Bundan önceki “Devletin ve sınırların Ortaçağ’daki kökenleri” adlı yazımızda, devletlerin Orta Çağ’da gitgide nasıl feodalleştiğini, sınırların buna paralel olarak nasıl şekillendiğini, Roma’nın yıkılışından sonra yerel devletlerin ortaya çıktığını ve bu yerel devletlerin bağımsızlıklarını nasıl korumak istediklerine değinmiştik. Ayrıca Vatikan’ın tüm Avrupa’yı tek bir Hristiyan Topluluğu olarak nasıl örgütlemek istediğini ve Vatikan’ın bu projesine karşı kralların mücadelelerine de değinmiştik. Bu yazımız, önceki yazımızın sona erdiği yerden devam edecektir. Bu yazımızda Augsburg Barışı ve Westphalia Antlaşması ile devletlerin ve sınırların nasıl değiştiğine değineceğiz.
Avrupa’daki bazı yerel prenslikler Katolik Hristiyanlığın tek kutuplu hakimiyetini fiilen sona erdirince, bu fiilî başarılarını resmiyete dökmek istediler. 1555 Augsburg Barışı ile birlikte dini ve bunu izleyen hukuki özgürlüğüne kavuşan Kutsal Roma İmparatorluğu bünyesindeki Alman prenslikleri/devletleri, Avrupa’nın diğer bölgelerindeki bağımsızlık ayaklanmalarına ön ayak olmuştur. Avrupa’daki bu seküler aktörlerin dinsel aktörlerle olan mücadeleleri homojen olmamıştır. Seküler aktörler homojen değilken, dinsel aktörler homojenlik göstermiştir zira seküler aktörleri oluşturan birbirinden bağımsız devletler iken, dinsel aktörleri oluşturanlar Vatikan ve ona bağlı aktörlerdi. Fakat bazı durumlarda seküler aktörlerde bir araya gelerek homojen ittifaklar kurmuşlardır. Otuz Yıl Savaşları buna bir örnektir. Esasında Augsburg Barışı ile birlikte kısa vadeli olarak silah bırakmışlardı. Fakat Augsburg Barışı’nın eksikliği, Avrupa’da yeni çatışmalara sebebiyet vermiştir. Mesela Kalvenistler Protestanlar gibi resmi olarak tanınmamıştı. Evet, kısa süreli bir barış hâkim olmuştu, hatta Protestanlar’da istediklerini kısmen elde etmişlerdi. Fakat Kalvenistler Augsburg Barışı’nın dışında tutulunca, Protestanlar Katolik kilisesinin kendilerini gösterişli antlaşmalarla birlikte oyaladıklarını anlamışlardı. Şu halde savaş artık kaçınılmazdı. Daha iyi bir barış için savaş kaçınılmaz bir araç haline gelmişti.
Avrupa’nın Çeşitli Bölgelerindeki Mücadeleler
Kutsal Roma İmparatorluğu, Vatikan’ın desteğini de alarak kendi etki alanını genişleterek Katolik inancını tekrar empoze etmeye çalıştı. Fakat Augsburg Barışı ile birlikte dini özgürlüklerine kavuşan Kuzey Protestan Devletleri, geçmişteki antlaşmalara sadık kalınmadığını iddia ederek 1608 yılında Protestan Birliği’ni oluşturdular. Buna tepki olarak Papa ve İmparator yanlısı Katolikler de Katolik Birliği’ni oluşturdular. Böylece iki taraf fiilî olarak bölündü ve savaş an meselesi olmuştu. Bu arada, her iki birlik de diğer devletlerden destek bulmaya çalıştı. Katolik Birliği, Kutsal Roma İmparatorluğu ve Katolik İspanya Krallığı’nın desteğine güveniyordu. Protestanlar ise Birleşik Hollanda Cumhuriyeti, İngiltere Krallığı ve Fransa Krallığı gibi devletlerle görüşmeye başladı. Birleşik Hollanda Cumhuriyeti esasında Protestanların yoğun ve baskın olduğu bir devletti. Fakat İngiltere Krallığı ve Fransa Krallığı Protestan devletler değillerdi. Peki bu iki Protestan olmayan devletler niçin Protestanlara yardım etmişti?
İngiltere Krallığı, 1530’larda İngiltere Kralı VIII. Henry önderliğinde Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılmıştır. Henry’nin Aragonlu Catherine ile evliliği sırasında altı çocuğu oldu fakat bunların arasından sadece bir kız çocuğu sağ kalmıştır. Kral, Anne Boleyn’e olan aşkının da etkisiyle Catherine’in erkek çocuk doğuramamasını evliliklerinin lanetli ve geçersiz olduğuna bağlayarak evliliklerini sonlandırmak istedi. Fakat, Catherine’nin yeğeni Kutsal Roma İmparatoru Şarlken, Henry’nin bu isteğine karşı çıktı ve Papa’da bu boşanmayı reddetti. Yaklaşık altı yıl boyunca boşanmak için uğraşan Henry, Anglikan kilisesini kurdu ve ilk evliliğinin geçersiz olduğunu ilan etti. İngiltere Kralı VIII. Henry döneminde Anglikanizm, dini anlaşmazlıklardan öte yargılama sorunları –özellikle kralın her ülkenin kilisesinin özerk olması gerektiği düşüncesi- üzerine kuruluydu. Yasal yollardan Protestanlığın bazı öğreti ve ayin inançlarını içeren milli kilise yaratma ve kurumu farklı dini gruplardan olanlara mümkün olduğunca hoşgörülü hale getirme çabaları birleştirilerek toplumsal bağlılık ve barışı sağlamak hedeflendi. Dolaysıyla Kral Henry, Vatikan’ın etkisinden çıkıp sadece kendi krallığını kapsayan dini ve hukuki bir sistem kurmak istemiştir. Fransa Krallığı’nın niçin savaşa dahil olduğunu ise az sonra, Prag Barışı ile birlikte izah edeceğiz.
1618 yılında, Protestanların Bohemya’da başlattığı ayaklanma üzerine Otuz Yıl Savaşları başlamış oldu.
İspanya Kralı 4. Philip’in yardımını alan İmparator ve Katolik Birliği, Bohemya ve onu destekleyen Protestan Birliği’ni yenilgiye uğratmıştır. Kendisi de bir Protestan olan Danimarka kralı 4. Christian, Protestanların yenilgiye uğramasından rahatsız olmuştu. İngiltere Krallığı, Fransa Krallığı ve Birleşik Hollanda Cumhuriyeti’nden aldığı destekle birlikte kendisini Protestanlığın savunucusu ilan etti ve İmparator’a ve Katoliklere karşı savaşa katıldı. Ama kendisini destekleyen devletlerin iç sorunlar yüzünden zayıf olması sebebiyle yenildi ve İmparatorla barış yapmak zorunda kalarak savaştan çekildi. Fakat Danimarka’nın yenilmesi, savaşı sona erdirmemiştir. Danimarka’nın yenildiğini haber alan İsveç Kralı II. Gustaf Adolf, Protestanları destekledi ve İmparatorluğa saldırdı. Savaşın başında zaferler kazanmasına rağmen, 1632 yılında Lützen Savaşı’nda hayatını kaybetmiştir. İsveç Kralı’nın ölümüyle gerileyen Protestanlar, 1634 yılında Katolikler tarafından tekrar yenilgiye uğratılmıştır. Bu yenilgiden sonra masaya oturan taraflar diplomatik süreci başlatmışlardır. İsveç Krallığı ile Kutsal Roma İmparatorluğu arasında 1635 yılında yapılan barışa göre Protestan Alman prensliklerinin dış devletlerle ittifak yapması engelleniyor ve Alman prensliklerinin ayrı ayrı olan orduları, İmparator’un liderliği altında birleştiriliyordu. Bu Prag Barışı ile birlikte siyasi ve askeri gücü epey zayıflamış olan Kutsal Roma İmparatorluğu, Danimarka Krallığı ve İsveç Krallığı’na karşı aldığı galibiyetlerden sonra durumu kendi lehine çevirip tekrar güçlenmiştir.
Prag Barışı’ndan en çok Katolik olan Fransa Krallığı rahatsız olmuştur. Fransa Kralı XIII. Louis’in kardinali ve Krallık Naibi Kardinal Mazarin’e göre bu antlaşma, Fransa Krallığı’nın rekabet halinde olduğu Kutsal Roma İmparatorluğu’nun etkisini çok arttırıyordu. Bu nedenle 1636 yılında Fransa Krallığı Protestanların yanında savaşa girdi. Fransa Krallığı, İsveç Krallığı ve Birleşik Hollanda Cumhuriyeti ile ittifak kurdu. İspanya Krallığı ise, Roma İmparatoru’nu desteklemek amacıyla İspanya Hollanda’sından güneye doğru Fransa’yı işgale başladı ve geri püskürtülmeden önce Paris yakınlarına kadar gelmeyi başardı. Fakat Fransa Krallığı, İspanya Krallığı’na karşı neredeyse mağlup bir durumdayken bağımsızlığı için var gücüyle savaşan Birleşik Hollanda Cumhuriyeti tarafından adeta kurtarılmıştır. Kurtulan sadece Fransa Krallığı değil, aynı zamanda Protestan Birliği idi. Zira Birleşik Hollanda Cumhuriyeti’nin güçlü donanması ve denizaşırı yerlerde İspanya Krallığı’na karşı aldığı zaferleri, İspanya Krallığı’nı ekonomik anlamda zorlamıştır ve zayıf duruma düşürmüştür. İspanyolların büyük filoları, denizaşırı yerlerde iki kez Hollandalılar tarafından imha edilince, savaşın seyri tamamen değişerek İspanyolların geri adım atmalarına yol açmıştır.
1648 Westphalia Antlaşması Sonrası Değişen Durum
1648 yılına gelindiğinde, Otuz Yıl Savaşı sona ermiş ve taraflar muharebe alanlarından diplomatik masalara doğru yönelmişlerdir. Münster’de 2 adet antlaşma imzalanmıştır. Birinci antlaşmayla birlikte Kutsal Roma İmparatorluğu ve mülkündeki İspanya Krallığı, Birleşik Hollanda Cumhuriyeti’ni de jure, yani hukuki olarak tanıyacaktır. İkinci antlaşma ise Fransa Krallığı ile Kutsal Roma İmparatorluğu arasında yapılmıştır.
Fransa Kralı XIV. Louis Fransa Krallığı’nın de jure, yani hukuki hükümdarıydı. Fakat Louis henüz bir çocuk olduğu için, Fransa Krallığı Kardinal Mazarin tarafından yönetiliyordu. Dolaysıyla Fransa’nın politikalarına yön veren, Fransa Krallığı’nın de facto, yani fiilî yöneticisi Kardinal Mazarin idi. Fransa Krallığı ile Kutsal Roma İmparatorluğu arasında yapılan antlaşmaya göre Fransa Krallığı; Lorraine bölgesinde bulunan Metz, Toul, Verdun Piskoposluk bölgelerini, Alsace (Sundgau) bölgesindeki Habsburg, ve Alsace’nin Décapole şehrinin (fakat Strazburg’un tamamı değil, Strazburg piskoposluk bölgesi ve Mulhouse) kontrolünü ele geçirdi. Ayrıca devletlerin bağımsız bir şekilde hareket edebilmelerini sağlayan antlaşma maddeleri de vardı. Mesela Kutsal Roma İmparatorluğu bünyesindeki tüm Alman prensliklerine, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun aleyhine olmayacak şekilde, başka ülkelerle bağımsız bir şekilde antlaşma imzalayabilme izin verilmiştir. Bu antlaşma ile birlikte Kutsal Roma İmparatorluğu ayrıca merkezi otoritesini kaybederek federatif bir İmparatorluk haline gelmiştir. Randall Lesaffer bu konuyla ilgili şöyle demektedir:
“Westphalia sonrası elde edilen anayasal ve dini kazanımlar ile birlikte prensliklerin/devletlerin bölgesel egemenlik ve egemen eşitlik ilkesine dayalı yüksel dereceli federatif bir imparatorluk inşa edilmiştir.”
Kutsal Roma İmparatorluğu’na bağlı Alman devletlerinin rızası olmadan İmparator vergi ve asker toplayamayacak, kanun koyamayacak ve savaş ilan edemeyecekti. Devletler arasındaki ilişkilerde din faktörünün azalması ve bunun yerine ekonomik ve siyasi çıkar faktörünün ön plana çıkması da Westphalia Antlaşması’nın bir sonucudur. Artık İmparatorluğa bağlı devletlerin iç işlerine karışılmayacak, böylece her devletin self determinasyon hakkı doğmuş olacaktı. Fakat İmparatorluğa bağlı devletler tam anlamıyla bağımsız olmadılar. Bağımsızlığını kazanan sadece Birleşik Hollanda Cumhuriyeti ve İsviçre Konfederasyonu idi. İmparatorluğa bağlı Alman prenslikleri böylelikle bağımsız değil fakat yüksek dereceli bir özerkliğe kavuşmuşlardır. Mesela Andreas Osiander konuyla ilgili şöyle demektedir:
“Her bir Alman prensliği kendi yasal sistemini kurdu, Temyiz Mahkemesi olarak Kutsal Roma İmparatorluğu kabul edildi, son kararı imparator kendisi verecektir. Ona getirilen dosyalar sonuçları son karadır ve alt mahkemeyi bağlamaktadır. İmparator, mahkeme kararlarında eğer prenslerin hatasını görürse onları azledebilecektir ve azletmiştir.”
Devletlerin güçleri ve buna bağlı olarak devletlerin merkezcilik anlayışları artarken, Papa’nın ve İmparatorun evrensel yargı güçleri ve politik hegemonyaları azalmıştır. Bu boşluğu ise diğer devletler doldurarak daha dengeli bir siyasal sistem oluşturulmuştur.
30 Yıl Savaşı, Avrupa’nın gördüğü son büyük din savaşıdır. Habsburglara karşı Protestanları destekleyen Katolik Fransa örneğinde olduğu gibi artık devletlerin çıkarları, dinsel bağlılıklarının önüne geçmiştir. Bu açıdan Westphalia ile modern diplomasi ve uluslararası ilişkiler esaslarının temelleri atılmıştır. Artık Avrupa, kendi yasalarına göre davranan, kendi ekonomik ve siyasal çıkarlarını izleyen, istediği tarafta yer alan, ittifaklar kuran ve bozan modern bağımsız devletlerden oluşacaktır. Günümüz devletlerarası sistem Westphalia ile kurulmuştur. Westphalia’dan sonra Kutsal Roma İmparatorluğu’nun Voltaire’nin de dediği gibi ne kutsallığı kalmıştı, ne Romalığı ne de imparatorluğu.
KAYNAK
Oral Sander, Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e, İmge Kitabevi, 13. Baskı
Randall Lesaffer, The Westfalian Peace Treaties and the Development of the Tradition of Great European Peace Settlements prior to 1648’, in: Grotiana NS 18 (1997)
Osiander, Andreas ‘Sovereignty, International Relations, and the Westphalian Myth’ International Organization, Vol. 55 Issue 2 (Spring 2001) pp.251-287
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.