‘Amerikan Devri’ bitti mi? Günümüzde bu sorunun cevabı pek çok kişi tarafından sorgulanıyor. Peki bu sorgunun başlama sebebi ne? Öncelikle Amerika Devri’nin nasıl başladığını bilmekte fayda var. 20. yüzyıl başlarında Birleşik Devletler ekonomisi, dünya ekonomisinin çok küçük bir kısmını oluşturuyordu. II. Dünya Savaşı tüm büyük ekonomileri yok ederken Birleşik Devletler ekonomisini güçlendirdi ve savaş sonunda ABD dünya ekonomisinin yaklaşık yarısını temsil etmekteydi. Birleşik Devletler’in dünyada yerini sağlamlaştırması ise II. Dünya Savaşı’nın yıktığı Avrupa ülkelerine desteği ve İngiltere’nin desteklemekte zayıf kaldığı Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelere destekleriyle devam etti. Bunları NATO’yu meydana getirmesi, Kore’de savaşan Birleşmiş Milletler’e öncülüğü ve elbette Soğuk Savaş’tan galip çıkması takip etti. Yegâne devlet haline geldiği 1991 yılından itibaren Birleşik Devletler tüm dünyada yerini kabul ettirmiştir. Ve günümüze kadar ABD liberalizmi etkili bir şekilde gelmiştir. Norveçli akademisyen Geir Lundestad, ABD’nin dünya düzenindeki etkisini “davet yoluyla imparatorluk” şeklinde tanımlamaktadır.
Birleşik Devletler dünya üzerindeki etkinliğini ve ABD liberalizmini tüm dünyaya yayarken, bizlere şu an “ABD’nin karşısına biri gelebilir mi?” sorusunu sorduran Çin ise sessizce yükselişine devam etti. II. Dünya Savaşı sırasında Japonya’ya karşı birlik olan Çin ve ABD, savaş sonrasında ABD’nin desteklediği Çin iç savaşından sonra iyice koptu. Kanlı iç savaştan Mao zaferle çıktı ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurarak kapitalist batıyla tüm bağlarını kopardı. 1970’lerin başında ABD Sovyetlere karşı Çin’i kazanmaya karar verdi. Nixon, Çin’i ziyaret eden ilk ABD başkanı oldu.
25 yıllık yalnızlıktan sonra Mao, ABD ile yeniden iş birliğine razıydı. Mao sonrası iktidara gelen Deng Xiaoping ile birlikte Çin, Şubat 1978’de başlayan ve 1985’e kadar devam edecek hızlı bir kalkınma sürecine girdi. Dört modernizasyon adını verdiği “tarım, sanayi, bilim, teknoloji ve savunma” programları ile ülkede inanılmaz bir kalkınma reform hareketi başlattı. Deng Xiaoping para getirmesi koşuluyla Batı’ya açılmayı düşüneceğini belirtti. Ve komünist Çin, Batı ile iş yapmaya başladı. Komünist ülke ekonomisi kapitalist Batı ile dışa açıldı ve devlet özelleştirmeler ile kısmen de olsa küçüldü. Tüm bunlar Çin’in büyüme rakamlarını da yukarı çekti. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte, Çin 2011’de IMF üyesi olmasıyla serbest piyasada kendisine karşı konulan gümrük vergilerinin kaldırılması fırsatı kullanarak ihracatını daha da artırdı. Çin’in IMF, DB ve daha sonrasında da Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) girmesine de onay veren ABD, kendi elleriyle dirilttiği ejderhanın yükselişini optimist bakış açısından ya da Avrasya’ya olan ilgisinden dolayı görememiştir. Çin’in toplam serveti ise akıl almaz bir şekilde büyüdü. 1998’de Çin ekonomisi 1 trilyon dolara ulaşırken, ABD ekonomisi 9 trilyon dolar ile öndeydi. 2018 yılı itibariyle ise Çin 13 trilyon dolarlık ekonomisiyle ABD’nin 20 trilyon dolarlık ekonomisine yetişmek üzereydi. Tahminler 2025’te Çin’in bir numaralı ekonomik güç olacağını söylemektedir.
Çin’in bu yükselişini geç de olsa fark eden ABD uzmanların görüşleri çerçevesinde Sovyetler’e yaptığı gibi Çin’i de çevreleme politikalarına yöneldi. Fakat bu Soğuk Savaş dönemindeki kadar kolay değildi. Soğuk Savaş Sonrasında askeri güvenliğe dayanan tek taraflı güvenlik anlayışı yerini alçak politikalar olarak bilinen terör, salgın, küresel ısınma, ekonomik krizler, demografik yapıları etkileyen büyük göçler gibi sayısız simetrik olmayan yeni tehditler ortaya çıktı. Artık devletler bazı tehditlerle mücadele etmek için diğer uluslarla da işbirliği halinde olması gerekiyor. Çünkü artık tehditler ulus içi değil uluslararası bir hale geldi. Joseph Nye ile Robert Keohane’nin uluslararası ilişkiler literatürene kazandırdığı “karşılıklı bağımlılık” esasına göre, artık devletler birbirine eskisine nazaran daha fazla bağımlıdır. Demokratik rejimler arttıkça hem ulusal hem de uluslararası yeni kurumlar ortaya çıkmış ve bu da sistemdeki aktör sayısını artırmıştı. Dahası ülkeler güvenliklerini tesis ederken de daha çoğulcu yaklaşımlar geliştirmek zorundalar. Bu bağlamda, ABD’nin günümüzde Çin’i çevrelemesini artık sadece askeri değil diğer parametrelerde de değerlendirmek gerekir. Ayrıca Çin’in küçümsenmeyecek kadar eski olan devlet geleneği ve siyasi aklı ABD’ye karşı tedbirlidir. Çin, 2015’te kurduğu ve 70’den fazla üyesi bulunan Asya Altyapı Yatırım Bankası ile ABD’nin Soğuk Savaş döneminde uyguladığı Marshall yardımlarına benzer şekilde, başta bölgesindeki ülkeler olmak üzere küresel olarak dünyada altyapı çalışmalarına krediler sağlayarak kendisine bağımlı ekonomiler yaratmaktadır. Diğer taraftan da “Bir Kuşak Bir Yol” projeleri ile hem denizden hem de karadan ticaretini artırmak için ulaşımını kolaylaştıracak, yol, liman ve demiryolu gibi altyapı projelerini üstlenerek kazan-kazan politikası uyguluyor.
Böylece ABD’nin veto hakkı olan küresel kredi sistemlerine de bir alternatif yaratmış oluyor. Çin’i çok uzaklarda, Latin Amerika’da Panama kanalına alternatif olarak Nikaragua Kanalı’nı inşa ederken bulabiliyorsunuz. Ancak eski sömürü ülkelerinden yine doğal madenler ve yer altı kaynakları alıp, hala üretemeyen bu ülkelere ürün satması, eski sömürü düzenini de hatırlatmaktadır. Çin’i kuşatmak isteyen ABD’nin zaten kendisi Çin’e karşı da finansal açıdan zorluklar yaşıyor ve bu yüzden bölgedeki müttefiklerine de eskisi gibi yardımcı olması hiç kolay değil. Çin en fazla Amerikan tahvilini elinde bulunduran ülkedir. Bu da Çin’e önemli bir ekonomik direnç gücü katmaktadır. ABD ile Çin arasında 600 milyar doları geçen bir ticaret hacmi var ancak 2016’da Çin’e karşı verdiği dış ticaret açığı 347 milyar dolar gerçekleşti ki bu toplam 685 milyarlık dolar ticaret açığının yarısından çok fazlasıdır. ABD’nin bölgedeki müttefikleri de Çin’e giderek ekonomik anlamda bağımlı kalmaya başladılar. Güney Kore ve Tayvan verdikleri ticaret fazlasının yarısını Çin ile olan ticaretlerine borçlular. Benzer şekilde ASEAN üyeleri Çin arasında da 345 milyar dolarlık ihracat var. Çin’e karşı ticaret açıkları verse de Çin’den ithal ettikleri ucuz hammadde sayesinde diğer ülkelerle yaptıkları ticarette ihracat fazlası vermektedirler. Yine Japonya ile arasındaki 300 milyar dolardan fazla olan ticaret hacmi de iki ülkenin askeri anlamda karşı karşıya gelmesini zorlaştırmaktadır. Çin büyüdükçe bölge devletleri de ihracatını artırmakta ve Çin bölgede ekonomik istikrarın lokomotifi olmaktadır. Sürekli ekonomik olarak açık veren ABD’nin de bölgedeki ülkeleri Çin’e karşı ekonomik olarak da desteklemesi zor olduğundan, bölgedeki siyasi ağırlığı da giderek azalmaktadır. Kısaca, ABD’nin Çin’i Soğuk Savaş dönemindeki Sovyetler gibi sınırlaması pek kolay olmayacaktır. Çünkü ABD ve SSCB arasında hemen hemen pek çok alanda ekonomik bir ilişki yoktu fakat şimdi ABD-Çin arasındaki olası bir ticaretin sonlanması, her iki ülkenin ekonomik krize de girmesine neden olabilecek seviyededir.
Çin, yükselen ekonomik gücüne rağmen henüz askeri ve siyasi olarak bir süper güç olmadığının farkındadır. ABD kendi coğrafyası dışında en büyük askeri güç noktalarına sahip ülkedir. Çin bu nedenle dış politikada büyük ve iddialı söylemlerde bulunmamaya özen göstermektedir. Yeterli gücü oluşturuncaya kadar revizyonist bir dış politikadan daha çok statükonun korunmasına yönelik “Barış içinde bir arada yaşama” ilkesine dayanan barışçı bir dış politika benimsemektedir. Uluslararası toplumun Çin’in yükselişi söylemine karşılık Çinli yöneticiler yumuşak söylemlerde bulunmaktadırlar. Çin’in ABD gibi kültürünü, devlet anlayışını ve ekonomik bağlarını tüm dünyaya yayıp yayamayacağını bilemeyiz. Tek bir muhtemel senaryo değil birçok senaryo bulunmaktadır. Fakat bilinen somut gerçek Çin’in Asya-Pasifikte ABD’den daha hegemon bir durumda olduğu ve yükselişine devam ettiğidir. Çin’in yükselişi aşikardır ve günümüzde cevap aranan sorulardan en popüleri Çin’in yükselişinin barışçıl olup olamayacağıdır.
Betül Kılıç
Stratejik Ortak Misafir Yazar
KAYNAK
İshak Turhan, Bahadır Yusuf Keskin; Çevreleme Politikalarının Çin’e Uygulanabilirliği; Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme Dergisi, ICMEB17 Özel Sayısı.
John J. Mearsheimer; The Tragedy of Great Power Politics; 2001.
Joseph S.Nye; Amerikan Yüzyılı Bitti mi?; Çev. Burç Beşgül; 2016.
Taşkın Deniz; Yükselen Güç Çin Halk Cumhuriyeti’nin Stratejik Hamleleri; Electronic Journal of Social Science; 2014.
(http://asean.org/storage)
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.