Uygur Türklerinin Uğradığı Zulüm ve Dünyanın Pozisyonu

904

Hepiniz Çin’in Uygur Sincan Özerk bölgesinde, Doğu Türkistan’da yaşayan Türklerin durumundan haberdarsınızdır. Bu yazımızda bu konuya dair gözlemlediğimiz üç noktaya değineceğiz. Şu an neler oluyor? Tarihle ilişkilendirirsek ortaya neler çıkıyor? Müslüman ve Batı dünyasının insanları ne düşünüyor? Bu üç soruya bir cevap bulmak için gayret edeceğiz.

Doğu Türkistan’da Tam Olarak Ne oluyor?

Çin’in 1949 yılından bu yana hakimiyeti altında tuttuğu Doğu Türkistan’ın kırsal kesimlerinde etrafı yüksek duvarlarla çevrili inşaatlar devam ediyor. Uydu görüntüleri, Doğu Türkistan çöllerinde inşa edilen ve içinde yüz binlerce Uygur Türkü’nün tutulduğu toplama kamplarının son bir yılda tam 3 katı büyüdüğünü ortaya koyuyor. Hatta BM’ye göre baskı ve zulüm altında yaşayan Uygurların sayısı 1 milyonu aşıyor.

Çin, bu toplama kamplarını uluslararası medyaya “eğitim merkezi” veya “rehabilitasyon merkezi” olarak lanse etse de, oraya kimsenin girmesine izin vermiyor. Biz yine de içeride neler olduğunu biliyoruz. Referans olarak medya ve Uygur kardeşlerimizi alacağım. Bir kaç medya organına bu izni verdiler, bunlar büyük ve uluslararası kuruluşlar. Kayıtlarda gördüğümüz şüphesiz çok feci. Uygur Türkleri sınıflarda eğleniyor, Çin Halk dansları öğreniyor. Xi Jinping’i yücelten marşlar ezberliyor. Kadınların hepsi açık, başörtüsü (artık) yok. Bilgisayar başında oturan erkekler ise birer robot gibi bilgisayara bakıyor, çıt çıkmıyor. Kameraman Çinli yetkililere rağmen duvarda “kurtarın beni” yazısını çekebiliyor.

Bunlar Çinlilerin bize gösterdikleri. Peki Çin’den kaçmayı başaran Türkler ne diyor? Daha önce toplama kamplarından birinde tutulan Kayrat Samarkan’ın yaşadıklarını sizlere iletelim:

“Sorgulama sırasında ağır işkence gördük, ufacık hücrelerde çok sayıda insan bir arada tutulduk ve kimilerini intihara sürükleyen Komünist Parti rejiminin acımasız uygulamalarına maruz kaldık.”

Şu anda Kazakistan’da yaşayan Kayrat, 2017 yılının ekim ayında ziyaret amaçlı Doğu Türkistan’a döndüğünde hemen bir yerel polis karakoluna çağrılmış. Metal bir sandalyeye zincirlenerek 3 gün boyunca uykusuz bir şekilde sorgulandığını dile getiren Kayrat, sorgu sırasında sık sık, Çin’den neden ayrıldığı, Kazakistan’da ne iş yaptığı ve hangi sıklıkla camiye gittiğinin defalarca sorulduğunu belirtiyor.

Sorgusu tamamlanınca da kendisine Kazakistan’a yakınlığı nedeniyle 3 ile 9 ay arasında Altay bölgesindeki bir “yeniden eğitim merkezine” gönderileceği tebliğ edilmiş.

Toplama kampında 15 kişinin kaldığı bir hücreye konulmuş. O andan itibaren de günlük rutin Çince şarkılar ezberleyip söylemiş, Çince yazılar yazmış, Komünist doktrinler okumuş ve her gün Çin Komünist Partisi hakkında saatler süren konuşmaları dinlemek zorunda kalmış.

Şu anda 30 yaşında olan Kayrat:

“Beni alıp bir odaya götürdüler, metal, sandalyeye benzer bir cihaza bağladılar. Bu cihaza zincirlendiğinizde ayakta kalıp hareket edemiyorsunuz. Göğsünüz açıkta kalacak şekilde kollarınızdan metal cihaza bağlanıyorsunuz. Cihaza bağlı kaldığım 6 saat sonra tüm vücudum perişan haldeydi. Sadece 10 dakika bu cihaza bağlı kaldıktan sonra bedeniniz dayanamaz hale geliyor. Hareket ettikçe demirler vücudunuza temas ediyor. 6 saat sonra ise acı dayanılmaz hale geliyor.”

Kısaca olan olayları özetlersek:

  • İnsanlar, ağır işkence altında dinini değiştirmek, kimliğini reddetmek ve boyun eğmek zorunda kalıyor.
  • İnsanlar, dinine ve rabbine inanmadığına dair belgeler imzalamak zorunda kalıyor.
  • Camiler cuma günleri bile boş. Girişteki kameralar kimin girip çıktığını kayda alıyor, polis bu kişileri fişliyor. Girişten bahsetmişken, “partiyi sev, ülkeyi sev” sloganlı afişler de asılı halde.
  • Ortadan kaybolan Uygurların sayısı gittikçe artıyor, kamplar iki sene içerisinde uydu görüntülerinden yola çıkarsak 5 kat büyüdüğü gözlemleniyor.
  • BM ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, Çin’in uyguladığı sözde “anti-terörizm” politikasının kanun dışı olduğunu ve insan haklarını ihlal ettiğini söylüyor.

Tarihsel Açıdan Doğru Türkistan

Tarihten yola çıkacak olursak, bir çoğunuzun bildiği gibi Çinli rejimlerin ve hanedanlıkların her daim Türklerle bir düşmanlığı olmuştur. Köklerimizin dayandığı Orta ve Kuzey Doğu Asya’da Çinliler bir çok kez komşumuz olmuş hatta bizden korunmak için Çin Seddini örmüş. Bu düşmanlığın günümüzde, 2019/20’de hâla bitmediğini görüyoruz. Hatta Binali Yıldırım Çin’e en son ziyaretinde gittiğinde, Çinliler heyetimizi geleneksel Tang hanedanı kostümleriyle karşılamış ve gösteri yapmışlardı. Tang hanedanı ise Göktürklerin azılı düşmanıydı ve Türkleri bozguna uğrattıkları da olmuştu.

Biraz daha günümüze doğru yaklaşalım. Yakın tarihe dönelim. Çin’deki devrimci komünistler 1949 yılında milliyetçi kesimi devirerek başa geçmişti. 1933 ve 1944 yıllarında bağımsızlığa ulaşıp kendi devletlerini kuran Uygur Türkleri, 1949 yılında işgalci Çin güçlerini topraklarında gördü. Savaş başlamıştı. Çok çetin geçecekti. Üstelik Ocak ayıydı, kış şartlarının verdiği zorluklar doruğundaydı. Çinliler sayıca fazlaydı ve diğer taraftan da Sovyetlerin siyasi baskıları vardı. Buna rağmen Doğu Türkistanlılar tam 6 sene dayandı. 6 sene sonrasında Çin Halk Cumhuriyeti, Doğu Türkistanı ihlak etti. Doğu Türkistan’ın adını “yeni bölge” mânasına gelen “Xingjiang” olarak değiştirdiler. Sözde özerklik de verildi ancak acı gerçek önemli siyasi, yönetim ve ekonomik makamların yüzde doksanının Çinlilerin elinde olmasıydı, bugün bölgedeki lider parti; komünist ve Çin’e bağlı Uygur kökenli insanlar. Kısacası, hainler.

1949 senesi, çok uzun süre sürecek olan isyan ve direnişlerin başlangıcıydı. O yıldan günümüze kadar Uygurlar boyun eğmedi. 1980’e kadar silahlı baskınlar, protestolar ve bağımsızlık girişimleri oldu. Ne yazık ki hepsi hüsrana uğradı. Bu süre içerisinde büyük kahramanlar nam saldı. Komutan Osman Batur gibi, yazar Abdulhamid Mahsud gibi, aktivistler Abdülkadir ve Hatice gibi, alim ve mollalar Molla Baki, Molla Samed ve Şeyh Said gibi. Hepsi Çinli güçler tarafından katledildi, üstelik çoğu ihanete uğradı. Tarih tekerrür etti ve Çin yine entrikalar ve hainlerle Türkleri sindirdi.

1980 senesinden günümüze kadar Uygurlar silahsız şekilde protestolarına devam ettiler. Birçok kez öğrenci ayaklanmaları yanı sıra kadınların protestoları, çiftçi ayaklanmaları da büyük çapta gerçekleşti. Çin, protestoları güç ve silah kullanarak bastırsa da yetinmedi. Her protesto sonrası Türk köylerini bastı ve masum insanları katletti. Bu olayların her yerde fotoğrafları ve dokümanları mevcuttur.

Kimi zaman Çin’in aile planlama programı altında her Türk evine bir Çinli erkeği sokması, kimi zaman tarihi yapıtların ve camiilerin “şehirleşme ve modernleşme” kisvesi altında yıkılması ve kimi zaman Türklerin yoğunlaştığı bölgelere Han Çinlilerinin yerleştirilip demografik yapının değiştirilmesi protesto edildi. Çin durmadı, tüm politikalarını devam ettirdi. Bugün de devam etmekte.

Dünya Doğu Türkistan Hakkında Ne Yapıyor veya Ne Düşünüyor?

Müslüman dünyasına baktığımız zaman göze çarpan şey şu ki; Çin ile ekonomik veya diplomatik bağları olan ülkeler Doğu Türkistan hakkında pek konuşmuyor. Bunu tamamen objektif ve diplomatik açıdan değerlendirirsek aklımıza, “kendi vatanın ayakta duramazken başka bir bölgeye el atamazsın, senden güçlü birine kafa tutamazsın” kuralı geliyor. Duygusallığı bir kenara bırakıp diplomatik açıdan düşünürsek bahsi geçen devletlerin Çin’i protesto etmemek konusunda haklılık payları var. O pay ne kadar, tartışılır. Kimisi vicdanen konuşur, kimisi önce çıkarlarını gözetir ve daha önce belirttiğim kurala göre hareket eder. Ancak bu ülkelerdeki halkın Doğu Türkistan için elinden geleni ardına koymadığı da bir gerçek. Müslümanlar her yerde sesini duyuruyor, protestolar düzenliyor ve sosyal medyada akımlar başlatıyor.

Tabii ki Müslüman devletlerin hepsi Çin’e yakın değil. Öyle ki, Malezya’nın Cumhurbaşkanı Çin’in uyarısına rağmen “İltica talebinde bulunan tüm Müslüman Uygur kardeşlerimize kapılarımız açıktır.” çağrısı yaptı. Müslüman bir ülke olmayan ancak Müslümanların büyük bir azınlık olduğu Japonya ise Asya gündemine “Rabia” adlı Doğu Türkistanlı’yı Çin’in teslim talebine rağmen ülkesine almasıyla gündeme gelmişti. Katar yönetimi de, ilk başta BM’nin hazırladığı “Çin’i kınama” tasarısına imzasını atmasına rağmen o imzayı sonradan geri çekti. Kazakistan’ın eski Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in “endişelerimiz sürüyor” açıklaması da mevcut. Şu an o koltukta oturan Tokayev ise bu zülmü inkar edenler arasında.

[irp posts=”23602″ name=”Orta Asya’nın En Güçlü Türk Devleti: Kazakistan”]

Batı dünyasına gelirsek; hemen hemen bütün Avrupalı ve Amerikalı ülkeler BM tasarısına imzasını attı. ABD dışında etkin politika yapan hiçbir batılı ülke olmadı. ABD’nin yaptığını daha çok Çin’e karşı bir koz olarak yorumlamakta fayda var bence. Ticaret savaşlarını hepimiz biliyoruz. ABD yıllardır komünist Çin’e karşı düşman bir tutum sergiliyor. Bu zulüm ise işlerine geliyor diyebiliriz. Yoksa ABD’nin insancıl ve barışçıl açıdan bu konuya baktığını sanmıyorum. Sonuçta ABD bu, tam bir savaş makinesi.

Batı’daki halk, insanlar ne düşünüyor? Haberleri var mı? Bu soruların cevabını rahatlıkla ben cevaplayabilirim. 28 Aralık tarihinde Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da bir protestoya katıldım. Organizasyon Uygur Türkleri ve orada yaşayan “gurbetçi” olarak adlandırdığımız Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları tarafından yapılmıştı. Buna rağmen katılımcılar arasında Arap ve Berberi kökenli Faslılar, Somalililer ve Filistinliler de vardı. Müslümanlar birlik ve beraberlik içerisindeydi. Oradan geçen ve meraktan izleyen Hollandalılar da vardı. Özellikle onlara dikkat etmek istedim, negatif anlamda değil de daha çok olaya nasıl baktıklarını merak ediyordum. Çoğu 1 dakika bile geçmeden yanımdan “bu ne böyle, ne kadar boş” diyerek ayrıldı.

Filistin konusunda da çok hassas olan Müslümanları kışkırtmak için aynı meydanda birden birkaç kişi İsrail bayrağıyla toplanmıştı. Çok büyük ve şiddetli bir kavga çıkmadan neyse ki polis olaya müdahale etti. Aynı günde Almanya’nın Frankfurt kentinde de protestolar vardı. Oradan aldığım bilgilere göre aynı ortam orada da hakimdi. Önümüzdeki günlerde Lahey’deki Çin Konsolosluğunun önünde de bir gösteri planlandı. Oraya da gidip gözlemlemek istiyorum, gözlemlemek yanı sıra protesto hakkımızı kullanmamız önemli. Sosyal medyaya göz attığımda ise batılı insanların burada da “aman banane onlardan, ben rahatıma bakarım” dercesine sergiledikleri tutumu gördüm. Anlayacağınız insanımız da çokça hakim olan “Batı bile sesini çıkarıyor, bir de bizim şu halimize bak” algısının yanlış olduğu açık ve net.

Doğu Türkistan, kalbimizde 1949 senesinde açılan bir yara ve hâla kanıyor. Bizim yapabileceklerimiz sınırlı, ama unutmayın ki “protesto hakkı” çok önemli bir insan hakkıdır. Günümüzde sosyal medyayla da çok büyük kitlelere ulaşılabiliyor. Siyasi anlamda uluslararası arenada işler olumsuz görünse de bu içler acısı durum elbet son bulacaktır. Zira kahraman komutan Osman Batur’un dediği gibi;

“Ben can verebilirim. Milletim dünya durdukça mücadeleye devam edecektir!”

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz