyö Rostkovski askerlere taarruza, rast geldiği yerde yerde selam vermediğinden dolayı tekdire ve hatta bir topçu neferini darba kadar varmıştı.

Nüzhetiye Karakolu önünden geçerken orada bulunan jandarma neferi Halim, tanımadığından arz-ı ihtiram etmez. Konsolos bunun üzerine kırbaçla yürür. Nefer de namus-ı askerisini muhafaza için ateş eder. Konsolos iki kolunu, vücudunu delen bir kurşunla yere serilir.

Silah sesi üzerine, kışladan mahal-i vak’aya koşmuştum. Nefer temkinini bozmayarak “Ben vurdum” dedi ve silahını bana teslim etti. Derhal teşekkül eden divan-ı harb-i askeride bulundum. Orada Rusya Sefareti Baştercümanı Mandelstam’ın hükümete yaptığı hakaret bütün asabımı tahrik ediyor. “Ah, ne vakit iyi bir idare teşekkül edecek, ne vakit bizi bu tahriklerden kurtaracak bir hükümet teessüs edecek?”diyordum. Divan-ı harp, Halim ile bir refikinin idamına karar verdi. Divan-ı harp kâtibi bulunduğumdan verilen bu hüküm hiçbir kanuna temas etmediğini söylemeden geçemem. Fiil-i katlin tehevvüren jandarma tarafından icra edildiğini konsoloshanenin divan-ı harpte bulunan vekilleride tasdik ettiler. Bununla beraber hükm-i idam söyle idi: Nefer Halim, tehevvüren başladığı fiil-i katli taammüden ikmal eylediğinden ve refikide esna-yı katilde arkadaşını meneylemediğinden idamlarına karar verilmiştir.”[16]

İmparatorluğun güçlü devletlerin elinde nasıl oyuncak edildiğini gösteren bu hadise Enver’i de derinden etkilemiştir. Enver için asıl utanç verici olan şey ise öldürülen konsolosun cenaze alayının geçişi sırasında toplarla selam atışı yapılması emri kendisine verilmesidir.

Enver kendisinin de dil getirdiği gibi padişah ve hükümetin devleti küçük duruma düşürdüklerini ve devleti yönetemediklerini düşünmektedir. Yani her ikisine de karşıdır. Yine hükümet ve padişaha karşı olduğunu hatıralarındaki şu sözlerden de anlıyoruz: “Harita başlarında, soba başında toplandığımız zaman, hükümetin aczinden, idare-i mutlakanın ve bilhassa Sultan Abdülhamid’in fenalıklarından bahsederdik. Gerçi bunlar sözde kalırdı. Ama fikirlerde, ufacık da olsa, intibah olurdu…”.[17]

Enver Paşa yine hatıratlarında şu sözleriyle de o günün atmosferini anlatır:

“Burada fikrimi yavaş yavaş değiştirmeye mecbur oldum. Yalnız hamiyet fikri ile hizmet beklemek doğru değildir. Böyle olsaydı kanun, kanundaki cezalara hiç hacet kalmazdı. Bu sebeple, her şeyden önce hükümetin vazifesini iyi yapabilmesi için kanunların tam olarak tatbiki lazımdır… Nitekim burada üst rütbedekilerde de, bunlara itaat edecek hal kalmamıştı. Bu halin devamı, memleketin mahvı demektir…

Bu halin devamı memleketin mahvı demektir diyor, Enver Paşa. Artık bir şeyler yapılması gerektiğinin memleketi sadece görevini yaparak kurtulmasını beklemenin sonuçsuz kalacağının farkına varmıştır. Artık harekete geçmenin vaktidir.

Memleketin kurtulması için bir şeyler yapma fikri artık memleketi, özellikle de Rumeli’yi sarmıştı. Hem Abdülhamid’in mutlak ve baskıcı iktidarı hem de Balkanlar’da yaşanan olaylar bu durumu körüklüyordu ve sonucunda bu maksatla cemiyetler kurulmaya başlandı.

Avrupa’da yıllardır faaliyette olan Jöntürkler Paris’te 4 Şubat 1902’de ilk kongrelerini yaptılar. Ancak kongre bölünme ile neticelendi. İki gruba ayrılmışlardı. Birinci grup Âdem-i Müdahaleciler adı altında Ahmet Rıza Bey’in yanında, diğer grup ise Müdahaleciler ismiyle Prens Sabahattin’in yanında idi.

Âdem-i Müdahaleciler daha sonra İttihad ve Terakki ismini alacak olan Terakki ve İttihat Cemiyeti’ni kurarlar. Müdahaleciler ise Teşebbüs-i Şahsi ve Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti’ kuracaklar.

Avrupa’da ki kongrenin bölünmesinden sonra Abdülhamid karşıtları Osmanlı’da yeni cemiyetler kurdular. Bunlardan birisi 1906’da Selanik’te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti idi. Genç subaylar hızlı bir şekilde yeni kurulan bu cemiyete üye oluyorlardı. Cemiyet 1907’de İttihad ve Terakki Cemiyeti ile birleşecekti.

Enver Paşa ise Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne 1906 Eylül ayında katılacaktı. Cemiyetin 12. Üyesi olacak ve bu cemiyet onu tarih sayfalarına hızlı bir şekilde sokacaktı. Cemiyete katılışını Enver Paşa şu şekilde anlatmaktadır:

“Nihayet 1332 Eylül’ünde Selanik’e gelmiştim. Orada, amcam Mümtaz Yüzbaşı Halil ile konuşuyorduk. Evvelce onunla Anadolu’da, Bulgar çetelerine müşabih çeteler teşkiliyle halkı uyandırmayı, hiç olmazsa böylece Anadolu’yu Rumeli’nin uğraması muhtemel olduğu inkısamdan kurtarınayı düşünmüştük. Bana eski fikrimde sabit olup olmadığımı sordu ve nihayet, Selanik’de bütün memleket için düşündüğümüz gibi çalışmak üzere bir cemiyet mevcut olduğunu söyledi kendisinin de dahil olduğunu ve, alelusul kimseye söylemeyeceğime yemin ettirdikten sonra söyledi. Tramvayda, o vakit hasta olan şimdiki Viyana Ataşemiliteri, sınıf arkadaşım Kolağası Hafız Hakkı Bey’i ziyarete gidiyorduk. Orada zımnen Hakkı Bey’e açtık. O da biraz mütereddit idi. Avdette düşünüyordum. Şeraiti sordum: “Memlekette idare-i meşrutanın, tesisine çalışmak 1293 Kanun-ı Esasisi’nin tatbikini temin etmekten ibarettir” dedi. Zaten defaatle eşkıya müsademesinde ölüme maruz kalmış olduğumu ve orada ölsem vatanıma büyük bir hizmet etmeden dünyayı terk edeceğimi tahattur ettim ve bu yolda ölürsem hiç olmazsa vicdanen müsterih ölürüm diyerek muvafakat ettim. Fakat usul veçhiyle hey’et-i idareye arz-ı malumat edilecek, cevap alınacak, sonra cemiyete merasim-i mahsusası dahilinde girecektim Evde amcamdan ayrıldım.

Ertesi gün Manastır’a avdet edecektim. Kendisine hürmet ettiğim ve namusuna emin olduğum Rüşdiye muallimi, Selanik Rüşdiyesi Müdürü Binbaşı Tahir Bey’e ziyarete gittimdi.

Kendisine, bu yolda bir teklifte bulunulduğunu söyledim.  …”Beni anlamaya mı geldin? Mamafih söyleyeceğim. Böyle bir cemiyet var. Ben de dâhilim. Sen de gir. İyi olur” dedi ve ertesi gün hareket edeceğimi söyleyince: “O halde haydi, çıkalım” dedi. Ben bir ufak kütüphanede bekledim. O gitti. Biraz sonra gelerek: Müfettiş-i Umumilik refakatinde bulunan Priştineli Erkan-ı Harp Binbaşısı Hakkı Bey’in gelip evden gece saat ikide beni alacağını ve onun götüreceği yere gidip merasim-i mahsusası dahilinde yemin ile cemiyete gireceğimi, söyledi. Ben de, “Pekiyi” diyerek ayrıldım. Artık geceyi bekliyordum.

…Saat ikide kapı çalındı. Kapıyı açtım: Hakkı Bey idi. Nazım Bey’ e Manastır’dan gelmiş bir arkadaşımı görmeye gideceğimi söyleyerek sivil muşambamı giydim. Revolverimi cebime koydum, Allah’a mütevekkil olarak çıktım. Kafe Kristal’e gittik. Orada birkaç kişi oturmuştu. Selam vererek oturduk. Biraz sonra yalnız bir sivil ve ikimiz kaldık. Oradan, kapıda duran, bir beyaz beygirli arabaya bindik. . Yalılar Caddesi’ni takiben Deppoy’a doğru inmeye başladık. Yolda bu sivili Hakkı Bey takdim etti:

“Posta ve Telgraf Başkâtibi Talat Bey” dedi. Kalbimde kendisine karşı büyük bir muhabbet hissediyordum.

Alatini Tuğla Fabrikası’nın sokağından biraz evvel arabadan indik. Ben Talat Bey ile beraber sokağa girdim. Meydanlığa çıkan köşede durduk. Talat Bey, cebinden çıkardığı siyah bir gözlüğü gözlerine yerleştirdi. Altında siyah bir bez olmakla beraber, cüz’i etraf seçiliyordu. Mamafih Selanik’in yabancısı olmak dolayısıyla buraları bilmiyordum. Bir bahçeden içeri girdik. Bahçe kapısında “Kimdir o ?” dendi: “Hilal” parolası verildi. O bekleyen beni aldı. Talat Bey dışarıda kaldı. Bir taş merdivenden çıktık. Sağda bir odaya girdim. Orada yalnız kaldım. Hafif bir lamba ziyası odayı tenvir ediyordu. Perdeler kapalıydı. Biraz sonra kısa boylu, siyah peçeli biri içeri girdi. Bana, cemiyet girmekte sabitkadem olup olmadığımı tekrar sordu: Evet, dedim. Gözlerimi tekrar siyah bir bezle sıkıca bağladı. Etrafı hiç göremiyordum. Geldiğimiz kapıdan çıktık. Karşıda bir odaya girdik. Bir kaç adım sonra ayakta durduruldum. Birisi, karşıdan doğru, bir nutuk okudu. Bunda vatanın hali buna sebep olan idare-i zalimenin seyyiatı mezkûr idi. Nihayette bu seyy’atı deff için teşekkül eden Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne kabul ettikleri münderiç idi.

Nihayet sıra yemine geldi. Sağ elim Kur’an-ı Azimü’şşan, sol elim de bir kama ve bıçak üzerinde olduğu halde, 1293 Kanun-i Esasi’nin istirdadına ve bu uğurda hiçbir şey esirgemeyeceğime ve ihanet etmeyeceğime yemin ettim. Sonra gözüm açıldı. Karşımda siyah peçeli, kırmızı örtülü üç şahıs bulunuyordu. Ben, nutuk ve bu manzara karşısında pek müteessir olmuştum. Kalbimde yalnız başıma bu idare-i zalimeyi kökünden devirecek bir kuvvet ve bu kuvvetle mütenasip bir hahiş hissediyordum. Böyle vatana çalışmayı azmeden bir cemiyete intisabım dolayısıyla bir de fahr hissediyordum. Ortada bulunan şahıs, cemiyet efradı arasında tanışmak icab ederse sağ elinin baş ve şehadet parmağıyla bir hilal işareti yaparak, evvela bu işaretin etrafındakiler anlamayacak surette söyleyecek olan tarafından verilmesini sonra da “muın” parolasının evvelâ işareti alan tarafından ilk “mim” harfinin, sonrada “ayn” harfinin işareti verem tarafından söylenmesi ve böylece münavebe ile kelimenin ikmalini ve kelime bitince bu iki şahsın cemiyete intisabından şüpheleri olmamasını söyledi. Ve bu hey’etin bir hey’eti tahlîfîye olduğunu ve eğer başka diyeceğim var ise makam-ı lâzimîne bildirmek üzere rehberime söylememi ihtar etti ve gözümü bağlamamı söyledi. Bağladım ve çıktım. Geldiğim veçhile evden çıktık.

…Bu tahlifle numara verilmek lazım gelirken bana hiçbir şey vermemişlerdi. Ben de istemeyi unutmuştum. Maamafih on ikinci olarak cemiyete dahil olmuştum.Artık kalbim vatanın kurtulacağına fevkalade mutmain olduğu halde ertesi gün Manastır’a hareket ettim”.[18]

Enver Paşa, hayatını ve hatta Osmanlı Devleti ve Türk milletinin kaderini değiştirecek olan cemiyete böyle katılmıştı. Ancak hükümet kısa sürede cemiyetten haberdar olmuştu. Hükümet hemen harekete geçerek cemiyetin bazı üyelerini tutuklamış ve cemiyet hakkında bir tahkikat başlatmıştı. Başlatılan bu tahkikatın başına ise Enver Paşa’nın kız kardeşi Hasene Hanım’ın kocası olan yani Enver’in eniştesi Selanik Merkez Kumandanı Nazım Bey vardı.

Cemiyet, tahkikatın başında olan Nazım Bey’in 1908 Haziran ayında ortadan kaldırılmasına karar verdi. Yani Enver eniştesinin vatanın ve milletin selahiyeti adına çıktığı bu yolda öldürülmesine karar vermişti. Bu girişim için Mustafa Necip Efendi görevlendirildi ise de girişim başarısız oldu ve Nazım Bey bu suikast girişimini bacağından yaralanarak atlattı.

Yine bu sıralarda Avrupa’da ciddi bir gelişme yaşandı. Reval Mülakatı. Reval’de İngiltere Kralı yedinci Edward ile Rus Çarı İkinci Nikola bir görüşme gerçekleştirdiler. Bu görüşme başta Almanya ve Osmanlı’yı rahatsız etmişti. Bu görüşme İttihadçıları da ciddi heyecana sevk etmişti. Heyecanlanmakta ve endişelenmekte haklı idiler. Çünkü Reval’den gelen söylentilere göre İngiltere ve Rusya Osmanlı’nın taksimi konusunda anlaşmaya varmışlardı. Hâlbuki İngiltere, Rusya ve Osmanlı’nın karşı karşıya geldiği dönemlerde her zaman Osmanlı’yı desteklemişti. Sebebi ise bölgede daha büyük ve güçlü bir Rusya istememesi idi. Ancak bu görüme işleri bozmuştu. Anlaşılan İngiltere artık Ruslara karşı Osmanlı konusunda daha esnek davranacaktı.

Abdülhamid endişe ile hemen Alman İmparatoru ile iletişeme geçip bilgi istemişti. Reval’de Makedonya’nın da elden çıkacağı hakkındaki söylentiler de yayılmaya başlıyordu. Bu söylentiler Balkanlar’da bulunan genç subayları heyecan ve tedirginliğe sevkediyordu.

Onlar için durum iyice kötüye gidiyordu. Nazım Bey’e yapılan başarısız suikastın ardından tahkikat genişletilmişti ve bir de bu Reval çıkmıştı. Bu endişe öncelikle iki ismi Resneli Niyazi Bey ve Enver Paşa’yı harekete geçirmişti. Selanik’te her yerde İttihadçılar aranmaktaydı. Enver tetikte bekliyordu. Ardından Kosova vilayetlerinin umumi müfettişi olan Hüseyin Hilmi Paşa tarafından çağırıldığını öğrenince hemen Selanik’i terk etme kararı aldı.25 Haziran’da şehirden ayrıldı. Onun ayrılışından 3 gün sonra ise Niyazi Bey beraberinde 160 asker ile Resne’de halkı uyandırıp padişahı 1878’de askıya aldığı anayasayı tekrar yürürlüğe koyması için dağa çıktı. Enver ise Selanik’i terk edip dağa çıkmasını hatıratında şöyle anlatacaktı:

…Validem, Müfettiş Paşa’nın yaveri ve emir neferi üç defa gelip beni aradığını, behemahal Paşa’yı görmem lazım geldiğini söyledi. Sofra hazırdı. Sükûnetle birkaç lokma aldım. Fakat acaba Müfettiş Paşa benden şüplendi mi diye düşünmeye başladım. Vakit kaybı lazım değildi. Hemen odama çıktım. Sırtımdaki beyaz ceketi çıkardım. Siyah pelerinimi aldım. Ortada bulunan birkaç kâğıdı parçaladım. Burada her şey bana meyüsane bakıyordu. Hava kararmaya başlamıştı. Müteessir olmaya başladım. Fakat vazifemin ulviyetini düşünerek bu teessüre teessüf ettim. Odanın içine son bir nazar fırlatarak çıktım. . .Kapı yanında asılı kılıcıma baktım. Annem, kapının yanına gelmişti. Elini öpmek istedim, fakat hiçbir şey anlamamasını istiyordum. Kendimi zaptettim. Evden çıktım. Babam bu gece vazifesi iktizası yolda olduğundan kendisiyle görüşememiştim.

Maamafih, evden çıkınca, eski beşaşetim avdet etti. Artık gözümde hiçbir şey yoktu. Evet! Bir vakitler vatana hiçbir fayda temin etmeden bir şaki kurşununa hedef olacak yerde, vatanın selameti için ölecektim. Bu halde, hiç olmazsa, rahmet okuyacak birkaç kişi bulunacaktı. . . . Manastır Hey’ et-i Merkeziyesi’nde, Süvari Kaymakamı Sadık Bey’in dediği gibi, Süavi merhumun istibdat duvarına çaktığı çivi, benim tırmanmama yardım edecekti. Merhumun cesaretine hayran olduğumdan, ben de, aynı ismi nam-ı müstessir olarak almıştım. Merkez-i Umumi evrakına Süavi diye, muhaberatta ilk evvel kullanılmasına sebep olan dört köşe kufi yazıyla imza ederdim.

…Tüfeğim ile tabancam yanlışlıkla Hıfzı Bey’in yazıhanesinde kaldığından, Yenice’ye kadar, yalnız ufak revolverim ile gitmeye karar verdim. Bu sırada Talat Bey, cemiyet sandığından masairif-i melhuzeye karşılık olmak üzere on lira verdi. Biraz sonra arkadaşlarla veda ederek ayrıldık.

 …Haziran’ın on iki ve on üçüncü perşembe ve cuma günleri arasındaki gecede artık Selanik’i, ailemi, istikbal-i maddimi terkederek sadece ahaliden bir ferd gibi, hükümetin bütün kuvvetine karşı alenen, müsellahan ilan-ı isyan ediyordum. Fakat evvela Allah’a ve Peygamber’e, sonra da cemiyetimizin teşkilatına, hükümetin zulmünden bizar olan millete itimad-ı tammım olduğundan istikbal-i vatanı gayet parlak görüyor, bunun için benim maddeten kararan istikbalimin zulınetine ehemmiyet vermiyordum.

…Şehir kapısında[n] , kolcuların gözüne ilişmeden çıktık. Vardar Kapısı’nda henüz açılmış olan kahvelerin önünden geçerken artık Selanik’e veda ediyordum. Nişanlarımı sökerken hissettiğim ufak bir teessür büsbütün zail olunuştu. Vakıa, artık eski tahayyülatım gibi memlekete hadim iyi bir asker olamayacaktım. Çünkü bu andan itibaren hiç idim. Dağda ise kim bilir hangi kurşunla vurularak ası diye cesedim bir köşeye atılacaktı. Fakat, memnun idim. Çünkü, şimdiye kadar meınlekete esaslı bir fayda temin edemeden on defa âdeme mahkum olup kurtulan hayatımı bu kerre hakikaten vatan selameti yolunda sarfedecektim. Binaenaleyh, ‘Elbet bir gün gelecek beni rahmetle yadeden bulunacaktır’ diyordum…”[19]

Enver Paşa, tam 41 gün boyunca dağlarda köyleri dolaşarak insanlara konuşmalar yapıyor anayasayı ilan konusunda desteklerini istiyordu. Enver ve Niyazi Beyler köy köy dolaşıp halkın desteğini alırlarken şehirde silah sesleri yükseliyordu. Cemiyet Abdülhamid taraftarlarını ortadan kaldırmaktaydı. Ancak çok ve asıl ses getiren olay ise Abdülhamid’in cemiyet üyelerini ortadan kaldırmak ve ortalığı yatıştırmak için bölgeye yolladığı Şemsi Paşa’nın 7 Temmuz’da öldürülmesi oldu. Bununla da kalınmayarak bu cinayeti soruşturan komisyonun üyesi olan Fevzi Paşa’nın da dağa kaldırılması halkı galeyana getirecek ve üç binden fazla sivil o gece çetelere katılarak dağa çıkacaktı.[20] Fevzi Paşa’yı kaçıran kişi Tatar Osman adında ki bir cemiyet üyesi idi. Tatar Osman kaçırılma olayı sırasında Hıfzı Paşa’nın konağını da kuşatmış ancak Hıfzı Paşa’ya dokulmamış ve kuşatma kaldırılmıştı. Bunun üzerine Hıfzı Paşa, padişaha gönderdiği telgrafta bir cümlesiyle Manastır’da ki olayları özetler nitelikteydi:

Manastır’da ben kulunuzdan başka herkes İttihadçıdır”

Saraya artık üst üste telgraflar gelmekteydi. Telgraflar anayasanın tekrar yürürlüğe konmasını istiyordu. Hatta bazı telgraflarda ordu ile İstanbul’a yürünmesi tehdidinde bile bulunuluyordu. Olayların artık durdurulamaz olduğunu anlayan Abdülhamid: “Kanun-i Esasi’yi ben tesis etmiştim… Madem ki milletim yine bu kanunun mer’iyetini istiyor ben dahi verdim”sözleri ile 23 Temmuz 1908’de tekrar yürürlüğe koydu.

Bu gelişme artık Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ve İttihad Terakki’nin yönetimi ele geçirmesinin önünü açacaktı. Artık İsmail Enver  “Hürriyet Kahramanı Enver Bey” idi.

Enver Paşa’nın hayatının önemli noktalarını kısaca şu şekilde anlatabiliriz:

Meşrutiyetin ilanından tam beş buçuk ay sonra hayatının dönüm noktalarından birisi olan Berlin ateşemiliterliğine tayin edildi.Hatta bu konuda o zaman şehzade olan ileride Hailfe olacak olan Abdülmecid Efendi 1919 yılında Fransız bir gazeteye verdiği demeçte şu sözleri diyecekti:

Bütün felaketler, Enver’in Berlin’e askeri ateşe olarak tayini üzerine,İstanbul’dan Avrupa’ya gitmek için trene binmesiyle başladı” [21]

Yine 1909’da 31 Mart ayaklanması üzerine Berlin’den Selanik’e gelecek oradan da İstanbul’a geçecek ayaklanmayı bastırmak için Hareket Ordusu’na katılmış ve ordunun kurmay başkanı olarak İstanbul’a girmiştir. Ardından ortalık durulunca tekrar Berlin’e döndü.  1909’da Sultan Abdülmecid’in torunu olan Naciye Sultan ile nişanlandı, 1914’te de evlendi.

İtalya’nın 1911 Ekim ayında Trablusgarp’a saldırması sonrası hükümetin fiilen savaşa girmekten çekinmesi üzerine bölgeye giden gruba katılarak Trablusgarp’a gitti.Bingazi-Derne Cephesi kumandanı oldu.

Balkan Devletleri’nin 1912 yılında Osmanlı’ya saldırmaları üzerine Balkan Savaşı çıkınca tekrar İstanbul’a döndü. Ancak döndüğünde savaş kaybedilmiş durumda idi.Rumeli,Edirne’ye kadar elden çıkmıştı.O dönem Yarbay Enver 10. Kolordu’nun başına atandı.Ancak Bulgarların İstanbul’a yürüme tehditleri üzerine hükümet mütakere istemek zorunda kaldı.

Londra’da yapılan 16 Aralık 1912’de ki barış konferansında Edirne’nin Bulgarlara verilme ihtimali doğunca Enver, arkadaşları ile beraber Babıâli’yi bastı. Baskında Harbiye Nazırı Nazım Paşa vuruldu. Kamil Paşa hükümeti zorla istifa ettirildi. Sadarete Mahmut Şevket Paşa getirildi.

Mahmut Şevket Paşa’nın 11 Haziran 1913 günü sukasti sonucu İttihad Terakki idareye tamamen hakim oldu. Enver ise Balkan ülkelerinin arasında çıkan anlaşmazlıklardan istifade ederek 1913 Temmuz ayında Edirne’yi Bulgarlar’dan geri aldı.Artık sadece Hürriyet Kahramanı değil aynı zamanda Edirne Fatihi idi. 15 Aralık’ta da albaylığa yükseldi.

Enver kısa süre içerisinde rütbelere atlayacaktı. 3 Ocak 1914’te mirliva  beş gün sonra zamanının genelkurmay başkanlığı olan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği’ne tayin edildi. 3 gün sonra ise Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekil oldu.Bu sırada 33 yaşında idi. 1917 Ocak ayında da orgeneral olacaktı.

2 Ağustos 1914 günü ise Almanya ile ittifak anlaşması imzalandı. Alman savaş gemileri olan Goeben ve Breslau, 11 Ağustos günü Enver Paşa’nın verdiği izinle Karadeniz’e geçerek Rus limanlarını bombaladı ve Osmanlı fiilen savaşa girmiş oldu. Girişten 4 sene sonra yenik olarak 30 Ekim 1918’de Mondros Mütakeresini imzalamaya mecbur kaldık.

Enver için Osmanlı’da ki son perde ise İttihad Terakki liderlerinin 1 Kasım 1918 gecesi Alman torpidosu ile memleketi terk etmeleri oldu.

Mustafa Doğancı

Stratejik Ortak Misafir Yazar

KAYNAKÇA

BARDAKÇI, Murat, Enver, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,2015

AYDEMİR, Şevket Süreyya, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, c.1,c.2,c.3,Remzi Kitabevi, Ankara,1972

KARA, İlyas, Enver Paşa ve Basmacılar İsyanı, Yediveren Yayınları, İstanbul,2011

BADEMCİ, Ali,1917-1934 Türkistan Milli İstiklal Hareketi Korbaşılar ve Enver Paşa, Ötüken Yayınları, Ankara,1975

MAYATEPEK, Osman-BAYHAN, Fatih, Dedem, Enver Paşa, Timaş Yayınları, İstanbul,2015

CENGİZ,Halil Erdoğan, Enver Paşa’nın Anıları, İletişim Yayınları, İstanbul,1991

[1] Murat Bardakçı, Enver, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,2015,s.51

[2] Bardakçı, a.g.e., s.51

[3]Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, Remzi Kitabevi, İstanbul,1972.c.1,s.180

[4]Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, Remzi Kitabevi, İstanbul,1972.c.1,s.180

[5] Bardakçı, a.g.e., s.52

[6] Aydemir, a.g.e., c.1, s.186

[7] Bardakçı, a.g.e., s.79

[8] Aydemir, a.g.e., c.1, s. 190

[9] Aydemir, a.g.e., c.1, s.190

[10] Aydemir, a.g.e. , c.1 s.195

[11] Bardakçı, a.g.e.

[12] Osman Mayatepek, Fatih Bayhan, Dedem Enver Paşa, Timaş Yayınları, İstanbul,2015,s.45

[13] Bardakçı, a.g.e. , s.80

[14] Halil Erdoğan Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları, İletişim Yayınları, İstanbul,1991,s.46

[15] Bardakçı, a.g.e. , s.81

[16] Bardakçı, a.g.e. , s.84

[17] Aydemir, a.g.e. , c.1 s.453

[18] Bardakçı, a.g.e. , s.90

[19] Cengiz, a.g.e. , s.92

[20]  Bardakçı, a.g.e. , s.96

[21] Bardakçı, a.g.e. , s.109

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz