19. yy Osmanlı’nın üzerine bir lanet gibi çökmüştü. Geçmişte Anadolu’nun, Arap Yarımadası’nın, Balkanların Kafkasların, Kuzey Afrika’nın tartışmasız hâkimi olan Devlet-i Aliyye artık Avrupalı rakipleri tarafından “Hasta Adam” olarak görülüyor, toprakları paylaşılıyordu. İttihat Terakki büyük bir umutla hükümete gelse de kayda değer bir gelişme sağlayamamıştı.
Lonca sisteminin bir sonucu olarak sermaye elde edilememişti, sanayileşme yok denecek durumdaydı. Sanayileşme olmaması nedeniyle Avrupa’nın bir pazarı durumunda olan Osmanlı; ordusunu da bu sebepten dolayı modernize edemiyordu. Almanya’nın maddi desteğiyle geniş alanlara yayılan demiryolları ülke içerisindeki ticareti hızlandırsa da ülke içinde üretilmeyen mallar satıldığı için imparatorluğa kayda değer bir fayda sağlayamıyordu. Kısaca Almanya kendi yaptırdığı demiryollarında, kendi mallarını imparatorluk topraklarının tamamına gönderip satabiliyordu. Ancak demiryollarının varlığı Osmanlıya doğrudan bir zarar oluşturmuyordu. Hatta ileride bu demiryollarından çokça fayda sağlayacaktı.
Türk- Alman dostluğu İngiliz Hariciyesi tarafından Rusya’ya denge sağlaması sebebiyle memnuniyetle karşılansa da, İngiliz- Rus ittifakı gelişmesiyle bu yakınlıktan rahatsızlık duyulmaya başlanmıştı. Olası bir savaşta Osmanlı’nın boğazları ve Almanların silahları Rus filosunu Karadeniz’den bir adım dışarı çıkartmazdı. Ama Osmanlı’nın boğazlarının jeopolitik varlığını donanma ile desteklemesi gerekiyordu. Bu donanma açığını kapatmak için İngilizlere savaş gemileri ve muhrip gemileri sipariş veren Osmanlı maalesef gemileri alamayacak o gemilerin açığını kapatmak için on binlerce şehit verecekti.
Rusya şüphesiz Avrupa’dan Asya’ya uzanan, Boğazları elinde tutan büyük bir devletin varlığından rahatsızlık duyuyordu. Osmanlı’nın bu durumunu Panslavizm politikası ile alt üst etme amacını gütmeye başlamış, Rumların da bağımsızlığını şart gören Rusya General İpsilantis’i görevlendirip Etnik-i Eterya Cemiyeti’ni kurmuş, Megali İdea propagandası yaparak Rum tebaayı isyana teşvik etmiştir ve başarılı da olmuştur. Eflak, Boğdan, Sırbistan, Karadağ, Bosna- Hersek, Arnavutluk ve Bulgaristan’ da milliyetçiliği körüklemiş ve bağımsız olmalarını sağlamıştır. 1877 yılında Bulgar, Sırp, Roman ve Karadağlı bir milyona yakın askeri güçle Osmanlı’nın üstüne gitti. Savunma savaşı uygulayan Osmanlı 200,000 – 300,000’den oluşan gücüyle bir milyonluk orduya karşı üstün gelememiş, Rus ordusu İstanbul’un sınırlarına girmek üzereyken Yeşilköy civarlarında durmuştur. Batı devletlerinin arabuluculuğu ile savaş bitirilmiştir ancak Rusya’nın şartı Ayestefanos Antlaşmasını imzalamak olacaktı. Bu antlaşmanın içeriğinde Sırbistan, Karadağ ve Romanya’ya tam bağımsızlık verilmesi, Büyük Bulgaristan Krallığı’nın kurulması ve Kars, Ardahan, Artvin, Doğu Beyazıt, Batum ve Eleşkirt’in Rusya’ya verilmesi gibi vahim maddeler olmasına rağmen Osmanlı hariciyesi bu antlaşmayı imzalamıştır. Batı ülkelerinin Rusya’nın bu antlaşma sonucu çok güçlü olacağını düşünerek Ayestefanos Antlaşmasının yürürlüğe girmesine mani olmuştur.
Balkan savaşında da mağlup olan Osmanlı’nın elinden Kırklareli’ne kadar olan tüm topraklar alınmıştı. Eski başkent Edirne’nin kaybı Osmanlı’da derin bir hüzünle karşılanmış, Edirne’nin alınması için yollar düşünülse de içinde bulunulan vaziyet bu yolları kapatıyordu. Kısa bir süre sonra Balkan devletleri arasında toprak paylaşma konusunda tartışmalar yaşanmış, zamanla bu tartışma savaşa dönüşmüştü. İkinci savaşta Osmanlı ordusu da yerini almış ve en azından eski başkent Edirne’yi topraklarına katmıştı.
Bir diğer önemli savaş şüphesiz Trablusgarp savaşıydı. Birliğini ancak sağlamış olan İtalya kendisine sömürge arıyordu. Gözüne Osmanlı’nın Kuzey Afrika’daki topraklarına dikmişti. Ne de olsa Osmanlı’nın donanması yoktu. İtalya donanmasını hazırlarken, Osmanlı’nın gönüllü subayları da kılık değiştirerek karadan Trablusgarp’a geçip yerel halkı örgütlemeye çalışıyordu. İtalya saldırılarına başladığında, Osmanlı subayları kumandası altındaki milisler gerekli pozisyonları almış, İtalyanlara karaya adım attırmamışlardı. Trablusgarp’ı böyle alamayacağını anlayan İtalya, donanmasını On iki ada üzerine sürmüş, aynı zamanda Trablusgarp’ın verilmemesi halinde Boğazlara saldıracağını beyan etmişti. Osmanlı tarafı ise Trablusgarp’ı vermek zorunda kalmıştı. Büyük krizler büyük adamları ortaya çıkarır. İki adam vardır ki ileride Türk Tarihi onlardan çok bahsedecektir: Binbaşı Enver Bey ve Kolağası Mustafa Kemal Bey.
Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Savaşından önce bu musibetleri yaşamıştır. İmparatorluğun aleyhine olan pek çok durum Osmanlı’nın elini kolunu bağlamış, birçok önlemi alamamıştır. Lehine olan ise başarılı subaylar yetiştirmesi ve vatansever bir halka sahip olmasıdır. Kısa aralıklarla onlarca savaşa yüzlerce çarpışmaya giren Türk halkı, dört yıl süren I. Dünya Savaşında tekrar savaşmış, bir de Kurtuluş Mücadelesine girip muvaffak olmuştur. Şüphesiz dünya üzerinde çok az millet vardır ki vatanına bu kadar bağlı olsun.
Ömer Can Topçu
Stratejik Ortak Misafir Yazar
KAYNAK
1)Yüzüncü Yıldönümünde Birinci Dünya Savaşı, Michael Howard, Dost Yayınevi, Ankara,2014
2) Birinci Dünya Savaşı, Norman Stone, Doğan Kitap, İstanbul, 2010
3) Cumhuriyetin İlk Yüzyılı (1923-2023), İlber Ortaylı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2017
4) Başlangıcından Günümüze Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Temuçin Faik Ertan, Siyasal Kitabevi, 2019, Ankara
5) I. Dünya Savaşına Giden Yol ve Savaş, Haluk Ülman, İmge Kitabevi, 2002
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.