Rusya Federasyonu ile Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan Soçi Mutabakatı, Suriye İç Savaşı meselesi çerçevesinde yeni hukuki edinimlere yol açmaya yönelik bazı diplomatik gelişmelerden biriydi. Fakat özellikle İdlib’de son iki aydır yaşanılan olayların açıkça bir anlamı bulunmaktadır. İdlib ve çevresindeki Türk askerlerine yönelik saldırılar öylesine yapılan saldırılar değildir. Bu saldırıların amaçları Türkiye Cumhuriyeti’nin İdlib’den geri çekilmesine yönelik saldırılardır.
Peki, ne oldu da Türkiye Cumhuriyeti ile Soçi Mutabakatı imzalayan Rusya Federasyonu, resmi olarak olmasa da fiili olarak antlaşmayı deler hale geldi?
Sahada Değişen Güç Parametreleri Masayı da Değiştirdi
Esad rejiminin hızla ilerlemesi ve özellikle Suriye İç Savaşı’nın başlangıcından beri muhaliflerin elinde olan Halep’in Esad rejimi tarafından alınması tarafların masadaki konumlarını da değiştirmiştir. Ülkenin tüm topraklarını geri isteyen Esad rejimi, Rusya’ya baskılarda bulunmaktadır ve toprak bütünlüğünü kendince korumaya çalışmaktadır. Özellikle Halep’in alınmasıyla birlikte Esad rejiminin artık savaşın galibi olması netleşmiştir. Fakat bununla yetinmeyen Esad rejimi, tam kontrol ve tam hakimiyet prensibini esas alarak diğer tüm toprakları da istemektedir. YPG ile anlaşan Esad rejimi, muhtemelen savaş sonrası anayasa görüşmeleri çerçevesinde YPG ile yerel yönetimler bağlamında bir mutabakata varmıştır. Bu doğrultuda geriye sadece Türkiye’nin kontrol ettiği topraklar ve Türkiye destekli muhaliflerin kontrol etiği İdlib kalmıştır. Esad rejiminin bu ilerleyişi, yeni fiili durumların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu ‘de facto’, yani fiili durumlar da elbette yeni ‘de jure’, yani hukuki durumlar yaratmaya müsaittir. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov bu konuyla ilgili 19 Şubat 2020 tarihinde şöyle konuşmuştur: “İdlib’de 17 Eylül 2018’in öncesindeki haritaya dönmemiz mümkün değil. Yeni koşullar sahada var.” dedi.
ABD ve YPG topraklarında bulunan Suriye’nin doğusunda terör tehdidinin yeniden ortaya çıktığını vurgulayan Rusya’nın BM Daimi Temsilci Nebenzya, BM güvenlik kurulunda şu ifadeleri kullanmıştır:
“Fırat’ın doğusunda cezaevlerinden kaçan militanlar giderek daha fazla tehdit oluşturuyor. Aralarında yabancı teröristler de var. Bazıları yeraltına iniyor, mülteci kamplarına yerleşiyor, diğerleri de tüm bölgeye yayılıyor. Bu gelişmelerden son derece endişeliyiz.”
İdlib’de bazı kaynaklara göre 12-15 bin, 30 bin ve 60 bin savaşçı bulunmaktadır. Bu savaşçılar Esad rejimi ve Rusya Federasyonu nezdinde terörist gruplardır. Terörizmle mücadele saikini kullanan Rusya Federasyonu ve Esad rejimi böylelikle İdlib’e yönelik saldırılarını da meşru bir zemin üzerine inşa etmeye çalışmaktadırlar. İşte Rusya ve Suriye, İdlib’i söz konusu terör gruplarından arındırmak istemektedir ve böylelikle Türkiye’ye yönelik, sahada bazı sert güç enstrümanları kullanarak, zorlayıcı diplomasi stratejisiyle Türkiye’nin bölgeden çekilmesine yol açmanın niyetindeler.
Zorlayıcı Diplomasi nedir?
“Zorlayıcı diplomasi” (Coercive diplomacy), rakibin yaptığı bir eylemi durdurmasını veya geri adım atmasını hedefleyen bir “zorlama stratejisi”dir. [1] Bu bağlamda, zorlayıcı diplomasi en yalın ifadeyle, bir dış politika aracı olarak askeri güç kullanımının potansiyel olarak varlığına işaret etmektedir. Mevcut hukuki ve resmi denge ve/veya statükonun (de jure), sert güç aracılığıyla, yeni fiili durum(lar) (de facto) yaratılarak karşı tarafın aleyhine olacak şeklinde bozulması bir diplomatik yöntem olarak kullanılmaktadır.
Zorlayıcı diplomasi kavramını uluslararası politika literatürüne kazandıran Alexander George, zorlayıcı diplomasinin mantığını şöyle açıklamaktadır:
“Zorlayıcı diplomasinin genel fikri, istemi yerine getirmediği için rakibin cezalandırılacağı tehdidine dayanır. Bu niteliği ile zorlayıcı diplomasi, rakibi kendinden istenileni yerine getirmeye ikna edecek ölçüde inandırıcı ve etkili bir destek işlevi görür.” [2]
Bu noktada zorlayıcı diplomasi bir savaş ilanı olmamakla birlikte, tehdit ve sınırlı güç kullanımıyla karşı tarafı başladığı eylemden vazgeçirmeyi, geri adım attırmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda zorlayıcı diplomasiyi sadece tehdit ve güç kullanımıyla sınırlı bir düzlemde gerçekleşen bir strateji olarak düşünmek yerine; gerektiğinde karşı tarafın taviz ve/veya ödüllerle ikna edildiği esnek bir strateji olarak algılamak gerekir.
Rusya Federasyonu’nun Zorlayıcı Diplomasi Kullanımı
Halep’in Esad rejimi tarafından alınmasıyla birlikte satranç oyunun neredeyse sonlarına geldiğimiz Suriye İç Savaşı’nda; piyon Esad, vezir Rusya’nın koruması altında ilerledikçe ilerlemek istiyor. Zira satranç tahtasının sonuna vardığında kendisi de bir vezir olmak istiyor. Fakat Esad rejiminin unuttuğu bir husus var.
Köşede ihtiyatlı bir şekilde bulunan kale, satranç tahtasının sonuna varmak isteyen piyonu her an devre dışı bırakabilir. İdlib’deki son kale Türkiye’dir. Türkiye’nin geri adım atması demek, senelerin kazanımlarının heba olması demektir. Kâh rejim saldırıları sonucu şehit vermemiz, kâh Rusya’nın hava saldırıları sonucu şehit vermemiz açıkça şunu göstermektedir: Kale Türkiye’ye geri adım attırılmak istenmektedir. Böylelikle Türkiye’ye masada dayattırılan İdlib haritası, zorlayıcı diplomasi stratejisi kullanılarak, kabul edilmesi isteniliyor.
19 Şubat 2020’de gerçekleştirilen BM Güvenlik Konseyi toplantısında Rusya’nın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Vasiliy Nebenzya şu şekilde konuştu:
“Uluslararası terörizme karşı meşru bir mücadele yürüten Suriye hükümetini desteklemeye devam edeceğiz” şeklinde bir konuşma yaparak, şu ifadelerle devam etmiştir; “İdlib’deki gruplar üzerinde etkisi olan herkese şu çağrıyı yapıyoruz: Sivillere yönelik saldırılar durdurulsun. Hmeymim’deki Rus hava üssüne yapılan drone saldırıları ve Suriye ordusuna karşı girişilen provokasyonlara son verilsin.”
Suriye’ye yönelik desteğin sürdürüleceğini ifade eden Rusya, bu sefer Kremlin Sözcüsü Peskov’un açıklamasıyla başka bir zorlayıcı diplomasi örneğiyle gündeme gelmiştir.
19 Şubat 2020 tarihinde Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Türkiye’nin Esad rejimine karşı harekat düzenleme olasılığını “İdlib için en kötü senaryo” olarak nitelendirmişti.
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov’un bu açıklaması tipik bir zorlayıcı diplomasinin zihinsel altyapısını bünyesinde bulunduran bir açıklamadır. Ruslar, masada belirli teklifler sunarken, eş zamanlı olarak sahada da yıldırıcı ve zorlayıcı hamleler yapmaktadırlar. Rusya’nın izlediği strateji; Eğer Türkiye İdlib’de biraz fazla şehit verirse, bu durum Türk halkı ve toplumunda infial yaratabilir ve Türkiye gerek bu iç politika kaynaklı baskıya gerekse dış politikadan gelen baskılara daha fazla dayanamayarak İdlib’den geri çekilebilir şeklindedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Zorlayıcı Diplomasi Kullanımı
Türkiye Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Feridun Sinirlioğlu, BM Güvenlik Konseyi toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerini tekrarlayarak şu ifadeleri kullanmıştır:
“Türkiye İdlib’de tehdit teşkil eden tüm hedefleri vuracak. Askerimizi geri çekmeyeceğiz ve gözlem noktalarından geri çekilmeyeceğiz. Ay sonuna kadar mevcut pozisyonlarından çekilmesi gereken rejimdir. Türk güçleri İdlib’de Soçi mutabakatını çerçevesinde gerginliği azaltmak için bulunuyor. Soçi mutabakatı uygulanmalı ve başlangıçtaki duruma dönülmeli. Şam’daki zorba, halkın olmadığı, Suriyelilerin olmadığı bir Suriye istiyor. İnsan hayatını tamamen göz ardı ederek iktidarda kalmak istiyor. Bunun olmasına izin vermeyeceğiz.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgeye daha fazla asker sevk etmesi, “rejim unsurları ay sonuna kadar mevcut konumlarından geri çekilmezse vururuz” şeklinde zımnî bir ültimatom sunulması ve bazı noktaları da bombalayarak son 2 ayda neredeyse 200’den fazla Esad rejim askerinin öldürülmesi ve nice helikopter ve tankların imha edilmesi de Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek Rusya Federasyonu gerekse Esad rejimine uyguladığı bir zorlayıcı diplomasi örneğidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu noktadan sonra yapması gereken asla geri adım atmamaktır ve karşı tarafın zorlayıcı diplomasi stratejisine boyun eğmemektir. Gerekirse genel anlamda uluslararası toplumun da desteğini alması gereken Türkiye Cumhuriyeti; Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve NATO vasıtasıyla uluslararası toplumun desteğini almaya devam etmelidir. Özel anlamda ise ABD ile paralel bir İdlib politikasının yürütülmesi pek faydalı olacaktır. ABD’nin yanı sıra diğer BMGK üyeleri olan Almanya, Birleşik Krallık ve Fransa ile de temasların arttırılması ve bu devletlerin de somut ve fiili desteğinin alınması zaruri hale gelmiştir.
ABD, Almanya ve Birleşik Krallık’ın İdlib Açıklamaları
19 Şubat 2020 tarihinde ABD’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Kelly Craft, BM Güvenlik Konseyi’nde şu ifadeleri kullanmıştır: “ABD olarak, Suriyeli mültecilere yardım konusunda en fazla yükü taşıyan NATO müttefikimiz Türkiye’nin meşru çıkarlarını destekliyoruz ve Türkiye’nin çatışmalar nedeniyle yeni bir mülteci akını konusundaki endişelerini anlıyoruz. Türkiye’yi Suriye’nin kuzeybatısında gerginliği artırmakla suçlayan Rus yetkililerinin açıklamalarını kesinlikle reddediyoruz. Bunun sorumlusunun Esed rejimi ve Rusya olduğundan hiç şüphemiz yok.”
Almanya’nın BM Daimi Temsilcisi Christoph Heusgen de Türkiye’nin İdlib’deki gözlem noktalarının çevresinde artan gerginlikten endişe duyduklarını belirterek, ”Suriye rejiminden, Türk kuvvetlerine yönelik saldırılarını durdurmasını ve derhal gerginliği azaltmasını talep ediyoruz.” dedi.
İngiltere’nin BM Daimi Temsilcisi Karen Pierce ise “Türkiye’ye saldırıların durması gerek. Türkiye İdlib’de barışçıl bir çözüm için çaba gösterdi ve gerginliğin artmasının halihazırda 3,5 milyon mültecinin yükünü taşıyan Türkiye’yi etkileyecek olmasından endişe duyuyoruz.” diye konuştu.
KAYNAK
[1] Zeynep Dağı, “Diplomasi: Çatışmanın ve İşbirliğinin Dili”, Uluslararası Politikayı Anlamak: Ulus-Devlet’ten Küreselleşmeye, Zeynep Dağı (der.), Alfa Yayınları, İstanbul, 2007, s. 348; Fuat Aksu, Türk Dış Politikasında Zorlayıcı Diplomasi, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2008, s. 23.
[2] Alexander L. George, “Coercive Diplomacy”, The Use of Force: Military Power and International Politics, 6th ed., Robert J. Art, Kenneth N. Waltz (ed.), Rowman & Littlefield Publishers, Inc., Lanham, 2004, p. 70.
[3] Bülent Şener, savaş ile barış arasında bir kriz yönetim stratejisi olarak zorlayıcı diplomasi ve Türk dış politikasındaki örnekleri
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.