Doğu Akdeniz’in dar bir deniz alanı olması sebebiyle özellikle deniz yetki alanı sınırlandırılmasında sorunlar yaşanmaktadır. Başta GKRY olmak üzere uluslararası hukuka aykırı bir şekilde bölgesel güçlerle yaptığı deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmaları hukuki bir sorun oluşturmakta, hidrokarbon kaynaklarının çekiciliği ile birlikte bölgesel güçler arasında genelde deniz yetki alanlarının sınırlandırılması özelde ise münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı belirlenmesinde problem teşkil etmektedir. Bölgede devletler, Doğu Akdeniz’in coğrafi yapısını göz ardı ederek tek taraflı ya da ikili antlaşma yaparak deniz yetki alanı belirlemektedir. Özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail, Lübnan ve Mısır’ın uluslararası hukuk açısından tartışmalı münhasır ekonomik bölge anlaşmaları ve bu alanlarda keşfedilen hidrokarbon kaynakları, Doğu Akdeniz’de çok taraflı bir anlaşmayla deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasını engellemektedir.
Doğu Akdeniz’de başta GKRY olmak üzere; Yunan tarafının da desteklediği biçimde bölgesel güçlerle yaptığı münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşmaları, hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge haklarını taciz etmekte hem de hidrokarbon kaynaklarının aranması ve işletilmesine yönelik girişimlerde bulunup hakça bir paylaşımı bölgede imkansız kılmaktadır. Bu bağlamda Doğu Akdeniz’de yer alan ve uluslararası hukuka göre buradaki petrol ve doğalgaz kaynakları üzerinde söz sahibi olan bölgesel güçlerin bir araya gelerek çok taraflı antlaşma yapmadan ikili antlaşmalar yoluyla deniz alanlarına yönelik sınırlandırma anlaşmaları yapması, akabinde küresel şirketlerin bölgeye dahil edilerek petrol arama ruhsatları verilmesi, bölgedeki gerginliği iyice çıkmaza sokmaktadır.
Özellikle GKRY, tartışmalı deniz alanları belirleyerek hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin deniz alanlarında hidrokarbon kaynakları arama faliyetlerine başlaması, Doğu Akdeniz’deki bölgesel gerilimi artırmakta, bölgedeki stratejik dengelerin Türkiye’nin dezavantajına olacak şekilde güvenliğini tehlikeye düşürmektedir. Buradaki amaç hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin deniz yetki alanlarını dar bir alana sıkıştırmak ve özellikle Türkiye’nin buradaki doğal kaynaklardan faydalanmasını engelleyerek Doğu Akdeniz denkleminden dışlamaktır.
GKRY ve destekçisi Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki deniz alanlarına yönelik tezleri ve deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmaları yapması, uluslararası hukuk açısından tartışmalı olarak görülmektedir. Çünkü BMDHS’nin 74. maddesine göre sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan devletlerin MEB sınırlandırması hakça bir paylaşım yapılarak anlaşma yoluyla sınırlandırılması gerekmektedir. Ancak GKRY ve Yunanistan’ın tavrı hakça bir paylaşımın ötesine geçmekte ve sorunların çözümsüz kalarak BMDH sözleşmesindeki düzenlemelerin pratikte uygulanamamasına sebep olmaktadır.
Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik problemleri kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırlandırması oluşturmaktadır. Doğu Akdeniz, coğrafi olarak dar bir deniz olması sebebiyle bu iki deniz alanının sınırlandırılmasında sorunlar oluşturmakta ve 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin yukarıda da değindiğim gibi “sahilleri bitişik veya karşılıklı olan devletlerin münhasır ekonomik bölgenin (kıta sahanlığının) belirlenmesi anlaşma ile yapılacaktır” kuralını dikkate almayı zorunlu kılmaktadır. Çünkü Doğu Akdeniz’in en uzun noktasından dahi baz alındığında karşılıklı kıyılar yaklaşık olarak 300 deniz milidir ve bu anlamda kıta sahanlığı için belirlenen sınır, daha sonra devletlerin ilan etmesi durumunda münhasır ekonomik bölgeleri için de sınır kabul edilmekte, hatta bir devletin münhasır ekonomik bölge ilan etmesi, diğerinin münhasır ekonomik bölge ilan etmese dahi deniz alanını ihlal edebilme potansiyeli taşımaktadır. Ancak Doğu Akdeniz’de hakça bir paylaşım yapmak amacıyla bölgesel güçlerin üzerinde mutabık kaldığı bir sınırlandırma anlaşması yapılmasının aksine ikili antlaşmalar yoluna giderek uluslararası hukukta tartışmalı olarak deniz yetki alanlarına dair sınırlandırma anlaşması yapılmaktadır.
GKRY, Doğu Akdeniz’de tartışmalı olarak münhasır ekonomik bölge sınırlandırması yapan ilk bölgesel ülke olarak yerini almaktadır. Bölgede deniz yetki alanlarına dair ikili antlaşmalar yapan devletler; GKRY, Mısır, İsrail, Lübnan ve son olarak 2019’da Türkiye ve Libya olmaktadır. Üstelik GKRY, Mısır, İsrail ve bu denkleme eklenmek istenen Yunanistan arasında özellikle Türkiye’ye karşı bir blok oluştuğunu söylemem de yanlış olmayacaktır. Türkiye ve KKTC’nin deniz yetki alanlarının istismar boyutu ele alındığında bu ittifak blokunun inşası ve uluslararası siyasette ses getiren Türkiye – Libya mutabakatı daha iyi anlaşılacaktır.
Öte yandan Yunanistan ise Meis, Girit, Kaşot, Rodos ve Çoban adalarını birleştiren bir hat belirleyerek adaların güney kıyılarından itibaren ortay hat metoduyla başta GKRY ve Mısır olmak üzere bölgedeki devletlerle münhasır ekonomik bölge sınırlandırması yapmaya çalışarak ve Türk tarafıyla ortay hat yöntemiyle sınırlandırılma yapılmasını savunarak denkleme eklenmek istemekte; GKRY’nin bölgede diğer devletlerle yaptığı ikili antlaşmalara destek olarak Türkiye’nin açık deniz alanlarını göz ardı ederek Doğu Akdeniz’de sıkıştırmaya çalışmaktadır. Türk tarafı ise hukuksal açıdan bu adaların deniz yetki alanlarına dair bir sınırlandırma yapılmaması gerektiğini hatta Doğu Akdeniz’de herhangi bir sınırlandırma yapılacaksa bunun hakça ilkeler eşliğinde yapılması gerektiğini savunarak Yunan tarafıyla ve onun destekçisi GKRY ile karşı karşıya gelmektedir.
Bu bağlamda hem Yunanistan hem de GKRY, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki açık deniz alanlarının büyük bir bölümüne el koymaya çalışmaktadır. Üstelik Yunanistan, Libya’daki iç savaşın avantajını kullanarak ve Libya’nın deniz alanları üzerindeki haklarını görmezden gelerek yaklaşık 39 bin kilometrelik bir alanı kendi karasuları olarak belirlemiş, sonrasında Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerinde hakim olma planları uğruna, Doğu Akdeniz enerjisini Avrupa pazarına taşımak üzere Türkiye’yi denklemden itmeye yönelik bir politika izlemiştir. Buna karşılık Libya (UHM), Yunanistan’ın Girit Adası üzerinden MEB ilan etmesini ve burada araştırma yapabilmek için uluslararası enerji şirketlerine lisans vermesini kabul etmemiş ve Yunanistan’a nota vererek Türkiye’nin tezlerini desteklemiştir. Ayrıca unutulmamalıdır ki Türkiye ve Libya, Yunanistan’ın Akdeniz’deki hamleleri nedeni ile çok önceden görüşüp durum değerlendirmesi yapmış ve 2011’de Libya’da iç savaşın çıkması sonrası alınan kararlar uygulamaya koyulamamıştı. 2019’a geldiğimizde ise Türkiye ve Libya, Yunanistan’ın amacını büyük ölçüde hukuksal olarak hükümsüz kılmıştı.
Yunanistan, ilgili adalar üzerinden ortay hat metoduyla sınırlandırma yapılmasını vurgulamakla birlikte bu adalar üzerinden kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge elde etmeye çalışarak deniz yetki alanlarının bu adalar üzerinden belirlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu sayede Türkiye’yi tıpkı Ege Denizi’nde uyguladığı gibi Akdeniz’den dışlamaya çalışmakta, bölgedeki Yunan adaları ile Türkiye’nin Akdeniz kıyıları arasındaki ortay hatların kuzeyine doğru sıkıştırarak ve enerji kaynakları üzerindeki maksimum faydayı artırarak Türkiye’yi denklemin dışına itmekte ve Türkiye’nin – BMDHS imzalamamış olsa bile- yasal hakkı olan en başta münhasır ekonomik bölgesindeki haklarını ihlal etmektedir. Aynı zamanda GKRY ile birlikte ortay hatları yani eşit uzaklık ilkesi ekseninde Doğu Akdeniz’in dar bir deniz olmasını göz ardı ederek deniz yetki alanlarını sınırlandırma biçimini esas almaya çalışması Türkiye’ye çok az bir kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge alanı bırakmasına yol açmakta ve uluslararası hukukun hakça bir paylaşım yapılması esasıyla bağdaşmamaktadır.
Bu sorunun bir benzeri GKRY ve KKTC ile de 2003’ten bu yana yaşanmaktadır. GKRY adadaki tek meşru devlet gibi hareket ederek önce Mısır, Lübnan ve son olarak da İsrail’le deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik antlaşmalar yapmış ve Kıbrıs’ın güneyinde yaklaşık 400km’lik bir alandaki münhasır ekonomik bölgesinde çeşitli küresel enerji şirketlerine hidrokarbon enerji araştırma ruhsatı vermiş ve Kıbrıs meselesinin çözümsüz kalmasını kronikleştirerek yeni bir mücadele merkezi yaratmasına yol acmistir.
Türkiye, ilgili anlaşma öncesinde de bölgedeki devletlerin uluslararası hukuk bağlamında tartışmalı olan anlaşmalarına karşı çıkarak hakkaniyete dayalı ortak bir anlaşma çağrısında bulunuyordu. Ancak GKRY ve Yunanistan hakkaniyete dayalı bir anlaşmanın tersine bölgedeki faaliyetlerine devam etmiştir. Buna karşılık Türkiye bu girişimlerini engelleyerek Yunan tezini geçersiz kılmış, Akdeniz’de kendisini devre dışı bırakacak yeni bir “oldubitti” anlaşmaları ve projeleri kabul etmeyeceğini beyan etmiştir. Ankara, bölgedeki haklarının gasp edilmesi ve muhtemel yeni deniz yetki alanları sınırlandırılmasının hukuksal ve siyasal geçersizliğini sağlamaya yönelik bölgedeki denkleme etki edecek bir girişimde bulunmuştur. Libya ile deniz yetki alanlarını belirleyen “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”nı imzalaması, bölgede Türk tarafının aleyhine yönelik muhtemel anlaşmaları büyük ölçüde engelleyerek denklemin seyrini değiştirmiştir.
[irp posts=”23520″ name=”Türkiye-Libya ‘Deniz Sınırları Anlaşmasının’ Hukuki Boyutu”]
Libya Mutabakatı Sonrası Türkiye’nin Kazanımı
GKRY ve Yunanistan’ın Türkiye’ye tanıdığı deniz yetki alanları, Libya Mutabakatı sonrası büyük ölçüde hükümsüz kalmıştır. Hakkaniyete uygun bir paylaşım yapabilmek bağlamında ortay hat esasına göre tespit edilen alanda A ve B noktası, Türkiye’nin 2011 yılında KKTC ile imzaladığı anlaşmayla belirlenirken, E ve F alanları ise Türkiye ile Libya’nın imzaladığı anlaşmanın ilgili kısımlarını kapsamaktadır.
1. haritada yer alan kesik çizgiler Yunanistan’ın ilgili adalar üzerinde deniz alanı belirleyip deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması yapması olasılığı dahilinde Türkiye’ye tanınan deniz alanını göstermektedir.
Ancak 2. haritaya baktığımızda Türkiye, bu olasılığı büyük ölçüde engellemiştir. Türkiye, kendisine karşı oluşturulmuş bloka karşı daha çok ortaklık kurması ve güçlü uluslararası aktörlerin kendi tezlerini desteklemesi için daha çok aktif olması gerekmektedir. Libya ile imzalanan mutabakatın bölgedeki diğer anlaşmaların aksine Doğu Akdeniz özelinde büyük ölçüde uluslararası hukuka uygun olarak yapılması sebebiyle bölgedeki aktörlerle olan ilişkilerini daha da güçlendirmesi ve Doğu Akdeniz çıkmazını çözümlemesi gerekmektedir.
Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon aramalarında yeni gelişmeler yaşandı.
Libya’daki petrol arama çalışmaları için 7 yeni ruhsat alanı belirlendi. TPAO geçtiğimiz haftalarda Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne müracaat etmek suretiyle burada petrol arama ve üretim faaliyeti için izin istedi.
“Libya ile yapılan mutabakat kapsamında 7 ruhsat alanı belirledik. Yasal bir prosedur var, yaklaşık 3 ay kadar askı ve ilan süreci devam edecek. 3-4 ay içerisinde sismik aramaları yapacağız, buradan alınan veriler değerlendirildikten sonra da kazmaya hazır hedeflerin lokasyonunu belirleyeceğiz.”
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, “Derin deniz sondaj kabiliyeti ve kapasitemizi de artırdık. Şimdiye kadar Doğu Akdeniz’de 6 sondaj yaptık, 7’incisi de devam ediyor. Yavuz sondaj gemimiz ’Selçuklu 1’ adını verdiğimiz lokasyonda bu sondajlarına devam ediyor. Kendi kıta sahanlığımızda yer alan bu sahalara kimseden izin almaksızın icazet almaksızın da bu faaliyetleri yapacağımızı, sonuna kadar kararlı olduğumuzu ifade etmiştik. Bu iş planı çerçevesinde çalışmaları yapacağız. Varsa bulacağız, aramadan da bir şeyi bulma imkanımız yok” ifadelerini kullandı.
Ayrıca Türkiye, son hamlesiyle Doğu Akdeniz denklemine hem hukuki hem siyasal olarak etki etmekle birlikte enerji merkezi olma rolünü iyice pekiştirmelidir. İmzalanan mutabakatın, enerji kaynaklarını özellikle Avrupa’ya ulaştırılması bağlamında güvenilirliğini pekiştiren bu anlaşmanın avantajlarını kullanmalıdır. Çünkü hukuki zeminde tartışmalı olabilecek herhangi bir proje, var olan krizi iyice derinleştirecektir. Bu sayede Türkiye, enerji merkezi olma veya enerji kaynaklarının taşınması bağlamında önemli bir konumda olabilir, kimi bölgesel güçler tarafından dışlanan Doğu Akdeniz denkleminde “olmazsa olmaz” bir ülke konumuna yükselebilir, veyahut diğer bölgesel güçlere nazaran alternatif bir aktör niteliğine dönüşebilir.
Yunanistan tarihinde bir ilk…
Yunanistan ve İtalya Dışişleri Bakanları Nikos Dendias ve Luigi di Mayo arasındaki toplantı sonrasında Yunanistan ve İtalya arasında Münhasır Ekonomik Bölge sınırlaması konusunda 16 koordinat üzerinden anlaştılar ve bir anlaşma imzaladılar. İki ülke, deniz sınırlarını 1977’de varılan iki taraflı bir anlaşma ile oluşturdu. Otranto Boğazı’ndan başlayan hat, 304 deniz mili boyunca güney Akdeniz’e güney yönünde ilerliyor. Sınır çizgisi, 15 jeodezik çizgi parçası ile birbirine bağlanan 16 koordinat noktası ile tanımlanır.
İtalya ve Yunanistan arasındaki “Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması” Türkiye açısından neden çok kritik?
Atina kendi tezlerini çürüttü. Bu anlaşma ile Yunanistan adaların ana kara kadar hakkı olmadığını kabul etmiş oldu. Zaten Yunan muhalefetinden Syriza Partisi milletvekili ve eski Dışişleri Bakanı Kozias, hükümeti eleştirerek, “İtalya ile imzalanan anlaşma ne yazık ki zamanında bizim müzakere ettiğimiz anlaşmadan daha gerideki bir noktadadır. 1977 yılında imzalanan kıta sahanlığı anlaşmasında özellikle Kuzey’deki Diaponia Adası’na daha fazla yetki alanı tanınıyordu” diyerek bu durumu teyit etmiş oldu.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.