Giriş
İmparatorluk günlerindeki had safhadaki rekabet, halklar arasındaki mezhep ayrılığı, bazen dargın bazen barışık iki devletin geçmişten günümüze ilişkilerine ufak bir bakış atmaya gayret edeceğiz. Perslerin ve Türklerin girizgahta da bahsettiğimiz üzere imparatorluk döneminde hikayelere konu olan rekabetlerinin günümüzde daha ılımlı seyrettiğini söyleyebiliriz. Fakat kimi zaman da bu ikilinin ihtilaflara düşerek siyasi arenada karşı karşıya geldiklerini de açıkça gösterebiliriz. Bu yazıda girizgahta belirttiğimiz üzere iki devletin ulus devlet statüsüne geçtiği döneme ufak bir bakış sunma gayretinde olacağız…
Türkiye ve İran İmparatorluk dönemlerinde sıkı rakip olan iki devlet olsa da ulus devlet statüsüne geçişlerinden itibaren bu rekabet kendisini uluslararası arenada daha inişli çıkışlı bir çerçevede göstermiş ve kimi zaman bir sulh ortamı dahi yaratmıştır. Bölgeye dışarıdan gelen müdahalelerde ise ikili arasında yakın ilişkiler gözlemlense de bunun sebebi ortak çıkarlar olmaktadır. Temelde ise bölgeleri uyarınca iki devlet birçok rekabet unsuru sebebiyle karşı karşıya gelmektedirler. Bu, unsurlar arasında İran ve Türkiye’nin bölgedeki nüfuz arayışı, kültür benimsetme isteği ve İran’ın güttüğü mezhep politikası görülebileceği gibi Soğuk Savaş’ta iki tarafın farklı ekolleri desteklemesi, Türkiye’nin seküler ve yüzü batıya dönük yapısı gibi nedenler sıralanabilir.
Rıza Pehlevi’den Sonra İran
1921 yılındaki Rıza Pehlevi ihtilalinin ardından yeni şah İran’ı daha modern bir ulus devlet fikri ile yönetmek arzusu gütmüştür. Bu dönemdeki Türk Kurtuluş Savaşı, İran-Türkiye arasında daha fazla iş birliği ortamı oluşturmuş elçilerle karşılıklı olarak dostluk mesajları yollanmış olup bu dönemde iki taraf da ayrılıkçı hareketleri bastırmak ve bölgesini dış müdahalelerden uzak tutma eğiliminde olmuştur. Aynı paralelde buluşmaları ise yavaş fakat sürdürülebilir bir yakınlaşmanın ilk adımı olarak görülmüştür. Iran devletinin Ankara hükümetini tanımasıyla yine 1921 yılında Türkiye, Sovyetler Birliği, İran ve Afganistan arasında birçok ikili antlaşma imzalanmış ve Sovyet Rusya’nın bu antlaşmalar konusunda büyük gayretleri olmuştur. Ancak savaşın ardından Türkiye – İran ilişkileri Iran’ın Sevr Antlaşması uyarınca Türkiye’den toprak talep etmesi üzerine gerilmiştir. İran’ın bu isteği ise konferansa davet edilmemesi nedeniyle hiçbir zaman somut olarak ortaya konulmamıştır.
Takvim 1925 yılını gösterdiğinde ise Doğu Anadolu isyanlarıyla mücadele eden Türkiye, İran’ın Ermeni ve Kürt Milliyetçilik hareketlerine müsamaha göstermesi konusunda rahatsızdı. Buna mukabil olarak Iran ise ülke içindeki Güney Azerbaycan Türkleri konusunda Türkiye’den endişe etmekteydi. 22 Nisan 1926 yılında iki ülke bir araya gelerek sınır problemlerini çözmek ve karşılıklı endişeleri gidermek amacıyla Güvenlik ve Dostluk antlaşması imzalamış ve 1934 yılına kadar birçok antlaşma imzalanmasına rağmen beklenen etki yaratılamamış olup en sonunda İran şahı Rıza Pehlevi Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Pek tabii Pehlevi’nin ziyareti ilişkilerde gelişecek olumlu etkiyi beraberinde getirmiş ve iki ülke arası ilişkileri pozitif bir evreye sokmuştur. Bu tarihlerde Avrupa’da görülen faşist ve yayılmacı hükümetler ve onların politikaları diğer devletler için hiç şüphesiz ki tehdit oluşturmuştur. Bu tehditler karşısında Türkiye ve diğer bölge ülkeleri boş durmamışlar ve konsolide olmaya çalışmışlardır.
Bu süreçte Türkiye ise evvela 1934 yılında Balkan Paktını imzalamış ve Sadabad Paktı ile de doğudaki komşu ülkelerle ittifaklar inşa etmiştir.
1958’e gelindiğinde ise Merkezi Antlaşma Teşkilatı CENTO kurulmuş olup ABD de bu teşkilata eklemlenmiştir. Ayrıca, teşkilat ülkelerinden Türkiye, İran ve Pakistan ekonomik ve kültürel alanda iş birliğini kuvvetlendirmek amacıyla 1964 yılında RCD yani Kalkınma İçin Bölgesel İş Birliği Örgütünü kurmuşlar fakat RCD beklentileri karşılayamadığı için 1985 yılında çeşitli yenilikler ile Ekonomik İş Birliği Örgütü ECO olarak isim değiştirmiştir. İki devlet aynı zamanda 1969 yılında İslam Konferansı Örgütü’nün kurulmasıyla da iş birliklerini pekiştirme amacı gütmüşlerdir.
İran İslam Devrimi
1979 yılında meydana gelen İran İslam Devrimi ile İran kökten bir değişime uğramış olup ülkenin Türkiye ilişkilerinde ise ideolojik bir çatışma alanı doğurmuştur. İran İslam Devleti kurucusu Ayetullah Humeyni, Türkiye’nin laik devlet modelini kendi rejimleri açısından tehlikeli görmüştür ve başta Türkiye’ye karşı oldukça temkinli yaklaşmıştır. Bu konuda Orta doğu Teknik Üniversitesi’nden Atilla Eralp, Patricia Carley’in “Türkiye’nin Orta doğu’daki Rolü” konferans raporundan hareketle: (Türkçe’ye çeviridir.) “Türkiye- İran ilişkileri konusunda İran, Türkiye için sorun teşkil etmektedir. Devrimden sonra oluşan İran iç ve dış politikası Türkiye’nin çıkarlarına doğrudan bir meydan okumadır. Devrimci İran rejimi uluslararası siyasette bir unsur olarak görüldüğünden beri Türkiye, Batı ve İslam dünyası arasında yükselen kutuplaşmayı dengelemeye ve gerilimi azaltmaya çalıştı ve şüphesiz ki bunun Türkiye’nin Batılılaşma yolunda yansımaları oldu. Her iki ülke, 1980’lerin ortalarında ilişkileri iyileştirmek için çaba gösterdi. Ardından Türkiye’nin İran ve Orta doğu ilişkilerinin temelini ticari bağların oluşturduğu inancıyla çalışmalarına başlayan Başbakan Turgut Özal’ın görev süresi boyunca İran ile Türkiye arasında bir dizi ekonomik anlaşma imzalandı. İki ülke arasındaki ilişkiler o kadar pragmatik ki, İran, İslam devrimini Türkiye’ye ihraç ederken Orta Doğu’daki diğer ülkelere göstermediği kadar ihtiyatlı davrandı.” İfadesini kullanmıştır.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından uluslararası siyasette yaşanan boşluk birçok bölgesel politikanın gün yüzüne çıkmasına sebebiyet verdi. Sovyetlerin yıkılmasıyla ortaya çıkan yeni “Türki Cumhuriyetler” Türkiye için odak noktası olurken, Hazar havzası ise İran için çok büyük bir önem teşkil etmiştir. Türkiye, Orta Asya politikasını oluştururken İran ile siyasi bir güç mücadelesine girdi. Amerika Birleşik Devletleri bu konuda başta Türkiye’nin politikasını desteklemiş ve İran ise çıkarlarına ters düştüğü için Rusya ile yakınlaşmıştır. Ankara, Tahran’ın bu çabalarını tehdit olarak görmüş, İran ise Türkiye’yi Amerikan İşbirlikçisi olarak suçlamıştır. Yani, İran bir Türk nüfuzu yerine güç boşluğuna karşı Rusya’nın yanında taraf olarak tedbir alma eğiliminde olmuştur. Ayrıca, 90’lı yıllarda Türkiye ve İsrail yakınlaşması da İran nezdinde tehlike olarak algılanmış ve Türkiye belirgin olarak Tahran’da düzenlenen İslam Konferansı Örgütü toplantısında Kuzey Irak’a yönelik operasyonlarında İsrail ile iş birliği yaptığı iddiasıyla kınanmış ve bu kınama sonucunda ilişkiler başka bir boyutta gerginleşmiştir. İki devlet arasındaki ilişkiler 1990’lı yıllarda da değişken ve yer yer gerilimli seyretmiştir. Fakat 2000 yılının Ocak ayında Türkiye’ye gelen İran Dışişleri bakanı Kemal Harazi “Rejimler farklı ama gönüller bir!” ifadesi ile gergin süregelen ilişkileri rahatlatmak istemiştir.
Milenyum çağına girildiğinde ise en önemli konu başlıkları PKK sorunu ve terörle mücadele, 11 Eylül saldırıları, Irak Savaşı, İran’ın Nükleer Silah Çalışmaları, Suriye İç Savaşı ve Arap Baharı olmuştur. PKK sorunu ve terörle mücadele iki ülke nezdinde Dışişleri Bakanı İsmail Cem döneminde kurulan ortak komisyonlar ile çözülmeye çalışılmıştır. 11 Eylül döneminde ise ABD’nin “önleyici savaş” doktrinini hayata geçirmesiyle Türkiye-İran ilişkileri çok kırılgan ama dengeli bir hale gelmiş olup İran tabiri yerindeyse terörle mücadele konusunda “Persona Non Grata” yani istenmeyen vatandaş ilan edilmiştir. Irak Savaşı’nın başlamasının ardından ülkenin kuzeyindeki çıkarları doğrultusunda Türkiye ve İran karşı karşıya gelmişlerdir. İran doğalgaz kartını öne sürerek Türkiye’yi taviz vermeye zorlamış ve ipler yeniden gerilmiştir. Fakat ABD’nin Irak müdahalesinden sonra Kuzey Irak’ta oluşan yeni bir ülke kurma fikri gerilen ipleri çözmüş ve iki ülkeyi yakınlaştırmıştır.
Mahmud Ahmedinejad’ın İran Cumhurbaşkanı Seçilmesi
2005 yılı ise Iran için oldukça zor ve yıpratıcı geçmiştir. Bunun sebepleri arasında ABD ve AB’nin çekimser yaklaştığı Mahmud Ahmedinejad’ın İran Cumhurbaşkanı seçilmesi ve Tahran’ın nükleer çalışmalarını hızlandırması en önemli sebep olarak görülürken bu politikanın sonucu ise tüm bölge ülkeleri ve dünya siyasetinde kaygı yaşatmak olmuştur. Elbette ki bu süreç sadece kaygı değil, ardından İran’a ambargo olarak geri dönmüştür fakat Türkiye bu ambargo sürecinin dışında kalmayı seçmiştir. Bunu takiben CIA Başkanı Porter Goss, Iran’ın nükleer faaliyetleri konusunda ABD’nin duyduğu endişeyi ve taleplerini Ankara ziyaretinde dillendirmiş ve Türkiye tarafına ise bu çalışmaların bölge için tehlike arz ettiğini aktarmıştır. Bu cümlelere ek olarak Iran’ın Türkiye’yi yönetim şekli bakımından halen düşman olarak gördüğünü ve Tahran’ın terör örgütlerine destek verdiğini öne sürerek Türkiye’nin ABD’nin yanında olmasının doğru hareket olacağını savunmuş ve Türkiye’nin desteğini talep etmiştir. Türkiye ise bu bağlamda henüz biten Irak Savaşı’nın etkileri devam ederken sorunların diplomatik yollardan çözülmesi gerektiğini düşünmüş ve Iran ile Batı bloğu arasında arabuluculuk yapmanın daha gerekli olduğunu belirtmiştir. Türkiye’nin soyunma niyetinde olduğu arabuluculuk rolüne oldukça çekimser yaklaşan İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ise Türkiye’ye ilk ziyaretini seçildikten üç yıl sonra, yani 2008 yılında gerçekleştirmiştir.
2010 yılına gelindiğinde ise denkleme Latin Amerika’nın yükselen gücü Brezilya da katılmıştır. Hem İran ile olumlu ve ılımlı ilişkilere sahip olması nedeniyle hem de yaşanan bu Nükleer Krize yaklaşımının Türkiye çizgisinde olmasıyla ortaya bir çözüm şansı doğmuş ve Tahran’da Türkiye-İran ve Brezilya üçlüsü bir zirve gerçekleştirmiştir. Zirvenin sonucunda İran gerekli uranyum rezervini yurtdışında zenginleştirmeyi kabul ediyor, düşük düzeyde geliştirilmiş 1200 kilogram uranyumun nükleer yakıt karşılığında Türkiye’de takas edilmesini onaylıyor ve Türkiye ise bunun sonucunda İran’a yaptırım yapılmasını gereksiz görüyordu. Zirvenin ardından karara varılan bu antlaşma onay için Viyana Grubu’nun kabulünü bekleyecekti. 10 Haziran 2010 yılında yapılan oylamada ise Fransa, Rusya, ABD ve Birleşmiş Milletler’in alt kurumu Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’ndan oluşan Viyana Grubu bu antlaşmayı reddetmiştir. Antlaşmanın reddinin ardından Türkiye’nin öncülüğündeki diplomatik çalışmalar devam etse de 2011 yılında BM Daimi üyesi ülkeler ve Almanya’dan oluşan P5+1 grubu ile İran Istanbul’da müzakere masasına oturdu fakat burada da sonuç negatif oldu ve Batı’nın İran’a olan yaptırımları gittikçe artış gösterdi. Bunun ardından NATO’nun Türkiye’ye füze savunma sistemi kurmasıyla Türkiye ve İran ilişkileri sekteye uğradı. İran bu sistemin kendisini hedef gösterdiğini savunurken Türkiye’yi tehdit eder boyutta uyarmıştır. Türkiye ise bunun İran’a yönelik bir hamle değil NATO sisteminin bir parçası olduğunu belirtmiştir.
Ayrıca 2011 yılında başlayan Suriye İç Savaşı da füze sistemi geriliminin ardından Türkiye ve İran’ı yeniden karşı karşıya getirmiştir. İran mevcut Esad yönetimini destekleyerek Rusya ve Çin’den taraf olmuş ve Şii örgüt Hizbullah vasıtası ile Suriye iç savaşına karışmıştır. Türkiye ise Batı bloğunda yer alarak muhalifleri destekleme kararı vermiştir fakat bu iki bloklu durum sorunu çözmemiş bilakis derinleştirmiştir. Bunun üzerinde ortaya çıkan zorunlu iş birliği süreci ile ABD ve Rusya bölgede kimyasal silahların imhasına yönelik bir antlaşma imzalamıştır.
Ruhani Dönemi
2013 yılında Hasan Ruhani’nin İran Cumhurbaşkanı seçilmesiyle İran’ın hem Türkiye hem de Dünya ile ilişkilerinde yeni bir perde açacağı fikri hakimdi. Obama döneminde İran – ABD ilişkileri ılımlı seyretmiş ve bir takım antlaşmalar yapıldıysa da Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle her şey sil baştan eskiye dönmüştür.
Ruhani döneminin 2013 yılındaki ılımlı etkilerinden birisi de Türkiye ve İran arasında yıllık düzenlenen ve bir gelenek halini alan “Stratejik İş Birliği Konsey Toplantıları” olmuştur. Bu konsey toplantıları ilk olarak 2013 yılında Hasan Ruhani ve Abdullah Gül ile başlamış ve bu süreçte 2013 yılından günümüze iki ülke savunma bakanları ile dış işleri bakanları da bir araya gelerek ikili ve bölgesel meseleleri ele almışlardır. Stratejik İş Birliği Konsey Toplantılarında Suriye İç Savaşının seyri, terör sorunu, ticari antlaşmalar ve gündemdeki meseleler konuşulmakta ve birçok konuda da taraflar antlaşmalar yapmaktadır. Fakat ABD’nin İran’a uyguladığı ambargo sebebiyle uygulanamayan antlaşmalar da mevcuttur.
Sonuç
İki ülke geçmişten günümüze birçok konuda karşı karşıya gelirken ortak meselelerde ise ellerini taşın altına koymakta beis görmemişlerdir. Türkiye – İran ilişkileri tarih boyunca sık sık iniş ve çıkışlarla doludur fakat Ruhani dönemiyle en ılımlı ve gelişime açık dönemine girmiştir. İran, Türkiye’yi ortak çıkarlar söz konusu olduğunda müttefik olarak görmektedir. Fakat Türkiye’nin Orta Asya ve Orta doğu politikaları kapsamında kendi mezhepçi politikaları gereği tehdit olarak görmekte ve buna ilave olarak Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak Batı bloğunda yer alması ve seküler yapısı uyarınca kimi zaman güvenilmez bulmaktadır. Türkiye ise İran ile ılımlı ve sürdürülebilir bir ilişki istemekle birlikte son dönemde İran’ın Libya ve Karabağ konusunda Türkiye’nin zıttı politikaları iki ülke arasında anlaşmazlıklara neden olmuştur. Fakat ilişkiler belirttiğimiz üzere hali hazırda geçmişe göre daha ılımlı ve gelişime açıktır ancak bölge siyaseti de günbegün değişime uğradığı için ikili ilişkilerin gelecekte de inişli çıkışlı bir grafik seyredeceğini söyleyebiliriz.
[irp posts=”3897″ name=”Türkiye’deki Darbe Girişimine İran’ın Bakışı”]
KAYNAK
A conference report : Turkey’s role in the Middle East : Patricia Carley
https://tr.irna.ir/news/83844068/Cumhurbaşkanı-Ruhani-döneminde-İran-Türkiye-ilişkilerizirvede
https://en.wikipedia.org/wiki/Iran–Turkey_relations
https://www.theguardian.com/world/2011/sep/14/turkey-nato-missile-shield-radar
Gasparetto, Alberto. (2018). Iranian–Turkish Relations in a Changing Middle East.
International Studies. Interdisciplinary Political and Cultural Journal. 21. 83-98.
10.18778/1641-4233.21.06.
The Limits to Cooperation Between Rivals: Turkish-Iranian Relations Since 2002 -Tolga
DEMİRYOL*
Center for American Progress | Turkey-Iran Relations: A Long-Term Perspective – Bülent
Aras , Emirhan Yorulmazlar
TÜRKİYE – İRAN İLİŞKİLERİ ( 1923 – 1960 ) – POLAT KARA- DOKTORA TEZİ
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.