Yeni toplumsal hareketler 1960’ların sonundan itibaren ortaya çıkmıştır. 1960’ların sonu ve 1970’ler ekonomik büyümenin hızla azaldığı dönemlerdir. Kapitalizmin sürekli büyüme ve buna bağlı olarak da hayat şartlarında sürekli iyileşme isteği, 1960’ların sonundan itibaren geçerliliğini kaybetmeye başlamıştır. Toplumsal değerler, hayat tarzı ve siyasal biçimler radikal bir biçimde eleştirilmiştir (Göktolga, 2013, s. 130).
Çevreci anlayışın çevreci hareketlere dönüşmesi, dünya nüfusunun her geçen gün dengesiz bir şekilde artış göstermesi, canlı türlerinin yok olması ve yok olma tehdidi altında bulunması, dünya kaynaklarının dengesiz dağılımı gibi nedenlerle çevreye verilen tahribat sonucu gerçekleşmiştir (Bozkır, 2018, s. 67). En temel neden olarak toprak, su ve havaya ilişkin ekonomik sorunlardaki dramatik artıştır. En büyük göstergesi ise çevreye verilen zararın bilimsel teknik açısından ölçülebiliyor olmasıdır. Aynı zamanda yerellikten çıkıp uluslararası boyutta bir zarara dönüşmesi, yalnızca bugünkü insanı değil gelecek nesilleri de tehdit eden bir ölçüye ulaştığı için ekolojik hareketin gelişimine ve oluşumuna sebep olmuştur (Göktolga, 2013, s. 131).
Çevreci hareketlerin gelişiminin iki dalga şeklinde oluştuğunu söylemek mümkündür. Birinci dalga 19.yüzyılın sonlarından 20.yüzyılın ortalarına kadar olan süreçtir. Bu süreçte yaygın olan anlayış “doğa korumacılık” anlayışıdır. Birçok çevreyi koruma örgütü bu dönemde ortaya çıkmıştır. Habitatın, başta kuşlar olmak üzere ormanların, yabani hayvanların korunmasını gaye edinerek, doğanın korunmasını ve endüstriyel kirliliğin önlenmesini öncelikli amaç edinmişlerdir. Doğanın korunması için yasal düzenlemelerin yapılması birinci dalga ile olmuştur. Birinci Dünya Savaşı ile kesintiye uğrayarak, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde tekrar hareketlenmeye başlamıştır. En önemli gelişme ise 1948 yılında “Uluslararası Doğa Koruma Birliği”nin kurulmasıdır. Doğayı korumak adına sivil toplum örgütlerini ve devlet kurumlarını bir araya getirir (Bozkır, 2018, s. 59).
Çevresel süreçler toplumsal boyutları ile birlikte ele alındığında, ekonomik kalkınma, büyüme ve toplumsal refah beklentileri ile çevre arasında bir denge kurulmalıdır. Bu bağlamda hem toplumsal talepler dikkate alınmalı hem de çevresel süreçlerin ve sorunların çözümünde mümkün olduğunca ekolojik ilkelere uygunluk gözetilmelidir. Bunun pratik olabilirliği yeni toplumsal hareketlerle birlikte şekillenen “ekolojik modernleşme” kavramıdır. Doğal kaynakların olabildiğince tutumlu ve çevreye zarar vermeyecek şekilde kullanılması, kirletici endüstriler yerine, doğaya daha az zarar veren ya da hiç zarar vermeyen endüstrilerin kurulması, fosil yakıt kullanımını olabildiğince azaltarak, temiz ve geri dönüştürülebilir enerji kaynaklarını kullanmak ve en önemlisi toplumsal düzeyde bir çevre bilinci geliştirerek ekolojik bir yaşam biçimi kurmak mümkündür (Tuna, 2015, s. 299).
Çevreci hareketler ve çevreci örgütlere bugünkü görünümünü kazandıran, 1960’larda modern çevre hareketi olarak ortaya çıkan ikinci dalga da “ekoloji hareketi” olarak adlandırılmaktadır. Doğa koruma ve endüstriyel kirliliği önleme gayesi kitlesel bir nitelik kazanmıştır. Çevre hareketlerinin gündemine aldığı yeni sorunlar ve sorunsallaşma şekli ve temsil ettiği değerler farklıdır. Yeni çevresel sorunlar, doğal kaynak kıtlığı, nükleer güç, zehirli atıklar, asit yağmurları gibi konulardı (Mazlum, 2014, s. 213). Bunun altında yatan en büyük etken İnsan merkezli dünya görüşüdür. Şöyle ki; çevresel toplumsal eğilimlerin incelenmesi bağlamında, çevre toplum ilişkilerini inceleyen iki temel yaklaşım söz konusudur. Birincisi insan merkezli dünya görüşü iken; ikincisi doğa merkezli dünya görüşüdür. İnsan merkezli dünya görüşüne göre insanoğlu doğanın mutlak hâkimi olduğuna ve doğanın insan kullanımı için araçsal bir öneme sahip olduğuna inanılır. Doğa merkezli dünya görüşüne göre, doğa sadece insan kullanımı için araçsal bir öneme sahip değildir. Doğa insan kullanımından bağımsız olarak kendi başına bir varlık alanıdır. Genel olarak toplumsal çevresel değerler, farklı toplumlarda, insan merkezcilikten doğa merkezciliğe doğru farklılıklar gösterebilir. İnsan merkezli dünya görüşü daha çok “gelişme”ye ağırlık verirken, doğa merkezli dünya görüşü daha çok “doğayı korumaya” ağırlık verir (Tuna, 2015, s. 300). Ekolojik hareketlerin esin kaynağı ise bu doğa merkezli dünya görüşüdür.
Ekolojik hareketlerin ortaya çıkışında, aynı zamanda serbest piyasa ekonomisine geçiş döneminde yaşanan ekonomik krizler, çevreye verilen tahribatı arttırıcı bir unsur olmuştur (Tuna, 2015, s. 296). O dönemde yaşanan ekonomik krizle bağlantılı olan petrol krizi, petrol fiyatlarının yükselmesi sonucu Avrupa devletlerinin nükleer enerji üretimini gündemlerine almasıyla sonuçlanmıştır (Göktolga, 2013, s. 131).
Ekolojik hareket, kadın hakları ve barış hareketi ile birlikte yeni toplumsal hareketler arasındaki en önemlileri arasında yer almaktadır. Destekleyicilerinin büyük çoğunluğu öğrenciler ve işgücü dışındaki çevrelerden oluşmaktadır. Ekolojik hareketin davranış şekli, yeni sosyal hareketlerin çoğunda olduğu gibi, müzakereci değil; taleplerini “evet/hayır”, “hemen şimdi/asla”, “onlar/biz” gibi keskin ayrımlara dayandıran ifadelerdir. Bu yeni toplumsal hareketlerin aktörleri, modernitenin getirilerinden yararlanamayan köksüzler değil; modernitenin getirdiği yenilikleri reddetmeyen ve bunlardan yararlanan insanlar olmuşlardır. Bu aktörler bir süre sonra “yeni siyaset” anlayışını geliştiren bir paradigmaya dönüşmüştür (Göktolga, 2013, s. 129).
Yeni Siyaset Anlayışı ve Yeşil Siyaset
Çevrecilik, 20.yüzyıl sonunda ekolojik veya Yeşil Hareket’in ortaya çıkışı ile bağlantılı yeni bir ideoloji olarak görülse de, kökleri 19.yüzyıl da sanayileşmeye karşı olan isyana kadar dayanmaktadır. Bu anlamda çevrecilik, iktisadi gelişimin artan hızının dünyaya verdiği zarar ile duyulan kaygıları, beşeri unsurun olumsuz etkilenmesini ve insan türünün devamlılığı açısından duyulan endişeleri dile getirmiştir (Üste, 2015, s. 42). Endüstri toplumunun yarattığı yeni çevresel sorunlar çevreci protestoların artmasına sebep olmuştur (Mazlum, 2014, s. 215). Bunlar bazı ekolojik hareketlerin kaynağını oluşturmuştur. Eko-sosyalizm, eko-muhafazakârlık ve eko-feminizm bunların başlıcalarıdır. Yeşiller hareketi, ekolojik sorunların çözümünde öz çıkara ve sağ duyuya yönelik çağrı yaparak, insanoğlunu ekolojik bakımdan güçlü siyasaları ve dünya görüşlerini benimsemeleri için “Yeni Siyaset” anlayışına vurgu yapmıştır (Üste, 2015, s. 42).
Yeşil siyasetin gelişimi, ekonomik temelde düşünenlerin ülke genel siyasetine yön verenlerle birlikte hareket etmeleri sonucunda toplumsal özyapının bundan etkilenmesine bağlanmıştır (Üste, 2015, s. 40). Çevreci düşüncenin siyasal alanda kendine yer bulması 1980 sonrasına denk gelir. Yeşil düşüncenin siyasal hayattaki temsilcileri yeşil partiler olmak üzere yeşilci sivil toplum örgütleridir. Çevreci anlayışla kurulan örgütler ve siyasi partiler, çevreci anlayışı temel almanın yanı sıra demokrasiye, sivil haklara, adalete karşı bakış açılarını ortaya koymuşlardır. Bu bakış açısı çerçevesinde özellikle yeşil partiler kimi ülkelerde iktidara gelmeyi, kimi ülkelerde ise sadece muhalefeti amaçlamışlardır. Çevreci örgütlerin faaliyetleriyle ülke yöneticileri etkileme çabası ve siyasette çevreci anlayışın ortaya çıkması yeşil siyaset anlayışını ortaya çıkarmıştır (Bozkır, 2018, s. 61).
1970’li yıllardan sonra daha politik ve farklılaşan çevreci örgütlerin ve çevreci anlayışa sahip grupların yaptıkları gösterilerin, protestoların siyasi alanda istenilen karşılığı bulamadığını düşünmeleri çevrecileri partileşmeye yönlendirmiştir (Göktolga, 2013, s. 130). Endüstri toplumuna karşı olan eleştiri zamanla kendilerini “yeşiller” olarak adlandıran grupların oluşmasına yol açmıştır. Yeşiller kavramı ise Alman Yeşiller Partisi’nin 1983 yılında yapılan seçimlerde %5,6 oy alarak Federal meclise girmesinden sonra moda olmuştur (Bozkır, 2018, s. 61). Toplumsal hareketten yeşil siyasete dönüşümde Alman Yeşilleri’nin öncülüğünde üç genel sorun üzerine siyaset oluşturulmuştur. Bunlar: kaynak problemleri, atık problemleri ve ahlaki problemlerdir. Yeşil siyaset, çevreye ait doğal sistemin bozulması ile hız kazanmıştır. 1972 yılında Roma Kulübü’nün raporu ile dünya siyaseti ve ekonomisinde şok bir etki yapmıştır. Raporda dünya nüfusu, endüstrileşme, kirlilik, gıda üretimi ve kaynakların tükenmesi hususlarında, dünyanın kaynaklarının 1992 yılında tükenebileceği tahmini yer almıştır. Bununla birlikte çevre sorunları uluslararası bir kaygı haline dönüşmeye başlamıştır. İç siyasal yapılanmalarda bu tür toplumsal hareketler ‘siyasal parti’ olarak yer almaya başlamıştır (Heywood, 2013, s. 458).
KAYNAK
Bozkır, Özge , “Çevreci Anlayışın Siyasallaşması: Yeşil Siyaset ve Türkiye”, Uluslararası Batı Karadeniz Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, ss.56-69, 2018.
Göktolga, Oğuzhan ,”Yeni Siyaset ve Ekolojik Hareketler”, Birey ve Toplum Dergisi, ss. 127-136, 2013.
Heywood, Andrew, küresel siyaset. adres yayıncılık, Ankara, 2013.
Mazlum, Semra, Sivil Toplum Örgütleri: Yeni Toplumsal Hareketler, Anadolu Üniversitesi yayınları, 2014.
Tuna, Muammer , “Türkiye’de Çevre Toplum İlişkisi ve Çevre Sosyolojisi”, Sosyoloji Konferansları, ss. 291-318,2015.
Üste, Rabia Bahar, “Doğanın siyaset paradigması: yeşil siyaset”, sosyal ve beşeri bilimler dergisi, ss. 38-54, 2015.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.