Osmanlı’nın Erken Kanuni Süleyman Dönemi Dış Politikası

2181
Yazarlık Başvurusu

Osmanlı İmparatorluğu 1517 yılında, Sultan 1. Selim önderliğindeki Ridaniye Savaşı’ndan sonra çok farklı bir hüviyet kazanmıştır. Sultan 1. Selim, Sultan 2. Mehmet’ten sonra evrensel bir perspektif ile politikalarını belirleyen ikinci padişah olmasıyla birlikte Osmanlı’nın klasik kara endeksli gaza ve cihat politikasına okyanus endeksli çok boyutlu bir politika eklemiştir. Özellikle Mısır’ın ilhakı ile birlikte sınırlarını okyanuslara kadar genişleten Sultan 1. Selim, burada ilk defa Portekizlilerle karşılaşmış ve onlara karşı çok boyutlu bir harbe girişmiştir.  Sultan 1. Selim, Avrupa’daki Katolik Hıristiyan devletlerle yapılan karasal mücadelelerin yanı sıra artık okyanusları da ilave ederek keşif yıllarını Osmanlı için başlatmıştır. Sultan 1. Süleyman tahta çıktığında, yakın dosta Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa ile birlikte bu çok boyutlu imparatorluk politikasını devralmıştır. Bu keşif yılları yoğun bir şekilde 1538 senesine kadar sürmüştür. 1536’da Pargalı İbrahim Paşa’nın infazı ile birlikte Osmanlı bu çok boyutlu politika perspektifini kısmi bir şekilde kaybedecektir. 1538’de ise başarısız Hint seferi ile bu çok yönlü okyanuslara dayalı üstünlük tam anlamıyla sona erecektir. Bu yazıda, alışılmışın dışında bir yöntem kullanılmıştır. Söz konusu yönteme göre sadece Osmanlı padişahının perspektifiyle bir anlatım söz konusu değildir. Aynı zamanda Sadrazam İbrahim Paşa ve diğer bazı aktörlerin perspektifleri de yazıya dahil edilerek daha genel, fakat daha derin ve spesifik bir çalışma amaçlanmıştır.

1. Süleyman (Kanuni)

(Not: Bu yazı Sultan 1. Süleyman’ın tahta çıkmasıyla başlayıp, Pargalı İbrahim Paşa’nın Mısır’dan İstanbul’a geri dönmesiyle sona erecektir. Bu yazının ikinci bölümü, bu söz konusu birinci yazının kaldığı yerden devam edecektir ki, bu da ikinci yazının bu yazının yayımlanmasından sonra gelmesi demektir).

Erken Safevi politikası

Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk 3 yılında baba yadigârı Sadrazam Piri Mehmet Paşa’nın etkisi bir hayli fazlaydı. Sultan Süleyman kendinden yaşça büyük olan, kat kat tecrübeli olan ve babasının bir çeşit emaneti olan Piri Mehmet Paşa’ya hem derin bir saygı, hem de derin bir hürmet besleyip, kendi ağırlığını yönetime lanse ettirememişti. Şu halde Osmanlı’nın dış politikası, 1520-1523 yılları arasında, özellikle Piri Mehmet Paşa’nın etkinliği ile şekil almıştır. Fakat Sultan Süleyman’ı bu yıllarda saf dışı göstermek doğru bir yaklaşım değildir elbet. Sultan Süleyman’ın önceliği evvela büyük babasının babası Sultan 2. Mehmet’in ve babası Sultan 1. Selim’in almak isteyip de alamadıkları Belgrad şehri ve Rodos adasının fethi yönündeydi. Tahta çıkar çıkmaz da Belgrad’ın alınmasını istiyordu. Fakat Sadrazam Piri Mehmet Paşa, Sultan 1. Selim’in ölümünden önce planlanmış olan fakat Sultan 1. Selim’in ölümüyle birlikte ertelenen Rodos’un fethini savunuyordu. Her iki seçenek batıya yönelik bir seferdi ve batıya yönelik muhtemel bir sefer için doğu hudutlarının güvende olması gerekiyordu. Bunun için doğunun emniyetini sağlamak üzere babası Sultan 1. Selim’in döneminde hayata geçirilen Safevilere yönelik bazı uygulamaları kaldırmıştır. Sultan Süleyman, babası Sultan 1. Selim’in Çaldıran galibiyeti sonucu Tebriz’den sürüp getirdiği 600 hanelik sürgünü serbest bırakmıştır. Safevilere karşı uygulanan “İbrişim Yasağı”, yani ipek ticareti boykot kararını da kaldırmıştır. 1. Selim döneminde bu yasağa uymayıp, hapse atılan tüccarlar bırakılmış, el konulan malları iade edilmiştir. Sultan 1. Selim devrinde Safevilere; tüccarların, bakır, demir, altın ve gümüş madenleri ile ateşli silahlar götürmeleri ve satmaları yasak edilmişti. Bütün bu yasaklar Sultan Süleyman tarafından kaldırılmıştır. Buradaki amaç elbette doğunun emniyetinin tesisini sağlamak üzere Safevilerle dostane ilişkiler kurmaktır.

Belgrad, Rodos, Eflak, Hırvatistan ve Venedik Politikaları

Sultan Süleyman bu doğrultuda Belgrad’ın fethi için Casus Belli (savaş sebebi) olarak Macaristan Krallığı’nın Sultan 1. Selim dönemindeki ödemelerini gerçekleştirmediği, yine bu dönemde imzalanan ikili antlaşmalara sadık kalmadığını ve akabinde Macar Kralı Layoş’a gönderilen elçiye kötü davranılmasını öne sürmüştür. 1521’de Belgrad alınır ve Orta Avrupa’nın kapıları Osmanlı için açılır.

1326-1683 tarihleri arasında Osmanlı Devleti’nin haritası

Belgrad’ın fethinden sonra Ragusa Cumhuriyeti, Venedik Cumhuriyeti ve Moskova Knezliği, Osmanlı’ya ekonomik ve politik amaçlı elçi heyetleri göndermişlerdir. Aynı dönemde Portekiz, İspanyol ve bir takım İtalyan denizcileri alternatif ticaret yolları ararken, bu faaliyete teşebbüs etmek istemeyip de Osmanlı ile olan ticaretini geliştirmek için bir takım muafiyetleri elde etmek isteyen Ragusa Cumhuriyeti’ne, Osmanlı pazar ve limanlarında rüsumdan muafiyet hakkı ve Osmanlı’dan buğday satın alma hakkı verilmiştir. Aynı zamanda Venedik Cumhuriyeti’nin sefiri ile de görüşülüp politik, ekonomik, askeri ve adli nitelikler taşıyan bir antlaşma imzalanmıştır. Antlaşma gereği iki devletin de sınırları tekrar çizilmiş, Venedik asıllı tutsaklar iade edilmiş, Akdeniz üzerindeki deniz ticaretinin serbestisi genişletilmiş ve her iki tarafın tebaalarına ait mahkemelerde de her iki taraf için tercümanların bulundurulması gibi önemli kararlar alınmıştır. Venedik Cumhuriyeti aynı zamanda Osmanlı’ya Kıbrıs adası için senede 10.000 düka altın, Zanta adası içinse 500 duka altını dokunulmazlık haracı adı altında ödemeyi kabul ederek, haraçgüzar bir devlet olduğunu kabul etmiştir. Ancak Moskova Knezliği’nin elçi heyeti, amaçlarında başarısız olmuştur. Moskova Knezi 2. Vasili, Osmanlı’ya bir ittifak teklifinde bulunarak Lehistan’a karşı avantajlı durmak istemiştir. Fakat Sultan Süleyman, Kırım Hanlığı faktörünü de sayarak bu teklifi ‘’öyle bir barbar ile ittifak edilmeyecektir’’ diyerek reddetmiştir. Gerekçe olarak da Osmanlı himayesinde bulunan Kırım Hanlığı’nın Moskova Knezliği ile rekabet halinde olması gösterilmiştir.

Eflak Prensliği, henüz Osmanlı’nın haraçgüzar devletiydi. Yani Osmanlı’nın korunması altında yaşayarak Osmanlı’ya yıllık vergi ödüyorlardı. Fakat Sultan Süleyman, Eflak Prensliği’ni kendi memleketi olarak sınırlarına dahil etmek istedi. Belgrad’ın 1521’deki fethi esnasında Eflak’tan gelen destekleri engellemek için buraya akınlar düzenleyen akıncı beyi Mihaloğlu Mehmet Bey, Sultan Süleyman’ın emriyle Niğbolu üzerinden kuzeye giderek Eflak Prensliği’ni ele geçirmiştir. Eflak Prensi Basarab Neagoe, Eylül ayında Sultan Süleyman henüz Belgrat’tayken, öldü ve ardında henüz reşit olmayan bir halef bıraktı. Bu oğlu Teodosie’ydi. Sultan Süleyman, Eflak veraset sorununun düzenlenmesi görevini Mihaloğlu Mehmet Bey’e verdi. Fakat Eflak’ın soyluları olan Boyarlar, Radul’u yeni prens olarak seçtiler ve seçim Mihaloğlu Mehmet Bey ile Radul arasında yeni bir çatışma doğurmuştur. Erdel ve Eflak topraklarının Osmanlı’ya karşı korunması ve kurtarılması adına, Erdel voyvodası Yanoş Zapolya savaşa müdahale ederek Eflak Voyvodası Radul’e yardım etti ve Osmanlı’ya karşı savaşı yenerek, Mehmet Bey’i bölgeyi terk etmek zorunda bıraktı.

Sultan Süleyman, Belgrad’ın alınmasından sonra Rodos’a doğru yönelmiştir. Rodos’un jeopolitik ehemmiyeti, Rodos’ta bulunan son Haçlı devletinin Akdeniz üzerinde gerçekleştirdiği korsanca eylemleri ve tutsak bulunan Müslümanların akıbetleri, Rodos fethinin gerekçeleri şeklindedir. Rodos’un alınmasıyla birlikte Osmanlı, Akdeniz’deki mevcudiyetini güçlendirmiştir, Rodos’un düşmesiyle birlikte ayrıca Rodos’a bağlı 8 ada daha Osmanlı’ya bağlanmıştır. Lerios, Kos, Kalimne, Nisiros, Telos, Halde, Limonia ve Sima adaları bu 8 adalardır. Rodos’un fethi tüm Hristiyan devletlere bildirilmiştir. Fakat sadece Venedik Cumhuriyeti olumlu bir şekilde dönüş yapıp, Osmanlı’yı tebrik etmiştir.

Ayrıca Safevi Devleti ve Safevi Devleti’nin boyunduruğu altındaki Şirvanşahlar, Osmanlı’ya elçiler göndererek Sultan 1. Süleyman’ı Rodos’un fethi için tebrik etmek istediler. Venedik Elçisi Pietro Bragadino’nun aktardığına göre Acem sefirler 500 süvarilik bir maiyet ile İstanbul’un Anadolu sahillerine ulaşmışlardı. Fakat bu kadar kalabalık bir birliğin Acem elçisine eşlik etmesi bir boy gösterme olayı olarak yorumlandı ve ancak 20 süvari ile şehre girmeleri emredilmişti.

Rodos ve özellikle Belgrad’ın fethinden sonra Macaristan Krallığı ve Hırvatistan’ın Dalmaçya sahil bölgesi Osmanlıların akınlarına açık kalmıştır. Belgrad’ın düşmesini takip eden sene (1523-1524), Osmanlılar Ostroviçe ve Skardona şehirlerini fethettiler. Bununla birlikte, akıncılar Mihâloğlu Ferhat Bey önderliğinde, Sirmi civarlarında Kalocsa Başpiskoposu Pol Tomori  önderliğindeki Macar ordusu tarafından hezimete uğratılmış ve Mihaloğlu Ferhat Bey’in başı, Macar Kralı 2. Layoş’a göndermiştir. Bu olaya son derece kızan Sultan Süleyman, derhal harekete geçip 2. Layoş’un üzerine yürümek istemiştir fakat şartlar henüz uygun değildi. Anadolu’da patlak veren iç kargaşalar ve özellikle Mısır’da çıkan isyan bu harekata engel olmuştur. Akıncılara fermanlar yollayan Sultan Süleyman, akınların tüm hızıyla devam etmesi gerektiğini emretmişti. Bu doğrultuda Belgrad Sancakbeyi Malkoçoğlu Yahyapaşazade Bali Bey, Severin’e yönelip burayı ele geçirdi ve İstanbul’dan gelen talimat üzerine burayı tahrip etmiştir. Malkoçoğlu Yayhapaşazade Bali Bey, ayrıca Orsova’yı da ele geçirdi. Akıncılar daha fazla kuzeye gidemediler zira Macar ve Avusturya orduları onlara engel olmuşlardır. Böylece Osmanlı akıncıları geri dönmek zorunda kalmışlardır.

Pargalı İbrahim Paşa’nın Sadrazamlığı ile Yeni Politik Vizyon

Pargali İbrahim Paşa

Merkeze dönecek olursak, Osmanlı’nın dış politikası birtakım değişikliklere maruz kalmıştır. Sultan Süleyman 1523 yılında Osmanlı teamül ve geleneklere ters düşen bir eylemde bulunup Sadrazam Piri Mehmet Paşa’yı emekliliğe gönderdiği gibi, çocukluk arkadaşı olan Has odabaşı İbrahim’i boşalan Sadrazamlık makamına tayin etmiştir. Bu tayinden sonra Osmanlı’nın dış politikası bir takım değişikliklere maruz kalmıştır ve Sultan Süleyman, yönetimin büyük kısmını dostu İbrahim Paşa’ya devretmiştir. Yürütme artık Padişah tarafından sınırsız yetkilerle göreve getirilen İbrahim Paşa’da olduğu gibi devletin karakteristik hüviyeti de, İbrahim Paşa’nın hüviyeti ile paralellik göstermiştir. Pargalı İbrahim Paşa alışılmışın dışında bir sadrazamdır. Yabancı elçilerle son derece yakın temaslar içerisinde olan İbrahim Paşa, özellikle Avrupa’da cereyan eden M. Luther önderliğindeki Protestanlık harekatını Sultan Süleyman ile birlikte destekliyor ve böylece Katolik inancın savunucusu olan Kutsal Roma İmparatorluğu’nun daima iç karışıklıklara meşgul olmasını amaçlamışlardır. Bunun dışında İbrahim Paşa özellikle Venedik Cumhuriyeti ile hususî ilişkiler geliştirerek onları daima Osmanlı’nın safında tutmayı amaçlıyordu. İbrahim Paşa, Venedikli elçileri bizzat kendi sarayında ağırlaması ve onlarla yakından ilgilenmesi esasında Avrupa hakkındaki gelişmeleri birincil kaynaklardan öğrenmek için yapıyordu. İstanbul’da doğmuş ve Venedik Cumhuriyeti’nin seçilmiş Doçe, yani Venedik Dükü Andrea Gritti’nin gayrı meşru çocuğu olan Alvise Gritti, ayni zamanda İbrahim Paşa ile yakın temaslar kurarak onun şahsi danışmanı olarak yükselmiştir. “Beyoğlu” lakabına sahip Alvise Gritti varlıklı bir tüccar olup Avrupa ile iyi bağlantıları olan önemli bir şahsiyettir. Avrupa’da Eflak, Macar ve Hırvat meseleleriyle ilgilenen Sultan Süleyman, İbrahim Paşa’yı sadrazamlık makamına getirir getirmez  Mısır Beylerbeyliği unvanını ekleyerek Hain Ahmet Paşa’nın isyanını bastırmak için Mısır’a gönderir. Sultan Süleyman’ın gerekçesi Mısır’da bozulan düzenin tekrar sağlanmasıdır. Fakat söz konusu isyan, İbrahim Paşa henüz yolda iken bastırılmıştır. Bu mesele her ne kadar bir iç mesele olarak gözükse de Osmanlı’nın dış politikasına da sirayet etmiştir. Bunun için İbrahim Paşa’nın Mısır’da iç politik eylemlerinden ziyade dış politikaya yönelik faaliyetlerini aktaracağım.

Erken Mısır, Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu Politikaları

İbrahim Paşa, sadrazam olarak terfi ettiğinde Ahmet Paşa Mısır Beylerbeyliği olarak Mısır’a atanmıştır. Sadrazamlık makamının kendisine verilmesi gerektiğini savunan Ahmet Paşa, Sultan Süleyman’a olan bağlılığını ret ederek, Mısır Sultanı olarak bağımsızlığını ilan etmişti fakat bir müddet sonra Osmanlı’ya sadık yeniçeriler ve devlet adamları tarafından yakalanarak idam edilmiştir. Mısır’a yaya olarak giden İbrahim Paşa aynı zamanda yol üstündeki isyan etmiş ya da isyana hazır olan beylere adil davranarak olası isyanları önlemeye çalışmıştır. Mısır’a Mısır Beylerbeyi sıfatıyla gelen Sadrazam İbrahim Paşa, Mısır’ın Osmanlı için çok önemli olduğunu biliyordu. Zira kadim Baharat Yolu, Hint Okyanusu’ndan Kızıldeniz’e, sonrasında Kahire’den İskenderiye’ye, İskenderiye limanlarından da Akdeniz’e açılan bir güzergâha sahipti. Fakat o dönemde bu ticaret yolunun Hint Okyanusu ile Kızıldeniz arasındaki kısmı, Portekizlilerin eline geçmişti. Bu yüzden İbrahim Paşa, daha teşvik edici bir ticaret rotası yaratmayı denemiştir. Bu sayede bölgede kol gezen Portekiz filolarının saldırı riskine rağmen özellikle baharat tüccarlarının Mısır’la ticaret yapmaya devam edebilmesi amaçlanmıştır. İbrahim Paşa buradaki yolsuzluğu da önleyerek, ticaret sayesinde hazineye para akışını en üst seviyeye getirmeyi amaçlamıştır. Fakat İbrahim Paşa’nın Portekizlilere karşı bir planı olmalıydı.

İbrahim Paşa’nın Selman Reis’i Osmanlı hizmetine alması Osmanlı için önemli bir adımdır. İbrahim Paşa eski ününü yitirmiş bir korsan olan Selman Reis’in geçmiş tecrübeleri sebebiyle Hint Okyanusu’nun o anki durumu hakkında bir bilgi kaynağı olduğunu düşünmüş, kendisini Cidde’deki Memlûklerden kalma donanma ve teçhizatlar hakkında araştırma yapmak üzere Cidde’ye göndermiştir. Selman Reis’in dönüşünde verdiği istihbarat üzerine İbrahim Paşa, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu meselelerine el atmak amacıyla hazırlıklar başlatmıştır. Kendisi Mısır işlerini düzeltip ayrılmadan evvel, on dokuz parçadan oluşan bir donanmayı Türkler ve yerel denizcilerden dört bin kişilik kuvvetle birlikte Portekizlilerin üzerine göndermiştir. Askeri birliklere komutan olarak Hayrettin Hamza Bey (Hayreddin el Rumi) ve donanmanın başına ise Selman Reis atanmıştır. Bu donanma Mısır’ın fethinden sonra Hint Okyanusu’na gönderilen ilk Osmanlı Donanmasıydı.

Selman Reis, İbrahim Paşa’ya Kızıldeniz’deki Osmanlı donanması hakkında sunduğu raporda gemileri şöyle tasvir ediyordu;

Her gemi ağzını açmış bir ejderhaya benziyor. Silahların ve gemilerin gücü ancak görmekle anlaşılır; tarif etmek mümkün değildir. Gemilerimiz hazır olup da, Allah’ın izniyle Portekizlilere karşı harekete geçtiklerinde onların toptan imhası kaçınılmazdır” (Özbaran, 83-4).

Selman Reis, İbrahim Paşa’ya donanmanın durumu yanında Portekizlilerin bölgedeki ticareti faaliyetlerinin durumu hakkında da bilgi sunmuştur. Selman Reis, İbrahim Paşa’ya mühim bir istihbarat raporu takdim etmişti. Svahili’den Etiyopya’ya, Hindistan’dan Endonezya’ya kadar tüm bölgelerin önemli bilgilerini, raporlar vasıtasıyla İbrahim Paşa’ya bildirmişti. Selman Reis ayrıca zikrettiğimiz bölge sakinlerinin ekonomik kaynakları, ordu seviyeleri ve teknolojik gelişmişlik düzeyleri ve olası bir Osmanlı Seferi esnasında nelerin yapılıp nelerin yapılmayacağı hususunda bilgi vermişti. Mesela Selman Reis’in Etiyopya hakkında İbrahim Paşa’yı şöyle bilgilendirmişti:

’’Habeşistan’ın eyaletinin başkenti Bab ül-Mülk olarak adlandırılır. Orada yaşayan kâfirler, çıplak ayaklı ve zayıflar, ahşaptan yapılmış yayları ve fildişinden kalkanları var. Ancak bu insanlar, oralarda egemen durumda ve onlara karşı direniş kuracak kimse yok. En doğrusunu Allah Teâlâ bilir fakat ben derim ki; sadece 1000 asker ile Tabarah denilen şehrin alınması değil, tüm Habeşistan eyaletinin alınması kolaydır.’’  (Özbaran, 86).

Gördüğümüz üzere Selman Reis’in ifadeleri ve yaklaşımı tıpkı Kristof Kolomb veyahut
Afonso de Albuquerque’un raporları gibidir. Raporda imparatorluk politikası hakkında spesifik tavsiyelerin yanı sıra insan unsuru ve coğrafyanın mevcudiyeti de söz konusudur. Selman Reis raporda ayrıca Etiyopya’yı gelecekte fethedilmesi gereken bir memleket olarak
gösterdiği gibi Yemen ve Svahili’nin fetihlerini de savunuyor. Rapor bu yönüyle Osmanlı’nın gelecekte Hint Okyanus civarındaki fetih kılavuzu haline gelmişti ve İbrahim Paşa’nın teorik, soyut düşüncelerini somut politika ve stratejiler haline getiriyordu. İbrahim Paşa, İpek ve Baharat yollarının güvenliği ve ticaretin diriliği için Hint Okyanusu’nda güçlü bir silaha ihtiyacı vardı. Bu da güçlü bir donanma kurmak manasına geliyordu.

Selman Reis’in raporlarında iki önemli husus daha vardı. Bunlardan birincisi  Mekke ve Medine’nin Portekizlilere karşı savunmasız olmalarıydı. İkinci önemli husus ise şüphesiz Mısır’ın Portekizlilere karşı güvenlik zafiyetiydi. Böylece İbrahim Paşa’ya Cidde’deki donanmayı acilen yenilenmesi gerektiğini şöyle tembihliyordu:

Eğer Portekizliler, bu civardaki gemilerin sefere hazır olmadıklarını ve hala yenilenmediklerinin haberini alırlarsa işte o vakit büyük bir armada ile gelirler ve karşılarında hiçbir güç ve kuvvetle duramayız.” (Özbaran, 87)

Raporda tembihlenen bu yazıtlar sanki kehanet kelimeleri olarak tecelli etmişti. Aynı sene içerisinde, Portekizliler harekete geçmiş ve Kızıl Deniz’de Müslümanlara ait 26 gemiyi ele geçirmişlerdi. Cidde’deki donanmanın gerçekten yenilenmesi gerekiyordu. Selman Reis, İbrahim Paşa’yı Yemen’in fethi için ikna çabalarındaydı. Çünkü ona göre Yemen; hükümdarsız bir memleketti. Selman Reis’e göre fethedilmesi kolaydı, seferin maliyeti ucuzdu ve her yıl Hindistan’dan gelecek olan altın ve mücevherler Yemen üzerinden güvenli bir şekilde İstanbul’a doğru yol alabilirdi. Yemen’in fethi sadece kazanılan ekstra bir toprak parçası olmayacaktı. Aynı zamanda gelecekteki Portekiz saldırıları için Yemen elverişli bir savunma hattı oluşturarak Kızıl Deniz’in güvenliği için çok önemli olacaktı.

Bu doğrultuda Memluk Sultanlığının yıkılmasıyla birlikte anarşiye gömülen Yemen’in fethi zaruri hale gelmiştir. Yemen’in ele geçirilmesiyle birlikte Osmanlı Kızıl Deniz’i ilk defa çift hatlarla, hem Afrika kıtasından hem de Asya kıtasından elinde bulundurmuş oldu.

İbrahim Paşa’nın bölgedeki bu çalışmaları sayesinde ilk defa 1527’e kadar Portekizliler Kızıl Deniz’e gelmeye cesaret edememişlerdi. Portekizli Amiral Lopo Vaz de Sampayo Yemen’deki Osmanlı’nın varlığından dolayı Hindistan’ın batı kesiminde yer alan Goa’da kalmayı tercih etmişti. Osmanlı’nın Yemen’deki mevcudiyeti, Hint Okyanusu’nda Osmanlı egemenliğinin rahatça ve büyük bir güçle tecelli etmesini sağlamıştı. Selman Reis’e göre Yemen’i kontrol eden güç, Hindistan’ın efendisi olurdu. Buna binaen Akdeniz’den Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’na doğrudan müdahil olabilmek için İbrahim Paşa’nın çılgın bir projesi karşımıza çıkmaktadır. Mısır’da yaşayan Venedikli Luigi Roncinotto, Nil nehri ve Tor şehri arasındaki çölde nice mühendisleri ve 12.000’den fazla çalışan işçiyi gördüğünü ve bunların eski Mısır döneminden kalma Suez kanalını tekrar açmakla meşgul olduklarını yazmıştır. Bu kanal ilk defa Mısırlı Firavunlar tarafından açılmıştı. İbrahim Paşa böylece Akdeniz ile Kızıldeniz arasında bir kanal açmayı düşünmüştür. Bu suretle de Akdeniz ile Hint Okyanusu arasındaki bağlantıyı kolaylaştırırken doğu baharatını doğrudan doğruya İstanbul’a taşımayı tasarlamıştır. Magalheas Godinho, Marino Sanudo’ya dayanarak, Nil-Kızıldeniz arasında açılmak istenen kanal için binlerce işçinin çalıştığını ve ameliyenin 1532 yılında da devam ettiğini bildirmektedir (Godinho, II, s.154).

Tam da bu altın yıllarının devamında, iki başarılı komutan Selman Reis ve Hayreddin el Rumi kanlı bir kişisel hesaplaşmaya girişirler. Bu düşmanlık, İbrahim Paşa’nın sarf ettiği gayretlerin ve elde edilen ekonomik, askeri, politik ve ticari kazançların kısa bir sürede yok olmasına sebebiyet vermiştir. Bu düşmanca rekabetin ilerleyen safhalarında Hayreddin el Rumi Selman Reis’i öldürmeleri için bir suikastçı heyetini bir araya getirmiştir. Selman Reis çadırında satranç oynadığı bir sırada suikastçılar içeri girer ve Selman Reis’in etrafını sararlar ve infaz ederler. Böylece 1528 yılının Eylül ayında Selman Reis kariyerinin zirvesindeyken Hayreddin el Rumi’nin adamları tarafından öldürülür. Akabinde amcasının Hayreddin el Rumi tarafından öldürülerek komutanlığı ele geçirdiğini duyan ve aynı zamanda Filo’nun kıdemli bir subayı olan Selman Reis’in yeğeni Mustafa Bayram, amcasının kuvvetlerinin başına geçerek Hayreddin el Rumi’yi yakalatıp idam ettirmiştir. Sonrasında kendisini amcası Selman Reis’in varisi olarak ilan edip Yemen’de otoriteyi kendi adına ilan etmiştir. Yemen’de Selman Reis’in İbrahim Paşa’nın emri üzerine tedarik ettiği yeni teçhizata, mühimmata, top ve tüfeklere el koyan Mustafa Bayram bunları yanına alarak Kamara Adası’na çekilerek Yemen’i eskisi gibi başıboş bir memleket haline getirmiştir ve Osmanlı’nın birkaç yılda Portekizlilere karşı Kızıl Denizi ve Hint Okyanusu’nda sağladığı tam hâkimiyetine son vermiştir. Bütün bu olayların haberi Portekizlilere ulaşmıştır. 1528 yılının sonlarında Portekizliler Kızıl Deniz’e bir donanma gönderir ve 8 büyük ticari gemi ve 44 küçük ticari gemileri ele geçirirler. 1529 yılında Portekizliler daha büyük filolar göndererek Kızıl Deniz’e ve Hint Okyanusu’na tekrar hâkim olmaya başlarlar. Portekiz filoların amirali Eitor da Sylveira Arabistan’ın güneyindeki Shihr liman kentine yelken açmıştır. Oradan Kamaran Adası’na doğru giderek Mustafa Bayram’a saldırmıştır. Mustafa Bayram’ı yenerek adayı tüm kuvvetleriyle birlikte terk etmesini sağlamıştır. Sylveira ardından Yemen’e doğru giderek Yemen’in Portekiz Krallığı’na bağlı bir vasal devlet haline getirmiştir. Böylece Osmanlı’nın İbrahim Paşa’nın önderliğindeki Hindistan’a ve Hint Okyanusu’na yönelik hızla gelişen deneme niteliğindeki atılımı ve de keşfi yüz karartıcı bir şekilde, geçici olarak sona ermişti. Tüm bu olaylar yaşanırken Sultan Süleyman ve Sadrazam İbrahim Paşa, Osmanlı ordusunun başında, Avrupa’nın kalbinde bu denli pozitif bir ilerleme sarf ederken, Portekizlilerin 1529 senesindeki saldırılarını hazmedemeyen ve amcası Selman Reis’in yolundan gitmek isteyen Mustafa Bayram, tıpkı amcası Selman Reis gibi İbrahim Paşa ile koordineli bir şekilde haberleşip Osmanlı’nın Hint Okyanusu’ndaki itibarini kurtarmak için kuvvetlerini tazelemiş ve Portekizlilerin üzerine gitmek istemiştir. İbrahim Paşa tarafından Mısır valisi olarak atanan Süleyman Paşa’nın da desteği ile Arabistan’ın güneyindeki Shihr’a yelken açan Mustafa Bayram, orada güç ve kuvvetlerini son kez hazırlar ve Hindistan’a gitmek üzere son hazırlıklarını yapmıştır. Mustafa Bayram 1531 senesinin kışında Hindistan’ın Diu liman kentine varmıştır. Mustafa Bayram’ın Diu’ya varışı, Gucerat Sultanlığı ile Osmanlı’nın dostluğunu daha da pekiştirmiştir. Bu dostluk ilk defa Yavuz sultan Selim döneminde kurulmuştur. Gucerat’ın Sultanı Bahadır, Yavuz sultan Selim’in tabiri caizse Hindistan’daki eli olan Sultan Muzaffer Şah’ın oğludur ve Diu’nun valisi Bahaulmülk Tuğ Han, Osmanlı ile ticaret yapan Guceratlı tüccarların başı olan Malik Ayaz’ın oğludur. Mustafa Bayram’ın Diu’a gelişinden bir kaç gün önce, Portekizli Amiral Nuno da Cunha, Diu’ya yönelik denizden saldırı planlarının içerisindeydi. Böylece Guceratlılar, Osmanlıların gelişini Allah’ın bir lütfü olarak nitelendirdiler ve onları çok iyi karşılamışlardır. Mustafa Bayram ve Diu valisi Tuğ Han’ın kuvvetleri birleşerek Diu’yu Portekizlilere karşı savunmak üzereydiler. Üstelik Mustafa Bayram beraberinde, amcası Selman Reis’in İbrahim Paşa’nın emri üzerine tedarik ettiği yeni nesil silahları, tüfek ve topları da getirmişti. Portekizliler şehre varınca çarpışmalar birkaç gün sürdü ve Portekizliler en sonunda geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu destansı savunma savaşı Osmanlı’nın ilk okyanus ötesi galibiyeti olarak tarihe geçmiştir. Zafer haberleri yayılırken, Selman Reis’in skandal ölümü artık unutulmuştu ve Osmanlı’nın Hint Okyanusu’ndaki en güçlü Müslüman hanedanı ve devleti olduğu algısı tekrar onaylanmış oldu. Skandal bir davranış sergileyip Portekiz Krallığı’na bağlı bir vasal devlet olma teklifini kabul eden ve itibarı yerle bir olan Yemen Emir’i bile Osmanlı hegemonyasını tekrar kabul ettiğini ilan ederek ülkesindeki tüm Portekizli askerleri ve generalleri tutuklattırmıştır. Gucerat Sultanı Bahadır Han fevkalade minnettar kaldı ve Mustafa Bayram’a hediyeler ve unvanlar bahşederek adamlarının Gucerat’ta kalmalarına davet etti. Bahadır Han’ın şartları ve daveti son derece iyi niyetliydi ve teklifi çok cömertti. Mustafa Bayram’ın adamlarının büyük çoğunluğu böylece davete icabet ettiler ve Gucerat’ta kalmaya karar verdiler. Bu Osmanlı göçmenleri, ilerleyen yıllarda Hindistan’ın iç ve dış işlerinde kilit rol oynayacaklardır. İlerleyen yıllarda Mustafa Bayram her ne kadar Babür İmparatorluğu’na gidip orada hizmetini devam ettirmişse de, onun adamları Gucerat Sultanlığı’na sadık kaldılar ve Gucerat’ın yeni elit yöneticileri haline geldiler. Bunlar İstanbul ve Kahire’yle olan ailevi, ticari, askeri ve siyasi bağlarını gelecek nesillere aktaracaklardır. Böylece bu Türk göçmenleri, resmi olmayan fakat kalıcı olan bir Osmanlı kolonisini, tam da Hint Okyanusu’nun ve ticaret dünyasının kalbinde kurmuş olacaklardır.

Son

Sadrazam İbrahim Paşa’nın yokluğunu fırsat bilen bazı yeniçerilerin İstanbul’da başlattıkları isyan sonucu Sultan Süleyman payitahtı terk etmiş ve Edirne’ye gitmiştir. “İbrahim Paşa; Mısır’dan dönünceye dek İstanbul’a girmeyeceğim” diyen Sultan Süleyman böylece iktidarın kendisinde olduğunu fakat yürütmenin tam anlamıyla İbrahim Paşa’da olduğunu göstermiştir. İbrahim Paşa böylece yukarıda da zikredildiği üzere Kızıl Denizi ve Hint Okyanusu’ndaki gelişmeleri ertelemek zorunda kalmıştır. İbrahim Paşa biliyordu ki Avrupa’daki gelişmeler ve çıkan sorunlar halledilebilen cinstendi ve bir askeri harekatla tüm sorunlar ortadan kalkabilirdi. Fakat Sultan Süleyman’ın göremeyip de İbrahim Paşa’nın gördüğü büyük bir sorun vardı. Eğer Osmanlı; Kızıl Denizi ve Hint Okyanusu’nda yeteri kadar önlemler almazsa, kısa vadede olmasa bile uzun vadede imparatorluğun çöküşüne zemin hazırlayabilirdi. Zira coğrafi keşiflerin farkında olan İbrahim Paşa, aynı zamanda Portekizli ve İspanyol denizciler tarafından keşfedilen Amerika kıtasından gelecek zenginliklerin Avrupalı devletleri ne kadar güçlendireceğini tahayyül edebiliyordu. Bunun için bu coğrafi keşiflere hızlı bir şekilde dahil olunmalı ve imparatorluğun yönü, kesin surette Hindistan’a doğru çevrilmeli ve Hindistan-Mısır arasındaki bağlantı ne pahasına olursa olsun muhafaza edilmeliydi. Osmanlı’nın dış politikası bu evrede, çift başlılığın ortaya çıkardığı bazı meseleleri beraberinde getirmiştir. Sultan Süleyman ısrarla kendisini doğunun ve batının, kısacası dünyanın tek imparatoru olarak görmekteydi. Bu yolla Sultan Süleyman, Kutsal Roma İmparatoru Şarlken’i sadece İspanya Kralı olarak görmekte ve kendisini tek imparator olarak tanınmasını istemekteydi. Sultan Süleyman klasik bir yöntem seçmekteydi. Onun amacı İmparator Şarlken’i savaş meydanına çekmek ve orada alacağı bir zafer ile kendisini Avrupa’nın imparatoru ilan etmekti. Nitekim Şarlken 1520 yılında Kutsal Roma İmparatoru olarak seçilmişti. Fakat çağdaşı gibi 1520 yılında Osmanlı’nın tahtına oturan Sultan Süleyman bu unvanını tanımamakta ve savaşı bir araç olarak kullanarak amacına ulaşmanın niyetindeydi. Sultan Süleyman aynı zamanda Macar Kralı 2. Layoş’tan intikamını da almak istiyordu. İbrahim Paşa daha rasyonel ve o çağa uygun bir imparatorluk politikası geliştirmenin gayesindeydi. Portekiz Krallığı’nın Hint Okyanusu’ndaki mevcudiyetine karşı lakayt davranılmamasının lazım geldiğini teşvik ederek imparatorluk politikasına yeni bir sayfa açmanın niyetindeydi. Bu yolla Rönesans ve coğrafi keşiflerin farkında olan Paşa, Hint Okyanusu bölgesinde Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir devletin kurulmasını öngörmekteydi, tıpkı Kırım Hanlığı’nın Karadeniz’in kuzey istikametini Osmanlı İmparatorluğu adına kontrol ettiği gibi. Fransa Kralı Fransuva’nın 1525 Pavia Savaşı’nda Kutsal Roma İmparatoru Şarlken’e karşı esir düşmesinden sonra Avrupa’da dengelerin kesin surette değişmesini önlemek amacıyla Fransa Kralı’nın naibı olan Fransa Kralı Fransuva’nın annesi Louise de Savoie, Sultan Süleyman’a bir elçi göndererek Osmanlı’nın azametini ve büyüklüğünü kabul ederek, Osmanlı’nın kendilerine yardım etmelerini istirham etmiştir. Sultan Süleyman böylelikle “Fransa Vilayeti’nin Kralı Fransuva’nın başına gelenlerden haberdar olduğunu, yenilmenin ve hapsolunmanın hayret edilecek bir şeyin olmadığını, gönlünü hoş tutup üzülmemesini bildirmiş ve Fransa Vilayeti’ni bu elem hadiseden kurtarmak amacıyla bizzat sefere çıkacağını” beyan etmiştir. Osmanlı bu diplomatik temastan sonra 1525’ten 1533’e kadar yüzünü kesin olarak batıya çevirmiş ve Hint coğrafyasındaki meseleler, Mısır Eyaleti’ne devredilmiştir. İbrahim Paşa ise Hint Okyanusu ile ilgili planlarını ertelemek zorunda kalmıştır.

KAYNAK

Agoston, Gabor (2011). “Enformasyon, İdeoloji ve Emperyal Siyasetin Sınırları: Osmanlı-Habsburg Rekabeti Bağlamında Osmanlı Büyük (Grand) Stratejisi”.Erken Modern Osmanlılar: İmparatorluğun Yeniden Yazımı. Der. Virginia

Bragadino, Pietro (1524-26), The Diplomatic Chameleon: Manuscripts from the Bailaggio

Casale, Giancarlo (2010), The Ottoman Age of Exploration, Oxford University Press

Demir, Uğur (2014), Osmanlı Araştırmaları / The Journal of Ottoman Studies, XLIII, Haremeyn, Şam, Cidde, Habeş, Yemen, Hindistan ve Mısır ile İlgili Bir Takrir, 301-339

Godinho, Vitorino Magelhães. “The Portuguese ‘Carreira da Índia’ 1497–1810.” In Ships, Sailors and Spices: East India Companies and their Shipping in the 16th, 17th and 18th Centuries, edited by Jaap Bruijn and Femme Gaastra. Amsterdam: Neha, 1993, 1–47.

Mughul, Muhammed Yaqub (1974), Osmanlının Hint Okyanusu Politikası ve Osmanlı-Hint Müslümanları Münasebetleri

Özbaran, Salih (1977), Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu, On altıncı Yüzyılda Ticaret Yolları Üzerinde Türk-Portekiz Rekabet ve İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Sayı 31, s. 65-146

Özbaran, Salih. (2002). “Osmanlıların Güneye Yönelik Deniz Politikaları”. Eds. Metin, K., & Christine, V. Kanuni ve Çağı. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Özbaran, Salih. (2007). Portekizli Seyyahlar İran, Türkiye, Irak, Suriye ve Mısır Yollarında. İstanbul: Kitap Yayınevi Yayınları

Özbaran, Salih. (2011). “Osmanlılar ve Hint Okyanusu Bir Korsan Denizcinin Gözlemleri ve Raporu

Purgstall, Joseph von Hammer (1828), Gestischte des Osmanischen Reiches. Grossentheils aus bisher unbenützen Handschriften unda Archiven

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (1983), Osmanlı Tarihi. Cilt 2, Türk Tarih Kurumu Yayınları.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz