Milliyetçilik kavramının tarihini on sekizinci yüzyıl sonlarına, Herder ve Fichte’ye, hatta kimi yazarlara göre Kant ve Rousseau’ya kadar götürmek mümkündür.[1] Milliyetçilik kavramının kullanımı eski zamanlara dayansa da Fransız İhtilali’nden sonra, ortak kültür, dil, din ve toprak parçası kavramlarına dayalı bir anlam kazanmıştır. Bu bağlamda Avrupa’daki güç dengelerini değiştirirken, Asya’daki çok uluslu, çok kültürlü imparatorlukları tasfiye eden bir siyasal kavram haline gelmiştir.[2]
Osmanlı İmparatorluğu’nda siyasal sistem, toplumsal alanı dini bir kimlik tanımlaması olan ‘millet’ sistemi düzeninde belirlemişti. Millet sistemi, etnik (kavmi) ve dil birliğine değil din ve mezhep esasına dayandırılmıştı. Millet sistemi, Osmanlı’nın İmparatorluğuna katmış olduğu, farklı dini, etnik ve sosyal yapıların, kültürel çeşitliliklerini dikkate alma gayretlerinin bir sonucu olarak zaman içinde ortaya çıkmıştı. Bu sistem, bir yandan toplumun fertlerine belirli ölçüler dâhilinde dini, kültürel ve etnik sürekliliklerini sağlama imkânı verirken diğer yandan onların Osmanlı idari, ekonomik ve siyasal sistemi ile de uyum içinde olmalarını sağlamıştır.[3] Yavuz Sultan Selim’in, Kahire’de bulunan son Abbasi Halifesi’nden Halifelik makamını kendi üzerine almasıyla, Osmanlı, İslam dünyasında kapsayan ve koruyan bir konuma ulaşmış oldu. Türk-Arap ilişkileri açısından da farklı bir saygı sistemi geliştiren dönemin başlangıcıyla Arap dünyasının büyük kısmı Osmanlı yönetimine girse de Bağdat ve Basra yönünde hakimiyet sağlanması, Mısır dışında Kuzey Afrika’da yönetimin oturması XVII. yüzyılın ortalarında ancak gerçekleşebildi.[4]
Osmanlı yönetimine yönelen ilk örgütlü muhalif hareket olarak kabul edilebilecek olan Vahabi hareketi tasavvufu eleştirirerek, Osmanlı’nın artık İslam’ın temsilcisi ve koruyucusu olamayacağı iddiasıyla ortaya çıksa da Osmanlı İdaresi tarafından bu hareket ve etkileri bastırılmıştır. Ancak bu hareketin ileriki süreçte İslam’ın koruyuculuğunu yerine getirememe ve Müslümanların yozlaşmasına izin verme gibi iddialarla doğacak olan muhalif ayaklanmalara fikri öncülük ettiği söylenebilir.[5] 19. Yüzyıla gelindiğinde ise Osmanlı’nın birçok dinden ve ırktan insanı kendi yönetim sistemi içinde barındıran imparatorluk yapısı, ulus-devlet anlayışının yükselen destekçileriyle çözülme sürecine girmiştir. Milliyetçilik akımının etkisi gayrimüslim halkın çoğunlukta olduğu Balkanlar’da çok net bir ayrımla ortaya çıkarak bölgenin Osmanlı Yönetiminden kopuşuna sebebiyet verirken, Arap Vilayetlerinden Osmanlı etkisinin kırılması kesin bir ayrılık şeklinde olmamıştır.[6]
Hicaz’da, Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlerini sürdüren Vahabi Hareketi’ni bastırmasıyla İslam Alemi nezdinde büyük itibar kazanan Mehmet Ali Paşa Suriye Valiliği içinse Osmanlı ile ters düşmüştür.
Bununla birlikte din ve mezhep eşitliği sağlayacağı yönünde gerçekleştirdiği reformla Müslüman ve Hristiyan halkın sempatisini kazanmıştır.[7] Farklı bir açıdan bakıldığında ise Hristiyan Arapların ve Avrupalı Devletlerin sempatisini kazanmak için misyoner okulları ve Batı Ülkelerinin Konsolosluklarının serbestçe hareket etmesine imkan tanınırken bölge de Batı Kültürünün etkisine açık hale gelmiştir. Mısır ve Suriye’de Arap Milliyetçiliğini savunan eserlerin basılması, teşvik edilen misyoner okulların etkinlikleri, Avrupa’ya gönderilen öğrencilerin ülkelerine dönerken edindikleri kültürü de taşımalarıyla Arap Milliyetçiliğinin fikirsel temeli atılmış oldu. Mısır Yönetiminin Suriye’deki valisi olarak görülen İbrahim Paşa’nın evrilen siyasi durumu, ‘Arap Kimliğinin Türkler’in baskıcı tavrına savaşı’ olarak tanımlaması ve Osmanlı yönetiminde toplumun başlıca unsuru olarak görmeyip tebaa statüsü verilen Hristiyan Arapları asli unsur yapacağı bir Arap Devleti’nin sözünü vermesi bir Arap Devleti fikrinin temelini attı diyebiliriz.[8] Avrupalı devletlerin bölgeye önem vermesinin iki önemli nedeni ise Arap Milliyetçiliğinin yükselişe geçmesini sağlayarak Osmanlı’nın bölünmesine zemin hazırlamak ve Arap toplumunu kendi yanına çekerek zengin yeraltı kaynaklarını ele geçirmektir.[9] Avrupalı Devletler tarafından kurulan okullarda belirli bir amaca hizmet etmek için yetiştirilen Arap Öğrenciler ayrılıkçı ve milliyetçi düşüncelerle Arap Milliyetçiliğinin yayılmasına öncülük ettiler. Bu öğrencilerden Fransız Okulunda eğitim almış olan ve Arap Bağımsızlık Hareketinin Milli Marşı’nın güftesini hazırlayan Şair Refik Sellum, idamla yargılandığı mahkemesinde Arap İstiklalini desteklemesi dışında Türkleri lanetlemesi ve suçlamasıyla Mahkeme Başkanının dikkatini çekmiştir.[10]
Arap Milliyetçiliğini, bir etnik kalkışmaya çevirmeye yönelik iç ve dış faktörlere rağmen, Arapların aklına Osmanlı Yönetiminden bağımsız bir devlet kurma düşüncesini getiren ve bu konuda konferanslar yapıp kararlar aldıkları olay 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda maruz kalınan büyük yenilgidir. Arap Müslümanların ileri gelenleri, Osmanlı Devleti’nin dağılması durumunda Arapların tavrının ne olacağını tartışmak için Suriye’de gizlice toplanmışlardı. Toplantı sonucunda herhangi bir Avrupa ülkesi işgale kalkışırsa Osmanlı Yönetiminden bağımsız yeni bir devlet kurma ve kurulacak devletin başına Emir Abdulkadir el-Cezairî’yi getirme kararına varmışlardır.[11]
Trablusgarp’ı ele geçirmek isteyen İtalya, Banco Di Roma isminde bir banka kurarak, toprak ve emlak satın almış; hastane, okul ve postane açmıştır. Osmanlı Yönetiminin izni ile fosfat ve altın madenlerini arama ve çıkarma yetkisine sahip olurken bazı yöneticiler İtalya’nın bölgeye uyum sağlamasını kolaylaştıracak bu adımlara sert bir şekilde karşı çıkmışlardır. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihat ve Terakki taraftarı olan Trablusgarp valisi Recep Paşa’nın yerine vekil olan valinin halkın büyük tepkisine sebep olması üzerine gelişen olayları incelemek için Erkan-ı Harp Kolağası Mustafa Kemal görevlendirildi. Tepkili halk ve bölgenin ileri gelenleri ile görüşen M. Kemal din kardeşliği teması üzerinde durarak, birlik ve beraberliğin gücünün devletin varlığını korumakta kullanılacağına dair söz vererek halkı iş birliğine davet etmiştir. Sonrasında halk ayaklanmayı sona erdirip yeni hükümetin otoritesini kabul etmişse de gelişen süreçte Osmanlı Yönetimi Trablusgarp’ta varlığını yeterince hissettirememiştir.[12]
Sonuç itibariyle Arapların yüzyıllar boyunca barış içinde yaşadıkları Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmaları ile biten süreci açıklamak, çok çeşitli faktörlerin varlığı sebebiyle oldukça zor olsa da Şerif Hüseyin’in 1916’da kendi adına çıkardığı bir fetva ile başlayan Arap İsyanı, Türkler’in tarih bilincinde bir Arap İhaneti olarak tanımlanmış ve seçilmiş travma[13] olarak yerini almıştır.[14]
Ezgi Koçaş
Stratejik Ortak Misafir Yazar
KAYNAKLAR
[1] Artum Dinç, ‘’Millet ve Milliyetçiliğin Doğuşu Üzerine Kuramsal Yaklaşımlar’’, 2002, http://www.sorgulamazamani.com/tr/makale/toplum-ve-kultur/276/millet-ve-milliyetciligin-dogusu-uzerine-kuramsal-yaklasimlar/#.XflA2WQzZPY
[2] Bilal Tunç, ‘’Osmanlı Devleti’nin Egemenliği Altındaki Arap Ayaklanmaları (1908–1918)’’, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Ankara 2012), s. 1.
[3] Adem Urfa, ‘’Osmanlı İmparatorluğu’nda Arnavut ve Arap Milliyetçilikleri (1908–1918)’’, Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (İstanbul 2010), s. 8.
[4] Gülşen Özbek, ‘’Arap Milliyetçiliğinin Doğuşu: İttihat Ve Terakki Döneminde Türk-Arap İlişkileri (1908-1916)’’, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Kahramanmaraş 2010), s. 5.
[5] Hüseyin Düşükbıyık, ‘’Arap/Filistin Milliyetçiliği Çerçevesinde Ürdün’de Ulus İnşa Süreçleri’’, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Lefkoşa 2013), s. 14.
[6] Şeyma Öztürk, ‘’Suriye’de Arap Milliyetçiliği’nin Doğuşu ve İkinci Abdülhamit’in Suriye Politikası’’, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (İstanbul 2015), s. 45.
[7] Meltem Doğan, ‘’II. Abdülhamid Dönemi Arap Milliyetçiliği’’, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Ankara 2006), s. 17.
[8] Şeyma Öztürk, a.g.m., s. 49.
[9] Mustafa Akyul, ‘’Osmanlı Devleti’nin Yıkılmasında Misyonerlik Faaliyetlerinin Etkileri (1839-1923)’’, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Ankara 2006), s. 39.
[10] Şeyma Öztürk, a.g.m., s. 54.
[11] Muhammer Sarıkaya, ‘’20. Yüzyılın İlk Yarısında Lübnan’da Arap Milliyetçiliğinin Edebiyatçı ve Çevirmen Önderlerinden Birisi: Flîks Fâris’’, Bilimname , 2019, S: 38 , ss. 125-169.
[12] Hasan Tevfik Güzel, “Hasta Adam” Osmanlı Devleti Karşısında Başarılı Bir İtalyan Diplomasi Örneği: Trablusgarp Savaşı’’, Vakanüvis- Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, 2017, C: 2, S: 1, s. 91.
[13] ‘Seçilmiş Travma’ kavramı, büyük bir grubun (örneğin bir etnik grubun) başka bir grup tarafından maruz kaldığı büyük kayıplar, utançlar; küçük düşürülme ve çaresizliğe sebebiyet veren olaya işaret eder. Bkz. Meşdi İsmayılov, ‘’Bir Tahayyül Olarak Kültürel Travma ve ‘’Soykırım’’ Retoriği’’, Tesam, 2015, C: 2, S: 1, s. 113.
[14] Gülşen Özbek, a.g.m., s. III.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
[irp posts=”2297″ name=”Şeriflerin Osmanlı’ya İsyanı ve Sonrası Durum”]
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.