Alman Dış Politikası ve Alman İstihbarat Teşkilatının İleri Karakolları Alman Vakıflarının Türkiye Faaliyetleri

946
Yazarlık Başvurusu

Bu makalenin amacı; Uluslar üstü birlik içinde bazı yetki ve işlevleri doğrudan kullanma yetkisine sahip, gücünü askeri alandan ziyade iktisadi alanda gösteren Almanya’ya; Yumuşak Güç kullanımı bakımından Alman dış politikasına yön veren ve Alman istihbarat teşkilatının ileri karakolları görevini üstlenen Alman Vakıflarını ve Türkiye’deki faaliyetlerini incelemektedir.

Uluslararası politikada güç; sert ve yumuşak güç olarak ikiye ayrılmaktadır. Askeri müdahale veya ekonomik baskı/yardım şeklinde uygulanan politikalara sert güç denir. Yumuşak güç ise, bir ülkenin dış politikada ulaşmak istediği hedeflere diğer ülkelerüzerinde baskı uygulamadan onları ikna ederek ulaşabilmesi olarak tanımlanmaktadır.

“Bir şey yapabilme, diğerlerini kontrol etme ve onlara yapmak istemedikleri bir şeyi yaptırma kabiliyeti olarak ifade edilebilecek olan güç kelimesi, uluslararası hukukta önceleri belirli kaynaklara sahip olmakla ilişkilendirilerek nüfusa, toprağa, doğal kaynaklara, ekonomik büyüklüğe, askeri güce ve siyasi istikrara sahip olmak” olarak tanımlanmaktaydı. Bu çerçevede, ülkeler arasında çoğunlukla gizli yürütülen geleneksel diplomasinin kapsamına ülkeler arasındaki savaş, barış, sınır ihtilafları, uluslararası ticaret kurallarının belirlenmesi ve uluslararası taşımacılık giriyordu.

Ancak, küreselleşen ve teknoloji ve iletişim ağlarıyla örülen dünyada artık teknoloji, eğitim, ekonomik kalkınma uluslararası gücü tarif ettiği için askeri güç, nüfus, toprakların büyüklüğü veya doğal kaynaklar göreceli olarak geri planda kaldı. Geleneksel diplomasi, yerini, ülkelerin dış politika amaçlarını barışçıl bir şekilde elde etmek için uluslararası kamuoyu oluşturmak amacıyla sivil toplum örgütleri (STÖ) ve çok uluslu şirketlerin de dâhil olduğu tüm aktörleri kendi çıkarları için kullanma becerisini ve tüm iletişim kanallarını içeren strateji ve faaliyetlerini kapsayan kamu diplomasisine bıraktı. Kamu diplomasisi yeni bir kavram olmayıp, propaganda, ulus markalama ve imaj oluşturulması bakımından antik çağlara kadar gitmekte; Antik Yunan ve Bizans İmparatorluğunda yürütüldüğü anlaşılmakta, hatta İncil’de bile geçtiği ifade edilir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında radyonun propaganda amacıyla kullanılması; Soğuk Savaş sırasında ise ABD’nin gelişmekte olan ülkelere kendi yaşam tarzını sızdırmak için kullanarak başarılı olması örnek olarak verilebilir. Bir diğer örnek ise Almanya’nın, savaştan sonra yeniden yapılanması ve iktisadi olarak büyümesi ve ürettiklerini satacak yeni pazar arayışlarında ilişkide olduğu ülkelere yönelik Vakıflar üzerinden etkili olması verilebilir.

Günümüzde ülkelerin evrensel kültür, ülke değerleri ve uluslararası kuruluşlar gibi araçlarla güç elde etmesi mümkün olduğundan, artık doğal kaynaklara değil bilgiye ilk sahip olanlar güce de sahip olmaktadır. Hızla gelişen teknoloji ve iletişim araçları da tüm dünyayı birbirine bağlamakta, bilgiye hızlı ve anında erişmeye imkân sağlamaktadır. Diğer taraftan, günümüzde artık ülkeler ticari, güvenlik veya finansal açılardan birbirlerine bağlıdır ve bir ülke kendisiyle ticari ilişkileri bulunan veya aynı bölgede bulunan diğer ülkelerin ekonomik ve siyasi açıdan istikrarlı ve güvenli olmasını tercih etmektedir.

Ayrıca, büyük/güçlü ülkeler askeri güç kullanmanın maliyetine ve uluslararası toplumun tepkilerine maruz kalmamak için çok uluslu şirketleri, küçük/zayıf devletleri, kamu diplomasi ve istihbaratını yürüten vakıflarını ve terör örgütlerini de kullanarak amaçlarına ulaşmayı tercih etmektedirler. Bu bağlamda, yumuşak güce sahip ülkeler diğer ülkelerle arasındaki ekonomik bağımlılığı, uluslararası şirketlerinin faaliyetlerini, zayıf ülkelerdeki etnik veya milliyetçi duyguları, dolayısıyla teknolojinin yaygınlaşmasını da kullanmakta ve gerektiği zaman uluslararası gündemi ustalıkla değiştirmektedir.

Almanya’nın Yumuşak Güç Kullanımı ve Kamu Politikası Uygulamaları

Berlin Duvarının yıkılmasından sonra ortaya çıkan birleşik ve güçlü Almanya’nın Birliğin doğal ve gayri resmi lideri olabilme potansiyeli söz konusu ülkenin kötü geçmişi düşünüldüğünde özellikle diğer büyük ülkeler Fransa ve İngiltere’yi korkutmuştur . İkinci Dünya Savaşı sonrasında kendini Batılı sistem içinde sivil bir güç olarak konumlandıran Almanya, bütünleşme süreci boyunca, kurumsal yapının ve işbirliğinin insan haklarından silahsızlanmaya kadar geniş bir yelpazedeki alanında Avrupa’nın lokomotifi olarak hareket etmiştir. Her iki dünya savaşının yarattığı kötü ve olumsuz sonuçları silahlanma ve güç kullanımından bahsetmek yerine özellikle “insan hakları, demokrasi ve düşünce özgürlüğü ”kavram setini gündeme taşıyarak diğer ülkelerin nezdindeki olumsuz imajını düzeltmeyi amaçlamıştır. Bu bağlamda Alman dış politikası yumuşak gücün kullanımına son derece uygun örnek olarak karşımıza çıkmıştır.

Almanya, eğitime ve teknik gelişmeye ciddi anlamda önem vererek tüm dünyaya yayılmış çok sayıdaki Alman okulunun pedagojik ve akademik etkileri ile ülkeleri etkilemeye çalışmıştır. Ayrıca Alman vakıfları söz konusu ülkelerin siyasi elitleri, iş dünyası, medya, dini kuruluşlar, dernekler, akademik kurumları ve okulları ile hem işbirliğini hem eğitimi ve demokrasinin gelişmesini destekleyerek ülke karar verici mekanizmaları etkilemiştir. Bu çerçeveden bakıldığında Alman dış politikasına yön veren ve BND’nin ileri karakolları olarak görevlendirilen Alman Vakıflarının faaliyetleri ile Almanya; Türkiye’de hükümetleri/siyasalı etkileyerek kendi çıkar politikalarını ve uygulamalarını benimsetmeyi başarmıştır.

Alman İstihbarat Teşkilatı BND ve Alman İstihbaratçıları

Aralık 2002’de “faili meçhul” bir cinayete kurban giden gerçek Türk aydını merhum Necip Hablemitoğlu; Alman istihbaratçısını şu cümlelerle tanımlamıştır. “Türkiye’de her türlü etnik, dinsel-mezhepsel ajitasyon faaliyeti gerçekleştiren; toplumsal-siyasal-ekonomik ve hatta genetik alanlarda hazırlattığı projelerle her türlü espiyonaj faaliyeti sürdüren; yerel basında, yerel yönetimlerde, üniversitelerde, sendikalarda, kamu kurum ve kuruluşlarında, kısaca stratejik öneme sahip birimlerde “etki ajanı” ve “Alman sempatizanı” yetiştiren; şeriatçı yapılanmalardan çevreci örgütlere, bölücü yapılanmalardan terör örgütlerine, yasal derneklerden siyasal partilere uzanan çizgide Türkiye’ye, Atatürk ilke ve devrimleri ile Cumhuriyet’in tüm değerlerine karşı olan, ulus devletin parçalanmasını isteyen tüm rejim karşıtlarına lojistik destek vererek bu ülkeyi alttan oyan –deyim uygunsa– bir avuç Alman.”

Elbette Türk istihbarat birimleri, Almanya’nın ülkemiz içinde ya da Türkiye ile çıkar çatışmasına girdiği bölge/ülke ve coğrafyalardaki “Beşinci Kol” faaliyetlerinin farkındaydılar. Ancak ne var ki, gerek bürokrasideki zayıflık ya da “bu iş benim boyumu aşar” mantığı, üst siyasal baskılar, siyasetçilere olan güvensizlikle birlikte mevcut istihbarat kuruluşları arasında olumsuz rekabet ve koordinasyonsuzluk gibi pek çok nedenlerle önleyici stratejiler devreye sokul(a)mamıştır. Merhum Hablemitoğlu bu durumu; “Türk istihbarat birimleri arasında yıllardır var olduğu bilinen “Çerkezci”, “Gürcücü”, “Arnavutçu” vb. kadrolaşma hareketi, 12 Eylül 1980 sonrasında Fethullahçılar’ın ve Nakşibendiler’in de devreye girmesiyle daha da sakil bir çeşitlilik kazanmıştır” şeklinde ifade etmiştir . Hablemitoğlu; “Türkiye’de yürütülen Alman ve ABD orijinli espiyonaj faaliyetlerinin üzerine gidilmemesi de, istihbarat birimlerindeki bu etnik ve dinsel zafiyetin bir sonucudur” ifadesine yer vermiştir.

Kısaca Alman İstihbarat teşkilatları; Almanya’nın birbirleriyle koordinasyonlu biçimde faaliyet gösteren, genel emniyet hizmet sınıfından ayrı üç grupta kümelenen farklı istihbarat örgütleridir. Başbakanlığa bağlı Federal İstihbarat Servisi (Bundesnachrichtendienst-BND); İçişleri Bakanlığı’na bağlı Federal Anayasayı Koruma Teşkilâtı (Bundesamt für Verfassungsschutz-BfV) ile 16 ayrı Anayasayı Koruma Eyalet Teşkilâtı (Landesamt für Verfassungsschutz-LfV) ile ayrıca Enformasyon Teknolojisi Güvenliği Federal Teşkilâtı (Bundesamt für Sicherheit in der Informationstechnik-BSI); Savunma Bakanlığı’na bağlı Federal Silahlı Kuvvetler İstihbarat Teşkilâtı (Amt für Nachrichtenwesen der Bundeswehr-ANBw), Federal Silahlı Kuvvetler Radyo İzleme Teşkilâtı (Amt für Fernmeldwesen Bundeswehr-AFMBw), Askeri Güvenlik Servisi (Militaerischer Abschirmdienst-MAD) olarak sıralanmaktadır.

Federal Hükûmet tarafından yayımlanan 27 Haziran 1973 tarihli İşbirliği Tüzüğü ile tüm bu istihbarat örgütlerinin işbirliği esasları belirlenmiş olup, bir de yetkili koordinatörlük tesis edilmiştir. Almanya’nın Federal İstihbarat Servisi olan BND (Bundesnachrichtendienst), doğrudan Başbakanlık’a bağlıdır ve Almanya dışı Espiyonaj, K/Espiyonaj faaliyetlerini yürütmekle yükümlüdür . BND, Almanya’nın dışarıda güvenliğini, refahının ve özgürlüğünün devamı/düzene sokulmasında ülkenin çıkarlarına paralel bilinen/bilinmeyen dış tehlikeler konusunda çalışan erken uyarı ve ön alma sistemidir.

Yanı sıra BND için şu tanımlamayı da yapabiliriz. BND: yayılmacı Alman emperyalizminin pan-germanist hedefler doğrultusunda belirlediği bölge/coğrafya ve hedef ülkelerde Alman Vakıflarını ileri karakol olarak kullanarak Alman devlet çıkarlarını gerçekleştirme noktasında son derece aktif ve başarılı bir organizmadır. Yayılmacı Alman dış politikasının temelinde yerel kültürlerin yaşatılması adı altında etnik kimliklerin azınlık olarak değerlendirilip birer büyük sorun haline dönüştürülmesi fikri yatmaktadır ve Alman Vakıflarınca devşirilmiş siyasiler bu politikaların hayata geçirilmesinde etkin rol oynamaktadırlar. Bu bağlamda Alman devleti, Lozan Antlaşması’nın ilgili maddelerine aykırı hareket etmektedir. BND için hedef ülkede etki ajanı bulmak hele hele Türkiye’de zor değildir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında C.I.A. tarafından yeniden yapılandırılan BND, özellikle Sovyetler Birliği ve Doğu Almanya’ya karşı faaliyet gösterdiği “Soğuk Savaş” döneminde çok sayıda çalışana sahip olmakla birlikte aynı zamanda anti-komünist karakterde fakat Almanya’nın kısmen müttefik işgali altında bulunması nedeniyle bağımlı bir yapıya sahiptir. A.B.D. tarafından Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyelerine yönelik casusluk-kışkırtma-propaganda amacıyla Alman topraklarında konuşlandırılan “Hür Avrupa Radyosu”, “Özgürlük Radyosu”, “Sovyetler Birliği’ni Öğrenme Enstitüsü” gibi kuruluşlar, BND için deneyim kazanılan “staj yerleri” olarak önem taşımıştır. On personelinden biri askeri istihbaratçılardan oluşan BND, günümüzde personel açığı yaşamakla birlikte özellikle Ukrayna ve bazı ülkelerin teknolojik, askeri, ekonomik gelişmelerini takip etmekte son derece zayıf olduğu ileri sürülmektedir.

Son teknolojik araçlara sahip BND’nin, ülke dışında 1500 kadrolu personeli mevcuttur. Batılı istihbarat servislerinin yanı sıra ve onlardan farklı olarak, İran, Irak, Libya ve Çin Halk Cumhuriyeti istihbarat servisleri ile de ikili istihbarat antlaşmalarına (eğitim ve bilgi değişimi dâhil) taraf olarak büyük güç ve etkinlik kazanan BND, dünyanın hemen her tarafındaki istasyonlarından gelen durum raporlarını, son durum değerlendirmesi ile birlikte, günde iki sefer Başbakanlık, Dışişleri, İçişleri ve diğer ilgili kurumlara iletmekle yükümlüdür. BND, Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar, gerek bu ülkede ve gerekse Doğu Almanya’da, Romanya’da, Yugoslavya’da, Polonya’da, Türkiye’de ağırlıklı casusluk faaliyetleri gösterirken; Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra faaliyetlerini küresel boyuta taşımış; yanı sıra bölgesel faaliyetlere de özel bir önem vermiştir. Doğu Almanya’nın koparılması ve iki Almanya’nın birleştirilmesi; Slovenya’nın ve Hırvatistan’ın bağımsızlığını ilân etmesi; Arnavutluk, Bosna ve Kosova’daki gelişmeler, Türkiye’deki etnik ve dinsel ayrılıkların derinleştirilmesi, BND’nin deyim yerindeyse rüştünü ispat ettiği bölgesel faaliyetler kapsamında yer alır . BND’nin rüştünü ispat ettiği bölgesel faaliyetler arasında ifşa olan silah sevkiyatları ve diğer faaliyetleri şu şekildedir.

BND: 1966-69 yıllarında kurulan büyük koalisyon döneminde, meşhur Reinhard Gehlen’den sonra BND’nin başkanlığını yapan Gerhard Wesel’in anılarından elde edilen bilgiler doğrultusunda; BND’nin Merex şirketi üzerinden yaptığı silah sevkiyatları ve Alman çıkarlarının o dönemde nereleri ve neleri kapsadığını şu şekilde öğreniyoruz. 1967-1970 Kanlı Biafra İç Savaşı 2 milyon insanın öldüğü dönemde her iki tarafa Alman ordusunun G-3 tüfeklerinin ve cephanelerinin sevkiyatının gerçekleştirilmesi; 1966 yılı BM’de Rodezya’ya yani şimdiki Zimbabve her türlü ambargonun olduğu dönemde, Ian Smith yönetimindeki azınlık hükümetine araç ve silah sevkiyatı; Güney Afrika beyaz ırkçı hükümetine yapılan silah sevkiyatı; 1948 İsrail devletinin kuruluşundan itibaren Ürdün’e silah sevkiyatı; Çin’e atom bombası yapımında yardımcı olmak adına 20 ton uranyum örneklerinin gönderilmesi; Yunanistan’da askeri cuntanın hâkim olduğu dönem boyunca silah sevkiyatı; 1975-76’da Irak Emniyet Genel Müdürü ve İstihbarat Başkanı Fadıl el Berrak ile temasın ardından Telemit Elektronik GmbH üzerinden silah teçhizatın sevkiyatı ile 1978 verilerine göre Irak, Japonya’dan sonra ilk dış ticaret ortağı haline gelmesindeki rolü; Telemit Elektronik GmbH üzerinden 1980-83 arası Irak’a teslimatı yapılan silah teçhizatın 24 milyon markı bulduğu; Aynı yıllarda BND’nin Ortadoğu uzmanı Dr. Peter Roell yönetiminde, yukarı Bavyera’da yer alan Haarsee şehrindeki tesislerde Iraklı istihbarat subaylarının eğitimlerinin verildiği; Arnavutluk lideri Enver Hoca’nın 1985’de ölümünden sonra, 1987-88’de önce Bavyera başbakanı Franz Josef Straus, ardından dış işleri bakanı Hans Dietrich Gencher’in Arnavutluk ziyareti ve iki BND subayının Tiran’a SIGURMI’yi SHIK’e dönüştürme çalışmaları; BND ve MAD (askeri istihbarat) 1991’de, Tiran’a muharebe, dinleme ve operasyon teknikleri için ekipmanların gönderildiği; Tiran BND bürosuna kayıtlı 20 MIG-21 savaş uçağı motorlarının olduğu askeri teknolojik sevkiyatları sıralamak gerekmektedir.

Bunun yanı sıra 1992’de Alman Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından terör ve cinayet örgütü olarak yasaklı terör listesine alınan UÇK’yı desteklendiği, pek çok UÇK komutanının eğitimini üstlendikleri bir gerçektir. BND, 1992-95 arasında Yugoslavya’nın dağılma sürecinde özellikle Bosna Hersek’te yaşanan iç savaşta Hırvatlara destek vermiştir. Bununla beraber ABD’li bakan Colin Powel’in 5 Şubat 2003’te BM Genel Kuruluna sunduğu Irak’ın Kitle İmha Silahlarına sahip olduğu bilgisi BND tarafından servis edilmiştir. BND’nin 1996’dan itibaren Mısır, İsrail, Ürdün ve Filistin üzerinde yoğunlaştığı; Türkiye, Suriye, Irak arasındaki sözde haksız su politikalarında çalışmalar yürüttüğü; Türkiye, İran, Irak ve Suriye’ye özel ilgi ve çalışmalar yürüttüğü bilinmektedir. BND’in Suriye İç Savaşı başlamasından CIA ile koordineli şekilde çalıştığını ve ayrıntılı operasyonlar gerçekleştirmişlerdir.

Alman diplomatların yanı sıra, Federal Hükümet’ten maaş alarak yurt dışında görevlendirilen görevlilerin tümü, BND “hizmet içi akademisinde” gidecekleri ülke ile ilgili eğitime tabi tutulur. Ayrıca, Almanya’nın yurt dışındaki sefaretlerinde görev yapan genellikle ikinci, üçüncü ve dördüncü sekreterlerin, ataşelerin ve müsteşarların tamamının, hedef ülkelerde ise Büyükelçilerin de BND’nin kadrolu bağlantılı elemanları arasından atanmaktadır. Özellikle 1970’li yıllardan günümüze Türkiye’de görev yapan Alman Büyükelçilerinin tamamının bağlantılı BND elemanı oldukları; Türkiye’de görev yapan Alman gazetecilerin ise doğrudan sözleşmeli BND elemanı oldukları kaydedilmektedir. BND, kuruluşu ve kadrosu itibariyle ırkçı eski/yeni Nazilerden oluşur.

Dönemin Başbakanı Konrad Adenauer’in, BND’nin başına, Hitler’in Doğu Cephesi İstihbarat Şefi General Reinhard Gehlen’i getirmesi ile başlayan ırkçı gelenek, bugün de ödünsüz sürdürülmektedir. Örneğin 2000 yılında göreve atanan Alman Büyükelçi Dr. Rudolf Schmidt, dönemin Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem’i ziyaret bile etmeden, 21 Mart’ta Barzani’nin temsilcisi tarafından Ankara’da verilen resepsiyona katılmıştır. Bu minvalde bir başka örnek ise 1990’lı yıllarda pek çok Alman siyasetçi hatta bunların yanında devleti temsil eden görevliler, henüz daha Türk dış işleri bakanlığına gitmeden önce ya Diyarbakır ya da doğu illerinden birinde belediye başkanı ziyaretlerinde bulunmuşlardır. Kürtçülüğün silahlı kolu bölücü terör örgütü mensupları ve sözde siyasi kolu olan DEP, DEHAP, HADEP, YEŞİL-SOL ve DEM’lilerle görüşmeler gerçekleştirmişlerdir.

Bir başka benzer örnek Alman Cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştirilmiştir. 8 Nisan 2000’de dönemin Cumhurbaşkanı Johannes Rau, Türk devlet yetkililerinden önce gerçekleştirdiği bir dizi görüşme ve basın açıklaması dönemin gazetelerinde şu şekilde yer almıştır: “Alman Cumhurbaşkanı Johannes Rau, dün insan hakları örgütleri ile bir toplantı yaptı. Toplantıya, Mazlum-Der Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, İHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül, TİHV Genel Başkanı Yavuz Önen, ÇHD Gn. Başkanı Ali Ersin Gür, TİHAK Başkanı Nevzat Helvacı, Avukat Yusuf Alataş ve İnsan Hakları Eğitimi Ulusal Komitesi Başkanı Prof.Dr. İonna Kuçuradi katıldı. Türkiye’deki insan hakları, düşünce özgürlüğü, idam cezasının kaldırılması, demokratikleşme, yargı reformu ve işkence konularının gündeme geldiği toplantıda Alman Cumhurbaşkanı Rau, insan haklarından sorumlu Devlet Bakanı M. Ali İrtemçelik’in geçtiğimiz yıl Kasım ayında NGO’larla yaptığı toplantının devamının gelip gelmediğini sordu.

Türkiye’de NGO’larla siyasi irade arasında bir kopukluk olduğu ve NGO’ların düşüncelerinin kaale alınmadığı tespitini yapan Rau’nun, ‘siyasi iradenin NGO’ların düşüncelerini dikkate alması gerekir’ dediği belirtildi. Türkiye’deki insan hakları sorunlarının çözümlenmesinde asıl görevin Türkiye’nin iç kamuoyuna düştüğünü belirten Mazlum-Der Genel Başkanı Yılmaz Ensaroğlu, bu bağlamda DIŞ DİNAMİKLERİN de önemli olduğunu kaydetti. Ensaroğlu, AB üyesi ülkelerin, Türkiye’nin insan hakları ihlallerine ilkeli ve KUŞATICI yaklaşmalarını, seçici davranmamalarını, insan haklarının uluslararası çıkarlara feda edilmemesini istedi. İnsan hakları alanındaki adımlarda ulusal ve uluslararası demokratik kamuoyuna güvendiklerini belirten İHD Genel Başkanı Hüsnü Öndül ise, bu faktörün insan hakları standardının gelişmesinin önünü açacağını ifade etti.”

Türkiye’deki Alman devletinin temsilcileri, gerçekte BND mensubu olup, bir kısmı diplomatik dokunulmazlık kapsamında, bir kısmı gazeteci, akademisyen (arkeolog, dilbilimci, Türkolog, siyaset bilimci, çevre bilimci, ekonomist, sosyolog, etnolog ve ilahiyatçı ağırlıklı), araştırmacı, sendikacı kimliğinde ve diğerleri de vakıf temsilcisi olarak kesintisiz faaliyet göstermektedirler. Özellikle 1950 yılından itibaren BND görevlilerinin Türkiye’ye uzman, danışman, tekniker, diplomat, din adamı, gazeteci, büyükelçilik/konsolosluk elemanı, arkeolog, STK üyesi olarak giriş yaptıkları gözlenmiştir. BND’nin, arkeologlarını yetiştirdiği Tübingen Üniversitesi ile Türkiye’deki Üniversitelerin arkeoloji bölümleri ve arkeologları arasındaki ilişkiler ve son olarak Göbekli Tepe çalışmalarında ne derece takip edilmekte ve kontrol altındadır?

Alman Vakıflarınca ülkemizde kullanılan kişiler genellikle akademisyen, araştırmacı, sendika ve sendikacılar, jeoloji ve maden mühendisleri olarak farklı meslek gruplarından ve gazetecilerden oluşan geniş bir ağa sahiptirler.

BND’nin İleri Karakolları Alman Vakıfları ve Türkiye Faaliyetleri

Almanların, Türkiye özellikle pan-german düşüncesinin İstanbul’a olan ilgisi ve tabiki petrolün keşfi ile birlikte Ortadoğu’ya olan ilginin köklerinin 1840’lı yıllara dayanır. Alman devletinin bu yıllarda İstanbul’a olan ilgisini ise Alman Hastanesi, Alman Lisesi, Goethe Enstitüsü ve Alman Kilisesinin yapılmasıyla başladığı bilinir . Alman siyasi partilerine bağlı vakıflar genellikle 5 tanesi bilinmekle birlikte esasen BND tarafından yönlendirilen toplamda 57 aktif vakıf bulunmaktadır. Bunun dışında sözde akademik ve bilimsel araştırmalar, raporlar hazırlayan SWP Berlin ve saha araştırmaları konusunda oldukça dikkat çeken Rawest de öne çıkanlar arasındadır.

Almanya’da her siyasi partinin kendine bağlı daha doğru ifadeyle Alman devletinin çıkarlarına yönelik fonlanarak çalışan vakıfları vardır. Bunların en önemlileri olarak Hristiyan Demokratlar (CDU) Konrad Adanauer Vakfı, Sosyal Demokratlar (SPD) Friedrich Ebert Vakfı, Liberaller (FDP) Friedrich Neuman Vakfı, Yeşiller (Die Grüne) Heinrich Böll Vakfı öne çıkar. Yanı sıra Körber Vakfı, Alexander von Humboldt Vakfı, Hans Seidel Vakfı ile Alman Orient Enstitüsü, Goethe Enstitüsü, Alman Kültür Merkezi, Georg Eckert Enstitüsü, Fian Örgütü, SWP Berlin ve Rawest kuruluşu da mutlaka izlenmesi gereken Alman Vakıfları ve merkezleri arasındadır.

Alman “derin devletini” en iyi tanıyan Türk akademisyenlerinden Dr. Yavuz Dedegil, BND ve Alman vakıfları arasındaki organik ilişkiyi şu cümlelerle değerlendirir: “Eyaletler ve özellikle federal düzeyde ise, kamuoyunu yönlendirme daha büyük boyutlardadır. Prof.Dr. Schmith-Eenboom, Undercover isimli kitabında, bütün Alman medyası ile devlet istihbarat teşkilâtı arasındaki geniş ilişkileri sıralamıştır. Alman İstihbarat Teşkilâtı (BND), medya içinde doğrudan elemanlara sahip olduğu gibi, ‘DPA’ veya ‘Reuters’ gibi enternasyonal çalışan haber ajansları ile organik bağlar içindedir. İstihbarat teşkilâtı kendi içinde ‘haber fabrikaları’ kurmuştur ve istediği haberleri değiştirmekte veya kendisi üretmektedir. Bu meyanda Alman siyasi partilerinin ‘kendi vakıflarının’ da, birinci derecede federal yönetim tarafından finanse edildiği ve devletin ‘sivil toplum örgütlerini’ oluşturdukları da bilinmelidir”.

Merhum Dr. Necip Hablemitoğlu, “Etki Ajanları-Nüfuz Casusları ve Fethullahçılar Raporu” isimli çalışmasında Türkiye’deki yabancı Vakıflar ile ilgili şu değerlendirmelerde bulunur: “Türkiye, Vakıflar mevzuatının kesinlikle izin vermemesine rağmen, gelmiş geçmiş hükûmetlerin siyasal irade ve kararlılık gösterememeleri nedeniyle, Alman vakıflarının casusluk ve kışkırtma faaliyetlerine göz yummak konumundadır. Aynı şekilde, Alman ya da ABD vakıf ya da resmi kurumları ile birebir parasal ilişki ve işbirliği içinde olan Türk dernek ve vakıflarının da yerine getirmeleri gereken zorunlu prosedürlere uymadıkları bilinmektedir. Siyasal irade ve kararlılık yokluğu, yabancı istihbaratçıları ve yerli işbirlikçilerini giderek pervasızlaştırmaktadır: Tam bağımsızlık kavramının içi boşaltılırken, ulusal egemenlik ilkesi ise, giderek Berlin’e veya Washington’a ya da Brüksel’e koşulsuz teslimiyet ilkesine dönüştürülmektedir. Yabancı vakıfların ve yerli işbirlikçileri küreselleşmeci NGO’ların yarattığı bu rahatsızlık, 8. Beş Yıllık Plan’da da ifadesini bulmuştur; ancak nedense gereği bir türlü yapılmamaktadır.”

Türkiye’de faaliyet gösteren Alman vakıfları ve enstitüleri, gerçekte Alman İstihbarat Servisi BND’nin kontrolünde çalışan, tüm masrafları Federal Bütçeden karşılanan ‘taşeron’ NGO’lardır. İşin ilginç tarafı, hemen her vakıf (ırkçı CSU ve solcu PDS dışında) rejimle sorunsuz mevcut siyasal partilerin birer yan kuruluşudur. Alman Parlamentosu’nda grubu bulunan partilerin bünyesi içindeki bu vakıfların tamamı, iktidar-muhalefet ayrımı yapılmaksızın Federal Hükümetin ‘Politik Eğitim Fonu’ndan finanse edilmektedir. Bu vakıfların yurtdışı faaliyet giderleri tamamı Federal Hükümet tarafından karşılanır. Resmen Alman Hükümeti’nden yardım alan söz konusu vakıflar, dış ülkelere “Hükümet Dışı Sivil Toplum Örgütleri” yani NGO olarak takdim edilir. İşte bu vakıflar, 1984’ten itibaren Türkiye’ye gelerek ve de yasal boşluklardan yararlanarak, her biri birer “taşeronun taşeronu” yasal Türk NGO’sunun tabelası ardında faaliyetlerini sürdürmektedirler.

Alman vakıflarının yıkıcı-bölücü ve casusluk faaliyetlerine karşı ilk kez Türk kamuoyunu bilgilendirerek uyaran Türkiye’nin tek Doğu bilimcisi Tamer Bacınoğlu, söz konusu vakıflarla ilgili şu çok önemli değerlendirmeyi yapmaktadır:“… Alman parti vakıfları, devlet finansmanlı çok özel NGO’lardır ve Alman dış politikasının önemli bir aracı durumuna gelmişlerdir. Alman Dışişleri Bakanlığı’nın…Yayınında, ülkelerin içişlerine sorun yaratmadan karışabilmek için ne tür ‘gizleme projeleri’ kullanabileceği üzerine bir dizi ‘pratik örnek’ verilmektedir. Politik Vakıfların bu bağlamda ‘diyalog programları ile yapıcı bir rol oynayacakları’ en yetkili ağızlardan itiraf edilmektedir.

Ankara ve İstanbul’da şubeleri bulunan tüm Alman parti vakıflarının programları kabaca şu üç maddeden oluşur: Birinci maddedeki etkinlikler, Kemalizm’in iflas ettiğini ve sorunun geçici bir hükûmet sorunu değil, ‘yapay ve uyduruk Türk ulusunu tepeden inme yöntemlerle yaşatmaya çalışan Türk devleti’ olduğunu kanıtlamayı amaçlar. Bu çerçevede üçlü bir strateji izlenir: A- ‘Toplumun değişik katmanlarını Kürt sorunu üzerine tartışmaya ve çözüm üretmeye alıştırmak’ ve buna paralel olarak ‘Kürtçü gruplar’ ile Almanya arasında köprü kurmak. B- ‘Toplumun değişik katmanları ile siyasal İslamcıları bir araya getirmek’ ve buna paralel olarak İslâmcılar ile Alman devleti arasında köprü kurmak. C- ‘Alevilerin aşırı İslam’a karşı oluşlarını dikkate alarak, Aleviler ile özel görüşmek ve konuyu gerektiğinde Kürt sorununa kaydırmak’. İkinci maddedeki etkinlikler, ‘Türkiye’de yerel yönetimlere işlerlik kazandırmak’ amacıyla Almanya’da adı var, kendi yok federal sistemi Türkiye’ye tanıtmayı hedefler. FDP’nin Friedrich Naumann Vakfı, federalizmi tanıtma’ çabalarını genelde Batı Anadolu’da yürütürken, Yeşillerin Heinrich Böll Vakfı federal yönetimin nimetlerini Doğu Anadolu konusunda gündeme getirmektedir.

Yeşiller’in bu vakfı şu sıralar, Türkiye’nin etnik çetelesini tutmakla meşgul ve hem Alman Dışişleri Bakanı ile hem de aynı bakanlığa bağlı Alman resmi ‘araştırma’ enstitüleri ile ortak çalışmakta. SPD’nin Friedrich Ebert Vakfı da, daha ‘dünya çapında’ bir yaklaşımla ‘Türkiye’de sivil toplum kurulabilmesi’ için çaba gösterirken, daha çok ‘ekonomi ağırlıklı diyalog arayışında olduğu izlenimini vermek istiyor. Türkiye’de ‘İslâm’ı demokrasiyle barıştırmak’ yolunda en kapsamlı projeler ise CDU’nun Konrad Adenauer Vakfı’nca yaşama geçiriliyor. Vakıf ajandasının üçüncü maddesi, ‘yerli köprübaşları oluşturmayı’ öngörür.

Almanya’ya davet edilen Türk akademisyenleri, aydınlar, burs verilen doktora öğrencileri, vakıf şubelerine alınan Türk elemanlar için ödenen Alman ‘kalkındırma yardımı’, bazı duyumlara göre yıldan yıla katlanarak artırılmaktadır. Etkinlik alanlarının farklılığı, parti programlarının farklılığından değil, aralarındaki görev dağılımından kaynaklanır…. Almanya kökenli vakıflar, ‘biz NGO’yuz’ diyor. Ancak ‘sivil toplum’, ‘küresel ekonomi’ ve ‘insan hakları’ için uğraşı verdiklerini iddia ederken, ‘Türk devletinin varlığı sorundur, Türk ulusu uyduruk bir yapıdır’ da diyebiliyorlar. Hepsi de ‘dost ve müttefik Almanya’ hesabına çalışıyor. Söylev’deki ‘Her tarafta ecnebi zabit ve memurları ve hususi adamları faaliyette…” Sözleri son derece uyarıcı nitelikte ve asla unutulmaması gereken konudur.

Federal Alman İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Aralık 2000’de yayınlanan “Yeni Türkiye Konsepti”, Alman vakıflarına, rutin faaliyetlerinin yanında –özellikle casusluk ağırlıklı- yeni görevler yüklemiştir. Raporda bahsedilen yeni Türkiye Konseptinde özetle: “Lider sultası altındaki partilerle Türkiye’de sivil toplum inşa edilemez. Örgütlenme tabandan başlatılmalı; yerel düzlemde örgütlenmelere gidilmeli, özellikle köylü hareketlerine öncelik tanınmalıdır. Türk halkı bu konularda tecrübesiz olduğu için, Alman NGO’lar teorik, parasal ve lojistik yardım sunmalıdırlar”.

Heinrich Böll Vakfı Türkiye’deki İlişkileri ve Faaliyetleri

Alman Yeşiller Partisi’ne bağlı Heinrich Böll Vakfı, BND’nin Türkiye’deki espiyonaj faaliyetleri kapsamında en çok kullandığı ileri karakol olarak dikkat çekmektedir. Türkiye’de en aşırı sağdan en aşırı soluna, ikinci cumhuriyetçilerden etnik bölücü Kürtçülere uzanan çizgide, ortak paydası Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığı olan tüm birey ve örgütleri bir araya getirme, ortak platformlar oluşturma çabası içindedir. 1988’de Berlin’de kurulan Heinrich Böll Vakfı’nın, tıpkı diğer vakıflar gibi, Alman iç politikasına karışması yasaktır. Hükûmetin öngördüğü sınırlar içinde, misyonunun gereğini yerine getirmede, tıpkı diğer vakıflar gibi, oldukça özgürdür. Vakfın Almanya faaliyetleri, iki bölümden oluşmaktadır:

Gerçek Almanlara yönelik faaliyetler; “yabancılar”a (Burada yabancılardankasıt yüksek oranda Türklerdir) yönelik faaliyetler. Birinci bölüme yönelik faaliyetler, apolitik çevre projelerinden ibarettir. İkinci bölümdeki faaliyetlerin ağırlık noktasını ise Türkler oluşturmaktadır. Böll Vakfı, bu kapsamda, Türkiye karşıtı tüm etnik, ideolojik ve dinsel yapılanmaların (PKK, Ermeniler, Süryaniler, Pontusçular, Keldaniler, Yezidiler, Milli Görüşçüler, Kaplancılar, Fethullahçılar, Süleymancılar, Nizam-ı Âlemciler, DHKP-C, Tikkocular, Bölücü Kürtçü Terör Örgütü ve şemsiyesi altındaki ayrılıkçı/bölücü oluşumlar) yanı sıra, Federal Anayasa’yı Koruma Teşkilâtı, İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı, Protestan ve Katolik Kilise Akademileriyle yine bunlara bağlı haber ajansları ve diğer medya kuruluşları ile koordineli organik ilişki içindedir. Vakfın Almanya faaliyetlerinin finansmanı, İçişleri Bakanlığı’nın “global fonları” ve değişik bakanlıkların proje güdümlü kaynaklarından karşılanmaktadır.

Heinrich Böll Vakfı, Türkiye’de uzmanlaştığı başlıca üç konuda faaliyet göstermektedir: Birincisi, “insan hakları” konusu ki, en yoğun işbirliği yaptıkları Türk sivil toplum kuruluşları arasında İstanbul Barosu, Diyarbakır Barosu, İnsan Hakları Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, KOMKAR, Düşünce Suçuna Karşı Girişim, Alternatif Toplum Merkezi, Mazlum-Der, Türkiye İnsan Hakları Vakfı vd. bulunmaktadır. Bu kuruluşlarla müşterek panel, sempozyum, atölye çalışmaları ve benzeri etkinliklerde, Yücel Sayman, Hüsnü Öndül, Hasip Kaplan, Murat Bozlak, Şanar Yurtapan gibi isimlerin yanı sıra, Claudia Roth, Angelika Graf, Jonathan Sugden gibi Türkiye karşıtı olarak tanınan Avrupalı parlamenterlere, gazetecilere rastlamak mümkündür.

İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Azınlık Hakları Çalışma Grubu’nun Heinrich Böll Vakfı işbirliğiyle 8-9 Haziran 2001’de İstanbul’da gerçekleştirdiği etkinliklerden biri olan “Ulusal, Ulusal-üstü ve Uluslararası Hukukta AZINLIK HAKLARI (Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Lozan Antlaşması)” konulu sempozyum, gerek zamanlama, gerek katılımcılar ve gerekse tebliğ konuları itibariyle oldukça dikkat çekicidir. Vakfın işbirliği içinde olduğu diğer dış kuruluşlar arasında, Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) İstanbul Ofisi ve özellikle de Almanya Şubesi 27, İstanbul Orient Enstitüsü, Konrad Adenauer Vakfı ve diğerleri (Kurdish Human Right Projects, PKK-ERNK, International Comittee of the Red Cross, International Centre for Human Rights and Democratic Development) başı çekmektedir.

Vakfın ikinci faaliyet konusu, “çevre sorunları” üzerinedir. Vakfın bu konudaki hedefi, Türkiye’de sanayileşmenin, madenciliğin ve enerji kapsamında hidroelektrik santrallerin karşısında, bilimsel ve akılcı bir çevrecilik yerine; salt tepkisel ve duygusal boyutlarda bir çevrecilik hareketine dinamizm kazandırmak ve oluşturulan bu dinamik güçleri, Almanya’nın çıkarları lehinde, Türkiye’ye karşı koz olarak kullanılması vardır. Böll Vakfı, Almanya’nın ekonomik çıkarları doğrultusunda faaliyet gösteren sözde çevreci FIAN örgütü ile de ilişkilidir. Vakfın üçüncü uzmanlık konusu ise, Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarını, süratle küreselleşmeci NGO çizgisine çekmektir.

Yeşillerin fonladığı Heinrich Böll Vakfı, üniversite protestoları, küçük çaplı ayaklanmalar, LGBT organizasyonları, medya, sinema ve kısa film yarışmaları ile medya özgürlüğü, etnik kimlikler/halklar, haklar ve özgürlükler gibi konularda oldukça aktiftirler. Heinrich Böll Vakfı İstanbul şubesinin resmi sayfasına girdiğinizde LGBT çalışmaları ile ilgili şu etkinliği görmek mümkündür. “LGBT: How LGBT + İndividuals were criminalized with the withdrausal of the İstanbul Convention?”, ve “The Boğaziçi Resistence: The Matter Circles Back to Queers” adında 24 Haziran 2022 tarihli çalışmasını görebilirsiniz.

Açık kaynaklardan elde edilen bilgiler doğrultusunda Heinrich Böll Vakfı’nın 2021’de fonladığı ve saha araştırmasını Rawest’e yaptırdığı “Kürtlerde Değerler ve Tutumlar Araştırması” isimli rapor önemli ayrıntılar içermektedir.Rawest ’in, resmi sayfasında işlenen raporun tanıtımında: “Heinrich Böll Stiftung/Vakfı’nın Türkiye Temsilciliği’nin iş birliği ve Rawest Araştırma’nın saha desteğiyle yürütülen çalışma; Türkiye’deki 11 şehirde, 18 yaş üzeri Kürtlerin değer yargılarını ve tutumlarını daha yakından anlamayı, birbirleri ve Türkiye toplumu ile aralarındaki benzerlik ve farklılıkları görmeyi ve göstermeyi amaçlıyor” ifadelerine yer verilmiştir.

Türkiye’yi Iraklaştırmak, Suriyeleştirmek, “Kolektif terör-terörizme” maruz bırakmak için büyük çaba vardır. Rapordan anladığımız Türkiye’nin “Daha Türkiyeli bir Kürtlük inşası” ile Avrupa’nın kontrolünde bir federalleşmeye götürülmesidir.

German Marshall Vakfı

Heinrich Böll Vakfı, özellikle Türkiye’deki etnik kimliklerle ilgili ciddi çalışmaları olan esasında German Marshall ile de ilişkilidir. Özellikle bu ilişkinin Ukrayna’daki “maydan” olaylarında, Ukrayna devlet başkanı Zelensky ve Kiew Belediye başkanı Almanya adına yıllarca profesyonel boks yapan Wladimir Kliçko her iki vakfın ortaklaşa çalışmalarından biridir. German Marshall Vakfı her ne kadar ağırlığını ABD’de sürdürse de ABD-Almanya ortak çıkarlarına hizmet eden vakıflar olarak öne çıkmaktadır. Bu haliyle GMF, tüm vakıfların üzerinde şemsiye konumundadır.

Siyasi parti ve siyasilerle olan ilişkiler, muhalif kanatlarla ve uç kesimlerle özellikle ayrılıkçı Kürtçü bölücü terör örgütünün sözde siyasi uzantılarla gerçekleştirdikleri dirsek teması oldukça yakın/sıkı şekilde bu vakıflar aracılığıyla yürütülür. GMF’un çeşitli fonları alarak gerçekleştirdiği bir dizi etkinlikleri şu şekilde sıralamak mümkündür: “Balkan Demokrasisi”, “Karadeniz İş Birliği”, “Tematik Grup Desteleri”, “Almanya Programları”, “Göç ve Entegrasyon”, Stratejik desteklerdir. Özellikle NATO’ya bağlılığı kanıtlanmış siyasetçiler ve gruplara yönelik maddi yardımlarda bulunur. GMF’un en öne çıkan maddesi“bireysel girişimcilik için destek, antidemokratik ülkelerdeki milli aparatlara zarar gelmemesi için Alman bankalarında açılan hesaplardan ödeneklerin yapılması” diyebiliriz. Fonlanacak kişilerde aranan temel özelliklerden en önemlisi Rusya-Çin karşıtı NATO ABD sempatizanı olmaktır. Bunlara ayrılan aylık fon bütçe miktarının 150 Bin € üzerinde olduğu belirtiliyor.

Türkiye’de Dini Vakıflar, sokak hareketleri, medya kuruluşları, muhalif parti hareketleri, yeni parti oluşumları ile ilgilenmek yerine doğrudan “yeni ve farklı” üzerinden gider. Bütçesinin çoğu kez Alman üniversiteleri üzerinden proje ve düşünce toplantıları destekleriyle kullandırılmaktadır. Almanya Bochum Üniversitesi bu alanda Dini Vakıflar ve özellikle FETÖ ile iltisaklı akademisyenler için uygun eğitim kurumlarındandır. Diğer üniversitelerinden Bielefeld, Wuppertal, Berlin Hür üniversiteleri etnik siyasi kimlikler üzerinde de çalışırlar.
Heinrich Böll Vakfının bir diğer birlikte çalıştığı vakıf ise “German Motion Picture Fund” yani Alman Film Vakfıdır. Özellikle “Göçmenler, LGBT, Kadın ve Feminizm Hareketleri” gibi alanlarda oldukça etkin olmakla beraber toplumsal farkındalık çalışmalarını da önemle sürdürürler. Özellikle kısa metrajlı filmler için ayrılan yıllık ödeneğin 30 milyon € üzerindedir.Her yıl 100 kısa film için %10 destek verilmektedir.

Friedrich Ebert Vakfı Türkiye’deki İlişkileri ve Faaliyetleri

BND’nin ileri karakollarından olan Alman vakıflarından bir diğeri de SDP’ye bağlı, merkezi Bonn’da bulunan Friedrich Ebert Vakfı’dır. Vakfın asli görevlerinden biri, Almanya’daki Türklerin arasında yürütülen çalışmaların yanı sıra, Türkiye’deki faaliyetlerin bilimsel sonuçlarının rapor halinde Alman Hükümeti’ne sunulmasıdır. Bu raporlar okunduğunda Ebert Vakfı’nın Alman emperyalizmine hizmet ettiği açıkça ortadadır. Friedrich Ebert Vakfının Türkiye’deki ağırlıklı olarak faaliyet alanları: çalışma ekonomisi ve sendikalar üzerinedir. Türkiye’de iç/dış göç, işçiler, sendikalar, toplumsal ve ekonomik değişim, sendikalarda kadın eğitimi, sendikal eğitim teknikleri, endüstri ilişkileri, işsizlik ve eksik işgücü sorunları, üniversiteler ve sendikalar arasındaki ilişkiler, sosyal demokrat istihdam politikaları gibi konu başlıklarını içeren çok sayıda bilimsel toplantı düzenlenmiştir.

Bu Alman Vakfı, Sosyal Demokratlardan oluşan muhalif kanat siyasi partiler ve siyasilerle ilişkilidir. Türkiye’de bu kanadı CHP ve türevleri temsil ederler. Konrad Adanauer, Körber Stiftung, Alexander von Humboldt, Friedrich Neuman, Heinrich Böll, Hans Seidel ve Rosa Luxemburg vakıfları sözde bilimsel çalışma, araştırma ve raporlarla öne çıkıyor gibi görünseler de politik destek veren çalışmalar yaptıkları raporlarından son derece bellidir. Özellikle Alman SWP Berlin Enstitüsü, Türkiye karşıtlığı ile öne çıkmakta ve göç, sığınmacı, göçmen konularında çalışmalar yapmış ve Türkiye’nin bu konularda maddi olarak daha çok desteklenmesi ve Türkiye’de göç, göçmen, sığınmacı karşıtlarını ele alan raporlar hazırlamışlardır.

Friedrich Ebert Vakfı’nın yıllık bütçesi 2023 verilerine göre 200 Milyon avrodur. Yıllık 2262 eğitim adı altında etkinlik düzenler. Bu vakfın sayfasına girdiğinizde karşınıza Türkiye’den fonlanan kişi, kuruluş ve yapılar çıkmaktadır. Bunların öne çıkanları: TESEV – SODEV = Gezi tutukluları ve hak ihlalleri konularında etkinlikler düzenlenmiştir. KÜYEREL = Cengiz Çandar& Jonathan Powell-Teröristlerle Konuşmak kitabının yazarı, çözüm süreci ile ilgili etkinlikler düzenlenmiştir. CHP & TÜSES ile birlikte Selin Sayek Böke, ekonomi programları düzenlenmiştir.

Friedrich Ebert Vakfının organize ettiği ve fonladığı bazı faaliyetler: Büyükçekmece Belediyesi ve Friedrich Ebert Vakfı katkılarıyla “Göç, Göçmenlik ve Yerel Yönetimler Hizmet İçi Eğitim Semineri” Konuşmacı: A. Ünal Çeviköz, Moderatör: Dr. Hasan Akgün. Bakınız 20 Eylül 2022, Arbeit und Leben Hessen Delegasyonu Alman Sendikalar Birliği (DGB), İlke Gökdemir ve Yasemin Ahi, Türkiye-AB-Almanya Göç İlişkisi. Bir diğer etkinlik: Selahattin Demirtaş tutuklanmadan önce Friedrich Ebert Vakfı organizesinde konuşmacı ise Middle East İnstitue. Bir başka etkinlik: We are Hırıng- Friedrich Ebert Vakfı “Media and Public Relations Menager”, Fes Mena Regional Project; Traf-de Unions, Peace and Security Political Femminizm Migration, Climate and Energy, Ekonomic Policy.

Bakınız: Friedrich Ebert Vakfı& Barış Vakfı, Ayşe Betül Çelik, Evren Balta, Mehmet Gürses, KONDA Kamuoyu araştırma şirketi “Kürt Sorununa Toplumsal Bakış” (2010-2022) Raporu. Son olarak bkz: Blicwechsel Contemporary Turkey Studies Türkei A Programe by Stiftung Mercator “Anatomy of a Political Regime” olarak sıralamak mümkündür.

Friedrich Neuman Vakfı ve Türkiye Faaliyetleri

Türkiye’yi etnik ve dinsel açıdan federal bir yapılanmaya götürecek stratejinin taşeronluğunu üstlenmiştir. Yerel yönetimlerin merkezi hükûmet aleyhine güçlendirilmesi, merkezden kopmak isteyen halkların (!) kendi kaderlerini tayin hakkının ifadesi olarak yerel yönetimleri kullanması, ormancılık, KOBİ’ler, çalışan çocuklar, demokratikleşme, insan hakları gibi konular, Naumann Vakfı’nın etkinlik konuları arasında yer alır.Gerek Almanya’daki ve gerekse Türkiye’deki etnik bölücü Kürtçü yapılanmalara Alman Devleti’nin tüm olanaklarını dolaylı olarak sunan bir başka merkez ise, “Tehdit Altındaki Halklar Derneği”dir.

Türkiye’de misyonerlik faaliyeti yürüten Alman merkezleri de mevcuttur. Örneğin, BND kadrolu rahiplerin en ünlüsü olan Wolfgang Jungheim’in temsilciliğini yaptığı Uluslararası Katolik Barış Hareketi, Alman Protestan Kilisesi Konseyi ise, ülke sınırları içinde PKK ile özdeşleştirilen Türk ve Türkiye düşmanı Alevilik hareketinin yanı sıra, başta Süleymancılar, Fethullahçılar ve milli görüşçüler olmak üzere, “Alman İslâmı” yaratma projesi doğrultusunda tüm Sünnî ve Şafiî yapılanmalara lojistik destek sağlar.

Bu vakfın faaliyetleri arasında hem Almanya hem de Türkiye’deki Yahova Şahitleri gelmektedir. Ayrıca, Türkiye’de askere gitmeyenlerin ve askerlik görevini ifa etmek istemeyenlerin büyük bölümünün bu vakfın himaye ve kontrolünde Yahova Şahitleriyle bağlantılıdır. Yapılacak kısa bir araştırma sonucunda 1990-2010 yılları arasında Türkiye’de hareket eden Yahovacıların neredeyse hepsi Alman olduğu ortaya çıkacaktır. Özellikle 2017 Anayasa Referandumunda Friedrich Neuman Vakfı müdahil olmuştur. Referandum öncesi düzenlenen “Demokrasi İçin Hayır” kampanyası bir Alman Friedrich Neuman Vakfı organizasyonudur.

Friedrich Neuman Vakfı faaliyetleri arasında: “3. İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi – İleri Suriye Kursu” 3 Eylül – 22 Ekim, İnsan Hakları Akademisi örnek verilebilir. Bir diğer örnek: Friedrich Neuman Foundation “Pandemi Gölgesinde İfade Özgürlüğü Fotoğraf Sergisi ve Panel” etkinliği; bir diğeri ise “Kırılgan Grupların İnsan hakları” tematik kursu, İnsan Hakları Akademisi ile Friedrich Neuman birlikte düzenlemişlerdir. Buradaki Kırılgan Gruplardan kasıt Ortadoğu ülkelerinden gelenlerdir.

Körber Vakfı ve Georg Ecker Enstitüsü

Türkiye’deki 47 ayrı etnik halk söylemini yaşama geçirmeye yönelik olarak etnik farklılıkların ortaya çıkarılması ve mevcut farkların derinleştirilmesine yönelik faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Özellikle Tarih Vakfı’nın projelerine verilen desteğin yanı sıra, Türkiye’de kimlik ve normların değişimi konusu, özellikle Körber Vakfı’nın ilgi alanına girmektedir. Körber Vakfı, Türk-Alman ilişkilerinin geliştirilmesi yolunda, Türkiye’de lise düzeyinden itibaren Alman sempatizanı bir nesil yaratmak gibi geniş vizyonlu bir misyona da sahiptir.

Konrad Adanauer Vakfı ve Türkiye Faaliyetleri

Türkiye’nin zaaf boyutlarındaki etnik-dinsel-ekonomik-siyasal ve toplumsal sorunlarını çok iyi bilen BND’nin atadıkları tarafından yönetilen Konrad Adanauer Vakfı, 1984’den bu yana ülkemizde faaliyet göstermektedir. Vakıf, faaliyetlerini, Türk yasaları izin vermediğinden dolayı, Türk Demokrasi Vakfı’nın işbirliği çerçevesinde örtmeye çalışır. Özellikle Artvin, Ardahan ve Rize illerine olan özel ilgisinin geçmişi 1960’lı yıllara dayanmaktadır.

Wolfgang Feurstein adlı bir istihbaratçı akademisyen (halkbilimci) bu yıllarda bölgede çalışmış ve sonuçta “kaybolan Laz ulusunu kurtarmak” misyonu adına, özel bir alfabe (Lazuri Alfabe) yaratmıştır. Almanların bölgedeki etnik çalışmaları, daha sonra giderek yoğunlaşmıştır. Türkiye’de 47 ayrı etnik halk söyleminden yola çıkan Alman istihbaratçı akademisyenleri, kendi ülkelerinde iki Laz örgütünün yanı sıra, üniversitelerde kürsüler oluşturmuşlardır . Vakıf, 29-30 Haziran 2000’de düzenlediği “Türkiye’de Anayasa Reformu Prensipler ve Sonuçlar” adını taşıyan kongre düzenlemiştir. Bu kongreye, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Yargıtay Başkanı Sami Selçuk gibi kamuoyunun yakından takip ettiği isimler katılmıştır. Kongrede, BND danışmanlarından Prof.Dr. Kay Hailbronner, Türkiye açısından en kritik konulardan biri “AB Üyesi Olarak, Egemenlik Haklarının Devri Sorunu” üzerine katılımcıları Almanya’dan edinilen deneyimler (!) çerçevesinde bilgilendirmiştir.

Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği, her yıl çok sayıda konferans, seminer, atölye çalışması ve sempozyum düzenlemektedir. Vakfın Türkiye’de düzenlediği kongrelerden bazıları: “Turkey on Her Way to EU-Membership”, “Türkiye’de Okul Reformu Sonrasında Yabancı Dil Dersi Reformu”, “Küreselleşme ve Modernleşme Sürecinde Kültürel Kimlik”, “Türkiye’de Anayasa Reformu-İlkeler ve Sonuçlar”, “Karadeniz/Ereğli’de Bölgesel Gelişme”, “Alman Okullarında İslâm Din Dersi”, “Türkiye ve AB-Ulusal Egemenlik Haklarının Devri”, “Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Sınır Ötesi İşbirliği-Strateji ve Projeleri.”

Vakıf, sadece etkinlik alanını Türkiye ile sınırlandırmamış Almanya ve Belçika’ya da taşımıştır. ‘Helsinki’den Sonra Almanya-Türkiye İlişkileri İçin Gelecek Perspektifleri: Gelişmeler ve Şartlar’ konulu uzman toplantısı; Köln’de ‘Yapısal Dönüşüm İçerisinde Bulunan Orta Ölçekli İşletmeler” konusunda Alman/Türk ekonomi toplantısı ve Brüksel’de ‘Türkiye ve AB’ konulu uluslararası sempozyumdur. Konrad Adanauer Vakfının katkıda bulunduğu bu etkinlikte Almanya, Belçika ve Türkiye’den gelen siyasetçiler ve karar organları da hazır bulunmuşlardır. KAV, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Karadeniz Ekonomik İşbirliği Sekretaryasına sponsor olarak da destek vermektedir.

31 Mayıs 1 Haziran 2001’de İstanbul’da Konrad Adenauer Vakfı’nın öncülüğünde gerçekleştirilen “Almanya ve Türkiye’de Devlet, Vatandaş ve Sivil Toplum Kuruluşları” konulu Uluslararası Kongre’nin davetiyesinde, açılışta söz alacak konuşmacılar arasında Dr. Wulf Schönbohm’un yanı sıraBND’nin İstanbul’daki “Kürt ve Arap” uzmanı kadrolu elemanı Gottfried Plagemann ile BND’nin Türkiye etnik ve dinsel azınlıklar uzmanı Dr. Günter Seufert de konuşmacı olarak katılmıştır. Konrad Adanauer Vakfı’nın en çok temas ettiği siyasi parti dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz yönetimindeki ANAP ve içerideki siyasiler olmuştur.

Alman kiliseleri, gerek Almanya’daki Türk Toplumu ve gerekse Türkiye’ye yönelik devlet politikalarının oluşturulmasında ve yaşama geçirilmesinde aktif biçimde rol oynamaktadırlar. Almanya’daki haber ajanslarının % 50’si kiliselerin malı olup, diğer haber ajanslarından ucuz oldukları için, hemen bütün Alman medyasınca kullanılır”. Amaç, Türk Toplumunu ulusal kimlikten koparmak ve Türkiye’yi parçalamak olduğunda, kiliseler hiçbir ayrım yapmamaktadırlar. Kaplancılardan Süleymancılara, Nakşibendilerden Fethullahçılara ve Kürtçü bölücü terör örgütüne dek uzanan tüm Türkiye karşıtlarına kadar tüm köktendinci yapılanmalara lojistik destek sağlamaktadırlar. Örneğin, Uluslararası Katolik Barış Hareketi Almanya Sorumlusu Rahip Wolfgang Jungheim, TCK 312. maddeye göre bir yıllık hapis cezası kesinleşen Necmettin Erbakan, yanı sıra Akın Birdal, Leyla Zana ve İsmail Beşikçi’ye özgürlük talebinde bulunmuşlardır.

BND ve Alman Kiliseler Birliği, Fethullahçılara lojistik destek vermişlerdir. Fethullahçıların Almanya ve AB sınırları içinde örgütlenmelerine, himmet adı altında para toplamalarına, şirketleşmelerine ve okul açmalarına izin verilecek; karşılığında da Fethullahçılar, Balkanlar’da, Türkiye’de, Kafkasya’da ve Orta Asya’da “Türk Okulları” adı altında Alman dilinde eğitim veren okullar açacaklar; Almanya’da da din derslerinin Fethullahçılara verilmesi noktasında görüş birliğine varmışlardır.

Sonuç yerine

Almanya, 1840’ların başından itibaren hedefinde olduğu İstanbul merkezli Türkiye’ye karşı hiç de dostane olmayan politikalar gütmüş/yürütmüştür. Bu düşmanca politikaların temelinde hiç kuşkusuz en az 150 yıllık Türkiye – Almanya çıkar çatışması yatmaktadır. Bu çatışma sadece ekonomik, siyasi değil istihbarı anlamda da sürmektedir. Bu çıkar çatışmalarının merkezinde Türkiye ve Türkiye’nin tarihsel, kültürel, ekonomik, sosyolojik derinliği olan bölgelerde de devam etmektedir. Her iki dünya savaşının kaybedeni olarak Almanya, ağırlığını yeniden silahlanma ya da askeri bir güç olmak yerine ki, bu yapılan antlaşmalarla zaten mümkün değildi- ekonomik büyüme ve teknik gelişmelere yönelmiştir. Bu yönelme kendisine hem AB içinde hem de özelinde ayrıcalık kazandırmıştır.

Almanya’nın Türkiye ile ilişkileri Osmanlı döneminde başlamış olsa da ikili ilişkiler çoğunlukta hep Alman devlet çıkarları noktasında gelişmiştir. İki ülkenin başlattığı silah kardeşliği, özellikle iki devletin çıkarlarının çatıştığı bölge/ülke ve coğrafyalarda Alman devletinin derinden düşmanca davranış ve kararlarına dönüşmüştür. Alman istihbarat teşkilatı BND kontrolünde, Alman devletinin yüksek çıkarlarına hizmet eden ileri karakolları Alman Vakıfları ile Türkiye merkezli bölge çıkarlarını elde etmeyi sürdürmüş ve bunda çoğu zaman ne yazık ki, başarılı olmuştur. Özellikle 2016 yılından itibaren Almanya Türkiye ilişkileri, Alman Parlamentosunda alınan siyasi Türkiye karşıtı sözde soykırım kararı ile Türkiye’yi derinden yaralamıştır.

Günümüzde Alman devleti, sadece kendi içinde terör örgütünün dinlenme ve geri çekilme alanı olarak kalmamakta; Türkiye’nin gelişmesini ve bölgesel güç olmasını da gerek Kürtçü bölücü terörle gerekse de ileri karakolları olan vakıflarıyla engellemektedir. Ne var ki, ülkemizin başta istihbarat birimleri, bürokrasisi, çoğu siyasi parti/siyasileri, medya-basın, sendika, akademisyenlere ülkedeki yasal STK’lar üzerinden siyasi, ekonomik ve diğer pek çok konuda baskılar kurarak siyasi ve ekonomik üstünlük sağlamıştır. Tüm bu gelişmeler ve verilen somut kaynaklı örnekler doğrultusunda Almanya, Türkiye’ye karşı pek çok nedenden dolayı gizli bir kolektif saldırının mimarıdır.

Yararlanılan Kaynaklar

Uluslararası Güvenlik, Terörizm ve İstihbarat Çalışanı, oemerkalayci34@gmail.com , Bağımsız Araştırmacı Yazar.

ŞENER, Bülent (2014), “Dış Politikada Yumuşak Güç Olgusu”, Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, http: http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyal-kulturel-arastirmalarmerkezi/2014/02/10/7423/dis-politikada-yumusak-guc-olgusu , Erişim Tarihi 1.08.2024.

NYE, Joseph S. (1990), “SoftPower”. Foreign Policy, No. 80, Twentieth Anniversary (Autumn, 1990), pp. 153-171, Washingtonpost.Newsweek Interactive, LLC.

MELİSSEN, Jan (2005), “The New Public Diplomacy: BetweenTheory and Practise”, The New Public Diplomacy: SoftPower in International Relations, Editör Jan Melissen, Studies in Diplomacy and International Relations, Palgrave, http://ebookcentral.proquest.com.ezproxy.bu.edu/lib/bu/reader.action?docID=28 5636, Erişim Tarihi 01 Ağustos 2024.

KIRATLI, Osman Sabri (2016), “Avrupa Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası ve Üç Büyükler: Almanya, Fransa ve İngiltere”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt:11, Sayı:1, Yıl:2016 (207-224)

A. g. e. s: 214.

Geniş bilgi için lütfen bkz. Zübeyir Kındıra, Fethullah’ın Copları (İstanbul: Su Yayını, 2000).

Geniş bilgi için bkz. Dr. Necip Hablemitoglu, “Türkiye (M.İ.T) ve Almanya (B.N.D/BfV) Arasındaki Yüzyıllık Güç Kavgası”, http://www.neciphablemitoglu.cjb.net/

Kalaycı Ömer, Türkiye-AB İlişkileri Bağlamında Almanya’nın Kürt ve PKK Politikası, Çıkrık yayınları, İstanbul, 2019, S. 192.

Geniş bilgi için bkz. Dr. Necip Hablemitoglu, “Türkiye (M.İ.T) ve Almanya (B.N.D/BfV) Arasındaki Yüzyıllık Güç Kavgası”, http://www.neciphablemitoglu.cjb.net/

Ömer Kalaycı, Türkiye-AB İlişkileri Bağlamında Almanya’nın Kürt ve PKK Politikası, Çıkrık Yayınları, İstanbul, 2019, s. 98-106.

Geniş bilgi için bkz. Kalaycı Ömer, Türkiye-AB İlişkileri Bağlamında Almanya’nın Kürt ve PKK Politikası, Çıkrık yayınları, 2019, İstanbul, s: 165.

Geniş bilgi için bkz. Dilek Zaptçıoğlu, Kayzer’in Hazine Avcıları & Alman Arkeologların Doğuyu Yağmalaması.

Kalaycı Ömer, Türkiye-AB İlişkileri bağlamında Almanya’nın Kürt ve PKK Politikası, 2019, İstanbul, çıkrık yayınları, s: 193.

Dr. Dedegil’in Ankara’da 16-17 Aralık 2000’de gerçekleştirilen “AB ve Türkiye Sempozyumu’na sunduğu “Almanya’da Kamuoyu Oluşumu ve Yabancılaşma” başlıklı tebliğinden aktarılmıştır.

Dr. Necip Hablemitoğlu, “Etki Ajanları-Nüfuz Casusları ve Fethullahçılar Raporu”, Yeni Hayat, 6:70, Ağustos 2000, s. 13-29.

Geniş bilgi için bkz. Tamer Bacınoğlu, “Türkiye’de Alman Vakıflarının Marifetleri”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 1999.

Argun Erbay, “Alman NGO’larının 2001 Türkiye Programı”, Aydınlık, 21 Ocak 2001.

“Kürtlerde Değerler ve Tutumlar Araştırması” 2021 raporu için bkz: https://rawest.com.tr/kurtlerde-degerler-ve-tutumlar21-arastirmasi/ , 26 Mart 2022.

Bkz. Ali İhsan Aksamaz, Dil-Tarih-Kültür-Gelenekleriyle Lazlar. (İstanbul: Sorun Yayını, 2000).

Türkiye’de Anayasa Reformu Prensipler ve Sonuçlar. (Ankara: Konrad Adenauer Vakfı Yayını, 2001), s.57-70.

Dr. Yavuz Dedegil, “Almanya’da Kamuoyu Oluşumu ve Yabancılaşma”, Teori, Ocak 2001, s. 73-76.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

1 Yorum Var

  1. Peki biz ne yapıyoruz bunların önünü kesmek yerine değirmenlerine su taşıyoruz kanunları adaleti tam anlamıyla yaparsak ellerinde argüman sempatizan kalmaz vatanseverler çoğalır

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz