1500’lü yıllardan itibaren Afrika Kıtası’nda var olmaya başlayan Osmanlı Devleti, hem birçok sömürgeci gücün bölgede amaçlarına ulaşmasını geciktirmiş hem de bölge halkının kültürel ve dini değerlerini devam ettirmesini sağlamıştır. 19. yüzyıldan itibaren ekonomik, siyasi ve sosyal olarak zayıflamaya başlayan Osmanlı Devleti’nin Afrika kıtasındaki topraklarını ve üstünlüğünü kaybetmesiyle bölge ile olan ilişkiler en düşük seviyelere inmiştir.
Osmanlı İmpatorluğu’nun mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Atatürk, Avrupa Kıtası’nda toprak parçası olan Asya ülkesinin emperyalist güçlerden temizlenmesinin Önderliğini yapmış bir devlet adamı olarak, hem Avrupalı Devletler ile yakın ilişkiler kurma ve Asya köklerine sahip çıkma hem de emperyalizme karşı savaşan toplumları destekleme şeklinde bir dış politika benimsemiştir. Bu amaçla Türkiye Cumhuriyeti, Afrika Kıtasındaki ilk diplomatik temsilciliğini 1926 yılında bölgede bağımsızlığını kazanmış tek ülke olan Etiyopya’nın başkentinde işleyişe geçirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çok partili döneme geçiş aşamasında yaşadığı içsel çalkantılar, sonrasında yaşanan askeri darbe dönemi koşulları dış politika yapım sürecini olumsuz etkilemiş ve iç dinamikleri uzlaştırmaya yoğunlaşmak durumunda bırakmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte ise Türkiye’nin Sovyet tehdidi karşısında, dış politika anlayışına ABD ve İngiltere perspektifinden bakması ve İsrail konusunda tavrını bu yönde belirlemesi, Doğu Toplumlarıyla olan ilişkilerini iyice gerginleştirmiştir. Aynı tehdidin süregelen kaygılarından ötürü NATO üyesi de olan Türkiye, İngiltere ile olan çıkar ilişkisi nedeniyle Bandung Konferansı’nda bağımsızlıklarını kazanan veya kazanma çabasında olan Asya ve Afrika ülkeleri için kendi tarihine uygun düşmeyen bir tavırla, ülkelerin barış içinde yaşayabilmelerinin mümkün olamayacağını savunmuş, NATO gibi örgütlere üye olmaları gerektiği konusunda ikna etme yoluna gitmiştir. Bunun sonucunda küresel örgütlere karşı olarak bağlantısızlık politikaları güden ülkelerle Türkiye’nin ilişkileri tam olarak başlamadan bozulmuştur.
Mısır Hükümeti, Süveyş Kanalı üzerindeki uluslararası egemenliği tanımadığını ileri sürerek kanalın millileştirilmesi kararını alınca, Türkiye bu karara karşı bir duruş göstermiş ve Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdulnasır tarafından “Batı emperyalizminin kolluk kuvveti” olmakla suçlanmıştır.
Aralarındaki tarihi bağa ve genel olarak Afrika Halkının bağımsızlık mücadelesine duyulan saygıya rağmen Fas, Tunus ve Cezayir’in mücadele süreçlerinde ve 1956’da Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi meselesinde talihsiz bir şekilde Batı ile ortak bir duruş sergileyen Türkiye, yine Moritanya’nın bağımsızlığı, Ruanda ve Urundi’de yapılması istenen bağımsız seçimler konusunda da bu tavrını sürdürmüştür. Güney Afrika Cumhuriyeti’nin uyguladığı ırkçı politika sebebiyle Uluslararası Çalışma Örgütü’nden çıkarılmasının istendiği konuda da Afrika’yla çelişen bir tavırla davranması ilerleyen dönemlerde ilişkilerin kurulmasında olumsuz etki yaratmıştır.
Türkiye’nin uyguladığı dış politika anlayışını gözden geçirmesi ile Üçüncü Dünya Ülkeleri ve özellikle Afrika Ülkelerine yakınlaşmasında, 1960’lı yıllarda Kıbrıs Harekatı’nda Batı’dan beklediği desteği alamaması ve uygulanan silah ambargosunun ABD’ye olan güvenini sarsması gibi faktörler önemlidir. Ancak asıl sebep olarak bağımsızlıklarına kavuşan Afrika ülkelerinin BM gibi uluslararası örgütlere katılarak görüşmelerde sahip oldukları oy potansiyeliyle Kıbrıs Sorununa çözüm bulma arayışı olmuştur. Bağlantısızlar Hareketi’ne dahil olan Afrika Ülkelerinin BM’de Kıbrıs konusunun görüşmelerinde Makarios’un arkasında durması ve Türkiye’ye karşı bir tutum sergilemesi Türkiye’yi harekete geçirmiştir. Nitekim Türkler açısından olayların gelişimini açıklamak üzere siyaset adamları, diplomat, gazeteci ve öğretim üyelerinden oluşan heyetler Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerine gönderilmiştir. Dönemin Dışişleri Bakanı tarafından kurulacak ilişkilerin Kıbrıs konusuyla sınırlı olmadığı ve bu bölgelerle daimî ilişkiler kurulması amaçlandığı dile getirilse de uzun vadeli bir açılım oluşturacak alt yapıdan uzak olduğu görülmüştür. Bu çıkarımı, 1965’te BM’de Kıbrıs konusunda yapılan oylamada Afrika Ülkeleri’nin Makarios’tan desteğini çekmemesi ve Türkiye’nin de Afrika ülkeleri ile yakın ilişkiler geliştirmeye istekli görünmemesine bakarak yapabiliriz.
Öte yandan Türkiye, diplomatik adımlarında her ne kadar çekimser bir tutum sergilemiş olsa da Afrika’da yaşanan bağımsızlık mücadelelerine arka planda destek verildiğini, 1955 sonrasındaki hükümet programlarında Afrika Ülkelerinin özgürlüklerine kavuşmaları ve Birleşmiş Milletler’de temsil hakkını kazanmalarının olumlu bir şekilde yorumlanmasından anlayabiliriz. Hatta Türkiye’nin Afrika’ya yönelik bu yöndeki gözle görünen girişimlerinden bahsetmek de mümkündür. Örneğin; Türkiye, Birleşmiş Milletler’in oluşturduğu BM Namibya Konseyi’nin başkanlığını yapmasının yanında, bu ülkenin bağımsızlığını kazanma sürecine destek olmuş, maddi anlamda da bu desteği sağlamıştır. Zimbabwe’ye hastalıklarla mücadele edilebilmesi kapsamında ilaç yardım gemisi gönderilmiştir. Ayrıca Cezayir’deki bağımsızlık mücadelesinde Tunus üzerinden gizlice silah yardımı yapılmıştır. Bu gelişmelerin etkisi kendini olumlu bir şekilde göstermiş 1969 yılında çalışmalarına başlanan İslam Konferansı Örgütü’nün toplantılarına başlangıçta çekimser bir tavırla yaklaşmış olan Türkiye, 70’li yılları yarıladığında örgütün bütün toplantılarında aktif bulunmaya özen göstermiştir. 1980’lere gelindiğinde Türkiye, dış politika oluşum şeklinde bir değişim yaşamış ve daha ekonomi odaklı bir anlayış çerçevesinde hem batı hem de doğu uygarlığıyla ekonomik ve siyasi ilişkiler inşa etmeye çalışmıştır. Bu değişimin yanı sıra Başbakan Turgut Özal’ın 1985’te Cezayir’i ziyaret ederek geçmişte Türkiye’nin Cezayir’in bağımsızlığı aleyhindeki duruşu için özür dilemesi karşılıklı ilişkilerin normalleşmesi için önemli bir adım olmuştur.
‘‘1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde AB, Türkiye’ye aday ülkelerden beklenmeyen bazı ek koşullar dayatınca 1964 yılında Amerika’ya duyulan güven sarsılmasının bir benzeri Avrupa’ya karşı yaşanmıştır. O döneme kadar dış politikadaki önceliğini Batı dünyasına veren Türkiye, bu olay üzerine diğer dünya ülkeleri ile olan ilişkilerine daha çok önem vermiştir.’’ Ayrıca 1997 yılında İsmail Cem’in Dışişleri Bakanı olmasıyla birlikte Türkiye ekonomik ve siyasi anlamda birçok devletle karşılıklı ilişkiler kurmaya başlamıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin 1998 yılında hayata geçirdiği “Afrika Eylem Planı” ile birlikte ilişkilerde yeni bir süreç başlamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan AK Parti dönemine kadar Afrika dış politikası, yapan-yapı (agent-structure) ilişkisi açısından bakıldığında hem aktörlerin Afrika’ya yönelik tutumları hem de ulusal ve uluslararası yapının seyrine göre şekillenmiştir. Bu bağlamda cumhuriyetin kuruluşundan ikinci dünya savaşına kadarki süreçte hem ulusal anlamda cumhuriyet yapılanması çerçevesinde hem de dönemin Cumhurbaşkanı Atatürk’ün tutumları açısından Türkiye bölgeye yönelik bazı girişimlerde bulunmuştur. Ancak uluslararası sistemde faşist ve nazist hareketlerin ortaya çıkmasıyla birlikte İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte Türkiye’nin daha çok iç politikaya yönelmesiyle ilişkilerin gelişmesi yeterli olmamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte oluşmaya başlayan iki kutuplu sistemin tehditlerine yönelik dış politikada karar verici aktörler Batı yanlısı bir tutum göstererek Afrika ile ilişkileri göz ardı etmiştir. 1980’lı yıllarla birlikte ekonomi odaklı bir dış politika arayışına giren Türkiye, hem Sovyetlerin gücünü kaybetmesiyle oluşmaya başlayan yeni dünya düzeni ekseninde hem de Özal’ın dış politikada yeni bir yön belirleme hedefiyle çok yönlü bir dış politika arayışına girmiştir. Böylece 1990’lı yıllarda gelişmeye başlayan Türkiye-Afrika ilişkileri 1998 yılında gerçekleştirilen Afrika Eylem Planı ile birlikte tarihi, dini ve kültürel bağları olan kıta ile yeniden karşılıklı ilişkiler açısından önemli bir adım atmıştır. Bu çerçevede günümüze uzanan ve ülke gündeminde yoğun yer tutan Türkiye’nin Afrika’ya yönelik dış politikasını anlayabilmek için ilişkilerin tarihsel arka planını analiz etmek önemlidir.
Ezgi Koçaş
Stratejik Ortak Misafir Yazar
KAYNAKLAR
Mustafa Dinçer, ‘‘Türkiye-Afrika İlişkileri ve Afrika Açılımı’’, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Ankara 2019), s. 35.
A.g.m., s. 36.
Sezgin Akkanlı, ‘‘Türk Dış Politikasında Afrika Açılım Stratejisi: Ekonomik, Kültürel Dinamikler ile Türkiye’nin Magrip Bölgesi Politikası’’, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Çanakkale 2011), s. 54.
Bağlantısızlık hareketinin temellerinin atıldığı ‘’Asya-Afrika Ülkeleri Konferansı’’. Bkz. Faruk Sönmezoğlu (der.), Uluslararası ilişkiler sözlüğü, (İstanbul: Der Yayınları 2017), ss. 94-95.
Devletlerin dış politika stratejilerinden biri olan ’Bağlantısızlık’, belli başlı bloklar ile siyasal ya da ideolojik yakınlaşmalardan kaçınma politikası olarak tanımlanabilir. Bkz. A.g.e., s. 94.
Barış Şengül, ‘‘21. Yüzyılda Afrika ve Türkiye-Afrika İlişkileri (2005-2015)’’, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (İstanbul 2015), s. 71.
Radouan Yousfi, ‘‘Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Afrika’ya Yönelik Yumuşak Güç Politikası’’, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (İstanbul 2016), s. 58.
Merve Karaoğlan, ‘’Türkiye’nin Afrika’daki Yumuşak Güç Politikaları: Somali Örneği ‘’, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Ankara 2018), s. 47.
Gassim İbrahim, ‘’Türk Dış Politikasında Afrika; Türkiye-Kamerun İlişkileri Örneği‘’, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (İstanbul 2016), s. 30.
Elif Sak, ‘’Yumuşak Güç ve Kamu Diplomasisi: Sahra Altı Afrika Ekseninde Türkiye ve Çin Faaliyetlerinin Karşılaştırılması ‘’, Yalova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Yalova 2014), ss. 84-85.
Mehmet Yılmaz Fırat, ‘’Türkiye’nin Afrika Açılımı Siyahi Afrika Ülkeleriyle İlişkileri‘’, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, (Ankara 2016), s. 71.
A.g.m., s. 74.
Sezgin Akkanlı, a.g.m., s. 80.
Mayada Kamal Eldeen, ‘’AK Parti Dönemi Türkiye Afrika İlişkileri: Sudan Örneği (2002-2015) ‘’, Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, (İstanbul 2019), s. 57.
Asena Boztaş, “Türkiye’nin Afrika ile İlişkilerinde Proaktif Politikalarının Teorik Analizi: Konstrüktivist Teori, Eleştirel Teori ve Uluslararası Toplum Teorisi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 31, Aralık 2011, s. 145.
‘Afrika Eylem Planı’ için bkz. Numan Hazar, “Türkiye Afrika’da: Eylem Planının Uygulanması ve Değerlendirme Onbeş Yıl Sonra”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 4, Sayı: 46, Ekim 2012.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
[irp posts=”14899″ name=”Süveyş Krizi ve Dönemin Siyasi Havası”]
[irp posts=”5329″ name=”Afrika Ülkelerinde İş için Hangi Dil Konuşuluyor?”]
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
[…] [1] https://stratejikortak.com/2020/01/turkiye-afrika-iliskileri-tarihi.html […]